Mustafa BOZACIOĞLU
TECDİDİ İMAN VEN-NİKAH
-Darbe Başarısız mı Oldu?-
Başlığa bakarak yazının bir fıkhî konu etrafında kurgulanacağı akla gelebilir ilk anda. Her ne kadar fıkhî bir konu değil gibi gelse, öyle değil desek de esasen sağduyu teslim edecektir ki bizim fıkıh mevzuu olmayan bir alanımız da yoktur genel anlamda. ‘İtikad’ dahi aslında ‘kişinin leh ve aleyhindeki meseleleri bilmesidir’ anlamı çerçevesinde fıkhın kapsamına alınabilir.
Yine yazımıza atacağımız başlığın seçiminde de epey alternatifimiz oldu, gündemin ve konunun içeriğine bakarak. ’Demokrasi Kazandı’, ‘Amentümüze Bir Katkı’, ‘Birileri Bizi Kandırıyor’, ‘Kavurgalaşmak’, ‘Darbe Başarılı Oldu’, ‘İddiasız Müddeiler’ şeklinde sıralanabilecek ve çoğaltılabilecek... Nihayet üstteki başlıkta karar kıldık, sıraladığımız başlıklara da değinide bulunma niyetimizle beraber…
Sınanıyoruz… Sınanma son da bulmayacak bu olayın, gündemin akabinde. Sual edileceğiz; tercihlerimizden, kararlarımızdan. Tarafımız, taraftarlığımız, ölçüp biçmelerimiz, niyetlerimiz, amaç ve araçlarımız, süreçler, sebep olduğumuz sonuçlar, katkılarımız, katıştırmalarımız, katkısızlığımız.. Hasılı renk alışımızdan, renk verişimizden… Duruşumuzdan, yaptıklarımızdan, yapmadıklarımızdan…
‘İyi bir imtihan veremedik, veremiyoruz’ müslümanlar olarak dersem, çok mu haksızlık etmiş olurum acaba? Reaksiyonerlik tek aksiyon olmuş! Gündemlere eklemlenmek, gündem belirlemekten ehven geliyor. ‘Uydum kalabalığa’ deyip durmaktan, balığa döndük. En farklımız ‘alabalık’ olmaklıktan kurtulamıyor. Bu fark dahi sahibine ‘avlanma öncelikli’ bir nitelik kazandırmaktan başka bir fark da değil! ‘Elma dersem çık, armut dersem çıkma!’ tarzında bir oyun, oynaştır gidiyor. Ne yön belli, ne de istikamet kaldı! Hakikaten her yol Ankara’ya çıkıyormuş, geç anladık! Birileri bizi fena halde kandırıyor. Şeytan sağdan yanaşmayı kolayladı, yol etti. Çoğulculuk, mozaik derken ne renk kaldı ne bent beniz. Rengin olduk çıktık!
Amentümüze bir katkı daha yapıldı, kestirmeden, bedavadan: ‘Demokrasiye taraf olmak!’
‘Nemokrasi’ olsa neyse, ‘Normokrasi’ deyin hadi, ona da bir yere kadar parantez açabiliriz… Demokrasi helvadan put! Yap boz, yaz sil! Keyfe keder. Hukukî bile değil; kanunî, yasal. Çıkışından yayılışına, geçmişinden bu güne ‘ne mokrasi’ dedik, yine de dinletemedik. Şimdi yine, hemen ‘diktatörlük’ mü olsun ‘faşizm’ mi olsun, zorbalık mı olsun teraneleri ile demokrasiye mazeret üreterek, meşruiyet taşıma çabasına girişilecektir. ‘Ortadoğudan vs. kaçanlar niye Avrupa’ya kaçıyorlar o zaman!’ kalkışması da cabası! Sanki o malum geri bırakılmışlığın kader olarak yutturulduğu müslümanım diyenlerin coğrafyalarını ateş çukuruna, kaynayan kazana çevirenler o öykündükleri ‘tek dişi kalmış’ Avrupalılar değilmiş gibi! Firavunla Musa peygamber arasındaki muhavere hiç akıllara dahi getirilmeden üstelik!
Bir sağduyu, vicdan sahibi, aklı başında biri şunu bir izah etsin, bizi aydınlatsın da rahat edelim: Sala ve ezanların ‘demokrasi’ ve tırnak dışı ‘milli irade’ olgularına meşruiyet kazandırmak, İslam’ın hakim olmadığı birlik beraberlik için ‘okunmak’ ameliyesi ne menem bir iştir?! Bu nice bir şirket/ortaklıktır?
