Mehmet PAMAK

05 Şubat 2011

MÜSLÜMAN HALKLARA...

Bilindiği üzere, Mısır’da on yıllardır, despotça bir yönetimle halkını ezen, siyasi, ekonomik, hukuki çok boyutlu zulümlerle geniş kitlelere kan kusturan Firavun diktatörlüğü hüküm sürmekte. On milyonlarca masum insana büyük ıstıraplar yaşatan bu kanlı sömürücü diktatörlüğü tarihin çöplüğüne atmak üzere, mazlum Müslüman Mısır halkı, hak ve özgürlük talebine dayalı haklı bir direnişle, meydanları doldurmuş bulunuyor. Zulme karşı bu haklı mücadelesinde mazlum Mısır halkının yanında yer alıp, zalim Firavuna ve halk düşmanı darbeci, derin devletçi çetelerine ve katliamlarına karşı tavır koymak insani ve İslami sorumluluğumuzdur. İşte bu büyük sorumluluğumuzu yerine getirmek, mazlum halkın zulme karşı haklı kıyamını desteklemek, Firavunu ve çetelerini protesto etmek üzere burada toplanmış bulunuyoruz.

Değerli Kardeşlerim!

Bölgede, on yıllardır Batı tarafından desteklenen despot yönetimler, monarşiler, diktatörlükler, Batıcı sert politikalarla halkın haklarını, özgürlüklerini yok edip acımasız zulüm politikaları uyguluyorlar. Ancak emperyalist güçler, destek verdikleri bu despot yönetimlerin, haklarını, özgürlüklerini ve kaynaklarını çalarak köleleştirdikleri kitlelere ve Müslümanlara yaptıkları çok boyutlu zulümler sonucunda, bölge halklarının Batı düşmanı ve İslami bir eğilim içine girdiklerini gördüler. Yaklaşık yüz yıl önce kurdukları bu sistemler ve despot yönetimleri artık batı çıkarlarına zarar vermeye başlamıştı.

İslami duyarlılığı hiç olmayan ya da çok az olan eski Demirperde ülkelerinde (Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan vb.) STK’ları kullanarak ve halkı sokağa dökerek, “demokratikleşme” adı altında Amerikancı yönetimleri iş başına getirenler, Ortadoğu ülkelerindeki halkları, önce silahla bastırmaya, sindirmeye kalkıştılar. Çünkü buralarda da aynı yöntemi denerlerse, İslami duyarlılığı yüksek olan bu bölge halklarının, İslami yönetimler kurarak Amerikan projelerini akamete uğratabileceğinden korktular. Bu sebeple de, buralardaki değişimi farklı yöntemle gerçekleştirmek istediler. Bölge halklarını, önce sopa (işgal ve katliam) ile terbiye edip, ardından da BOP’un havuç politikasını, “demokratikleşme” ve batı yanlısı laik hükümetler oluşturma bölümünü uygulamaya koyacaklardı. Ancak işgalle ele geçirme ve sindirme projesi, direnişle akamete uğrayıp, üstelik emperyalist ülkeler giderek artan büyük bütçe açıklarıyla tam bir ekonomik yıkıma da duçar olunca, bölgeyi terk etmek zaruretiyle karşı karşıya kaldılar.

Bölgeyi dönüştürerek batı çizgisinde tutmanın, emperyalist Batının bölgedeki temsilcisi Siyonist terör devletini güvenceye ve enerji kaynaklarını kontrol altına almanın yolunu aramaya ve bu amacı temine matuf yeni projeler üretmeye yöneldiler. Ancak silahlı müdahalenin başarılı olamaması, direnişin giderek tırmanması gibi sebeplerle, Ortadoğu halklarını da Amerikancı düzenlere ikna etmek, bunun için Müslüman halkları ve İslam anlayışlarını sekülerleştirmek ve emperyalizmin amaçlarına göre reforme etmek üzere, yeni havuç politikası olan dönüştürme projelerine hız verdiler. Bush, Hantington’un “medeniyetler arası savaş” projesini öne çıkarırken, Obama daha çok, “dinler arası diyalog”, “medeniyetler arası uzlaşma” ve Kisinger’in önerdiği “medeniyet içi çatışma”da “ılımlı-radikal” ayrımında “ılımlı” kanadı destekleyip, “model ortak” statüsü vererek, “dine karşı din” projesini uygulamaya koydu.

