Yakup DÖĞER
MUHALİF KİMLİĞİMİZ
İdeal sahibi her insanın hayat tarzını ve dünya görüşünü belirleyen ilkeleri vardır. Bu ilkeler, idealine sahip ve idealinde ciddi kişiler için olmazsa olmazlar ve şahsiyetini belirleyen kriterlerdir. İdeal sahibi kişiler, kendi inandıkları sınırları ve hayat tarzını, ikinci kişilere de anlatmak ve insanları davet etmek durumundadırlar. Yani kendisinin sahip çıktığı değerleri başkaları da bilsin ve yaşasın ki, idealindeki hayat tarzı, toplumu kuşatan bir hüviyet kazanabilsin. Bu, gerek İslami düşünce mensuplarının gerekse de beşeri ideolojilerin müntesiplerinin hayatlarının merkezine oturttukları ya da oturtmak zorunda oldukları bir eylemdir. Zorunda diyorum çünkü ideal sahibi olup da idealini yeryüzüne yayma gayreti olmayanlar ideallerinde samimi olarak değerlendirilemezler.
Bu değerlendirmelerden sonra ortaya idea sahibi insanların çok önemli bir özelliği olan karşıtlıkları da kendi atmosferi içerisinde belirginleşir ve ortaya çıkar, bu da muhalif kimliğidir. İdealinin dışındakilere muhalif olmak ve diğerlerine karşı netliğini ortaya koymak. Bu da idea sahibinin mevcut idealini savunması ve tebliğ etmesi esnasında kendi varlığını ortaya koyarken takınması gereken bir tavırdır. Her ideal sahibinin mutlaka kendi açısından “diğerleri” olarak nitelediği kendi karşısındaki düşüncelere muhalefeti kaçınılmazdır. Yani her idea sahibi kimsenin mutlak manada muhalif kimliği olmalı, kendi dışında var olan ve kendisine alternatif sunan düşüncelere karşı çıkması gerekmektedir. Yoksa ciddiyetinden bahsetmek söz konusu olamaz.
Biz Müslüman kimliğine sahip olan kimseler olarak, muhalif kimliği en belirgin olması gerekenleriz ve idealimizdeki Rabbani ölçüler de doğası gereği kendi dışındakileri keskin bir dille red ederek cahili olarak nitelemekte, bize dönük nasihatlerinde ise muhalefetimizin en üst seviyede olması gerektiğini belirtmektedir.
Müslüman olduğunu söyleyip de, cahili olarak nitelendirilen beşeri düşünce ve hayat tarzlarına muhalefet etmeyenler, karşı çıkmayanlar, bunların yanlış olduğunu ifade etmeyenler, cahili düşünce ve sistemlerden memnun olanların kimliklerinde ciddi bir sorun var demektir. Adıyla barışık bir hayat yaşaması istenen Müslümanın, ilk kabul etmesi gereken ilkenin, İslam dışındakileri red etmek olması gerektiği herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Yeryüzüne Hak’tan gayrı her türlü anlayış ve hayat tarzının hakim olduğu günümüzde Müslümanın şerre ve beşeri ideolojilere karşı muhalefeti çok daha şiddetli olmalı, bu netliğini de keskin bir dille ifade etmelidir. Bir Müslüman düşünün ki, yaşadığı cahili sistemden memnun olsun, Allah rızasına aykırı uygulamalardan rahatsız olmasın, Allah’ın tasarruf hakkını gasp eden müstekbirlerle barışık yaşasın, onların icraatlarını desteklesin, hatta ve hatta yaptıklarının devamı için duacı olsun… Sonra da Müslüman kimliğinden bahsetsin. Bu durum bırakın Rabbani olanı, sıradan beşeri ideolojilerin bile doğasında olmayan bir tutumdur. Ya da bu hal üzerinde olan kişi herhangi bir idealin sahibi değil, sadece dünyada ömrünü tamamlamak için yaşayan herhangi bir canlı mesabesindedir. Çünkü insanın idealleri varsa bir gayesi vardır, bir gayesi varsa da bir gayreti vardır. Doğal olarak da bu gayret kendi dışındakilere muhalefeti ve red etmeyi de gündeme getirir.
