Mustafa BOZACIOĞLU
MEĞER İSLAMCILIĞIN TEZLERİ NE İMİŞ!
Derler ya; ‘Eski çamlar bardak oldu!’ diye, işte o örnekliklerin sık yaşandığı, bizim uyarmaktan, eleştirmekten dilimizde tüylerin bittiği, handiyse dağarcığımızda sözcüklerin tükendiği zamanlardayız.
Ne halden anlayan var ne de dilden! Üslubumuzda varsa bir yanlışlık düzeltebiliriz ve fakat uyarılarımızda haklıyız, buna kaniyiz. Lakin muhataplarımızın sözü de bizi de ciddiye aldıkları yok! ‘Dediğim dedik, çaldığım düdük!’ demeye devam ediyorlar. Dayak yediklerini de iddia etmelerine rağmen hala sayı saymayı bilmiyorlar. Elma ile armudun toplanmayacağını anlayamadılar! Hele çürükle sağlamın aynı çuvala doldurulamayacağının farkında değiller! Eksi ile artıların birbirini götürdüğüne inanmak istemiyorlar! Üstelik dün söylediklerinin bugün tersini söylüyor, söylemekle de kalmayıp vaazı da elden bırakmıyor, davranışa/karaktere dönüştürüyorlar! Dün söyledikleri ile bugün söylediklerini de aynı havuzda biriktirerek/tutarak üstelik… Her an ‘U’ dönüşü ihtimalini muhafaza etmiş oluyorlar, zannımca!
Başörtüsünden, özgürlüklere ne sözün hakkını veriyorlar ne de hak sözü söylüyorlar! Özgürlük söylemlerinin geldiği noktaya bakmayarak, içerikle de ilgilenmeyip şekle şemaile bakarak, menhiyatın, münkerin, haramların da özgürleştiğini görmek istemiyorlar! ‘İstasyonu yok bunların!’ diyerek, daha dün eleştiri namına sarıldıkları fıkraların tersinden kendilerine döndüğünün farkında bile değiller! ‘Dikkat; Temel yanlış yolda!...’ uyarısına kulak asan yok!
Savrulma, istasyonsuzluk sadece o tarafta da değil; bu tarafta, şu tarafta, her tarafta; az veya çok, ama nitel ama nicel! Namazın duaya, niyaza indirgenmesinin üzerinden çok geçti! Bankalar kanka olup alıp verdikleri, hizmet bedeline evrildi! O da yetmedi –çok özür dilerim- genelevler bir hizmet sektörüne, önemli fonksiyon icra eden merkezlere –genelini istisna etsek de içerden, ilahiyat okumuşlarca üstelik!- döndürüldü! Pes doğrusu! Bunun bir izahı var mı? Bu dinin, din algısının sabitesi hiç mi kalmadı?! Nesnel bir çerçeve tutturulamayacak mı? Bu bir yapboz malzemesi mi, hiç mi mahremiyeti yok! İnsan azıcık bir endişelenir, titizlenir, önünü ardını düşünür. Yarınından endişelenir! Akıbetini düşünür! Hesap kitabı hatırlar!
‘’Bizim İslamcılıktan anladığımız, bu toplumun tarihten bu yana getirdiği ortak paydadır. O paydada İslami, itikadi, siyasi, ibadi ve sosyal bir bütün olarak kavrama anlayışıdır. Fakat İslamcılığı farklı formata oturtarak, kendini her şeyin üstünde gören, dünya kapitalizmine entegre bir mantığa sahip, liberal eğitimden geçmiş insanların diliyle konuşuluyor. Türkiye normalleşme sürecini yaşarken oluyor bunlar. O normalleşme süreci de, çevrenin önünün açılması, çevrede de Müslümanlar var. Bunu engellemek istiyorlar. Trump da İslamofobi üretiyor, Sarosçu küresel kapitalizm de, Avrupa Birliği de. Bilinç altlarında bunlarla kankalıklarını devam ettirme var. Sürekli İslami kimliğe karşı tavır alma görüntüsündeler. AK Parti’nin temelinde başörtü mücadelesi, İmam Hatip kat sayısını savunmak, insanların inanç ve düşünce özgürlüklerini sağlamak vardır. Bunlar bizatihi İslamcıların tezleri değil miydi? Çok ilginç bir şekilde bu tezleri savunan aktörleri karşıya itmeye, İslamcılığı tehdit olarak göstermeye çalışan insanlar türedi. (http://www.haksozhaber.net/islamcilar-kimin-hedefinde-89470h.htm)
Durun durun, bu son paragraf, bizim değil, eleştiriye konu kıldığımız, başta girişte, ‘Eski çamlar..’ misali ile değindiğimiz bu toprakların renklerine ait… Ki kendileri, bizim bir sunumlarında ‘gelenek güzellemesine’ karşın (Abdurrahman Arslan üstad yanlış anlamasın!) getirdiğimiz eleştiriye ‘fitne çıkarıyorsun!’ demiş ve yaşanan şu son malum süreçte tv’ye çıkıp bizim dediklerimize rahmet okutacak tarzda, o savunularını o yapmamış gibi, milyonlara hitaben ‘Bunlar dinlerini oyun eğlence edindiler, nefislerini ilah edindiler, Allah diyerek kandırdılar..!’ kabilinden cümleleri çok kolayca kurabilmişlerdi/kurabilmektedirler!
