Yakup DÖĞER
İMAN KARDEŞLİĞİ
İnsanları tarih boyunca birbirine bağlayan çeşitli bağların olduğunu, bu bağlar etrafında gerek sosyal gerek ekonomik ilişkilerinin devam ettiğini görüyoruz. İnsanlar bazen toprak bağıyla bazen nesep bağıyla bazen ekonomik olarak bazen de başka türlü bağlarla birbirine bağlanmış, ilişkilerini bu bağlarla sürdürmüşlerdir. Zaman ve oluşumların ortaya çıkardığı zaruretler çerçevesinde ilişkiler şekillenmiş, yakınlık dereceleri bu bağlamlarda gelişmiştir.
Bu bağların tamamen görece olduğunu, aynı çizgide ve hassasiyette hiçbir zaman devam etmediğini, edemediğini ise tarih bizlere ispatlamış, toplumların hassasiyetlerinin sürekli değiştiğini, her toplumun önceliğinin farklı olduğunu yaşanmış toplumsal olaylar göstermiştir. En yakın olarak görebileceğimiz ve biz iman edenlere de örneklik teşkil eden Mekke ve Medine yaşam tarzı, gerek cahiliye dönemi gerekse İslam’ın hâkimiyetinden sonraki dönemi itibarıyla gerekli bilgileri vermektedir. Mekke câhiliye toplumunun öncelikli bağının nesep bağı, kavim bağı olduğunu biliyoruz. Öyle bir toplum ki, kişinin gücü, kavminin gücüyle eşdeğer tutulan, nesebi, kavmi güçlü olanın ayakta durabildiği, yaşama şansı bulabildiği bir kabile devleti… Mekke toplumunda, ceza ya da mükâfat almak için, haklı veya başarılı olmak gibi bir durum söz konusu olmamış, kimin kabilesi güçlü ise o haklı ve başarılı kabul edilmiştir. Oğulları, kardeşleri, akrabaları ne kadar çok ise, o derece güce sahip olan kabile mensubu şahsiyetler, kalabalık olmaları ile övünmüşler, bu güçlerini gerektiği zaman karşı tarafa bir tehdit unsuru olarak göstermeyi de ihmal etmemişlerdir (Bkz. 102/Tekâsür Sûresi).1
Talan ve soygunun bir gelir kaynağı olduğu Arabistan yarım adasında, kervanlar sürekli talan edilmekte, insanlar öldürülmekte, esirler köle olarak satılmaktaydı. Ama sadece yalnız olanların, kimsesizlerin, kabilesi, nesebi güçsüz olanların akibeti böyleydi. Güçlü olan, kavmi kabilesi kalabalık olanların ise mallarına asla ilişilemez, adamlarına dokunulamaz, kervanları talan edilemezdi. Çünkü kabilesi güçlü olanların, aynı gücü kendilerine karşı kullanabileceğini bilen talancılar, güçlülerin hiçbir varlığına dokunmaya cesaret edemezler ve onlar tarafından başlarına gelecek olan her türlü musibete peşinen razı olurlardı.
