FİKRİN MİRASI OLMAZ MI!

Mustafa BOZACIOĞLU

07-11-2017 23:25


Fikrin mirası talip olanadır. Fikir bir değer, bir ekol, bir çizgi oluşturmuş, kitleselleşmiş ise o zaman miras daha bir ehemmiyet kazanıp iş ‘tüzel’ bir boyut kazanır. Bir ekip, kitle, grup, kurul bu işi uhdesine alır. Fikir salt entelektüel bir boyutta vecize gibi tek tük söylemler, atasözü kabilinden anonim ve herkesin keyfince kullanımına açık değilse o zaman bunun bir yolu yöntemi vardır, hem sahiplenmek hem de kullanmak anlamında. Fikrin bir metodu vardır. Düşünceyi yayma ve koruma anlamlarında…

İşte bu bir mirastır. Bu fikre aidiyet türedi şekillerde olamaz. İlkeleri, kuralları, sınırları, sorumlulukları, getirisi götürüsü, olmazsa olmazları vs. vardır. Fikrin oluşum süreci de kolektif bir çaba ile tahakkuk etmiş olabilir ve fakat bu noktada bir ‘şahsiyet/şahsi liderlik’ sürece önderlik, öncülük etmiş, öne çıkmıştır. Bu doğal bir seyirdir. Yine doğal olan sonraki süreçlerin de ‘fikri liderlik’ öncelikli olmak koşuluyla ‘şahsi liderlik’le sürdürülmesidir. Akideye vakıf, yol ve yöntemi iyi bilen, fedakar, samimi, ehliyet ve liyakat sahibi, vizyon sahibi, misyonunun eri her kişi bu vazifeyi üstlenebilir. Elbette ‘er kişi’ öne çıkacaktır. Bu bir adanma meselesidir. Dert/dava edinme işidir. Bu işi önemseme ve ilk sıraya alma işidir. Üstüne yoğunlaşma, zamanını, emeğini, imkânlarını bu yola seferber etme işidir. Bu kendini dışa vuran bir vasıftır, öyle ceketin altına saklanacak, görmezden gelinecek, hakkı gasp edilecek bir durum değildir. Böylesi bir hal, fikre de, onun korunması ve yayılmasına da, müntesiplerine de zarar verecektir. Herkes kayıp edecektir sonuçta.

Fikir, maddi bir miras gibi düşünülemez. Bu verasette elbette kan bağının bir dayatması olamaz. Olsa olsa önceliği olabilir, o da gerekli şartlar, ehliyet ve liyakatle beraber olmak koşuluyla. Yoksa peşinen, kan bağına sahip diye bir dezavantaj olarak engel de konulamaz. Bu haksızlık olur. Hz. Ömer’in oğlunu işaret etmesi istendiğinde ‘Bir aileden bir feda/kurban yeter!’ diye şerh düşmesi bize bir ışık sunabilir. Bu ağır bir yüktür. Bu yükten yüksünmeyecek, yükü yüklenecek, yükümlülüklerini liyakaten yerine getirecek bir neseben yakınlık kimse için bir sorun teşkil etmemelidir. Bu hasbi olmayı gerektirir, hesap kitap bilmeyi/tutmayı/gütmeyi değil! Nuh ile oğlu arasındaki diyaloğu ve Rabb’imizin uyarısını biliyorsunuz, peki İbrahim ile İsmail, Yakup ile oğulları arası diyalog ve ilişkiler… Burada ‘kim’ olmaktan önce ‘kimlik ve kişilik’ önemli değil mi? Davayı dert/dava edinmek, yola koyulmak, yolda olmak… Terekeye bakmak lazım terk edip gitmeden önce, size ne kalmadı, ne düşmedi de başka yollara düştünüz?! Kalanlara ne miras kaldı? Siz giderken geride ne bıraktınız? Lütfen kızmayınız, öfkelenmeyiniz; içten, içerden bir kardeş eleştirisi olarak bakınız. Sonra siz eleştiri ve önerinizi sununuz. Sonra kendimize gelelim; ‘biz’, ‘bize’ gelelim!

