Mehmet PAMAK
ŞEYTANLAR, SADECE AZGINLARI SAPTIRIRLAR, ALLAH’IN İHLÂSLI KULLARINI...
ŞEYTANLAR, SADECE AZGINLARI SAPTIRIRLAR, ALLAH’IN İHLÂSLI KULLARINI HÂKİMİYET ALTINA ALAMAZLAR
Bismillâhirrahmânirrahîm
Cin ve insan şeytanlarının, Allah’ın ihlâslı kullarını hâkimiyetleri altına almaya güçleri yetmez. Bu sebeple, ihlâs sahibi kullardan da zaman zaman günaha meyledenler olsa bile, bunlar günahta ısrar etmek yerine büyük bir pişmanlıkla hemen tevbe edip Allah’a sığınırlar. Şeytanların güçleri, ancak kendilerine meyleden ve kendiliğinden şeytana uymaya yönelen azgınları etki altına almaya yeter. Dünyada olduğu gibi hesap günü de kendi aralarında dayanışma gösteren cin şeytanları ile müstekbir insan şeytanları, kandırdıkları zayıf ve güçsüz kesimlerin ise ahirette kendilerini suçlamalarına ve kendilerinden şikâyetçi olmalarına muhatap olacaklardır.
Şeytan ve Velileri, Aldattıklarını Hesap Günü Yalnız Bırakırlar. Kandırılanlar ise, Cin ve İnsan Şeytanlarından Şikâyetçi Olurlar
İşledikleri günahlarda ısrar edip tevbe etmeden ölen ve bu sebeple şeytan ile insan ilişkisinde ikinci kategoride yer alanlar, ahirette kendilerini kandıran cin ve insan şeytanlarından şikâyetçi olacaklardır. Hâlbuki şeytanın insanlar üzerinde hiçbir zorlayıcı gücünün, sultasının/hâkimiyetinin olmadığı gerçeği birçok âyette tekraren vurgulanır: “Şüphesiz kullarımın üzerinde senin bir gücün (hâkimiyetin/sultan) yoktur.” (İsra, 17/65) “Şüphesiz kullarım üzerinde senin (şeytanın) bir (zorlayıcı gücün) hâkimiyetin (sultân) yoktur. Ancak azgınlardan (ğâvîn) sana uyanlar müstesna.” (15/Hicr, 42) Demek ki, şeytanın, ancak azgınlık yaparak kendisine kapıyı açık tutanları, hevasına uyup şeytana ve şeytanın süslü gösterdiklerine meyledenleri etkilemesi mümkündür. Yani şeytanın insanları zorlama, kendilerine rağmen insanlar üzerinde zorla hâkimiyet kurma gücü bulunmamaktadır.
İbrahim Suresi 22. âyette, dünyada şeytanı veli edinip ona kulluk/itaat edenleri, şeytanın hesap günü yalnız bırakacağı bildiriliyor. Şeytanın, insanlar üzerinde hiçbir zorlayıcı gücü olmadığını itiraf edip kendisine uyanların kendi istekleriyle davetine icabet ettiklerini ve bu sapmadan dolayı sorumluluğun da kendilerine ait olduğunu ifade ederek kendisine tâbi olanları suçlayacağı haber veriliyor. “Allah’ın hükmü yerine getirilince şeytan şöyle der: ‘Şüphesiz Allah size gerçek bir vaadde bulunmuştu; ben de size bir söz verdim ama yalancı çıktım. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi (inkâra) çağırdım, siz de benim davetime hemen koştunuz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Kuşkusuz daha önce ben, beni (Allah’a) ortak koşmanızı reddettim.‘ Gerçek şu ki, zalimler için elem verici bir azap vardır.” (İbrahim, 14/22). İşte İblis, dünyada kandırıp azaba sürüklediği insanları ahirette böyle yalnız bırakıp “sizi ben zorlamadım, zaten zorlamaya gücüm de yoktu, sizi çağırdım ve siz de zaten müsait olduğunuz için çağrıma uyarak koşup geldiniz. O hâlde beni kınamayın, Allah’ın emrine, yoluna uymayıp da benim çağrıma ve yoluma gelmenizden dolayı kendi nefsinizi kınayın” demektedir.
