19 Kasım 2012

İDAM CEZASI TARTIŞMALARI ÜZERİNE -II-

İdam cezasıyla ilgili en ilginç yaklaşımlar son dönemde gittikçe devletçi bir alana kayıp muhafazakârlaşan İslami kesimden gelmekte. Kurucu esaslar göz ardı edilerek sahiplenilen rejimin devamlılığı ve istikbali için yapılan hesaplara bu kesim de dâhil olmayı sürdürüyor.

“Getirin idamı bakın nasıl asarız”,  “yeniden yargılanmadan asalım demiyoruz ki”yaklaşımları tüyleri ürpertiyor. Siz kimsiniz, hangi yargı soruları boğazımızda düğümleniyor.

Birilerinin kirli bir savaşın yeni hamlesi olarak paketleyip gönderdikleri Öcalan’ın asla öldürülmeyeceğini, beslenip, hücresini karargâha dönüştüreceğini göremeyecek kadar gözleriniz nasıl karardı? Nasıl hayatını kaybeden her gencin akabinde sizler de bu koroya katılabiliyorsunuz? Bu işin halen, 10,100,500 Pkk’lı öldürmekle, başındakini asmakla çözülemeyeceğini göremediniz mi? Bütün hükümetlerce her dönem varlığı uzatılan çekiç gücün yıllardır beslediği, silahlarının Rus ve ABD yapımı olduğu, askeri eğitimlerin bizzat dış ülkelerin subaylarınca verildiği, erzak ve lojistik desteğinin dışarıdan sağlandığı bir hareketi sadece kamplardan ibaret mi görüyorsunuz?

Bu savaşı ortaya çıkartan sebepleri, arkasındaki iradeyi, küresel ve derin hesapları dikkate almayarak, nasıl “asalım, asalım” temposunu tutabiliyorsunuz? Türk ve Kürt Kemalistleriyle hesaplaşmadan bu sorunun bitirilemeyeceğini nasıl anlamıyorsunuz? İman paydasında, ümmet bilincini güçlendiren bir hattın bu sorunun çözümü olduğunu dillendirmekten niçin vazgeçtiniz?

Toplumun aradığı, yitirilen adalet duygusudur. Katledilen her gencin, namusu kirletilen her evladının, malları gasp edilen her bir ferdin hesabının sorulacağı bir adalet mekanizması aranıyor. Kafası bedeninden kopartılan genç bir kızın katilinin, kemik ölçümleriyle çocuklaştırılıp, güçlü sermayedar ailesinin himayesinde 13 sene sonra bu sokaklarda dolaşacağını düşünenlerin yapıştığı bir dal oluyor idam… Bu sebeple referandum yaparsan idama evet çıkar bu ülkede…

Ancak şu iyi bilinmeli ki, bir hüküm sırf İslami dayanağı olduğu için cımbızla çekilip talep edilemez. İslam bütüncül bir hayat sistemidir. Kendi modelini ortaya koyduktan sonra cezanın bir anlamı olur. Laik, diktatör sistemlerde kendini gösterecek olan bir yaptırımın kendisi İslam’a uygunda olsa, yaptırımın muhataplarının da birer mağdur olacağı unutulmamalıdır.

Ayrıca o sahiplenilen ilmiğin zulme karşılık gelen rejimlerde kimlerin boynuna asılabileceği de hesaba katılmalıdır.

Bugün sırf Madımak’a denk getirilmek için sokaklardan toplanan alakalı alakasız 33 kişi rövanş çığlıklarıyla idamla cezalandırıldı. İstiklal mahkemeleri sonrasında, tek bir davada, bu kadar çok idam cezasının verildiği ilk dava olan Sivas davasının tutukluları şu anda müebbet hapis cezalarını çekiyorlar. Tahta tüfekler ve düzmece senaryolar ile müebbet hapis alan Metin Kaplan’ın suçunun ne olduğunu hatırlamıyor musunuz?  “Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye teşebbüs etmek” Yani Adaletin kendisi olan İslami esaslara göre bir nizamın söylemini yapmak idam veya müebbet gibi bir cezayı gerektirebilir.

Çin, eski Sovyetlere bağlı tek adamlı devletler ve düne kadar Mısır, Irak, Suriye gibi diktatörlükler içerisinde idam cezasının kimlere uygulandığı hiç düşünülüyor mu? Rejimi eleştiren, İslami model talep eden, haksızlıklara, zulme rıza göstermeyen Müslümanların darağaçlarında sallandırıldıklarını veya kurşuna dizildiklerini bilmemiz gerekir. Çin’de Doğu Türkistanlı Müslümanlar sadece islami kimliklerine sadakat göstermenin bedelini ağır ödemiyorlar mı? Mısır zindanları ve darağaçları kaç İhvan mensubuna şahitlik etti acaba? Suriye’de de ihvan mensubu olmak suç, cezası da idam... Sovyetlerden kopan Türk devletlerinin başındaki zalimlerin kılıçlarının hep islami hareket mensuplarının başına indiği halen devam eden bir olgu değil mi?

Biz bu hatırlatmalarımızı ilahi hakikatler uğruna ödenecek bedellerin endişesi ile değil, muhtemel zalimane uygulamalara Müslümanların ortak olmaması için yapmaktayız. Yoksa bir mü’min iki güzel sonuçtan başka ne bekleyebilir ki?

İdam tribünlerine son bir sözüm… Ümmetten ulus yaratmaya çalışan, farklı 22 etnik kökeni görmezden gelerek “Türkiye Türklerindir” anlayışını dağa taşa kazıyan bir zihni hastalıkların kaynağı olarak görmezseniz, dizi, film ve reklamlardaki, şehvetleri gıdıklayan, azdıran, nikâhsız ve karma ilişkileri meşru gösteren içeriklerden bahsetmezseniz, okullarda denge bozan kıyafetlerde ve karma eğitimde ısrarcı olursanız, kumar ve bahis oyunlarının önünü açarak millileştirir, filmlerle kolay para kazanmayı teşvik ederseniz, silah, çete, kabadayılıkla hak aranabileceğini pompalamayı sürdürürseniz, sizin hangi suçtan ve cezadan söz etmeye hakkınız olabilir.

İlla bir suçlu bulmak ve cezalandırmak mı istiyorsunuz, o zaman işe tarih kitaplarına bakarak başlanılması gerekmez mi?

Not: Yeni girdiğimiz Hicri 1435. yılın insanlık ve Müslümanlar için hayırlar getirmesini Rabbimden dilerim. Rabbim, tüm kötülüklerden ve günahlardan kopuş olan hicretlerden bizleri mahrum bırakmasın…