UMRE'NİN HATIRLATTIKLARI
(Ramazan ayı içerisinde gerçekleştirdiğimiz umre ziyaretinin zihnimizdeki yansımalarıdır.)
Dünya, dikenli tellerin döşeli olduğu bir hayat alanı… Bu hayat alanında zarar görmemek, dikenlerin tahribatından korunabilmek için büyük titizlik içerisinde hareket etmek lazım. Ubeyy Bin Kab’ın Hz.Ömer(r.a.)’e takvayı anlatırken verdiği örnekte gördüğümüz bu hakikat, hayatın insanı yıpratan, iman nurunu zayıflatan, kirleriyle lekeleyen yönlerine karşı sorumluluk bilincine sahip olarak daima bir teyakkuz hali içerisinde olmak gerekiyor. Bu bilinci kendisiyle kazandığımız Kur’an’ın diriltici ve öğretici mesajına karşı duyarsız ve uzak kalındığında, üzerimizdeki iman elbisesi yıpranıyor, vahy ile inşa ettiğimiz tevhid binamızda çatlaklar ve döküntüler oluşabiliyor.
İşte Allah’ın beytini ziyaret, Peygamberlerin mirası olan umre ibadetini gerçekleştirebilmek bu noktada özel bir önem kazanıyor. “A-m-r” kökünden türeyen bir kelime olan umrenin, harabe, terk edilmiş, ıssız ve viran bırakılmışlığın zıddı olarak imar etme, ma’mur, bayındır bir hale getirme anlamına geldiğini düşündüğümüzde, Beytullah’a yeniden bir yapılanma, iç dünyamızı imar etme endişesiyle gidilmesi gerektiğini söyleyebiliriz. İhtirasların, tutkuların, benliğin ve bencilliğin sarstığı, yıkıntılara sebep olduğu şahsiyetimizi onarabilmek, imar edebilmek için Allah’a doğru yolculuk yapmak, “sana geldim, yine geldim, yeniden başlayabilmek için ahdimi tazelemeye geldim” kararlılığında olmak umremizin temel amacını oluşturabilmeli. Allah’ın beytine yöneliş, temiz fıtrata dönüşün imkânlarını arayabilme çabasına dönüştürülmelidir.
Bu, imarın insana yönelik yüzüdür. Bir de ziyaret edilen mescidin imar edilmesi, ma’mur edilmesi tarafından da değerlendirme yapılabilmelidir. Bir şey eğer işler halde ise, metruk, harabe ve mahcur değildir, ma'murdur. Bu sebeple Beytullah’ı ma’mur etmek, ona yönelmek, onun merkeze alındığı bir hayatı inşa etmek ve onu hayatın kıblesi kılmakla mümkün olacaktır. Allah’ın beytine ziyaret, o beytin Rabbinin tarafında olunduğunun ispatıdır. Sadece O’nun emrini dinlemeye razı olunduğunun göstergesidir. İşte umremizle Beytullah böyle ma’mur edilmektedir.
Umrenin ziyaret anlamı taşıdığı, hatta akla ilk gelen tanımının da o olduğu malumdur. Ziyaret sevilene, değer verilene yapılır. Allah Kabe’den evim diye bahsetmektedir. “Hani Evi (Ka'be'yi), insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık. "İbrahim'in makamını namaz yeri edinin" İbrahim ve İsmail'e de "Evimi tavaf edenler, itikafa çekilenler ve rüku ve secde edenler için temizleyin" diye ahid verdik.” (2/Bakara125) Umre’de bir yönüyle Allah’ı ziyarettir. Allah’ın evini ziyaret etmeye yönelmek, bunu büyük bir saygı ve sorumluluk bilinci içerisinde gerçekleştirmektir. İştirakimizle işler kıldığımız, ayakta tuttuğumuz, ma’mur ettiğimiz batıl alanları, mekanları, kurumları düşünerek büyük bir pişmanlık yaşamak, “vazgeçtim, tek ilgi, teveccüh ve saygıyı hak eden sensin” haykırışıyla ömür defteri kapanmadan Beytullah’a koşa koşa ulaşabilme çabasıdır.
Kabe tevhid inancının sembolüdür. Yeryüzünde inşa edilen ilk ev yani mabettir. (bkz. 3/96) Bir muvahhid olduğu defalarca Kur’an’da zikredilen Hz. İbrahim’in Kabe’yi inşasını Allah belirlemiş, bu mabedin temel vasfı olarak, tevhid inancına zarar getirecek her türlü tavır ve davranıştan uzak durması ikazları kendisine yapılmıştır. “Hani biz, İbrahim'e Evin (Kabe'nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) "Bana hiçbir şeyi ortak koşma tavaf edenler kıyam edenler rükua ve sücuda varanlar için Evimi tertemiz tut."” (22/Hac 26)
Bu temel değer yani Allah’a şirk koşmaktan sakınmak, Tevhid bilincine her daim sahip olmak, umre ziyaretinde gerçekleştirilen tekrarlarla zirve yapmaktadır. Tesbih, Tehlil, Tekbir, Tahmid ve Telbiye’ler baştan sona sadece Allah’ı yücelten, hamd etme, birleme, büyüklüğün ve noksansızlığın sadece O’na ait olduğunu dile getirme haykırışlarıdır. Umre’de dilimizden düşmeyen bu zikirler, şuursuzca, “nerede ne okunuyordu acaba” telaşıyla ellerdeki kitaplardan ve notlardan okunmaya çalışıldığında istenen amacı sağlamasa gerek.