Bölge Halklarının, Türkiye’nin AKP modeli üzerinden, bireysel ibadetlere indirgenmiş, siyasal ve hukuki alanda seküler/laik, muhafazakâr-demokrat, hak ve özgürlükler alanında liberal, ekonomi alanında kapitalist olan “ılımlı İslam” anlayışına razı edilmesi hedefleniyor. Bu amaçla, bölgedeki Müslümanları kolayca etkileyip dönüştürecek, “liberal, muhafazakâr (Ilımlı Müslüman), demokrat” bir “model” ortaya çıkarılıyor. Ve bu model, başta Ortadoğu olmak üzere, bütün İslam coğrafyasında saygı, sempati ve kendi ülkelerinde de gerçekleşmesi özlemiyle karşılanıyor.

Batı destekli despot yönetimler on yıllardır devam edegelen uzun süreçte Bölge halklarını açlık ve sefalete mahkum ederken, mazlum halktan kopuk, halka tepeden bakan lüks ve müsrif bir hayat yaşadılar, akraba ve yandaşlarını zenginleştirdiler. 1 – Akraba ve yandaş kayırmacılığına dayalı büyük yolsuzluklara bulaşmaları, 2 – Ülkenin kaynaklarını emperyalistler ve kendileri arasında paylaştırıp talan etmeleri, 3 – Fakir geniş halk kitlelerinin ise, açlık, sefalet, yoksulluk ve işsizlik cenderesinde kendilerini yakacak kadar bunalmaları, 4 – Buna rağmen halkların baskı, yasak, devlet terörü ve çok boyutlu zulümlerle sindirilmesi, 5 – Üstelik emperyalizmin uşağı olan bu despotların Siyonist terör devleti İsrail’in yanında yer alarak mazlum Filistin halkına uygulanan işgal, kuşatma, ambargo ve katliamların zelil destekçileri konumunu tercih etmeleri ve bunun bölge halklarının onurunu kırması gibi bir çok sebep birleşince, önce Tunus’ta başlayıp, Mısır ile devam eden halk ayaklanmaları kaçınılmaz hale geldi. İşte bu süreçte, despot yönetimlere isyan eden halklar, emperyalist ülkelerce laik liberal demokratik batıcı sistemlere doğru yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Emperyalist ABD ve AB son ana kadar, bir yandan Firavun diktatörlüklerinin sopasını meydanları dolduran halklara göstererek, bir yandan da laik liberal demokrat Batı yanlısı hükümetler kurmanın önünü açma anlamında havucu uzatarak, mazlum halkları “ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye” çalışmaktadırlar. Türkiye modeli, nasıl Kemalist İslam düşmanı radikal laiklikten ılımlı laikliğe, devletçi askeri vesayetten/bürokratik despotizmden liberal demokrasiye geçiyorsa ve yine de İsrail’i tanımaya ve çok yönlü ilişkilerine devam ediyor ve ABD ile stratejik ortaklığını sürdürüyorsa, bölge halklarına aynı modeli takip ederek Firavuni sistemden kurtulabileceklerini söylemek istiyorlar.

Biz Müslümanlar, despotizme karşı ayaklanan mustaz’aflar, mazlumlar Müslüman olmasalar da, despotizme karşı onların Allah tarafından lütfedilen temel hak ve özgürlüklerinin savunucusu olmak ve onların adalet ve özgürlük arayışlarını görece olumluluk olarak görüp, despotizmin yıkılmasına İslami ölçüler içinde katkı sunmakla mükellefiz. Allah’ın sosyal, siyasal dönüşüm yasasının, baskı ve zorbalıkla engellenmeden, doğal ortamda, fıtri niteliklerin özgürce kullanılmasıyla işlemesi sonucu, toplumların kaderleri üzerinde söz sahibi olmalarının ve layık oldukları sisteme ulaşmalarının önünün açık olmasını isteriz.

Ancak, bölgenin bütün halkları bilmeli ki, emperyalizm bölgedeki çıkarlarını sürekli kılmak adına, despot işbirlikçilerini feda edip, yeni projelerle aldatma çabası içine girecekler ve erdemli bir tavırla ayaklanan kitleleri yine kendilerinin razı olacakları sistemlere doğru yönlendirmek için ellerinden geleni yapacaklardır. Bu tür bir yönlendirmeye açık eğilimler, yanılgıyla da olsa, bir süredir kimi bölge Müslümanlarını kendiliğinden etkisi altına almış bulunmaktadır. Bölgenin kimi öncü “Müslüman şahsiyetleri” tevil etmeye bile gerek görmeden, açıkça “Ilımlı İslam”ı temsil ettiklerini söyleyebilmektedirler. İslam şeriatına dayalı, Allah’ın hükmüyle hükmeden bir adalet ve hukuk sisteminden yana olduklarını söyleyemiyor. Hz. Peygamber’in (s), bugünle mukayese bile edilemeyecek kadar zor şartlarda, hak-batıl karışımı “çoğulcu siyasi ortak yönetim” zemininde devlet başkanı olma tekliflerini reddetmesine rağmen, Türkiye’nin “İslamcıları” ve bölgenin kimi öncü Müslümanları, aynı ilkeli ve ihlaslı duruşu maalesef ortaya kayamıyorlar. Resulllah’ın (s) şartlarına nazaran görece daha az olan zorlukları bahane ederek, hep birlikte Türkiye’de oluşturulan “laik – liberal – muhafazakâr– demokrasi” modelini benimseyip, yücelterek, meşrulaştırarak yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. 

