Yakup DÖĞER
ULUS DEVLETTE ÜMMETÇİ DÜŞÜN(EBİL)MEK
“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı (farklı ve değişik) olması da, O’nun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok ki bunda, bilenler için gerçekten ayetler vardır.” (30/Rûm,22)
“Sözümü iyi dinleyin, iyi belleyin. Rabbınız birdir, babanız birdir. Hepiniz Âdem densiniz, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Hiç kimsenin başkaları üzerinde soy sop üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük, ancak takvâ iledir. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Böylece bütün Müslümanlar kardeştir.” (Veda Hutbesi)
İslam toprakları parçalanarak ümmetin varlığı ortadan kalktıktan sonra, aynı İslam topraklarında nerdeyse cetvelle çizildiği söylenebilecek gelişi güzel sınırları olan onlarca ulus devlet inşa edildi. Yeryüzü müstekbirleri, kendilerine yegane düşman edindikleri Müslümanları bir daha ayağa kalkamasınlar diye İslam coğrafyasını parçalara ayırarak işe başlamışlar, bu parçalamanın ardından her birinin başına kendi güdümünde olan birer yerli işbirlikçi getirerek ulus devlet oluşturmuş, sömürülerini bu sistemle sürdürmüşlerdir. Ümmet olma bilicinden kopup ulus olma gerçeğiyle karşılaşan İslam Alemi, başlarına örülen çorabın ne kadar bela olduğunu ilk zamanlar anlayamadıysa da, günümüzde bu durumun boyutlarının akıl almaz şekilde olduğu ortadadır. Cahiliye anlayışının temsilcileri çağdaş müstekbirler,mümkün olan en küçük parçaya böldükleri ümmeti, cetvelle çizdikleri sınırlar içerisinde de kendi ırklarının kutsallığına dair öğretileriyle Kur’an’ın Allah- Kul bağını gönüllerde zaafa uğratarak İslam dışı bir anlayış olan ulusçuluğa gömmüşlerdir. Müslümanların inançlarında yaşadıkları fetret dönemi diyebileceğimiz uzaklıktan istifade edenler, ümmetin içindeki kendilerine dost, Müslümanlara hain olan yöneticilerle kutsal ulus anlayışını dikte ettirmişledir. Eğitimin kontrolünü eline alan, küçücük beyinlere kendi kutsallarını öreten ve her sabah rejimin amentüsü gibi tekrarlatanbir anlayış zaman içerisinde kendisini Müslüman diye adlandıran kesimlerin kanıksadığı bir hal ortaya çıkmıştır.
Genelde bütün insanlığın özelde ise Müslümanların en büyük sorunlarından biri hatta ilklerden olan bir sorun ırkçılık ya da günümüz ideolojik söylemiyle ulusçuluk/milliyetçilik belasıdır. Bunun büyük bir sorun olduğunu aklıselim her düşünce sahibi kabullenebilecek,şeytanın insanoğlunun kulağına fısıldadığı efsunlu fikirlerden biri olduğuna akledebilecektir. Bizi ilgilendiren yan, bizim sorunumuzu oluşturan tarafıdır,yani Müslümanlık vasfıyla kendini İslam’a taraf olarak görenlerdir.
Yeryüzüne geliş gayesinin, sadece kulluk olduğunun(51/56) belirtildiği insanlar, çeşitli kavimlerden birbiriyle tanışsınlar (49/13) diye yaratılmış, kavim farkının bir üstünlük olmadığı, üstünlüğün ise ancak en çok Allah’tan korkmakla olacağı yine aynı ayette belirtilmiştir.
Altlarından ırmaklar akan cennet köşklerine yerleşecek olanların, Allah’ın hudutlarını en güzel şekilde muhafaza edenlerin olacağı bir çok yerde zikredilmektedir. Ümmetçi yaklaşımdan uzak,kavimciliğe ve kavimcilikten de bireyselliğe yöneliş olan milliyetçi düşünce dogması, Vahye ters yapısı ve anlayışıyla İslam Beldelerini günümüzde kasıp kavuran büyük bir fitne konumundadır.İnsanları mensup olduğu ırka soya nesebe göre tanzim eden düşüncelerin bir hayli revaçta olduğu,genel geçer kaidelerinse bu düşünce üzerine kurulduğu,her kavme kendine özgü haklarının bazı açılım politikalarıyla verilemeye çalışıldığı günümüzde,zamanla yıkılan duvarların yerine daha muhkemleri inşa edilmektedir.Müslümanları,Ümmet bilincinden soyutlamak,İlahi ve bir o kadar da engin ve mükemmel,olan hayat tarzlarından koparmak için yeryüzü kaynaklı beşere dayalı fikirler alabildiğine çalışmakta,büyük bir ekiple, şer odaklarıyla beraber takdire şayan mücadelesini sürdürmektedir.Bütün insanlığı tehdit eden bu akım,aslında biraz düşünülse tamamen İslam Ümmetini bölüp parçalamak, Müslümanları cahili bir anlayışa itmek ve daha kolay asimile ve entegre etmek için ortaya çıkarılmıştır.