Bu sözler tefekkür edilmeli, Beytullah’a gelene kadar ki hayatımızla karşılaştırılmalı, utanarak, pişmanlıkla, büyük bir mahcubiyetle dile getirilmelidir. “Buyur Allah’ım buyur, senin şerikin, ortağın yoktur, emret, sadece senin emrine tabi olmaya hazır bir halde bekliyorum” diyerek tavaf yaparken, hayatta sadece Allah’a buyur denilmediğinin, beş para etmeyen tuğyan içerisindeki sahte öncülerin, patronların, eşlerin emirlerine, yönlendirmelerine nasıl el pençe iştirak edildiğinin utancı yaşanarak bu telbiye tekrar tekrar gözyaşları içerisinde, af dilenerek söylenmelidir. Yoksa nasıl arınma beklenebilir ki… “İhtiraslarıma uydum, arzularımın peşinde koştum, senden başka emir makamları seçtim, senden başkalarına yöneldim, kulak verdim” itirafını yapabilenler bağışlanma ve büyük affı umabilirler. İşlediği suçun farkında olamayan, hayattaki çelişkilerini göremeyenler Allah’tan nasıl doğru isteklerde bulunabilir ki… Nelerden arınması gerektiğini idrak edemeyen bir yürek nasıl af dileyebilir ki… Beytullah şuursuzca bir takım ritüelleri gerçekleştirmenin telaşıyla ziyaret edilirse ondan nasıl istifade edilebilir ki…
Oysa ki Beytullah yıpranmış iman gömleğimizi yenilemek, Allah’a verdiğimiz sözü tazelemek için bizi bekliyordu. “Evet, ben bir an gaflet içerisinde bulundum, bir an tökezledim, bir an sözümü unuttum ama senin yegâne büyük olduğunu, tek ilah ve Râb olduğunu, hayatı sadece senin emirlerine göre, buyurduğun değerlere göre tanzim edeceğime yeniden söz veriyorum” şuuruna sahip ziyaretçilerini arıyordu.
“Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) onlar: "Evet (Rabbimizsin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.” (7/Araf 172)
Böyle önemli bir sözü vermiştik Allah(cc.)’a; hayatımızda sadece seni Râb bileceğiz demiştik. Mü’minler ahidlerine en çok sadakat gösterenlerdir, verdikleri söze malları ve canları pahasına bağlı kalanlardır. Ancak bir anlık gaflet ve şuur kaybı bu yüce söze muhalif eylemlere kişiyi sürükleyip götürebiliyor. Dünya hayatının süslü ve çekici yönleri kışkırtıcı rolünü oynayarak bizleri tökezletebiliyor.
Umrenin bir şartı olarak tavafa başlarken, Kabe’nin bir köşesindeki Haceru’l Esved’’in önüne geldiğimizde elimizi onun üzerine koymamız tüm bu kirlenmenin pişmanlığına ve yeniden başlamanın kararlılığına sahip olduğumuzun işareti olmalıdır. Çünkü bu eylem Rabbimizle yeniden ahidleşmenin ta kendisidir. Peygamberimiz(sav), “Haceru’l Esved, yeryüzünde Allah’ın sağ elidir”, “Allah ile müsafaha etmek isteyen, Haceru’l Esved’i istilam eylesin” (Kenzu’l-ummal H. No: 34744) buyurmuştur. Tabii ki bu söz teşbih ifade etmektedir. Haceru’l Esved'e el sürmek, Allah'a yeniden söz vermektir. O'nunla kulluk sözleşmesi tazelemek ve kula kul olmama sözü vermektir. Yeniden yepyeni bir başlangıçla Allah’ın yolunda zamanını, ömrünü, yeteneklerini, malını, canını feda etme, yeryüzünde fitnenin kalkıp dinin yalnız Allah’ın oluncaya kadar cihad üzere olunacağını kararlılıkla ifade etmektir. Bu ahid tazeleme, sözünü unutmadığını, sadık kalarak Rabbine temiz bir şekilde kavuşmak için sırasını beklediğini dile getirmektir. “Mü'minlerden öyle erler vardır ki- Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiç bir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.” (33/ Ahzab 23)
Peki bağlı kalmaya and içtiğimiz hedeflere nasıl bir çalışma disiplini ile ulaşılabiliriz, Allah’a verilen sözlerin hayata yansıması olan amellerimiz, eylemlerimiz nasıl bir ruhla gerçekleşmeli? İşte Safa ve Merve arasında sa’y yapmak da bu amellerimizin meyvelerini nasıl alabileceğimizi bizlere açıklıyor. Kapasitemizi zorlayarak, bittim diyene kadar çalışmak gerektiğini gösteren Safa ve Merve arasındaki koşuşturma bize ilahi bir yasayı daha öğretiyor: “Hacer’ce bir çaba göstermeyenler zemzeme kavuşamaz.” Yani “zahmetsiz, çilesiz rahmet olmaz.”