Bir kişi Müslüman olduğunu söyleyip, namaz kılarak, oruç tutarak, hatim yaparak bireysel ibadetlerin içinde İslam dışındakine hiçbir tepki göstermeden, onları red etmeden, kötülüklerine karşı çıkmadan, tağutlara, zalimlere kin duymadan, Allah’ın hakkını gasp edenlerle mücadele etmeden, Allah yolunda mücadele edenlere yardım etmeden, kafirlerle topyekün savaşmadan, safını belirlemeden hayatını Müslüman olarak idame ettirmesi mümkün değildir. Müslüman’ın muhalefeti kendi davranışlarını belirten ve kurallarını koyan rehberi, kitabı tarafından çok açık bir muhkemlikle, hiçbir tevile gerek kalmayacak açıklıkta ifade edilmiş, Müslüman olmadan önce tağutları red etmesi istenmiştir:
“Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) dalaletten apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a iman ederse, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.” (Bakara Suresi, 256)
Bu İslam dinine girmek ve o idealin sahibi olabilmek için bir ön şart olarak Yüce Allah tarafından emredilmiştir. Önce tağutu red, sonra Allah’a iman.
Günümüzdeki yeni yetme beşeri deolojilere baktığımızda, kendi dışında var olanlara karşı nasıl muhalefet ettiğini, hayatı yönlendirmek için nasıl da gayret ve cehd verdiklerini hayret ederek görüyoruz ki, dayandıkları “doğrunun” kaynağı o an kullandıkları akıl terazileri ve belli bir süre sonra da kendilerinin de benimsemedikleri batıl bir ilkeler topluluğu. Fakat buna rağmen asli doğrunun kendi idealleri olduğu tezini yılmadan savunarak ötekileştirdikleri diğerlerine muhalefeti en üst seviyeden sürdürüyorlar. Müslümanların muhalefette ciddiyeti bu cahili düşünce sahipleri kadar bile olmuyorsa oturup muhasebe yapmak gerekiyor. En azıcık meyletmenin bile cezasının büyük olacağını belirten kitabımız, Allah’tan başka ilahlar edinenlerle aramıza ebediyete kadar sürecek bir düşmanlık koyuyor.
Biz Müslümanlar namazımız kadar, orucumuz kadar, haftalık sohbetlerimiz, seminerlerimiz kadar muhalif kimliğimizi de gün yüzüne çıkarmalı, tağutla, zalimle, müstekbirlerle, beşeri ideolojilerle olan mücadelemize ve onlara karşı olan reddiyemizle ortaya çıkmalıyız. Çünkü bizler muhalefet etmezsek cahiliyeye razı olduğumuzu hal diliyle kabul etmiş olacağız. Mutlaka hakta taraf olmak ve diğerlerinin batıllığını ifade eden söylemlerde ve tebliğde bulunmak zorundayız. Bizlerin yardımcısı Yüce Allah’tır bizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için bize mücadele yöntemlerimizi göstermektedir. Biz bu yöntemleri kendimize İlahi bir direktif olarak almalı, küfre muhalefet ve mücadelemizde sebatkar davranmalıyız.
Geçmişte olduğu gibi bugün itibariyle de beşerden gelip hayatı yönlendiren, topluma kural ve kaideler koyan hiçbir doğru yoktur, bugün kabul ettiklerini bir gün sonra değiştirip, helvadan putlarını yemekten asla çekinmediklerini hepimiz bilmekteyiz ki, bunu kendileri de ifade etmekte, yaptıkları yasa ve kanunlarda sürekli değişikliğe giderek toplumu kargaşa ortamında idare etmektedirler. Oysa ki bizler biliyoruz hak, Rabbimizden gelendir; “Gerçek (hak), Rabbinden(gelen)dir. Şu halde sakın kuşkuya kapılanlardan olma.” (Bakara Suresi, 147) ve bu asla değişmeyen ve değişmeyecek olan hakikattir. Rabbe sırtımızı dayayıp, Rabbani olanın dışındakine muhalefet ve reddimizi takınmak konusunda hiçbir çekincemiz olmamalıdır.
Muhalif kimliğimiz, bizleri hak ile batıldan ayrıştıran, idealimizi hayata hakim kılma mücadelemizde bize netlik sağlayacak bir eylemsel sahiplenmedir. Müslümanın olmazsa olmaz tutumu illaki de tağutları red etme ve tağutlara muhalif olma durumudur. Unutmayalım ki, taraf olmayan bertaraf olur. Bizler hakka taraf, batıla muhalif ve düşman olma kimliğimize oranla ilkelerimizde ki samimimiyetimizi ortaya koymuş olacağız.