İşte en güçlü bir bağ olarak o zamanlar “kabile kardeşliği” mevcuttu. Arabistan’ın o zamanki konumunun gereği (İslâm’ın kardeşlik sistemi gibi bir alternatifin olmadığı düşünülürse) bu bağın kurulması belki de zaruretti denebilir. Çünkü Kureyş, kendisini Mekke’den sürüp çıkaran Huzaa’lılara karşı kavmî gücünü birleştirerek karşı koymuş, bulunduğu şartlar gereği “kavim kardeşliği”ni tesis etmişti. Bu bağ zamanla o denli güçlü hale gelmişti ki, Rasulullah (s.a.v.), bütün putlara karşı meydan okuduğunda bile, kendi kavmi Haşimoğulları vahye tâbi olmadıkları halde Rasulullah’ı (s.a.v.) sırf kendi kavimlerinden olduğu için ölümüne korumuş, amcası Ebu Talip, “Git yeğenim ne istiyorsan anlat, emin ol ki ben her zaman senin yanında olacağım” diyerek yeğenini Mekke’nin despot yapısına rağmen gerekirse kendi kavminin yok olmasını bile göze alarak korumaya azmetmiştir. İlginçtir ki, cahiliyenin oluşturduğu “kavim kardeşliği” bu denli güçlü etkinliğe çıkabilmiş, insanlar sadece kendi kavminden olduğu için bir diğeri için ölümü bile göze alabilmiştir. Kavim kardeşliği, o günün popüler olan tek bağı olarak insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemede en yüksek etkisini göstermiştir. Rasulullah’ın (s.a.v.) kaç kez öldürülmeye kalkışılıp sonra da vazgeçilmesindeki en büyük etken de Haşimoğulları kabilesinden olmasından dolayıdır. Çünkü o günün güçlü topluluklarından biri olan Haşimoğulları ile savaşı hiçbir kabile göze alamamış, bu nedenle de her girişim geri tepmiştir. Hz. Hamza’nın Müslüman olmasında, yine yeğeninin uğradığı saldırının etkisi olmuş, sadece kendi kavminden ve kendi akrabası olduğu için gerekli tepkiyi göstermiştir. Müslümanlara uygulanan boykotun sona erdirilmesinde de yine aynı bağ etkisini göstermiş, Ümeyyeoğulları tokluk içinde ve her türlü sosyal ilişkileri devam ederken, Haşimoğullarının yokluk ve sefalet çekmesine razı olunmamıştır. Kavim Kardeşliği her yerde her ortamda kendisini gösteren bir boyutta tezahür etmiş, her zaman kişilerce gereği yerine getirilmiştir.
Özetle; kavmi, kabilesi güçlü olanın yaşamaya hakkı olduğu bir anlayış, kabilesi güçlü olanın haklı olduğu bir anlayış, kavmi güçlü, kalabalık olanın her türlü hakkı elinde bulundurduğu bir toplumsal yapı ile Mekke de hayat devam ediyordu.
Ta ki, yeni bir anlayışın ilk vahiyle insanlara ulaştırıldığı güne kadar. İlk vahiyle bütün alışılagelmiş anlayışlar tepe taklak ediliyor, toplumda ileri gelenlerin benimseyip dayattığı değerler alt üst oluyordu. Çünkü İslâm, yeni bir anlayış, yeni bir kardeşlik oluşturmaya başlamıştı Mekke toplumunda. “Kavim kardeşliği”ne karşı “iman kardeşliği.” Sadece Allah’ın İlahlığında ve Rabliğinde birleşenlerin oluşturduğu kardeşlikti bu Kardeşlik anlayışı. Kavim kardeşliğine dayalı bütün anlayış ve alışkanlıkları, âdetleri, töreleri, değer yargılarını bertaraf eden bir anlayıştı İMAN KARDEŞLİĞİ. Bütün Mekke halkının uygulanabilirliğini gördüğü ve şaşırdığı farklı bir anlayış ve uygulama gelip iman edenlerce hayatın merkezine oturtulmuştu. Mekke’nin en soylu ailelerinden olan Ebu Bekir (r.a.), sadece iman ettiği için Mekke’nin kölelerinden olan Bilal’le (r.a.) kardeş olmuştu. “İman kardeşliği”, önüne çıkan bütün beşerî değerleri yıkıp geçiyordu. İman kardeşliği için, kişinin kavmine, soyuna, nesebine, zenginliğine bakmadan, sadece Allahın İlahlığında ve Rabliğinde birleşenlerin oluşturduğu bir kardeşlik anlayış ve uygulanışı hâkim olmaya başlamıştı. Bu yeni kardeşlik uygulaması, cahiliye üzerinde tarifi mümkün olmayan etkiler bırakmıştı. İman kardeşliğinin getirdiği değerlerle köle efendisiyle, işçi patronuyla Allah’a karşı eşit sorumluluk sahibi olduğuna inanıyor, namazlarda aynı safta yan yana duruyordu. Mekke ulularının hiçbir zaman düşünemeyeceği ve kabulde edemeyeceği bir anlayış, kavim kardeşliğine karşılık alternatif olmuş, ezilmişler, kimsesizler tarafından da benimsenip hayatlarına yön vermişti. Gerek Mekke toplumunda iman edenler arasında, gerekse Medine’de gördüğümüz “iman kardeşliği”nin bütün dünyada herhangi bir alternatifi bir daha çıkmamış, bu güzellik, insanlık için ideal bir uygulama modeli olarak İslâm tarafından sunulmuştur.