Sonuçta despotizme karşı mazlumların yanında yer almak mükellefiyetimiz olmakla beraber, zulüm ve sömürüden sahici anlamda kurtularak, dünyada gerçek adalete ulaşmanın ve ahrette kurtuluşa ermenin, ancak bütün insanların Rabbi olan Allah’ın hükümlerinin hakimiyetiyle mümkün olduğunu, mazlum Müslüman halklara bir daha hatırlatmalıyız. Mazlum halklar, dünyada izzeti, onurlu bir hayatı, sömürüden, zulümden, adaletsizlikten arınmış adil bir yönetimle yönetilmeyi ve ahrette kurtuluşu istiyorlarsa, tevhidi adalet sistemini talep edip egemen kılmaya çalışmaktan başka yol olmadığını bilmelidirler. Bu sebeple de insanlara hayırlı ve merhametli olmak sorumluluğunu taşıyan biz Müslümanlar, karanlıklardan (zulümattan) aydınlığa ve adalete ulaştıracak tek kurtarıcı mesajı her şart altında gündeme getirerek, mazlum halkların zulümatın gri tonlarında oyalanmamaları ve bir zulüm sisteminden bir başkasına savrulmamaları için uyarı görevimizi yerine getirmeliyiz.

Bütün insanların yaratıcısı, sahibi olan Rabbimiz, kullarının bu imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirecekleri adalet vasatına kavuşturulmasını, temel haklarının en sağlam biçimde güvence altına alındığı İslami adalet sistemini kurmayı ve bu sistemde insanlara adaletle muamele etmeyi emretmiş bulunmaktadır. Bu vesileyle, bir daha hatırlatmalıyız ki, Müslim, gayrimüslim bütün insanlar, en mütekamil haklara, ancak kendilerini yaratmış ve bu dünyaya imtihan için göndermiş bulunan Allah’ın hükümlerinin hakim olduğu sistemde kavuşabilirler. Müslüman olmayanlar dahi, İslami bir sistemde sahip olacakları, insan onurunun güvencesi mahiyetindeki temel hak ve özgürlüklere, kesinlikle laik demokratik sistemlerin en iyi işleyeninde bile sahip olamamışlardır, olamazlar. Tarih buna şahittir.

O halde bölgenin mazlum halkları, karanlıkların koyusundan kaçarken, gri tonlara yakalanmamalı, laik demokratik liberal modele itibar ederek, yeni bir zulme muhatap olmamalıdırlar. Hepimizin yaratıcısı olan Rabbimiz, “şirk en büyük zulümdür” ve “Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler kâfirlerin, zalimlerin ta kendileridir” buyurmaktadır. Hak ile batılın karıştırıldığı, sentezci, uzlaşmacı, “ılımlı” modellerde, şirki ve taguti nitelik devam etmekte ve dolayısıyla da, ilahi vahyi dışlayarak, insan heva ve zannının ürettiği anayasa, sistem ve modellerde haksızlık, adaletsizlik ve zulüm kaçınılmaz bir sonuç olmaktadır. Zulümden sahici anlamda kurtulup, bütüncül gerçek adalete ulaşmak, ancak, bütün halkların ve insanların yaratıcısı olan ve hepsine adaletle en temel hakları lütfetmiş bulunan Allah’ın hükümlerine dayalı bir anayasayla ve ilahi vahyi esas alan bir sistemle mümkündür.

Bölgemizin mazlum Müslüman halklarına sesleniyoruz! Size yıllardır zulmeden despot zalim diktatörlerin, Firavuni yönetimlerin arkasında yer alarak; haklarınızı, onurunuzu çiğneyerek size bunca acıyı, ıstırabı çektirenler kim ise; kaynaklarınızı çalarak, insanca yaşamak imkanından mahrum bırakarak bunca açlığı, sefaleti yaşatan kim ise; bölgedeki kardeşlerinize yönelik işgal ve katliamları gerçekleştiren, Filistin halkını her türlü zulme, işkenceye, ambargo ve kuşatmalara, en vahşi silahlara dayalı haince saldırılarla, en alçakça suikastlara, katliamlara muhatap kılan kim ise, bugün sizin laik demokratik batı yanlısı modeli kabul etmeniz, İslami sistem talebinizden vazgeçmeniz halinde en çok sevinecek ve sizin bu istikamette önünüzü açıp desteklemekten çekinmeyecek olanlar da aynı emperyalist güçlerdir.

