Mehmet PAMAK

25 Ocak 2021

NEDEN, GRUPLARIMIZI İSTİKAMET ÜZERE KORUYAMADIK?

Bismillâhirrahmânirrahîm

Tevhidî uyanış sürecinde geçici bir merhale olması gereken gruplaşmalar, sonraki süreçte aşılarak tevhid akıdesi ortak paydasında vahdet oluşturmamız ve topluma örneklik yapacak bir model “Kur’an Toplumu nüvesi” sunmamız gerekmiyor muydu? Önce ferdî planda Kur’an ahlakını kuşanmış İslamî şahsiyetleri oluşturup sonra da başlangıçta zaruret olarak oluşan küçük gruplarda toplanan vahyin şahidi bu Müslümanların bir araya gelerek Mekke’deki gibi tek bir İslam cemaati halinde topluma yol göstermesi en büyük sorumluluğumuzdu. Bu büyük sorumluluk başarılamadığı için küçük gruplar da zaafa ve umutsuzluğa düşerek savrulmalar yaşadılar. Sonuçta da büyük kuşatıcı yapıda bütünleşemeyen gruplar da istikamet krizine girerek çözülmeye ve dağılmaya başladı. Neden böyle oldu ve neden engelleyemedik?

Tevhidî Gruplar, Neden Tevhid Ehliyle, Laik Parti Kurucusu, Tarihselci ve Hatta Laik Parlamenteri Bir Arada Tutan Koalisyonlar Haline Geldi?

Evet, maalesef bu kuşatıcı yapının daha önceki bölümlerde izah edilen sebeplerle oluşumu bir türlü gerçekleşmeyince, artık küçük gruplar içinde de duyarlılıklar azalmaya, fikrî farklılaşmalar oluşmaya ve küçük grupları da muhafaza etmenin zorlaştığı şartlar ortaya çıkmaya başladı. Bütün Müslümanların bütünleştiği güçlü bir yapının moral ve motivasyonundan mahrum kalınınca umutlar yitirilmeye ve sistem içi siyasete doğru kayma ya da geleneğin hurafeci birikimini yeniden keşfetme eğilimleri, İslamî gruplar içinde yayılmaya başladı.

Aynı grup içinde tevhidî imana sahip olup istikameti koruma duyarlığını sürdüren bir Müslüman ile tasavvufa meyletmiş olan, tarihselci sapmayı ileri derecede savunan, laik partiye kurucu üye olan, hatta milletvekili adayı ve milletvekili olanlar hep birlikte yer almaya devam etmekte, birlikteliğin(!) korunması hatırına bütün bunlara müsamaha edilmektedir. Adam kaybetmemek için adeta grupların mevcut haliyle korunması put haline getirilmekte ve bu amaç uğruna her türlü sapmaya göz yumulmaktadır. Sonuçta Allah’ın rahmetinden uzaklaşan ve dünyevi hesapları öne çıkarmış beşerî birliktelikler oluşmakta, ancak onlar hâlâ kendilerini İslami bir grup gibi algılamaya devam etmektedirler.

Türkiye’deki grupların büyük çoğunluğunda grup kardeşliği İslam kardeşliğinin önüne geçmiş bulunmaktadır. Öyle bir hal ortaya çıkmaktadır ki, başka gruptaki “muvahhid”e kendi grubundaki “laik partili” ya da “tarihselci” tercih edilebilmektedir. Ancak muvahhid mü’minler kardeş olup tevhidî davet ve inşa mücadelesini birlikte sürdürmeliyken, on yıllarca süregelen uygulamada farklı grupların muvahhideri neredeyse yılda sadece bir veya birkaç defa tesadüfen karşılaşmaktadırlar. Aynı grup içindeki muvahhid bir kimse ile tevhidî istikamete aykırı yollara girip laik bir partide kurucu ya da tarihselci olanlar, sürekli biçimde vahdet, istişare ve birlikte hareket süreci içinde bulunabilmektedirler. Allah (c), bu hal üzere olanlara rahmetini indirir mi?

Bu yüzden her bir grup, âdeta fikrî ve siyasî bir koalisyona dönüşmekte, farklı fikirler, tevhidî olanla imanına şirk bulaştıran aynı yapı içinde birlikte gözükmeyi sürdürmektedir. Hâlbuki bir elmanın küçük bir parçası çürümüşse, daha büyük olan sağlam taraf çürümüş kısmı iyileştiremeyecek, tam tersine önce az olan çürüyen kısım sağlam olan kısmı da zamanla çürütecektir. Yapılması gereken şey, çürüyen kısmı kesip atmak, böylece sağlam kısmı korumaya almaktır.

Tabii ki, sapanları kurtarmaya çalışmak için bireysel insanî ilişkiler sürdürülebilir, ama kamuoyu önünde ve cemaat içinde birlikteliği sürdürmek, hem diğer kısmı da çürütme hem de davetin muhataplarında güveni sarsma riskine sebep olmaktadır. Uyarılıp düzeltilmeksizin sürdürülen ilkesizlikler, savrulmalar ve ilkesiz birliktelikler, tevhidî örnek bir cemaatin oluşmasını ve toplumu dönüştürecek bir etki yapmasını engellemekte, sonuçta bugün içine sürüklendiğimiz dağılma ve tükenişe yol açmaktadır.