Hangi ideolojiye bakılırsa bakılsın, hangi akımın mensubu olunursa olunsun,belli bir ırkın ön planda olan üstünlüğünün hakim olduğunu çok açık olarak görebiliyoruz.Sebebi ise kendi içinde saklı olmasına rağmen gayet nettir bu düşüncelerin,çünkü kulun kula kulluğu ancak bu yolla tesis edilebiliyor.Çünkü göreceli özgürlükler ve insana ait boyalar ancak bu şekilde dünyaya hakim olabilir.Her yerde ülke benim diyen bir kavim maalesef olagelmiş,diğerlerini de kendine tabii olmaya sürekli zorlamış bu uğurda gerekirse sınırsız zulümleri işlemekten geri kalmamıştır. Adem’den(as) Hz.Muhammed’e(sav), vahyin özüne düşman anlayışların hükümranlığı kavmiyetçi anlayışların yaygınlaştırılması, zaman içersinde önemli bir ivme kazanmış,taraftarları olağan üstü artmıştır.İnsanların inançlarını bile rahatça seçmenin önünde ki en önemli engellerden biri olan kavmiyetçi yaklaşımlar,erdemli insanlar yetiştirmek için mücadele eden İslam’ın karşısına,kendi çıkarcı mantıkları ile çıkmıştır.İlk İslami tebliğin başladığı dönemi biraz gözden geçirecek olursak eğer,ilk vahyin karşısında şaşkına dönen Mekke müşriklerinin ekabir tabakası,ilk karşı çıkışlarını da bir peygamberin kendi kavimlerinden gelmediği için ret etmişlerdir.Ebu Cehil’e atfedilen bir söz bu konuda çok manidardır. “Haşim oğulları ile her konuda sürekli yarışıp durduk,her alanda onlarla yarıştık,şimdi onlar diyor ki:Bizden bir peygamber çıktı,vallahi biz onlardan çıkan bir peygambere asla inanmayacağız”.Dikkat edilirse,kavmiyetçi bir anlayışın hakim olduğu toplumlarda,kendi kavminden olmayan bir düşünceyi velev ki doğru bile olsa asla kabul edemeyecekleridir.Yıllarca kendini ait olmadığı bir ırka mensupluğa zorlanan insanlar,tepkisel olarak kendi kavmini de alternatif olarak karşısındakine dayatma güdüsünü içerisinden çıkarmıştır.Kardeşçe yaşamanın ancak ilahi nizamlara mahsus olduğunu bilen ideoloji sahipleri,kardeşçe yaşanan bir toplumda asla hegemonyalarını idame ettiremeyeceklerini iyi bilmektedirler. Bu sebepten dolayı,inanç bağından koparıp, insanları kendi neseplerine göre ayırarak,kavimlerin üzerinde egemen olma sevdasına gitmişlerdir. Geçmişten günümüze uzanan insanlık tarihinde, bunun çok bariz örneklerini hatta,aksini görmenin bile mümkün olmadığını biliyoruz.Yaratılmışların Rabbi olan Allah,kulları arasında ki ayrımın ancak takva ile olacağını,üstünlüğün baş bir yolla tesisinin imkansızlığını çok açık olarak belirtmiştir.Allah’ın hükümranlığına düşman olan yeryüzü kaynaklı düşünceler,hakim oldukları toplumlarda,özellikle Ulus Devlet inşa ederek,halkını belli gruplara ayırmıştır.
Bir ırka dayanmanın insanları erdem sahibi yapacağını hem de ne kadar mutlu olabileceğini söylemek, günümüzde bu söylemi devam ettirmek tutuculuk ve gericilikten öte bir düşünce olamaz. Bilal’e(ra) kara kadının oğlu diyen Ebu Zer, Rasul(sav)den işittiği sözün bedelini 1500 yıl evvel başını ayak altına aldırarak ödemek istemiş, günümüze ait olabilecekleri adeta işaret etmiştir. Latife olarak söylenmiş bir sözün bile, ağır bir ikaza muhatap olduğunu, günümüzde söylenenlerin ise bedelinin neler olabileceğini nasıl kestirebiliriz.
Irka dayalı üstünlüğün Ümmet anlayışına galebe çaldığı günümüzde, şer ocaklarında Ümmet bilinciyle düşünceler yeşertmek, Allah’a kulluğu ilke edinmiş iman ehlinin görevidir.
“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı (farklı ve değişik) olması da, O’nun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok ki bunda, bilenler için gerçekten ayetler vardır.” (30/Rûm,22)