Yakup DÖĞER
TOPLUMUN DAVETE İHTİYACI VE BİZLERİN SORUMLULUĞU
Toplumumuzda temeli yüzyıllara dayanan geleneksel bir din anlayışının var olduğu hepimizce malumdur. Bu durum asırlarca süre gelen bir anlayışın devamı olarak halen varlığını korumakta, genelde insanlarımızın din anlayışı atalardan görgü üzerine dayanmaktadır. Okumanın ve okuyarak öğrenmenin pek gelişmediği toplumda, herkes babasının gösterdiği gibi namaz kılmakta, dedesiyle gittiği cami günlerini anarak geçmişini yad etmektedir. Çoğu kimse, “Babamdan böyle gördüm” diyerek Kur’an’a dayalı düşüncelere karşı gelmekte, bu durum böylece sürüp gitmektedir. İşte bizler böyle bir toplumun içerisinde, vahyi anlatacak ve Kur’an’ın mesajını insanlara ileteceğiz.
Topumun geleneksel anlayışı karşısında tavrımızı belirlemek çok önemsenmesi gereken bir durumdur diye düşünüyorum. Onların yanlışlarını onaylamadan dinin doğrularını anlatmak için çok dikkatli bir çizgi izlemek ve geleneksel anlayışın, Kur’an’ın anlattığı ve Peygamber’in (s) yaşadığı İslam’la uyuşmayan yönlerini, onlarla bağlarımızı koparmadan anlatmak, toplumun içinde durup, alışılagelmişin dışında olan doğru dini yaşamak, toplumun etkinliklerine katılıp fırsatları değerlendirmek zorundayız.
Doğru din anlayışının mensubu olduğumuz, bizim toplumdan uzaklaşmamızla anlaşılmaz. “Tavşan dağa küsmüş, ama dağın haberi yok” konumunda olmadan, birebir hayatın içinde yaşayarak, ama kendi değerlerimizi, ilkelerimizi koruyarak, yaşayıp anlatarak, dimdik gezerek varlığımızı göstermek zorundayız. Kendimizi halka anlatarak, anlatmak için her yolu deneyerek, onların davetlerine katılarak, net bir anlatımla, duruma göre insanların kalbine hitap etmeli, neden farklı olduğumuzu net bir şekilde anlatmalıyız. Bizler dernek binalarına hapsolarak, konferans salonlarının duvarlarıyla sınırlı kalarak varlığımızı sürdüremeyiz.
Ben şahsen kendi adıma, topluma daha kendimizi ifade edemediğimizin kanaatindeyim… Sistemin İslam dışılığını nasıl ifade etmeliyim, hayatında “Tağut” nedir duymamış birine? “Neden klasik bir cemaate mensup değilim, her yerde sohbetler oluyor, ben neden katılmıyorum”u izah ederken, cemaat mensuplarının kutsallarını, onları kırıp dökmeden nasıl eleştirebilir, tebliğimi güzelce yapabilirim?
Neden hala laik düzeni savunan, kapitalist, Kemalist, demokrat insanlar, faiz yuvalarında görev yapan yakınlarım, parasını bankalara yatıran ve faizini alan zengin tanıdıklarım bana kızmıyor, benle tartışmalara girmiyorlar? Bütün bunların nedenlerini gerekçeleri ile birlikte anlatabilseydim, bütün bu tür davranışların, İslam’la birlikte mümkün olamayacağını net olarak ifade edebilseydim, acaba karşı tavırları şimdiki gibi olur muydu, uzun uzun düşünüyorum.
Komşularım beni camiye, cemaatle namaza davet ediyor, namaz kılan biri olduğum için, daha sevap olarak telakki ediyorlar ki, doğrudur. Bense onlara geçiştirme hesabı sebepler söyleyerek geçiştiriyorum, sonra da düşünüyorum… Hata mı yapıyorum diye. Ne anlatmam gerekir, çözemiyorum... Komşuma ne diyebilirim, Diyanet teşkilatının aslında dini saptırdığını, genelde “din görevlilerinin” Kur’an’ın büyük kısmını gizlediklerini, Allah’ın dinini değil de devletin dinini empoze ettiklerini nasıl anlatabilirim? Yemekte ekmeği yere düşüren insanlar alıp üç sefer öpüp başına koyduğu halde, ekmeğin Rabbini hiç umursamaz bir hayat sürerken, ezan okunurken televizyonun sesini kısanlar ezandan sonra gayri İslami yayınları izlemeye devam ederken, elinde Kur’an olduğu halde, ekonomik yönden sıkışan oğluna, kredi çekmesini söyleyen bir babayı görürken ve bunlara şahit olurken… Bütün bunlara karşı sessiz dururken yüreğimin sızlamalarını dinliyorum.
Buralarda adettir, kafası esen biri hafta sonları mahalleye bir yemek ikram eder, mahalleyi davet eder, mevlit okutur. Tabi ki mahalle halkı olarak davetliyim… Gelenekselin ağırlığı olanca yüküyle sırtıma biniyor ve ben gitmekle gitmemek arasında yüzlerce kez gidip geliyorum. Gitsem onaylamış gibi oluyorum, gitmesem insanlar ciddiye alınmadığını, davet ettikleri halde gelmediğimi düşünüyor. Hakim olan geleneksel anlayışa bir yol bulup yaklaşmam gerekiyor. Çözümün gitmemek olmadığını biliyorum, sorununsa, gidince söylemem gerekenleri söyleyememek olduğunun da farkındayım. Eğer bir gün neden davetlere katılmadığımı anlatabilirsem, neden mevlit okutmanın dinle bir ilgisinin olmadığını duyurabilirsem, gitmemek beni asla rahatsız etmeyecek. İnsanlar dinlesin ya da dinlemesin, uysun ya da uymasın, benim açımdan sorun çözülmüş olacak. Tabi ki, bundan sonra anlatmak daha kolay daha net olacak.