Türkiye’deki darbeci, çeteci katillerden, askeri vesayet ve malum tek parti despotizminden kaçarak liberal muhafazakâr demokrat olmak ne ise, Tunus ve Mısır’da Firavunun despotizminden kaçarken, bir başka batıl sistem olan laik demokrasiye, liberalizme sığınmak aynı şeydir. Halbuki sizler bunca bedel ödediniz, milyonlarca kişi meydanları doldurup, zulme itiraz etmenin onurunu kuşandınız, bunca kardeşinizi Firavunlarla mücadelenizde kurban verdiniz. Nasıl olur da buna rağmen, size bu büyük zulümleri yapanların arkasındaki emperyalistlerin sizi tevhidi yolunuzdan saptıracak ılımlı batıl modeline kanabilirsiniz?

Size ve tüm Müslümanlara yakışan Kur’an’ın rehberliğinden ve Resulün (s) önderliğindeki ilk Kur’an  neslinin örnekliğinden ayrılmamaktır. Türkiye’nin laik liberal muhafazakâr demokrat modelini örnek alacağınıza, sizi dünya ve ahret saadetine ve sahici, bütüncül adalete kavuşturacak olan İslami adalet sistemini kurarak, siz hem Türkiye’ye, hem bölgeye ve tüm dünyaya model olun da biz sizi örnek alalım.

Ülkenizdeki katil diktatör firavunu kovmada Allah yardımcınız olsun. Zulüm ilelebet payidar olamaz, eğer bizler Allah’ın vaat ettiği yardımına layık olursak, bütün firavunlar ve firavuni sistemler ve bölgedeki yandaşları siyonist terör devleti inşallah yıkılacaklardır. Hedefimiz, emperyalistler ve işbirlikçileriyle yeni ilişkiler kurmak yerine, firavunları ve destekçileri olan başta ABD ve İsrail olmak üzere, emperyalist işgalci güçlerin hepsini, tüm projeleriyle birlikte bölgemizden kovmak olmalıdır.

Bu sebeple, bölgeye ve size gerçek adaleti ve izzeti getirecek olan İslami sistem talebinizden asla vazgeçmemelisiniz. Ülkenizdeki orduların subay kadrosu, bu firavunlarca yetiştirilmiş olup, çoğu da Amerika’da eğitilmişlerdir. Orduların, sizin bundan sonraki hayatınız üzerinde belirleyici olmasına asla müsaade etmemelisiniz. Bilmelisiniz ki, Montesqueu’nün isabetli tespitiyle “Az gelişmiş ülkeler, kendi ordularının işgali altındadırlar”. İşte bu bilinçle geleceğinize sahip çıkın. Bütün bölgenin ve dünya insanlığının kurtuluşu için elzem olan vahye dayalı İslami adalet sistemi modelini oluşturarak, tüm dünya insanlığı için ışık olun.

Tunus ve Mısır’da başlayıp inşallah bütün bölgeyi izzetli günlere kavuşturacak olan, adalet ve özgürlük arayışını, işte bu dua ve temennilerle destekliyoruz. Mazlum halkların yanında yer alarak, zalim taguti yönetimleri, Firavuni diktatörlükleri lanetliyoruz. Allah, mazlum halkları, Firavunun ve çetelerinin, darbeci subaylarının, katil polislerinin şerrinden korusun. Rabbimiz mazlum Müslüman halkların yardımcısı olsun. Onları, vahyin ışığında, Kur’an’ın rehberliğinde sahici adalet ve özgürlüğe kavuştursun inşallah.

Bilinmelidir ki, kurtuluş, laik liberal demokraside değil, temel hakların tek güvencesi olan İslami Adalet Sistemindedir. Mazlum halklar, “iman edip, salih amel işleyerek, hayatın bütün alanlarında Allah’ın hükümlerini egemen kılmak anlamında Allah’ı çokça zikrederek ve dayanışmak suretiyle zalimlere karşı mücadele ederek” sorumluluklarını kuşandığında, Allah’ın vadi gerçekleşecek ve “o zalimler nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini göreceklerdir.”

(Bu yazı, İLKAV'ın Ankara'da Mısır Büyükelçiliği önünde düzenlediği dayanışma eyleminde Mehmet Pamak'ın yaptığı konuşmanın metnidir.)