Şeytanın kandırdığı insanın cehenneme atılması karşısında “onu kendisinin kandırmadığını, onun zaten derin bir sapıklık içinde” olduğunu söyleyerek yalnız ve yardımcısız bırakacağı bir başka âyette daha şu şekilde bildirilmektedir: “(Allah, şöyle der:) ‘Atın cehenneme, (hakka karşı) inatçı, hayrı hep engelleyen, haddi aşan şüpheci her kâfiri!’ Allah ile beraber, başka bir ilâh edinen o kimseyi atın şiddetli azabın içine!’ Arkadaşı (olan şeytan) der ki: ‘Ey Rabbimiz! Onu ben azdırmadım, fakat kendisi derin bir sapıklık içinde idi’.”(Kaf, 50/24-27). İbrahim Suresi 22. âyette, şeytanın kendisinden şikâyetçi olanlara şunları da söylediği aktarılır: “Şüphesiz Allah size gerçek bir vaadde bulunmuştu; ben de size bir söz verdim ama yalancı çıktım.” İşte şeytan böyle diyerek “insanlara yalan vaadlerde bulunduğunu ancak onları aldattığını” ahirette itiraf edecek ve dünyadayken kandırdıklarını o gün yalnız ve yardımcısız bırakacaktır.
Bununla birlikte şeytan, doğru yolda gitmek isteyenleri zorla yoldan çıkaracak gücünün bulunmadığını, insanlara sadece çeşitli yollardan telkinde bulunduğunu, onların da bunu kabul ettiklerini ifade ederek şeytanı değil, kendilerini kınamaları gerektiğini söyleyecektir. Çünkü şeytan dünyada insanlara ancak vesvese ve ayartma yoluyla ulaşabilmekte, onların işlediği günahları kendilerine sadece güzel göstermeye, kendi hevâ ve heveslerine uymada ahlâken bir sakınca olmadığına onları inandırmaya çalışmaktadır. Râzî’nin de ifade ettiği gibi asıl şeytan insanın kendi nefsi, arzu ve hevesleridir. İnsan nefsinde şehvete, boş ve bâtıl inançlara önceden bir eğilim ve yatkınlık olmasaydı bu şeytanî vesvese ve ayartmalar etkili olamazdı. İşte şeytan “Beni kınamayın, kendinizi kınayın” diyerek bu gerçeğe işaret etmek istemiştir. “Ben daha önce de beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim” cümlesiyle de şeytan insanları yoldan çıkarmaya çalışmış olmakla birlikte kendisini Allah’a eşit bir yere koymadığını ve kendisinin O’na ortak koşulmasını kabullenmediğini ifade etmektedir. Nitekim Kur’an’da birden fazla yerde kendisinin Allah tarafından yaratıldığını söylediği (A‘râf 7/12; Sâd 38/76), Allah’a “rabbim” diye hitap ettiği görülmektedir (Sâd 38/79). Ancak vesvese verip yoldan çıkardığı kimseler onun aldatmalarına uymak suretiyle dolaylı olarak onu ilahlaştırmış ve Allah’a ortak koşmuşlardır. Bu sebeple âyetin son cümlesinde ona uyanların zalimler olduğuna, onlar için elem verici bir azabın hazır bulunduğuna işaret edilmektedir. (Kur’an Yolu Tefsiri).
