Yakup DÖĞER
SİSTEM İÇİ MÜCADELE
Biz Müslümanlar şu anda içinde bulunduğumuz şartları kendimiz oluşturmadığımız gibi, yönlendirenlerde bizler değiliz. Cahili bir sistemin içinde doğmuş, hayatımızı da bu sistem içinde sürdürmek durumundayız. Yüce Allah’a hamd olsun ki, Rabbimiz bizleri tevhidi bilince erdirmiş ve sorumluluklarını bilen birer Müslüman şahsiyet kılmıştır.
Her kabul ve kabulleniş, kendi bünyesinde var olan tavır ve davranışları da eyleme geçirmeyi gerekli kılar. Bizler de İslam’ı din olarak kabul edip Müslüman olmuş insanlarız. Müslüman olmamız ise bize dinimizi yeryüzüne yaymamızı ve içinde bulunduğumuz şartlar ne olursa olsun mücadele azmiyle yaşamamızı emretmektedir. Tağuti sistemler içinde bile olsa, o sisteme has yöntem ve çizgimizle tevhidi tebliği sürdürmemiz, yani sistem içi mücadeleye, Nebevi metodla devam etmemiz gerekmektedir. Günümüzde birçok görüş, metod, yöntem gündeme gelmekte ama bu dinin ilahi olması hasebiyle, gündemde olan ve sergilenen mücadele örnekleri maalesef ilahi olmaktan çok öte genelde maslahata dayanan yöntemlerdir. Sistem içi mücadelede örnek alacağımız bütün yöntemler, Kur’an da kıssaları anlatılan,ve son peygamber Hz. Muhammed (s) ile de detaylandıran metottur. Bizim için en güzel örnek olan peygamber,bu konuda da örnekliğini sergilemektedir.
Bilindiği gibi her peygamber, kendi toplumu içindeki mevcut şartlarda, kurulu, çalışan, bütün organlarıyla aktif olan sistemde tebliğ görevine başlamış, direk olarak ta egemen güçlerle yüzleşmiştir. Ve ilk sözleride bütün adı geçen peygamberlere baktığımızda “la ilahe illallah” olmuştur. Mevcut cahili sistemin ve beşeri hegemonyaların asabını bozan bir sözle tebliğe başlamışlardır.
Günümüz cahili sistem içerisinde,nebevi bir mücadele sürdürmek, peygamberlerden bize kalan en büyük yöntem mirasıdır, sınırları da gayet nettir.
Bütün gücümüz ve gayretimizle dini Allah’a has kılarak tebliğimizi sürdürmeli insanların bizim için çizdiği sınırlara değil de Rabbimizin bizim için çizdiği sınırlara dikkat etmeliyiz. Kur’an ı ve sahih sünneti hayatımızın merkezine oturtup hiçbir ödün vermeden yaşam standartlarımızı oluşturmalıyız. Tağuti sistemler, Hakkın haykırılmaya ve ayağa kalkmaya başladığını ve bu uğurda mücadele edenlerin varlığını gördükçe, telaşlanacak, korkacak, korkutmaya başlayacaktır. Ama başarılı olamayınca taktik değiştirip kandırmaya bizden tavizler koparmaya çalışacaktır. Onlar da öyle yapıyorlar, son zamanın revaçta olan bu taktiğiyle çizgimizdeki tutarlığımızdan ödün vermemizi, entegre olmamızı, onlar gibi olmasak ta anlara benzememizi istiyorlar.
Bizlerin dikkat etmesi gereken en önemli noktalardan birisi, tağuti sistem içerisinde tebliğimizi sürdürür iken, bizlere tanınan hakları sonuna kadar kullanıp, bu kullanım esnasında da ne çizgimizden nede söylemimizden herhangi bir ödün vermememizdir. Hiçbir minnet duygusuna kapılmadan, Vahyi doğruları kafaları çatlatırcasına anlatmalı, bize sağlanan göreceli özgürlüklerden dolayı gevşememeliyiz. Globelleşen ve versiyon değiştiren zulme karşı her hangi bir iyi niyet beslemek, gayretimize ket vuracak en büyük yanlış olacaktır. Sistem içi mücadelemiz, tamamen Rasulullah’ın yöntemi ve usulü olmalıdır.