Fikre ‘üretim’ yoluyla katkı sunulabilir. Bu artı değer doğurur. Bu yoldaki çabalar, yoğunlaşmalar zaten ‘liderlik’ konusunda işaret verecektir. Üretim de ana çizgiye, ana ilkelere, manifestoya aykırı olamaz. Elbette güncellemeler, araçlarda değişim, yol yöntemde asla uygun, doku uyuşmazlığı yapmayacak tadilat/değişiklik, görev ve yetkilerde devir ve nöbetleşme, iletişim dilinde taktik uyarlamalar yapılabilir. Fikrin kitlelere ulaştırılmasında, fikrin görünür, yaşanır kılınmasında zaman ve zemine göre, taviz ve eklektizm sayılmayacak, takiyye olmayacak, akideden onay alabilecek açılımlar da yapılabilir. Bunlar danışma, dayanışma, istişare ve ortak akılla alınabilecek kararlardır.

Fikirden geçinmek, tüketmek ise bir sorundur. Aynı fikre sahip, onu savunur, sahip çıkar görünürken yek vücut olamayıp nizaaya düşmek, didişmek, polemik üretmek, kötü enerji yaymak, yapılanlara engel olmak izahı mümkün olmayan, çok müsamaha da gösterilemeyecek durumlardır. ‘Fikri liderlik’ olgusundan bahseden bir camianın, kişiler ve ‘şahsi liderlik’ üzerinden enerji yitimi, birbirlerine düşmeleri akıl alır cinsten değildir. Cins fikirlerin, fikriyatın olduğu yerde ‘cinslik’ yapmanın lüzumu yoktur! Elbette anlaşmazlıklar, meselelere farklı bakış ve yaklaşımlar, bir konuda faklı çıkarım ve öneriler olabilecektir. Bunlar konuşup tartışarak, meseleyi birlikte teati ederek, aklı akla ekleyerek halledilecektir. Bir karara varıldığında da hep beraber ardında durulacaktır. ‘İtaat’ ilişkilerinin müslümanım diyenlerin yaşadıkları coğrafyalarda yanlış kullanımı, ‘iç edilmesi’ konularında eleştirisi olan bizlerin doğrusunu göstermek, uygulamak noktasında bir hassasiyetimizin olması gerekmez mi? Kendi ilkelerimizi kendimiz çiğnememeliyiz. Bu ilkesizlik olmaz mı? Bu iş, Ali’nin, Veli’nin işi değil ki? Birbirimizi razı etmek ve ‘temenna’ altında bırakmak koşullarıyla hareket edemeyiz. Biz her hal ü kârda Allah razı olsun, O’nun dini ve kelimesi yücelsin diye gayret ediyorken, ‘ben-sen-o’ isimlerinin esamisi okunur mu? En öndekinden başlayarak sorumluluğun da en çok, yükün de en ağır olduğu bir hiyerarşiden, yatay (baklava dilimi gibi; bilinçli bir orta/genel direğin üstünde, katmanlar/halkalar halinde yükselen, simetrik bir sorumluluk yükleyen, hal-ahd ve akd sahibi bir topluluğun murakabesinde, ismin ve cismin önemli olmadığı, fikri liderliğin hakim olduğu şahsi liderliğe açık) bir yapılanmadan bahsediyoruz. Eşitler arasından eşit biri… Hadi adını koyalım, liyakati ve ehliyeti ıskalamadan ‘karizmatik’ olanı… Temayülün öne çıkanı, onayın ikna temelli ekserisini alanı…