Ahirette benzer bir tartışma şeytanın insanlar içindeki temsilcileri, yani şeytanlaşmış insanlar ve “EVLİYAUŞŞEYTAN” ya da “HİZBUŞŞEYTAN” olan müstekbirler ile onların kandırdıkları zayıf ve güçsüz insanlar arasında da cereyan edeceği bildirilmektedir: “Zalimler, Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman hâllerini bir görsen! Birbirlerine laf çevirip dururlar. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, ‘Siz olmasaydınız, biz mutlaka iman eden kimseler olurduk’ derler. Büyüklük taslayanlar, zayıf ve güçsüz görülenlere, ‘Size hidayet geldikten sonra, biz mi sizi ondan alıkoyduk? Hayır, suçlu olanlar sizlerdiniz’ derler. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, ‘Hayır, bizi hidayetten saptıran gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklardır. Çünkü siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz’ derler. Azabı görünce de içten içe pişmanlık duyarlar. Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.” (Sebe, 34/31-33). Başka bir sûrede ise aynı çekişme ve karşılıklı suçlamalar şöyle aktarılır: “(İşte bu duruma düştükleri vakit) onlardan bir kısmı, diğerlerine yönelir, birbirlerini sorumlu tutmaya çalışırlar. Şöyle derler: ‘Siz bize sağdan gelirdiniz. Bize haktan yana görünürdünüz.’ Diğerleri de onlara şöyle derler: ‘Hayır, siz zaten mü’min kimseler değildiniz. Bizim üzerinizde zorlayıcı hiçbir gücümüz yoktu; hayır siz (kendiniz) azgın bir kavimdiniz’.” (Saffat, 37/27-30).
İnsan şeytanı olan müstekbirlerin, yani insanları saptırmada öncülük edenlerin, kandırdıkları zayıfların/güçsüzlerin ahirette kendilerinden şikâyet etmeleri üzerine aralarında yaşanan tartışmalara dair sahneler başka âyetlerde de tekrarlanır: “… Her topluluk (arkasından gidip sapıklığa düştüğü) yoldaşına lânet eder. Nihayet hepsi orada toplandığı zaman peşlerinden gidenler, kendilerine öncülük edenler için, ‘Ey Rabbimiz! Şunlar bizi saptırdılar. Onlara bir kat daha ateş azabı ver’ derler. Allah, der ki: ‘Her biriniz için bir kat daha fazla azap vardır. Fakat bilmiyorsunuz’.” (Â’raf, 7/38).
Bu âyetlerden de anlaşıldığı üzere şeytan ile insanlardan olan dostları, insanlara vaatlerde bulunup onları Hak yoldan uzaklaştırmakta, ancak yukarıda ifade edildiği üzere ahirette yalnız bırakmaktadırlar. Dünyadayken yaptıkları vaadlerin yalan olduğunu itiraf ederek, kendilerinin de aynı ateşin içinde olduklarını ve bu sebeple onlar için yapacak hiçbir şeylerinin olmadığını söylerler. Bu yüzden, insan dünyada iken “Ya şeytan, onları alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!” (Lukman 31/21) diye düşünüp akletmelidir. Tabii ki, bu uyarılara rağmen ona uymakta ısrar edip tevbe etmeden ölen insan da şeytanın çağırdığı ve aslında bizzat kendisinin de gideceği alevli azaba sürüklenmekten kurtulamaz.
O gün geldiğinde ve azap belirdiğinde, şeytan dünyadayken kandırdıklarını yalnız bırakır: “…Çünkü şeytan insana, ‘İnkâr et’ der; insan inkâr edince de, ‘Şüphesiz ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım’ der.” (Haşr, 59/16). Görüldüğü üzere, hem insanı inkâra teşvik ediyor, bâtıl yola yönlendiriyor, hem de sonra “ben senden uzağım, çünkü benâlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” diyerek saptırdığı insanı yalnız bırakıyor. Nitekim hesap günü pişman olanların beyanıyla şeytanın bu tutumundan yakındıkları başka ayetlerde de bildiriliyor: “Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim!” “Çünkü o, gerçekten bana geldikten sonra beni zikirden (Kur’an’dan) saptırmış oldu. Şeytan da insanı yapayalnız ve yardımsız bırakandır.” (Furkan, 25/28-29).