Düşünüyorum, çevremde hacca gitmiş ama faize bulaşan onlarca yakınım var, kırk yıldır namaz kılan ama Kemalist, laik, demokrat olanlar var, illaki de Kur’an’ı Arapçasından öğreneceğim diyen ellisini aşmış insanlar var ve hala bu insanlar benle bir sorun yaşamıyorlar, çünkü ben bu insanlara günde kırk sefer okudukları Fatiha’daki “RABB” kavramını anlatamamışım.
Düğün yaparlar, cumartesi akşamı eğlence, Pazar günü mevlit, çarpık hayat modelinin eyleme yansıyan en klasik örneklerinden biri, ne eğlenceye gidebilirsiniz ne de ertesi günkü mevlit okuma merasimine… Marjinal olmak, kendinizi ifade edemeden gerçekleşiyorsa bu çok büyük bir yara olarak yüreğinize işliyor, icabet etmeme nedeniniz asla şerî olarak değerlendirilmiyor, beğenilmedikleri ve kale alınmadıklarını düşünüyorlar, tek çözüm açıkça kendinizi ifade etmeniz, marjinallik ya da yalnız kalmak gerçekleşecekse böyle olmalı, neden icabet etmediğiniz alenen bilinmeli, ola ki “İşte böyle olmalı” diyenler çıkabilir.
Sanırım en büyük sorunumuz, kitlelere ulaşamamak, toplumun bizi tanımaması, düşüncelerimizi bilmemesi, bizim de anlatamayışımız. Aslında bulunduğumuz yerde, şehirde, beldede, mahallede herkes bizden bahsetmeli, olumlu ya da olumsuz hakkımızda konuşmalı, “Doğru söylüyorlar” demeli ya da, “ Sapmış bunlar” demeliler. En büyük sorunlardan biri önümüzde duran geleneksel din anlayışının varlığına karşı bir etkinliğimizin olmayışı. Geleneksel anlayışta en büyük olumsuzluklardan biri de şüphesiz ki, dinden olmayan amellerin, failleri tarafından sanki dinin rükünleri gibi algılanması ve büyük bir sevap beklenerek yapılmasındaki samimiyettir.
Uzun yılların alışkanlığının sonucunda ortaya çıkan geleneksellik, Hayber gibi kendisinin yıkılmasını bekliyor. Geleneksel din anlayışı, hak olan dinin dışında bir din anlayışı olarak varlığını sürdürmekte ve bu dinin mensupları da uydurdukları dini Allah’a öğretmenin gayretini gütmektedirler. Din anlayışlarının hak olmadığını, Hak olan din anlayışının ancak Kur’an ve sahih sünnetin öğrettiği ölçüler olduğunu bir şekilde anlatmak boynumuza bir borç olarak asılmıştır.
Cesaretimiz yok desem doğru bir tespit olur mu bilemiyorum, en yakın tanıdıklarımın ya da komşularımın gözlerimizin önünde yanlışta yürümeleri insanı son derece kederlendiriyor. Öyle inanıyorum ki, her etkinlikte mutlaka insiyatif almak ve müsait zamanı kollamak, yakalayınca da kendimizi ifade etmek zorundayız. Ya da müsait zamanı kendimiz belirlemeliyiz. Varsın engel olacaklarsa o zaman engel olsunlar. Bir hasta ziyaretine gitmiştik, misafirin anlattığını dinleme mecburiyetinden midir bilmem, ama güzelce dinlediler anlatılanları, ama şunu gördüm ki, bizler de halka anlatırkenki ifade tarzımızda bir tutukluk var, sanki gelecek tepkileri göğüsleyemeyecek gibi hissediyoruz kendimizi, ucundan kenarından, biraz da onlar anlamaya çalışsınlar gibisinden telaffuz ediyoruz sözlerimizi. Kendi aramızda kendi kendimize anlatırken acayip mahiriz, en ince ayrıntısına kadar detaylandırmaya, konulara tevhidi bir bakış açısı kazandırmaya. Bu durum her nedense, komşumuza ya da abimize, eşimize dostumuza karşı yeterince etkin olamıyor.
Halktan kopukluğumuz, anlaşılamadan “marjinal” oluşumuz, bütün aleniliğiyle ortaya çıkıyor. Bazen de “Amaaan” deyip geçiyoruz, “Ezanları duymuyorlar mı”, “Kur’an okumuyorlar mı”, “Beş vakit namaz kılıyorlar, öğrensinler” diyoruz. Tabi ki bu söze kendimiz bile inanmıyoruz, çünkü tebliğimizi yapmak cesaretine yeterince sahip değiliz. Siyerden örnekler vermeyi de biliriz, “Rasulullah (s) bir çadırdan çıkar diğerine girermiş, arkasından Ebu Cehil gezermiş…” diye anlatırız birbirimize.
Şahsen bu duruma çok canım sıkılıyor son zamanlarda, ya cami cami gezeceğim, kapı kapı dolaşacağım, düğün, sünnet, mevlit nerde ne duyarsam davetli ya da davetsiz gideceğim, ya da binlerce nüfuslu koca şehirde, mahallemde, yalnız, yapayalnız için için eriyeceğim.