Rasulullah’ın (s) hayatına baktığımızda, tebliğini sürdürmesi sırasında, inanmadıkları halde, sadece nesep bağından dolayı kendisini koruyup gözeten Haşimoğulları’na hiçbir minnet duymadan, onların yanlışlarını hoş görmeden, emredileni bütün insanlığa anlatmak için mücadele etmiştir. “Bunlar da benim akrabalarım, bana yardımcı oluyorlar, ben de bunların iyi yönlerinden biraz bahsedeyim” dememiştir. Sürekli yanlışlıklarını, şirklerini, putlarını, atalarının dinlerini terk etmelerini tebliğ etmiş, bu konuda ısrarcı olmuştur. Yine Taif dönüşü kendisine eman veren Mekkeli müşrikle emanı karşılığı inancı ve tebliğini pazarlık konusu yapmamış, İlahi yöntemden en küçük sapmaya gitmemiştir. Mekkeli yöneticilerin, hiçbir iyi yönlerini anlatmamış,sürekli olarak onlara yanlışlıklarını ve yaptıklarının karşılığının cehennem olduğunu hatırlatmış,gelen vahyi eğip bükmeden bütün açıklığıyle, yüzlerine karşı okumuştur. Buradan ve bu noktadan baktığımızda, Peygamber (s)'in sistem içi mücadelesinin sınırlarını, gayet net ve belirleyici olarak görebiliriz.
Müslümanlar olarak,iyiliklerin tamamen Allah’tan geldiği bilinciyle davranmalı, hareket alanımızın genişlemesini, bunu sağlayanlardan değil de, Allah’tan bilmeliyiz. Konuştuğumuz ve şahit olduğumuz bir çok bilinçli Müslüman, siyasi otoritenin Müslümanlar için çok faydalı şeyler yaptığını, bunun Müslümanlar için bir iyilik ve kolaylık olduğunu ısrarla söylemekte bu söylemlerini de her ortamda dile getirmektedirler. Oysa ki,iyiliğin kaynağı Allah’tır ve iyilik Allah’tan gelir. Müslümanların hareket alanı rahatladı ve göğüsleri genişledi ise bunu yapan Allah’tır, şu anki mevcut otorite değildir. Küfrün sürekli iyi yönlerini gündeme getirmek, tevhidi zedeleyecek bir tutumdur. Çünkü tağutlar, zalimler, müşrikler, asla mutlak iyi şeyler yapmaz. Onların yaptıkları, statükolarını ayakta tutmak için verdikleri mücadelenin gereğidir. Ne yaparlarsa kendi bekalarının temini için yaparlar, Müslümanların kolaylığı için asla…
Bize lütuf gibi sunulan görece özgürlükler, sömürüyle geçinen Avrupa insanının yıllardır yaşadığı, ama bizim gibi "üçüncü sınıf dünya ülkeleri"ne yeni yeni layık görülen fıtri haklarımızdır. Maalesef Müslüman camiada bir kesim, telafisi mümkün olmayan tavizlerle sistemin lütfuna (!) teşekkür etmektedir. Oysa ki biz, lütfu da, kahrı da kimden bekleyeceğini bilen insanlarız. Sistem içi mücadelede, sistemle entegre olmanın aksine,her an dünyevi vaatlerle kandırılma tehlikesiyle karşı karşıya olabileceğimizi bilerek uyanık olmalı, gerektiğinde, bize lütfedilmiş (!) her şeyi elimizin tersiyle itmesini bilmeli, bu bilinçle yaşamalıyız. Düşünce ve eylem bağlamında, çelişki yaşamadan, ehven-i şer batağına saplanmadan, bizden gibi görünüp bizim gazımızı almaya çalışanlara inanmadan, duruşunu kaybetmiş kardeşlerimizi Allah için sürekli uyararak, kavramlarımızı gündemde tutup, içini Kitabi olarak doldurmalıyız.