Şeytanın ve insan dostlarının işi aldatmak olduğuna göre, doğal olarak vaatleri de sahtedir, boş vaadlerden ibarettir. Bu sebeple, şeytan ve dostları, bu boş kuruntu ve sahte vaatlerle insanları Hak yolundan alıkoyarlar, sonra da ahirette yalnız bırakıp “biz sizi zorlamadık ki, siz zaten sapıktınız ya da bir çağrımızla peşimizden koşmaya teşneydiniz, o halde siz kendinizi suçlayın” derler. Gerçekten de, onların insanları zorlamaya gücü yoktur, kim onların bu boş vaadlerine kanıp peşlerine takılmışsa, bilmelidir ki, aslında kendisi hevasına uyup onlara yönelerek yoldan çıkmıştır ve bu sebeple doğrudan kendisi sorumludur. Bütün bunlar, Kur’an’da bu kadar detaylı ve dikkat çekici sahneler hâlinde neden aktarılmıştır? Şüphesiz ki, insan daha imtihan alanı olan dünyadayken kendisine düşman olan şeytanı ve dostlarını iyi tanıyıp fark etsin, onun oyunlarını, tuzaklarını ve ona uyanların ahirette başına gelecekleri önceden bilerek hazırlıklı olsun, bunlar üzerinde düşünüp aklederek şeytanın iğvalarına, vesveselerine ve süslü göstermelerine kanmasın, tuzağa düşmesin diyedir.
Allah’ın İhlâslı Kullarını Saptırmaya İblis’in Gücünün Yetmeyeceği; Hem Rabbimizce Bildirilir, Hem de İblis Tarafından İtiraf Edilir
“Es-sultân”; kahredici kral, kahren mecbur edici hükümranlık mânâsında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi: “Benim sizin üzerinizde bir ‘sultânım’ (yani, sizin üzerinizde, sizi şirk koşmaya kahren mecbur edecek bir hükümranlığım) yoktu.” (14/İbrâhim, 22) “Bizim, sizin üzerinizde bir ‘sultânımız’ (yani, sizin üzerinizde, sizi şirk koşmaya kahren mecbur edecek bir hükümranlığımız) yoktu. Bilâkis siz taşkınlık eden bir kavimdiniz.”(37/Sâffât, 30)
İsrâ Suresinin 62. âyetinde ifade edildiği üzere İblis, “pek azı hariç kullarının çoğunu saptıracağım” demişti Rabbimize. Ancak o “azınlığın” kimler olduğunu söylememişti. İşte Sâd Suresi 83. âyette bunların “ihlâs sahibi kullar” olduğunu açıklamaktadır. “İblis, ‘Senin şerefine andolsun ki, içlerinden ihlâslı kulların hariç, elbette onların hepsini azdıracağım’ dedi.” (Sâd, 38/82-83).
Hicr Suresi, 39-40. ayetlerde ise şu bilgi aktarılır; “İblis, ‘Rabbim! Beni azdırmana karşılık, andolsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel/cazip göstereceğim, içlerinde ihlâsa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım’ dedi.”. Bu âyetteki ifadesiyle İblis savaş alanını belirlemiş oluyor. Bu alan yeryüzüdür. “Yeryüzünde kötülüğü onlara cazip göstereceğim.” diyerek elindeki kozun da “cazip ya da süslü gösterme” olduğunu belirtiyor.
Şeytanın cazip ve süslü göstermede kullanacağı malzeme ise, insanın arzu ve isteklerinde sınır tanımama eğilimi, hırsları, ihtirasları, makam, mevki, şan ve şöhret arzuları, servet ve şehvete dair azgın istekleridir. Şeytanın kozu, kötülüğü cazip gösterip güzelleştirmektir. Silahı ise, kötülüğün bu yapay cazibesine kapılıp onu işlemelerini sağlamaktır. Bu yüzden insanın işlediği hiçbir kötülük yoktur ki, üzerinde şeytandan kaynaklanarak nefse hoş gelen bir cazibe, yalancı bir güzellik olmasın. O halde insanlar şeytanın elindeki kozu iyi tanımalıdırlar. Bir şeyde cazibe olduğunu fark ettiklerinde ve içlerinde bu cazibeye karşı bir arzu uyandığını gördüklerinde, ilahi ölçüleri ve ahlakî ilkeleri dikkate alıp ahiret ve hesabı hatırlayıp “ihlâslı kullar” olmaya çalışmalı, ölçüleri ve hududullahı aşan o şeyden sakınmalıdırlar. Bilinmelidir ki, ancak Allah’a bağlanıp samimiyetle teslim olduklarında, O’na gereği gibi kulluk yaptıklarında -bu şartla- şeytanın Allah’ın muhlis kullarının üzerinde hiçbir etkinliği yoktur.Ne diyor şeytan? “Hepsini yoldan çıkaracağım.” “Sadece içlerinde ihlâsa erdirilmiş kulların hariç,”. Yüce Allah, kendisini Allah’a adayanları, kendisine ihlâsla teslim olup hayatlarını ibadet kılanları, seçkin kullarına katar. Kendilerini, sırf Allah için arındıran ve Allah’ı görüyormuşçasına ibadet eden muhlis kullarının arasına alır. Şeytanın bu kullar üzerinde hiçbir etkinliği yoktur. Mel’un şeytan başka türlüsünün imkânsız olduğunu, çünkü bunun Allah tarafından konulmuş bir kural olduğunu bildiği için işte bu şartı ifade ediyor. Bu kurala göre Yüce Allah, kendisini arındırıp Allah’a teslim olanı seçkin kullarına katar, onu korur ve gözetir.