‘Milli iradeye sahip çıkmak’ da başka bir aymazlık! Kutsalın yerine ulusal verileri ikame etmek bu kadar ucuz (!) ve kolay mı olacaktı?! Alın size bir ‘amentü’ maddesi daha! Şimdi aklı evvellerimiz, evvelkilerimiz ‘milli demek, dini demek’, ‘millete İbrahim’ Kur’anî bir terkip diyecektir mutlaka! Derler mi derler. Yerler mi yerler! ‘Zırva te’vil gerektirmez!’ denir ya o türden. Lastik bu ya; çek çekebildiğin kadar. Ne yana ne kadar istersen o kadar!
Yaratılışındaki halifelik gereği insana, insanlararası ilişkilerde bir alan bırakıldığı yadsınamaz. Amma velakin bu esnekliğin, serbestliğin en dıştaki kırmızı çizgilere ve muradı ilahiye, ilahi teklifata mugayir/ters olmamak kaydıyla olduğu unutulmamalıdır. ‘Milletin iradesi’ dört başı mamur bir tanıma muhtaçtır. Yüzde ellinin karşısında da bir yüzde elli irade vardır basit matematikle, öbür yarı birkaç parçayla temsil edilse de milletin bir parçası olarak…
Ama şu ‘milli’ kavramına tırnak içinde değil de reel anlamıyla bakanlar açısından başarılı hem de oldukça başarılı bir sınav verildiği, sınıfın geçildiği, atlandığı söylenebilir. Tırnak dışında ‘millet’, iradesine, demokrasi sistemine ve devletine pekala sahip çıkmıştır.
Bu yorum çerçevesinde bir üst paragrafa dönüp atıf yaparsak bu gerçek bile o üstteki iddiayı, müslümanım diyenler olarak iyi bir sınav veremediğimizin bir ispatıdır. Demek ki daha çok fırın ekmek yememiz lazım! Oruç ikliminden yeni çıkmışlar olarak. Oruç tuttuk tutmasına da oruçlarımız henüz bizi tutmuyor anlaşılan…
Banka, kanka derken sistemin kucağına oturduk! Gönüllü olarak (Yine Firavunla İsrailoğulları ilişkisini hatırlatmak durumundayım!) geldiğimiz noktaya bir bakalım. Geriye, yakın geçmişe baktığımızda söylemlerimiz, eylemlerimiz, iddialarımız neydi, şimdi ne oldu? Ne idik, ne olduk? Tabi, ana omurganın referans ve perestiş odaklarından birinin değimiyle ‘Hamdık, piştik’, ‘olduk’ elhamdü(..)! Bir taşla birkaç kuş vuruyorlar artık, üstelik sudaki balıkları da!
Paraleli gider dikeyi gelir, ama sonuç değişmez birileri hep yatayda!
‘Kalkışma, darbe’ söylemleriyle dahi hem irrite ediyorlar hem de iğdiş! Aklımızla alay ediyorlar! Yok mesabesindeki ve bir türlü başımıza alamadığımız, hele yüreğimize hiç konduramadığımız aklımızla! İslam’ın devlet modeli yokturdan, talebi yoktura, oradan da demokrasinin yüceliğine, darbe, kalkışma heveslerinin akla ziyan, aklın ucundan dahi geçirilmeyecek cürüm olduğuna nasıl da tav ettiler bizi! ‘Av’ mı deseydik ya da! Daha 2023 hedefi ortadayken ve 100. yılı için hazırlıklar yapılarak hedefler gösterilen yakın tarihin o malum, ister ‘devrim’ deyin, ister ‘inkılap’, keskin makas değişimi günlerine ne diyeceğiz şimdi?! Üstelik emperyalizme karşı köleleştirilen ülkelere bir ihraç ürünü olarak cakası satılıp durulurken!