Daha dün Erbakan ve camiasıyla beraber görünecek her iş ve adımdan uzak durmayı ‘İslamcılık’ görenlerin geldikleri noktaya bakar mısınız?! Sadece bu da değil, en radikal konu ‘başörtüsü’ meselesinde dahi nerelerden nerelere döndüklerini bilenler biliyor; sistem daha çabuk ve akıllı davranarak sorunu çözdü de bu arkadaşların çözümlemeleri sorun olmaktan kurtuldu! ‘Evrim, tedric, anın fıkhı..’ derken, ‘devlet modeli yoktur..’ te’vili yapılırken, ‘şişede durduğu gibi durmadığı’ bir kez daha anlaşıldı!
Şimdi sorarım sizlere, o saydıkları konulardan hangisi, Allah’ınızı severseniz, İslamcılığın tezi oldu?! Ne zaman bunlara indirgendi mesele! Yine şark kurnazlığı… Yine el çabukluğu marifet… Aksine tek tük destekler verilse de eylemlere, el ele zincirlerine, yerel bölgesel mitinglere; genel anlamda –bunlar da kerhen yapılmışken çoğunlukla- bir karşı duruş ve söylem yok muydu İslamcılarda? İHL’lerin kuruluş amacından tutun da fonksiyonelliğine, müfredatına bile değinmeden daha, işlevselliğine dair değil miydi eleştiriler. Sistemin ‘arka bahçe’ gibi kullanması, bir partinin askeri erkanla, dışarıdan bizzat teveccühle getirilerek kurdurulduğu söylenip bunun üzerinden söylem geliştirilmiyor muydu daha dün? Ne oldu? Köprülerin altından hangi sular aktı? ‘Tağutlu, darunnedveli’ cümleleri kimler kurmuştu; şimdi kimler unuttu?!
Hele o son cümle yok mu:‘’Çok ilginç bir şekilde bu tezleri savunan aktörleri karşıya itmeye, İslamcılığı tehdit olarak göstermeye çalışan insanlar türedi.’’ te’vil götürür mü sizce?! İslamcılığı kendince tanımla, kes-buda, kırp-biç, ‘Ben yaptım oldu!’ kabilinden yeniden kurgula sonra da hem hakim hem savcı ol! İslamcılığın gelenekle, modernizmle ilgili tezleri; bakış açısı, siyaset öngörüsü, yol yöntem ve metodoloji, amaç araç uygunluğu açılarından tutarlılığı; sahih örnekliğin çizgileri ile örtüşmesi meselelerine dair kırmızı çizgilerinin olduğu, ‘olmazsa olmaz’ cinsinden sabit bir renginin bulunduğu, ‘ne olsa geçer’ tarzında esnekliğinin bulunmadığı, kurgulamaya gelmeyeceği, ortaklığa zinhar kapalı olduğu, pazarlığa açık olmadığı, eklektikliği, tepkiselliği, üçüncü yola indirgemeyi, antitez görülmeyi, alternatif zannedilmeyi kaldıramayacağı bilinmez, görülmez mi?! Oysa, o pasajda sayılan isimler, dünya müstekbirleri bunu anladılar da; bir tek bizim müslümanımız anlayamadı! Anladılar da; ya yanlış anladılar ya da işlerine öyle geliyor! İş mi öyle, işletmecilik mi, bu da ayrı/aynı mevzu!
Şunu da ekleyelim, ‘Siz işinize baksanıza, bırakın herkes bildiği gibi yapsın, siz muhatabı yanlış seçiyorsunuz, kolayına kaçıyorsunuz, sahada yoksunuz, sahadakileri eleştiriyorsunuz..!’ tarzında gelecek karşı veya yan/paralel eleştirileri de dikkate almak lazım! İnanın bunu defaatle duyduk, ilk de değil, son da olmayacak! Aynı cümleleri bu kulak (Mehmet Durmuş da şahittir, bizzat ona söylenmişti zira!) aynıyla duydu; malum sürecin aktörleri eleştirilip foyaları anlatılırken, karşı cevap olarak! Ama bugün o cümlelerin sahiplerinden bazıları ‘Devletimiz büyüktür, ne yapacağını iyi bilir.’ cümlesini aynı gruba karşı yönlendiriyorlar! Ne zaman: Şimdi! ‘Geçti Bor’un pazarı…’ ve sıra yol, su, boru işlerinde…
Eleştirinin dozu, eleştiri konusunun cazibesi ve çekim alanı ile doğru orantılıdır. ‘Az bile’ denebilir! Kitlenin yanlış yönlendirilmesi, manipülasyonu, sürünün sürülerek, süründürülerek kurda/güce teslimi, ‘iç edilmesi’ söz konusu… Sözümüzde bir yanlışlık, yanıltmaca, aldatmaca, karalama varsa eğer, Allah biliyor, tashihe hazırız, özür de dileriz! İşimiz kişiler, şahıslar, tek tük parça meseleler değil, asla tekabül edecek, ‘tuzu temiz tutacak’, bizi diri kılacak, Rabbimizin rızasını umduğumuz ve belki fayda verir diye ümitlendiğimiz amaçla muttasıftır! Bu böyle biline! Bizi ikna edecek bir bilgi kırıntısına dahi kulaklarımızın açık, hatta aç olduğunu da ifade edelim. Sloganik ve şablonik gelebilir, ama ‘emri bil ma’ruf ven nehyi anil münker’ vazifesinin muktezası da bu değil midir?
Mesela; ‘Merkeze koşanlar başkalaşıyor:’ ifadesi ciddiye almaya değmez mi? Okuyup düşünüp tahlil ederek; sözün evveline ve ahirine bakarak!