Hicr Suresi 41-42. âyetlerde şöyle bir cevabın verilmesi bu yüzdendir; “Allah dedi ki; ‘İşte bana ileten doğru yolum budur. Sana uyan sapıklar dışındaki kullarım üzerinde senin hiçbir nüfuzun, hiçbir etkileme gücün (sultan, hâkimiyetin) yoktur’.” Rabbimiz şöyle buyurmaktadır; “Şüphesiz ki ey İblis, senin Benim kullarımı saptırma gücün ve yetkin yoktur. Onları Bana kulluktan uzaklaştırıp kendin gideceğin cehenneme onları da götürme gücüne sahip değilsin sen. Ancak sana uyanlar, sana tâbi olan sapkınlar bunun dışındadır.” Ancak, Allah’a ihlâsla bağlanıp istikametini koruyan, samimiyetle Allah’a teslim olup sırat-ı müstakimde ayaklarını sabit tutma cehdi içinde olan “ihlâslı kullar” üzerinde, şeytan ve dostlarının hiçbir “sulta”larının, etkileyici güçlerinin olmayacağını Rabbimiz garanti etmiş bulunmaktadır. ‘Benim seçkin/ihlâslı kullarım’ üzerine hiçbir yaptırım gücün yoktur, onlara etki edemezsin, onlara herhangi bir kötülüğü cazip gösteremezsin ve sen onlara ulaşamazsın. Bu nedenle onlar sana karşı koruma altındadırlar. Sen sadece sana uyan yoldan çıkmış sapıklar üzerinde bir etkinliğe sahipsin. Bu ise, genel kuralın dışında bir istisnadır. Nasıl ki, kurt sürüden ayrılanı kapıyorsa, şeytan da sadece Allah’ın yolundan ayrılanı kapabilir.” Kendilerini Allah’a adayanlara gelince, Yüce Allah onların kaybolup gitmelerine izin vermez. Allah’ın rahmeti geniştir. Onlar biraz geride kalsalar (bir an zaaf gösterip günaha girseler) bile, çok geçmeden tevbe edip dönerler. (Seyyid Kutup Tefsiri).
İblis ve dostlarının aldatma ve tuzaklarından, kandırma ve şerlerinden kurtulmanın yolu, dinde ihlâs sahibi olmak, İslâm’ı samimi bir şekilde yaşamak ve Allah’a sığınmaktır. İmanlarında sebat eden, Allah’a sığınan, ondan yardım isteyen, O’nun hidayetiyle hidayet bulanlar, ahkâmıyla amel edenler ve işlerinde O’nun azabından korkup takvayı kuşananlar… İşte bunlara kesinlikle şeytanın etkisi yoktur.
Ayrıca başka âyetlerde de şeytanın Allah’ın ihlâslı kullarını saptırmaya gücü yetmeyeceği, çünkü Allah’a teslimiyetlerinin ve sadece Allah’ı vekil edinmelerinin onları koruyacağı, şeytanın saptıracaklarının ise, zaten azgın tercihleriyle şeytana kulluk yapmaya eğilimli kimseler olacağı ifade edilmiştir: “Benim (mü’min) kullarıma gelince senin onlara gücün yetmez (onlar üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin olmaz). Vekîl olarak Rabb’in yeter.” (İsra, 17/65). Yüce Allah’ın, “benim kullarım” derken kastettikleri, ihsanda bulunan “Muhsin” ve ihlâsa ulaşan “muhlis” kullardır. Zaten şeytan da: “…‘Senin mutlak kudretine yemin ederim ki: Onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların bir yana, hepsini mutlaka azdıracağım’, …” (Sâd 38/82-83) demek suretiyle “ihlâslı kullara” hiçbir şey yapamayacağını itiraf etmektedir. İşte kendi itirafıyla da şeytanın gücü, muhlis, muhsin, muttaki denen ihlâslı mü’minlere, manevî doyuma ulaşmış kişilere yetmemekte, onları etki alanına alamamaktadır. Onlar şeytanın manyetik alanına girmediklerinden şeytan, onları kendine çekememekte, onlar üzerinde tesirli olup aldatamamaktadır. İşte İslam’ın tebliği ve eğitimi de, şeytandan az-çok etkilenen insanı, bundan koruyacak niteliğe kavuşturma görevi ile yükümlüdür.
İnsanlar şeytanı veli ve vekil edindiklerinde, onun etkisi, sultası, hâkimiyeti altına girmektedirler. Onun içindir ki, İsra Sûresi 65. âyetin sonunda “vekîl olarak Rabb’in yeterli olacağı”na dikkat çekilmektedir. Allah’ın vekâletine sığınan, O’na dayanan insanın üzerine şeytanın hiçbir yaptırımı olamaz. Onun için insanlar, Allah’ın kudretine sığınıp O’nun yoluna ve Hablullah’a sarılırlarsa ve bu inancı davranışlarına yansıtırlarsa, şeytanın etki alanının dışında kalacaklardır. “Rabbin vekil olarak yeter.” Allah’a güvenen, O’nun hidayetine ve yardımına inanan kimseler, şeytanla imtihan edildiklerinde başka bir desteğe ihtiyaç duymayacaklardır. Çünkü Allah onların şeytanın saptırmalarından uzak kalmalarına yardım edecek, onları koruyacak ve doğru yola iletecektir. Ayrıca Allah, hâlis (ihlâs sahibi) kullarını meleklerle de destekleyecektir. Melekler, muhâfızlık yaparak, haber (vahy) getirerek, mü’minleri müjdeleyerek, cihadda mü’minlerle birlikte yer alarak ve onlar için Allah’a dua ederek mü’minleri destekleyeceklerdir. (Âl-i İmran, 3/124, 125; Enfâl, 8/9, 12; Nahl, 16/32 vd.).
Diğer taraftan kendi güçlerine veya Allah’tan başka güçlere güvenenler, şeytanla imtihan edildiklerinde, bu imtihandan başarılı çıkamayacaklardır. Şeytan kendisini, tüm dünyada en güçlüymüş gibi, tüm dünyayı egemenliği altına almış gibi gösterir. Yaygaralarıyla, propagandalarıyla herkesi etkisi altına almaya çalışır. Eğer bizler Rabbimizi vekil bilebilirsek, Rabbimize sığınabilirsek, Rabbimizin istediği gibi halis mü’minler olabilirsek kesinlikle bilelim ki onun da avenelerinin de bize karşı yapabilecekleri hiçbir şey yoktur.