Mekke’ ye İslâm gelmeden önce bütün renkler cahiliye rengiyle boyanmış, değerler ise insan kaynaklı beşerî modellerle oluşmuştu. Vahyî esasların hayata hâkim kılınmasıyla başlayan ve kıyamete kadar sürecek olan, Hucuratsûresi 10. âyetinde ilkeleşen bu evrensel örnek uygulama, hangi zaman diliminde ve hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın bütün iman edenleri, birbirine bağlamıştır.
Şimdi, yaşadığımız 21. yyda, bize İlahi değer, İlâhî model olarak sunulan bu “iman kardeşliği”ni yeniden yeşertmek ve iman edenler olarak aramızda tüm güzelliğiyle yeniden oluşturmak için gereken gayreti göstermemiz, bu uğurda her türlü fedakârlıkları göğüslememiz gerekmektedir. Gerek iş hayatımızda, gerek sosyal ilişkilerimizde dünyevî gerekçelerle gösterdiğimiz insanî ilişkiler konusundaki tahammülü, iman kardeşlerimize de daha güzelini göstermek, iman ettiğimiz Rabbimizin bir emridir. Son dönemdeki Müslümanlar arasındaki gelişmelere baktığımızda, iman kardeşliğimizi hayata geçirmede yeterli olup olmadığımızı yeniden sorgulamamız, eksikliklerimizi telafi etmemiz gerekmektedir. Dünyevî kaygılarımızdan dolayı, ticarî ilişkilerimizin bozulmaması için Allah’a ve Rasulü’ne itibar etmeyen kişilere gösterdiğimiz müsamahayı kardeşlerimize gösteremiyorsak, iman dâhil sorgulanması gereken çok yanımız var demektir. Kavim kardeşliğinin günümüz versiyonu kadar bile birbirimize tahammül gösteremiyorsak, câhiliye insanlarının câhilce kavim kardeşliğinin bile gerisinde kaldığımızdan, onlardan bile öğreneceğimiz çok şey var demektir. Bütün dünyayı bir ahtapot gibi saran kavmiyet (ırkçılık, ulusalcılık) belâsı, eski cahiliyenin çağdaş versiyonudur. İslâm’ın ilk günlerinde kavmî birlikteliğe karşı iman birlikteliği nasıl oluşmuşsa, günümüzde de, aynı yöntem uygulanmalı, kavmiyetçiliğe, ırkçılığa, bölgecilik ve hemşehriciliğe dayalı birliktelik anlayışına karşı, iman kardeşliğini yeniden tesis etmeliyiz. Birbirimize olan ilgimiz ve sevgimiz, sadece iman kardeşi olduğumuz için oluşmalı, iman edenlerin kardeşliğinin bireysel ve toplumsal yansımalarını, yeryüzünün bütün cahilî düşüncelerine karşı göstermeliyiz. Hiçbir değer, hiçbir oluşum, hiçbir anlayış, ticarî kazanımlar, kardeşliğimizin önüne geçmemelidir. Kavim kardeşliğinin, iman kardeşliğine galebe çaldığı günümüzde, biz Müslümanlar olarak bunu tersine çevirmek amacıyla, iman kardeşliğini yeniden tesis için gereken bütün fedakârlıkları yapmaktan bir an olsun geri durmamalıyız. Bu gayretlerin, namaz gibi, oruç gibi, hac gibi bir farîza olduğu gerçeği düşüncelerimizde yer etmeli, bizi ayıran basit ve tâli meseleleri gündeme getirmeden, temel değerlerde iman kardeşliğimizi yeniden gereken şekilde hayata geçirmeliyiz. Birbirimizi (ve beşerî ideolojileri) Rabler edinmeden, Allah’ın tek İlâhlığında bir araya gelenler olarak, iman kardeşliğimizi herkese gösterebilmeliyiz.
Bu fariza, bütün Müslümanların üstüne bir görevdir, avamından alimine, okumuşundan yeni başlayanına, kim varsa tevhidî olarak iman eden herkesi kuşatan bir görevdir.