Okçular Tepesi'nden Uhud Savaşı'nın yapıldığı bölgenin görünüşü
İslamı dava bilenler, iman ateşini yüreklerinde tutuşturanlar artık yerlerinde duramazlar. Bu iman kişiyi sorumluluk duygusu ile dertlendirir. İslam böyle kişiler için bir hobi, vakit geçirme malzemesi asla değildir. İnkârcıların kendi batıl değerlerine, ilahlarına olan bağlılıklarından çok daha fazla İslam’a ve Râb’leri olan Allah’a bağlıdırlar. Bu bağlılıkla sürekli plan, program ve çalışma temposu içerisinde bulunurlar. İşte Allah’ın rahmeti ve bereketi de bu gayretli, ihlaslı kullarının üzerine olacaktır. Zemzem de bu kullara nasip olacaktır.
Bu mücahede sürecindeki en önemli silahımız Kur’an’dır. Kur’an’la olan ilişkimizi milyonlarca Müslümanın bir arada toplandığı Beytullah ziyaretinde yeniden gözden geçirebilmeli, süratlice okunarak, hızlı hızlı çevrilen Kur’an sayfalarının o dillerin sahiplerini hayat içerisinde nasıl etkisiz ve kimliksiz bırakabildiğini hayretle sorgulamalıyız. 6-7 milyon kişinin okuduğu Kur’an, yüreklerdeki, zihinlerdeki, evlerdeki batıl zincirleri kırmaya, bu insanların ülkelerindeki egemen zulüm sistemlerinin devrilmesine sebep olamıyor. Oysaki Hira’dan inen bir peygamberin ağzından dökülen ilk ayetler müşrik idarecileri endişelendirmiş, bir adam, bir kadın ve bir çocuğun başlattığı bir hareket Allah’ın izniyle kıtaları aşan bir inkılaba dönüşüvermişti. Fark neredeydi? Fark Kur’an’ı okuyuş ve anlayış biçiminden kaynaklanıyordu. Hakkı batıldan ayıran, içerisinde en doğru hükümler barındıran, takva sahiplerini hidayete ulaştıran, apaçık bir beyan olan Kur’an belli bir düzen ve program dahilinde tertil üzere okunmalıydı. 12 milyon yahudinin dünya üzerindeki etkisine baktığımızda sadece hacc ibadeti için Mekke’ye gelen ve hızlı hızlı Kur’an okuyan 7 milyon Müslümanın büyük bir umut olması gerekmez miydi?
Tüm ibadetlerimiz gibi Umre de temizlenme, arınma, günahları bağışlama müjdeleri taşımaktadır. Bu müjdeler kişiyi hayata bağlar. Allah’ın rahmeti gereği farklı vesileler kılarak insanoğluna fırsatlar sunması ümit ve korku arasında dengeli bir hayatı sağlar. Bu sebeple ibadetlerimizin somut karşılıklarını konuşup izahatlar getirmeye çalışırken, ecir, sevap ve günah lekelerinin silinmesi gibi yönlerinin de asla hafife alınmaması ve tablonun aşkın boyutunun imanlı yüreklerce hissedilmesi gerektiğinin de zaruri olduğunu söylememiz gerekir. Bu yorumlar dengeli bir şekilde birlikte değerlendirilmelidir.
Rabbimiz, umre ve hacc gibi tüm ibadetlerin ruhunu anlayabilmiş, bu ibadetlerin yetiştirdiği ve hayata yönlendirdiği, bu şekilde de zaaflarımızın sebep olduğu günah kirlerinden arındırdığı kullardan olabilmeyi bizlere nasip etsin.
"Kötü söz söylemeden ve büyük günah işlemeden hacceden kimse, annesinden doğduğu gündeki gibi günahsız olarak (evine) döner.” (Buhârî, Hac 4, Muhsar 9, 10; Müslim, Hac 438)
"Umre ibadeti, daha sonraki bir umreye kadar işlenecek günahlara kefârettir. Mebrûr haccın karşılığı ise, ancak cennettir." (Buhârî, Umre 1; Müslim, Hac 437)