Hataya düşmenin, günah işlemenin sebebi, üçüncü şahısların teşviki olsa bile, esas suçlu, insanın bizzat kendi arzusu, kendi hevâ ve hevesidir. Kimse kimsenin günahından sorumlu olmadığı gibi, kimse bir başkasının yerine kulluk da yapamaz. Herkesin yaptığı kendisine aittir. Bir kimsenin şeytanın ve dostlarının tuzağına düşerek günah işlemesi, onun şeytan tarafından zavallı duruma düşürülmesi demektir. Günaha devam ettikçe hareket yönü, alçalmaya doğru olacaktır. Tevbe etmemek ve şeytanın süslediği hayallere dalmak, zaafın ve alçaklığın en derinine doğru yol almak demektir. İnsanın şerefli olabilmesi için el-Aziz olan Allah’a dayanıp teslim olması, isyandan ve şeytandan uzak durması gerekir. İblis, Rabbinin emrinden yüz çevirmesi ve büyüklenmesinden dolayı lânetlenmiştir. Bilinmelidir ki, İblis’in küfrü, Allah’ı ve ahireti inkâr şeklinde değil, ilâhi emir ve yükümlülüğü inkâr ile yapması istenen amelin gereğini yapmayıp tartışmak şeklindedir. Bu sebepten kimse, “Ben Allah’a ve ahrete inanıyorum o hâlde müslümanım” diye avunup hevasının kendisini “Allah ile aldatma”sı ahmaklığına kapılmasın. İnsanlardan da kim büyüklük taslar, müstağnileşip Allah’ın emirlerinden yüz çevirirse, bilinsin ki, Allah’ı tanısa, O’na ve ahirete inandığını söylese de İblis gibi nankörlerden sayılacak ve lâneti hak edecektir. İsyan eden, büyüklenen ve Allah’ın yolundan uzaklaşıp başkalarını da bu yoldan alıkoymaya çalışanlar, İblis ile birlikte cehennem halkı olarak orayı dolduracaklardır.
Sonuç olarak bir daha ifade edecek olursak: İnsanın şeytanla ilişkisinde ortaya çıkan birinci kategori, tamamen şeytanın sultası/hâkimiyeti altına girip insan şeytanları hâline dönüşenlerdir ki, bunlar dünya ve ahirette şeytanla dayanışma hâlinde suçlarını itiraf ederek birlikte cehenneme atılacak olanlardır. İkinci kategoriye girenler ise, şeytanın aldatması sonucu günah işleyip bunda ısrar ederek tevbe etmeden ahirete intikal edenlerdir ki, bunlar ahirette şeytandan ve kendilerini kandıran insan şeytanı müstekbirlerden şikâyetçi olacaklardır. Ama bu şikâyetleri işe yaramayacak ve orada tartışan iki taraf da hep birlikte ateşe atılacaklardır. Üçüncü kategori ise, Allah’ın muhlis kullarıdır ki, bunlar üzerinde şeytanın tam bir hâkimiyeti/sultası oluşamaz, çünkü onlar Allah’ı veli ve vekil edindikleri için Allah onları koruyacaktır. Ancak bunlar da bir şekilde insani bir zaaf gösterip şeytanın iğvası, vesvesesi sonucu bir günah işlerler ise, işte Allah’a imanın ve teslimiyetin sonucu olarak bunda İblis gibi ısrar etmek yerine Âdem gibi hemen tevbe edip Allah’a sığınırlar. “(Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’raf, 7/23). O hâlde insan, sürekli olarak şeytanî hilelere karşı uyanık olmalı, onlarla savaşmalı, tuzakları sezmeye ve açığa çıkarmaya çalışmalıdır. Ancak her şeye rağmen tuzağa düşebilir. Tuzağa düşünce de tevbe ederek toparlanmalıdır. İnsan fıtratına uygun davranış; ilk imtihanında örneklendiği üzere; İblis gibi günah ve hatalarda ısrar etmek değil Âdem gibi tevbe edip Allah’a sığınmaktır.
Rabbimiz bizlere, düşmanımız şeytana ve dostlarına karşı uyanık, bilinçli, dirayetli, basiretli ve ferasetli olmayı, sadece kendisine bağlanıp teslim olarak şeytanın tüm oyun ve tuzaklarını bozmayı, ona kardeş, veli ve taraftar olmaktan da, onun iğvaları sonucu günaha dalmaktan da korunmayı, bir şekilde günah işlediğimizde ise tıpkı Adem (as) örneğinde olduğu gibi hemen pişman olup tevbe ederek arınmayı nasip etsin inşaAllah. Rabbimiz, şeytanın tuzaklarının farkında olup korunarak, bütün hayat alanlarında ve ömür boyu sadece kendisine secde/itaat eden muhlis kullarından olmayı, sadece kendisini vekil ve veli edinerek şeytanın gücünün ve etki alanının dışında kalmayı hepimize nasip etsin inşaAllah.