Kavurgalaşıp inbat/tohumla(n)ma yeteneğini kaybedenler için malum sürecin geleceği nokta elbette burası olacaktı! ‘İslamcı’ vasfını kaybedip gömleği bol bularak çıkaranlar bırakınız ‘inkılap’ söylemini, ‘toplumsal değişimin’ seyrini, yönünü, gereklerini dahi hatırlamaz olmuşlardır. Geriye ya yalan ya takiyye kalıyor sadece! O kritik eşik de çoktan aşıldı ya neyse! Artık ne dur var ne durak! Ne istasyon kaldı ne İslam(cılık) iddiası/davası! Ne de sabiteler!.. Kalkışmaya, darbeye karşı olduğunu meydanlarda deklare edenler zannetmesinler ki kurtla kuzu hikayesi tersine dönecek, birilerine yaranabilecekler. İslam zor dini değildir. Zorlamaya karşıdır. Zorlama zaten münafık tipler üretir! Gönüllülük esastır, makbul olan budur. Lakin ‘ıslah’ da deseniz ‘inşa’ da deseniz işin doğasında karşı olduğunuz bir şeyler, birileri, bazı konu ve konumlar hep olacaktır. Siz bunlara karşı olmak, düzeltmek, yerine göre bertaraf etmek, kaldırmak zorunda kalacaksınız mukavemetin nitelik ve niceliğine göre… Elinizle, dilinizle ya da buğz ederek. Bir cümle kurarken getirisi götürüsüne bakmak, konuşurken kelimeleri rastgele dizmemek gerek! Yoksa takiyye deyip durumu kurtaramazsınız. Yalancı durumuna düşersiniz. Aynı hata başörtüsü meselesinde tesettürün parçalanıp sırf baş örtecek bir kumaşa indirgenerek ve dahi ‘insan hakları’ söyleminden meşruiyet devşirmeye çalışılarak yapılmıştı. Heyhat! Nerede ders çıkaran, ibret alan? Demokrasi, dolayısıyla sistemin efendileri, seçkinleri kazandı bir kez daha! Biz ise tecrübe biriktirmeye devam ediyoruz! ‘Kim kaybetti o zaman?’ diye sormaya ne hacet! Biz ‘Yarabbi şükür!’ derken daha çok pislik yağacak üstümüze bu hal ve gidişatla…
Bakın daha başlıktan mülhem açılımlara direkt temas edemedik bile! Başlık ‘Nereden aklınıza geldi?’ derseniz; hani bilirsiniz özellikle kandil(!) gecelerinde camilerde cemaat koro halinde iman ve nikah tazelemesi yaparlar ‘La İlahe İllallah’ sözünün dilsel tekrarıyla ya, işte oradan… Neden, niçin diye sorgulamadan? Nikahın tarafları ve ikrarları, boşanma sebep ve süreçleri ka’le alınmadan… İmanın bir bilgi ve bilinç gerektirdiği düşünülmeden… İşte o hesap, sistem ve efendileri yalnız sözü başkasıyla değiştirip ‘demokrasi, millet iradesi’ diye yutturarak kitleye iman ve nikah tazelettirdi; ‘azmü cezmü kast’ ile!
Bu vasatta darbe teşebbüsü de başarılı olmuştur darbeyi önleme çabaları kadar! Sistem hava kanallarını, ifrazatını temizlemiş, bu temizlikte de temiz olmak temiz kalmakla mükellef müslümanım diyen kitleyi ‘gönüllü’ ve ‘hazır kıta’ olarak işe koşmuştur. Paralelden şikayetçi olanlar makyavelist ve mccartist bir tutumla, farklı ton lacivertliklerle boşaltılan alanları hızla doldurma telaşındadırlar. Malum oyun ve senaryolar aynı tarzda sürdürülüp dururken üstelik. Yalnız malum günlere kadar! Bilgi birikimi, duruş ve bakış açısı, mensubiyet genel çerçevesinde elle tutulur bir fak da yok iken.
FETÖ denilen yapı, bu isimle anılmazdan önce daha meşru ve de teşvik edilir iken Abant konsillerinde ‘Allah nezdinde din İslamdır.’ ayetini diyalog adına kaldırmıştı! Şimdi onlara lanet okuyanlardan meydanlarda tekbir getirmemeleri isteniyor ki dışarıya yanlış mesajlar verilmesin, birlik(!) bozulmasın, provokeye kapı aralanmasın!