Çağımızın Ebu Cehillerini şaşkın çevirelim, ne mutlu filan kavimdenim diyenlere karşı, imanımızla asıl mutluların bizler olduğunu, demokratik açılımların aslında bir kandırmaca, asıl açılımın iman kardeşliğiyle olabileceğini, kaynağını vahiyden almayan beşerî oluşumların insanlığa huzur getirmeyeceğini haykıralım. Bu esasları hayata hâkim kılarak, Allah düşmanlarını çatlatalım. Unutmayalım ki, bizleri biz yapan sadece sâlih amel olarak hayata yansıyan imanımızdır. İman edenlerin kardeşliğinden bahseden Kitabımız, yakınlarımız bile olsa iman etmeyenlere sevgi besleyemeyeceğimizi de belirtmiştir. “Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, imanı yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, hizbullahtır, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah’ın tarafında olanlardır.” Bütün göreceli değişken değerlerden feragatla, İlahi ilkelere dönelim. Sözümüzle kardeşlerimiz olduğunu ifade ettiğimiz iman kardeşlerimize hayatımızdaki pratikle de yansımanı gösterelim. Çünkü örnek nesil böyle yaptı. Hz. Ebu Bekir, köle Bilal’i kurtarmaya giderken asla bedeli ne olacak diye düşünmemiş, satın aldığında ise kardeşi Bilal ile çok pahalı kabul edilen maddi bedel arasında karşılaştırma yaparak, çok ucuza satın aldığını ifade etmiştir. Muhacirleri evlerinde misafir eden Ensar, tek kişilik yemeğin azlığı belli olmasın diye, gece yemek yerken ışığını söndürmüş, sofradaki yemekten yer gibi yaparak iman kardeşinin doymasını sağlamıştır. Günümüzde en basit meselelerde bile birbirimize gösterdiğimiz agresif tavırlar, iman kardeşliğimizin kemale ermesinde olumsuz etkiler meydana getirmektedir. Yeni yetme ideolojiler, bin dört yüz yıllık iman kardeşliğinin önüne geçmemelidir.
İman kardeşliğimizi yeniden tesis etmeye, ümmet olarak yeniden dirilmeye, bütün görece değerleri, sahte özgürlükleri gömmeye, izim ve ideolojileri yıkmaya, İslam’ın hâkimiyeti için yeniden iman kardeşliğini tesise el birlik kalkalım, bütün iman edenler olarak. Çünkü İslam’ın hâkimiyetinden önce, ona giden yolu açmak içini iman kardeşliğini tesis gerekmektedir.
Hucurâtsûresinde "Mü’min¬ler sadece kardeştirler" şeklinde katego¬rik bir hüküm konulmuş ve bu hükmün gerektirdiği ahlâkî ve insanî ödevler Kur’an’ın bu sûresinde ve farklı sûrelerin nice âyetlerinde belirtilmiştir. Hadislerde de müslümanların kardeşliği ilkesi üzerinde önemle durul¬muş ve aynı ödevlere daha ayrıntılı olarak yer verilmiştir. İman kardeşliği ve pratik uygulamalarıyla ilgili âyet ve hadislerden bazı örnekler vererek konuyu noktalayalım.
Konuyla İlgili Bazı Âyet-i Kerimeler
“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan ittika edip korkun ki, merhamete ulaşasınız.”
“Ve (Allah,) onların kalplerinin arasını birleştirendir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin; fakat Allah, onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, azîzdir/mutlak gâliptir, hakîmdir/hikmet sahibidir.”
"Allah, kendi yolunda hepsi birbirine kenetlenmiş, yekpâre/tek parça ve müstahkem bir duvar/bina gibi, saf bağlayarak savaşanları sever."
“(Bir kısmına inanıp bir kısmını da inkâr etmek sûretiyle) Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır, sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.”
“Allah'a ve Rasûlüne itaat edin; birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da rîhınız (rüzgârınız, gücünüz, devletiniz) gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”
“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ihtilâf ederek ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için pek büyük bir azap vardır.”
“Muhammed Allah’ın rasûlü/elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin (şiddetli), kendi aralarında ise merhametlidirler...”
“Kâfirler, inkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde büyük fesat/kargaşa, büyük bozgun ve fitne çıkar.”
1-) Mücadele 22
2-) Hucurat 10
3-) Enfal 63
4-) Saff 4
5-) Enam 159
6-) Enfal 46
7-) Ali İmran 105
8-) Fetih 29
9-) Enfal 73