Fikri ayrılık yok iken, sırf ‘aramızdaki çekememezlik’, kıskançlık yüzünden ayrılığa düşmek hangi fikrin gereği?! O zaman ‘Biz başka bir fikir etrafında buluşuyoruz!’ dersiniz, biz de ‘yersek’ olur biter! O zaman siz özgürsünüz fikir sizi bağlamıyor demektir. Yok, eğer bu muktesebata aidiyetten, ‘miras’ olmasından dem vuruyorsanız, durup/durulup bir/bin kere daha düşünmelisiniz. Kendinize gelmelisiniz! Sonra da ‘Biz’e gelmelisiniz! ‘Miras yedi’ durumuna düşmek var neticede… Siyasi, kelami/itikadi, ameli mezheplerin tarihsel süreçlerindeki kırılma noktalarına iyi bakıp gereken dersleri almak durumundayız. Bu konuda kısmen farkındalık izhar eden bizlerin aynı duruma düşürecek savrulmalara, eften püften farklılıklara(!) kanarak, takılarak mirası tırtıklarcasına sağa sola savrulmalarımız olacak şey değil! İzahı mümkün değil! Her ayrılık ne derseniz deyin ‘gayrılık’ doğurur! Gözden ırak olan gönülden de ıraklaşır! Bu rüzgârımızı dağıtır. Gücü yitirmemize sebep olur. Bizleri ‘Kendi himmete muhtaç dede!’ durumuna düşürür. Kimseye bir şey diyemez hale geliriz. Zamanla ‘fikriyat’ sorgulanmaya başlar! Anlattığınız fikriyatın sizi ne hale getirdiğine bakar insanlar/muhataplar! Başkalarına söyleyip kendinizi unutmanıza…

Tamam, insanın olduğu yerde isyan da nisyan da olur. Problem daima vardır. Bu sadece buraya, bize özgü de değildir. Ancak işin ucunda zahirde ve yakında ‘rütbe de mal da olmayan’ bir hamallık söz konusu iken, daha çok ‘yan giderlerin’ söz konusu olduğu böylesi bir mücadele ortamında bizlerin daha bir kendine çeki düzen vermesi, her meselede kılı kırk yararcasına hassas davranması gerekli değil midir? Birbirimizi idare edip, hoş göremezsek, sevgi saygı göstermezsek, değer verip önemsemezsek ya bizleri kim, ne için dinlesin, kale alsın! Sesimize, sözümüze, fikrimize kulak versin! ‘Gel!’ deyince gelsin!

Ayrılığın da bir ‘ahlakı’ vardır. Kuralı kaidesi olur. Bir evlilikte anlaşmazlık ileri boyutlara varmışsa boşanma süreçleri, hakemlik müessesesi işletilir. Karara varıldığında ‘yeni kapılar açılacağı’ bir nevi rahatlatma, zorunluluk/tek çare olmamak anlamında ilahi bir müjde devreye girer. Siz, yazarı, okuru, kitleyi hiç muhatap almadan -ki işi onlar üzerinden sürdürmek, nitelik derken dahi bu niceliğe göz kırpmak durumunda iken-, ilkelerinizin bir nevi aksini yaparken, fikrin ismini bile terk edip yeni bir isme karar verememişken, hangi hak ve maddeye dayanarak, ‘tekel oluştururcasına’ kendi başınıza, kendinizce karar alıp uygulayabiliyorsunuz. Bu sizin seçilmiş, ‘fikrin tek mirasçısı’ olduğunuz anlamına mı geliyor?!

Tek duamız bu şerden bir hayır meydana getirmesi için sadece Rabb’imizedir. Tekraren bir silkinme,  muhasebe ve muhakeme, toparlanma, eskisi yenisi, yaşlısı genci, kadını erkeği ile bir kaynaşma ve kardeşlik tesis edebilmemiz için bizlere yardımcı olması ve işimizi/yolumuzu bize kolaylaması duası ile…

 

YORUMLAR
  • mbozac   18-11-2017 12:51

    yazıda 'temenna' kavramı kullanılmıştır, ('temenna' altında bırakmak)şeklinde.kavramın içeriği kendi başına olumlu iken cümlenin akışı içinde olumsuzluk içerikli 'saygı duymak zorunda bırakmak' anlamıyla, Kur'andaki Hucurat 17. ayet gereği 'temunnu-yemunnu' kelimelerinin içeriğince düşünülmelidir.

  • Sinan Bulut   08-11-2017 01:24

    "Cins fikirlerin, fikriyatın olduğu yerde ‘cinslik’ yapmanın lüzumu yoktur!" Nokta.

Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN