Mustafa BOZACIOĞLU
KAVURGALAŞ(MA)MAK
Rahmetli Ercüment Özkan’ın kavramsallaştırdığı ‘kavurgalaşmak’ sözcüğü tüm zamanlarda olduğu gibi şu zamane zamanlarda, kaygan zeminlerde daha çok anlaşılmayı, kavranmayı bekliyor. İlgi bekliyor, ders alınması gerekiyor.
Gerçek bir analoji… Karıştırılma ihtimali yok; gerektiği gibi kavrandığında. İç, doğu, güneydoğu bölge sakinlerimizin bildiği, kolay algılayacağı kavram ‘tohumlama yeteneğinin yitirilmesi’, bugünkü reel kullanımı gereği ‘ebter tohum’ nitelemesini ifade etmektedir.
İnbat/tohumlama yeteneğini yitirmiş, işlemden geçirilmiş, ısıya maruz bırakılmış buğday benzeri nebatat için kullanılmaktadır. Örneğin buğday ayıklanır, yıkanır ve kavrulur. Böylece yemelik, çerezlik bir ürün/nesne/yeni mal ortaya çıkar. O artık bir buğday değil, kavurgadır.
İşte bunun gibi kavurgalaşmış binlerce çuval buğdayınız olsa bunlardan tekrardan tek bir tane/dane buğday üretemezsiniz. Şimdilerde bunu genetik yapısıyla oynayarak, kavurmadan tek kullanımlık hale de getirdiler. Buna ‘ebter tohum’ deniliyor. ‘Ebter’ biliyorsunuz Kur’anî bir kullanımla ‘soyu kesik’ anlamına gelmektedir.
Elinizde bir tek buğday danesi varsa, ümit vardır. Buğdayın neslinin sürdürülmesi mümkündür. O bir tek buğdaydan milyonlarca, dünyaya yetecek kadar buğdaylar elde edebilirsiniz.
Kavurgalaşmamak lazım. İnbat/tohumlama yeteneğini korumak gerek. Bir kişi de olsa ona titizlenmek zorundayız. Şartların, zaman ve mekanların zorlaması çoğunluk/çoğulculuk/çoğunlukçuluk zehabının/dürtülerinin dürtüsü, mahalle baskısı (cemiyet, klik, grup, mezhep, meşrep…), sui emsalin emsal olma çabası, kötü/yanlış örnekliklerin çeldiriciliği, şeytanın sağdan yanaşıp ayartması, nefsimizin fücur üfürmeleri/iğvası, makam-mevki-mansıb beklentileri, dünyalık/menfaat/çıkar kaygıları, sonuç odaklı acelecilik bizleri kavurgalaştıracaktır. İddialarımızın içini boşaltacak, bizi indi/nefsi yorumlarımıza kul köle edecektir. ‘Ama’ ile başlayan tüm cümleler düşünce /teori ile pratiğimiz arasında te’lifi imkansız fay kırıkları meydana getirecektir. Paranoyaya, paradokslara, bilgi birikimimizden, kaynaklarımızdan şüpheye, hak etmeyenlere yersiz ve gereksiz kisveler giydirmeye, kendi ellerimizle onlara kul köle olmaya, güç zehirlenmesine, mal mülk, çokluk yarışına, istikamet yitimine, savruluşlara, bireyselliğe, dünyevileşmeye, ‘demokrasi, insan hakları, özgürlük, kapitalizm..) gibi öcülerin, beşeri ideolojilerin/dinlerin kucağına itecektir.
Durduğumuz bir yerimiz, perçinlenmiş, muhkem kılınmış bir sabitemiz olmalıdır. Kendi rengimiz ile eşyaya bakmalı, okumalarımızı bu hassasiyetle yapmalıyız. Duyuş, düşünüş ve yaşayışımız emrolunduğumuz, bizi bize bırakmayan, rengimizi veren ve hesaba çekecek olan yaratıcımızın istediği ve razı olacağı şekilde ve bütünlükte olmak zorundadır. Bunun ‘nesnel’ bir çerçevesi çizilebilir, çizilmelidir. Olmalıdır ve vardır mutlaka. Yoksa ‘öznellik’ genel geçer yol olacaktır ve bu, bir o kadar yol, yöntem algı ve anlayış demektir. Hepsinin doğru olabilmesi asla ve kat’a mümkün değildir. İşte biz, eğip bükmeden, eğrilmeden, eksiltip ekleme yapmadan bu sıratı mustakim ana yolu, nesnel olanı hep beraber bulup berkitmek, onun üzerinde mutabık kalıp o yol üzre süreci sürdürmek zorundayız. Hak olana tabi olup batıl olandan ictinab etmek/kaçınmak mecburiyetindeyiz.
Kınayıcıların kınamalarından korkmamak, ‘ne derler’ yanılsamasından kurtulmak gerekiyor. Hz. İsa’nın dili ile ‘Öldürüp öldürdükten sonra bir şey yapamayandan korkmayın, öldürüp öldürdükten sonra cehenneme atma yetkisine sahip olandan sakının!’ şuuruyla hareket etmemiz gerekir.
Bunu bir muhalefetimiz olsun, bir antitezimiz bulunsun, alternatif olalım diye söylemiyoruz. İslam ikmal edilmiş, icmali/bütüncül bir dindir. Tek yoldur. Beşeri din ve ideolojilerin karşıtıdır, ama muhalifi, antitezi, alternatifi değildir asla! Bu bir buğday olma/kalma iddiasıdır. İş ve işleme tabi tutulmaya, operasyona, dış müdahalelere, pazarlıklara, torna tesviyeye, ortaklıklara kapalı olmak demektir. Kavurgalaşmaya direnmek demektir. Kavurgalaşmamak demektir. Değişime, müdahaleye açık olduğunuzu ima ettiğiniz andan itibaren artık siz, siz değilsinizdir. Öyle kalamazsınız. Sizi kavurup iç edecek, tüketecek, kullanacak, üzerinize operasyonlar yapacak, ebter hale getireceklerdir. Kavurgalaştıracaklardır. Değişim olgusunun sabiteler söz konusu olduğunda, söz konusu olamayacağı unutulmamalıdır. Hele değişim olgusunun başkalaşmaya dönüştüğü günümüzde aşikarken… Suyun içindeki kurbağanın derece derece ısıya tabi tutulurken zevkten yavşayarak/gevşeyerek haşlanması örneğindeki gibi.
Yine rahmetlinin anlatımıyla; bir dönem bir olmuş, beraber hareket etmiş birileri, mevzi değiştirdikten sonra ‘Abi, biz yine eskisi gibiyiz, seninle farklı düşünmüyoruz, ama n’apalım bize teklif getiriyorlar!’ dediklerinde, ‘Peki, ben de buradayım, bana niye teklif getir(e)miyorlar. Siz, o çitin/bağın etrafında dolanırsanız, kur yaparsanız elbette, size de teklif ederler, bağlama çekerler, bağlarlar.’ der. Kıssadan hisse…
Yeterli gelmediyse bir de Osmanlı hareminden bir örnek okuma yapalım… Hareme alınacak iç oğlanlar, harem ağaları malumunuz burulur/iğdiş edilir/hadım yapılırmış. Aksi olabilir mi? Hareme erkek alıyorsunuz… Düşünsenize olacakları... En azından bir ihtimal bile bırakmayacak en ileri tedbir alınmış. Haklı olmasa da doğru olarak! Şimdi siz değişime, değiştirmeye, sistem deyin, düzen deyin, güç ve iktidar edinimi/talebi deyin, yönetmek, yönetime aday olmak deyin, ne derseniz deyin, bunun talip olduğunuz yer mevkii ve makamların, sistemlerin sinir uçlarına değdiğini/değeceğini reddebilir misiniz? Sistemin, düzenin haremine adaysanız onun harimi ismetini düşünmesi, koruma tedbirleri alması çok mu muhaldir? (Şimdi kalkıp Yusuf kısasından mazeret üretmeye çalışacak aklı evvellerimize ‘Acaba bu kıssa, Hz. Peygamberden sonra mı nazil oldu, Hz. Peygamberin bu kıssadan haberi yok muydu, kıssayı Hz. Peygamber neden böyle okumadı?’ diye sormak şimdilik yeterli olsun.) Sizi oralara inbat/tohumlama kabiliyetinizle, buğday kalarak almaları yerleştirmeleri mümkün müdür? Talebinize oranla sizden istenileni vermeniz gerekecektir. Ebter olmaya, kavurgalaşmaya ses çıkartmamanız, razı olmanız gerekecektir. Kusura bakmayın ama hadım olmaya razı olmazsanız sizi hareme niye alsınlar ki… Yanlış mı? Siz öyle yapmaz mıydınız? Ne dersiniz, hep beraber düşünmeye değmez mi? Hele onca zamandır verdiklerimize karşılık elimize geçenlere, tav/av olduklarımıza bakınca.
Kavurgalaşmayanlara, kavurgalaşmaya direnenlere selam olsun… Biz, Allah’ın dinine yardım edersek, emrolunduğumuz gibi dosdoğru olursak, yalnız Allah’a sığınıp O’na güvenirsek, O bizlere yollarını gösterecek ve yardım edecektir.