Bütün Mü’minleri Kuşatan ve Vahyin Şahidliğini Yapan “Vasat Ümmet” Olmadan Cahiliye Toplumunu İslam Toplumu Haline Dönüştürmek Mümkün Değildir

Biliyoruz ki, ferdî plandaki iman ve ahlakı kuşanmaktan sonra küçük gruplar olmaktan çıkarak, ülke çapında tevhidî kesimin vahdetiyle oluşacak ve bütün Müslümanları kuşatarak İslamî bir toplumdaki yaşayışın modeli olacak bir model örnekliği ortaya koymak öncelikli sorumluluğumuzdur. Yani insanlara Allah’ın emrettiği cemaat planındaki şahidliği/örnekliği (Bakara, 2/143) yapacak Kur’an ahlâkını temsil eden bir “vasat ümmet”in inşası en önemli yükümlülüğümüzdür. Bilinmelidir ki, bir topluma nasıl olması gerektiği ve nereye çağırıldığı, vahyin sosyalleştirildiği bu “vasat ümmet”in pratiğinde ete kemiğe bürünmüş örnek olarak sunulmadan, içinde yaşanılan toplumun tevhidî dönüşümüne vesile olmak mümkün değildir.

Tevhide davet edenler, şahsiyetleriyle yaşayan Kur’an’lar haline gelip ahlaklı, emin ve âdil şahidler olarak temayüz etmeden, sonra da aynı sorumluluğu böyle bir cemaat halinde ortaya koymadan ve davetlerine icabet edenlere, bir yere ait olma, korunma, eğitim, yardımlaşma, dayanışma, İslam’ı birlikte yaşama vb. ihtiyaçlarına cevap veren böyle bir yapıyı gideceği adres olarak göstermeden toplumsal bir inkılâba vesile olamazlar. Bütün bu sorumluluklar yerine getirilmeden, inandıkları tevhidin kendilerini vahdete bile ulaştıramadığı, yani birbirleriyle birleşmekten bile aciz küçük grupların, sadece yazı, konferans ve panelleriyle İslami bir toplum asla inşa edilemez ve sonuçta da bir ümmet oluşturulup İslamî devlete de ulaşılamaz.

Bütün bu konulardaki soruları, grupları aşan bir vahdetin önemi ve gerekliliğini, aksi halde mevcut grupları bile bir süre sonra koruyamaz hale gelineceğini, bu konudaki zaaflara yönelik eleştirilerimi 32 yıl boyunca neredeyse tevhidî uyanış süreci gruplarının her birinin lider kadrolarına ve hocalarına yönelttim. Onları bu büyük sorun üzerinde düşünmeye ve tedbir almaya çağırdım, ama maalesef dikkate almadılar. Sonuçta da bugünkü kaosa ve çözülüp dağılmaya sürüklenmekten kurtulamadık.

Bugün bir daha aynı soruları sorarak, hâlâ hayatta olan kardeşlerimiz artık fiilen de yanlış olduğu açığa çıkan bu tutumlarından dönerler ve ıslah çabası göstermeye yönelirler umuduyla bu büyük sorumluluğu bir daha hatırlatıyorum. Aynı zamanda, eğer yine sorumlu davranmazlarsa, gelecek nesiller aynı delikten yine ısırılmasın diye tarihe şahidlik sorumluluğumu yerine getirmeye çalışıyorum. Evet, soruyorum; bizler, neden gruplarımızı bu hale dönüştürüp tevhidde vahdetin ve ülke çapında kuşatıcı bir cemaatin oluşmasının önünde engel haline getirdik? Neden birbirimizi uyarıp ıslah etme sorumluluğumuzu ihmal ettik ya da bu sorumluluğu yerine getirmeye çalışan az sayıda müslümanı dinlemedik?

Kur’an ve sünnette büyük önemle ve ısrarla hatırlatıldığı, aksine davranmanın kalplerin benzeşmesi suretiyle bütün bir toplumu helake sürükleyeceği bildirildiği halde, bizler “emr-i bi’l ma’ruf nehy-i ani’l münker” sorumluluğumuzu, neden ihmal ettik? Sonuçta, aynı grup içinde düzeltmenden barındırdığımız bâtıl eğilimlere sahip olanlarla zamanla kalplerimizin benzeşmesiyle hep birlikte yozlaşıp dağıldığımızı, neden değerlendiremedik? Bu sebeple, zihinsel dönüşümlerin, kirlenmelerin yaşanması, güvenin sarsılması, duyarlılıkların azalması, sürekli yeni parçalanmaların ortaya çıkması ve bireyselliğin yayılması yüzünden, İslam’daki ıstılahî anlamıyla bir cemaati bile 40 yılda hâlâ oluşturamadığımızı, neden fark edemedik?

Evet, bizler yanlış yaptığımızda ya da temel ilkelerimize aykırı davrandığımızda birbirimizi uyarıp düzeltmek yerine, yanlış istikamette de olsa grubumuzu muhafaza etmek, tepki çekmemek ve iyi geçinmek adına idare ederek yanlışların ve ilkesizliklerin kanıksanıp kalıcı hale gelmesine yol açmış olmadık mı? Gruplarımızı aşamamanın ve Allah’ın rahmetini hak edecek hepimizi kuşatan güçlü bir birlikteliği oluşturamamış olmamızın da bugünkü zillete yol açan önemli bir saik olduğunu hâlâ görmeyecek miyiz?

İdare-i maslahatçılıkla yanlışı yapan Müslümanları düzeltmeden ya da onlar kendilerini düzeltmedikleri halde aynı grup içinde birlikte olmayı sürdürerek bu ilkesizliklerin yayılmasına, bizleri de kuşatmasına yol açarak bu hallere sürüklendiğimizi fark edip, hâlâ tevbe ve ıslah çabası göstermeyecek miyiz?