Ne hazin paradoks, ne keskin bir dönüştür ki daha o diyalog dönemlerinde –ki o dönemleri Mehmet Durmuş kardeşimiz ‘Abant Konsili’ ismi ile kitaplaştırmış, İktibas dergisinde süreci analiz eden yazılar tefrik etmişti- henüz sistemin de himmetiyle özenle beslenen, büyütülen herkesin bir şekilde içinde olmasa bile yanında görünmekten sakınmadığı, gündemin müsebbibi malum yapıyı eleştirdiği, ilkesel ve dini iddialarıyla ilgili, yapılanması ile ilgili deşifreler yapıldığı zamanlarda bize ve özelikle o günlerde Zonguldak ve Bartın yörelerinde sunumlarda bulunan Mehmet Durmuş’a karşı şiddetli bir savunma girişimi, olumsuzlama ve reddetme fikri ve ‘siz işinize bakın’, ‘müslümanlarla uğraşmayı bırakın’ diyen, ‘uğraşacaksanız eğer diye, sistemin ağa babalarını işaret eden’ refiklerimiz, şimdilerde sokaklarda demokrasi ve milli irade nöbetlerinde o çevrelere lanet okumaktadırlar… Yine bize ‘bunlar bizim gerçeğimiz’, ‘biz dini ana babamızdan bu geleneksel yapılardan öğrendik’ vs. diyen evvelkilerimiz şimdilerde meydan ve ekranlarda onların hezeyanlarını anlatmakta, Allah diyerek aldatılmaya dikkatli olunmasını salık vermektedirler… Bu işte bir yanlışlık var! Birileri bizi hakikaten yanıltıyor, kandırıyorlar!
Demokrasi adına nöbete gönüllü olanlar dinin, egemenliğin, hükmün, emrin, mülkün sahibi Allah’a ne cevap vereceklerdir? ‘İyi niyet’ üzerinden verebileceklerini düşündükleri cevapların kabulünün garantisi var mıdır? Bir de doğru olmasa bile genellikle, her zaman olduğu gibi genelden, kitleden azınlığa; uyarı ve eleştirilerde bulunanlara karşı bir ‘mahalle baskısından’ söz edebiliriz. Çoğunlukla zulme varacak kadar… Birçok çapraz soru ile yalnızlığa mahkum edip yok sayan kendi açmazlarına sayılardan meşruiyet devşirme amaçlı olarak… Ters yöne giren Temel’in hikayesinde olduğu gibi…
Tamam, eylemselliğin bir boyutuyla ‘sokağa çıkmak’ gerekli addedilsin! Haydi, bir özgüven aşılama anlamında pratiğe yönelik antrenman sayılsın… Lakin sonuçta eve dönülürken bir muhasebe yapılması gerekiyor muhakkak. Ele avuca ne geçti? Geçtiği düşünülenler için değdi mi? Bunlar neyin değerleri! Neyi, niçin savunmuş olduk? Bu neyin muhafazası? Tarafınız kimden yana, ne adına? Ebrehe’nin fillerine karşı Kabe’nin korunmasına mı adaysınız; develerin mi, deve sahiplerinin düzenlerinin mi?
Şimdi biraz da mıhına vurmaya gelsin sıra; bize, içe… Satır aralarında değiniler olsa da ağırlık olarak kefenin bu tarafı daha önemli olması hasebiyle ihmale gelmez! Mesele ‘yapmadıklarını söylemek’ ve meselelere sırf eleştirel bakmak olarak görülmemelidir. Şu iğne, çuvaldız misali… Görünen o ki ihmallerimiz, ertelemelerimiz, gafletlerimiz ve dahi cürümlerimiz var! Ders alışlarımız da eksik, dersimizi çalışmaktaki kararlılıklarımızda! Plansızlık ve düzensizlik söz konusu! Ders vermekteki acelecilik ve usulden yoksun, parçalanmış ve sürekli kılınamayan, saman alevi tarzındaki girişimlerimiz üzerinde ciddi analizler yapmayı ve reorganizasyonları gerektirmektedir.
Özgün, özgül ağırlıklı, cemaat evsaflı bir düşünüş ve duruş sergileyemiyoruz. Sekülerizm, modernizm, bireysellik bizleri de sarmalamış durumda! Bulunduğumuz hali meşrulaştırmadan ve fakat durduğumuz yeri de hafife almadan sırf koruma ve geri adım atmama görünümünden kurtaracak yeni ve nitelikli istişare süreçlerine ihtiyacımız var her zamankinden daha fazla! Bilgi, bilinç, eylem odaklı haydin sa’yü gayrete, cehd ve salih amellere… Sevgi, saygı ve merhametle danışmaya ve dayanışmaya… Ülfet ve ünsiyete… İnfaka ve ittifaka… Vahye ram olup sa’ye sarılmaya… Saflıktan kurtulup safları sıklaştırmaya…