Kavramlarımız tahrif edildiğinde, dinimizi doğru olarak anlatmakta çok zorlanacağımız aşina bir gerçektir. Beşeri sistem, Samirileri, Karunlarıyla kol kola, sırt sırta verip, vahiyden uzak bir din uydurmakta, bu dini de halka dayatmaktadır. Daha da ileri giderek doğru dinin kendilerinin anlattığı olduğuna dair ısrarcı davranmaktadırlar. Göreceli rahatlıkların bize yararı olduğu gibi, Allah’ın düşmanlarına da rahatlık oluşturmaktadır.
Unutmayalım ki, her rahatlık bir de külfeti gündeme getirir, sorumluluklarımızı artırır. Allah’a hamd olsun ki, bizim göğsümüzü ve hareket alanımızı genişletti. Allah, buna kimi isterse onu vesile kılar. Teşekkür edilecek bir mercii varsa, bu asla kullar ve tağuti sistemler olamaz. Hamd sadece ve sadece Allah’a yapılır. Rabbimiz birilerini vesile kılarak bizlere kolaylık sağladı, şimdi bu kolaylıktan faydalanma zamanıdır. Tevhidi tebliğimize hız vermeli insanlara ulaşmak için azami gayret göstermeliyiz. Bireysel enerji ve cesaretimizin yetmediği yerlerde, ekip olarak bir araya gelmeli, temel kavramlarımızı Kur’ani veriler doğrultusunda muhataplara ulaştırmalıyız. Unutmayalım ki, kimse bizi taşlamadı, taşlamaya kalkmadı, yerimizden yurdumuzdan sürmedi, sürme tehdidinde bulunmadı. Oysaki, muhkem haberlere baktığımızda, hakkıyla tebliği gerçkleştirenler bunlarla ve daha nice tehditlerle yüz yüze gelerek yaşamak zorunda kalmışlardır. Buraya ayetler sıralamamıza gerek yok, çünkü hepimiz bu gerçekleri yakinen biliyoruz.
Mevcut siyasi otoritenin, “Biz sivri tepeleri törpüledik, halkın gazını aldık” demesi, aslında ince ayarda, ama dozu yüksek bir aşağılamadır. Müslümanlar bu aşağılamayı göremeyecek kadar ferasetsiz olamazlar. Bir zamanlar mücâdele alanlarını dolduran bir kısım Müslümanların, maalesef gazını aldılar, gaz (!) kalmayınca da eklemlenme kaçınılmaz oldu! Bir medya yazarının her zaman aklımda kalan şu sözü,bana savrulma boyutunu net olarak hatırlatmakta ve büyük üzüntü vermektedir. Yazar şöyle diyor : “Şu AKP’yi çok seviyorum,çünkü,bir zamanlar arabalarının arkasında, “Hakimiyet Allah’ındır yazanlar,artık Hakimiyet milletindir yazmaya başladılar,AKP bunu sağladı” demektedir.
Hepimiz rastlamışızdır, bir zamanlar aynı düşünce ve safta olduğumuz arkadaşlarımızla görüştüğümüzde, bize "hala aynı yerde misiniz" diye ince ve alaylı bir kinayede bulunuluyor. Çok şükür aynı yerdeyiz, şikayetimiz de yok. Hz. Nuh (s) 950 sene aynı yerde durmuşsa, bizim 20 yıldır aynı yerde durmamızın zaman açısından esamesi bile okunmaz. Bu yüzden sık sık Al-i İmran 8. ayet-i kerimeyi okumak çok isabetli olsa gerek.