KEŞKEM ÇİFTİ

Mustafa BOZACIOĞLU

01-12-2016 08:10


Ne kadar da ‘keşke’miz var değil mi? ‘Keşke’si olmayanımız var mı acaba? ‘Keşke’ keşkelerimiz olmasa! Hem de hiç! Ne iyi olurdu! Bu mümkün mü bilmem amma imkansız da olmasa gerek! En azından kontrollü olarak, azaltma eğilimli ve tekrarlanmamak şeklinde sürdürebilsek onunla ilişkimizi… Keşke…

 

Yine her şey güllük gülistanlık olur muydu, belli değil! En azından kendi muhasebemizi tutturmak, yapıp etmelerimizin sorumluluğunu üstlenip bedellerini kimselere ödettirmeye kalkmadan kabullenmek, dinginlik ve iç huzura ermek, paradokslardan kurtulmak, ikircikli halden sıyrılmak, kararlılık ve tutarlılık taşımak adına önemseli mesele…

 

Meselenin ‘acaba’ ifadesi ile ilişki ve irtibatı da yadsınamaz! Keza, mazeretlerimizle olan ilişkisi de… Aslında bu ‘acabalar’ ve ‘mazeretler’ keşkeleri doğuruyor desek yeridir.

 

Teşbihte hata olmasın, hani münafıkların inananlar karşısında; bir iyilikle/ganimet/zafer karşılaştıklarında ‘Biz de sizinle beraberdik!’, bir sıkıntı, zorlukla karşılaştıklarında/can ve mal yitimi ‘Biz size demiştik, geri kalsaydınız bunlar başınıza gelmezdi, iyi ki ayrılmışız!’ demeleri örneğindeki iki boyutlu ve genel için norm/kriter/şablon kılınabilecek tavırları gibi… Ne yardan ne serden (vaz)geçememek… Riski, sorumluluğu göze alamamak. Bunu kişisel ve topluluk/cemaat özelinde açabiliriz… Bu kadar uç/ifrat-tefrit boyutlarda yaşanmasa da genel tablo anlamında durum bu! Bu, onların ikircikli yapıları gereği ve ahireti yadsıyan zanları sebebiyle böyleydi. Tek dünyalı iki yüzlü/çok maskeli oluşları nedeniyle yani!

 

Olay ve olgulara nicel ve tek taraflı bakmaları, dünyevî kaygıları nedeniyle böyle davranıyorlardı. Aslında göremediğimiz, münafıklar özelinde sunulan körlük; hakka hakkıyla teslim olmak, hakikate layıkıyla/hakikaten riayet etmek bizatihi ‘kazan kazan’ durumudur. Bu tercihin kaybı nicel olarak var(mış) gibi dursa da bu tamamen bir akıllılık, doğru bir tercih ve ötelere/ahir(et)e yatırım yapmaktır. Durumdan anlaşılacağı kadarıyla konumuz yaradılışın gereği imtihan olgusu, kulluk vazifemizle alakalı olarak ele alınmaktadır.

 

Beşer olarak, dünyaya müteallik, canlılık fonksiyonları gereği ibaha alanına giren, en dış genel dairenin/sınırın sınırlarını zorlamadan yapılacak tercihler –ki dinin hayatın tüm kılcal damarlarına değin boşluk, istisna bırakmaksızın rengini verecek niteliği ihmal edilmeden ve unutulmadan- konumuzun kenarında durmaktadır. Hem bu konularda ‘keşkeler’ bitmez, bitmeyecektir de! Bu bir yere kadar anlaşılabilir bir durumdur, sayılan hususlar dolayısıyla… Şu da var ki; bu dünya meşgaleleri ile ilgili keşkelerin bir telafi fırsatı, imkan ve dönüşü olabilmektedir. Hatta başlangıçta keşke dediğiniz bir durumun ilerleyen zaman diliminde ‘iyi ki’ ile tamamlandığı da görülebilmektedir.

 

Bunu en iyi anlatan örnek, İç Anadolu civarından bilinen ‘Keşkem çifti’ denilen uygulamadır. Bu isimlendirmeye göre, ikinci ürün almak adına ve havaların müsait olduğu fırsatları değerlendirme amaçlı olarak sonbaharda yeni bir ürün ekimi yapılırmış. Bu ekimi yapanlar şartlar ters dönüp hesap tutmayınca, emeklerin zayi olması hasebiyle; ekimi yapmayanlar ise uygun şartlar gereği ekimi yapanların ürün devşirdiklerini gördüklerinde fırsatı kaçırdıkları için ‘keşke’ derlermiş. Hasılı bitmez bu keşkeler, bitmeyecek, bitmesi de beklenmez!

 

Bu manada, dünya ile ilgili iş ve işlemlerdeki keşkeler -ne kadar yalıtabilirseniz öte’den bilmem amma- dedik ya, belli ölçüde anlaşılabilir, tolere edilebilir, normal bir durumdur. Lakin, bir de şu var, sanki ikinci ihtimalin sonuçları kesinlikle lehte sonuçlanacakmış, gaybe vakıfmışız da garantisi varmış, öyle karar alınıp yapılsa imiş ilk keşkeye lüzum kalmayacakmış algı ve yanılsaması mevcut, daha vahim olan! Oysa belki de ikinci ihtimal daha zor ve kötü sonuçlara gebe, bilemiyoruz. ‘Keşkem keşkem’ de denilebilecek bir akıbet bizi bekliyor olabilir!

 

Anlaşılan o ki bizler süreçleri doğru işletecek karar mekanizmalarına müracaat edecek, sa’ye sarılacak, danışacak/istişarelerde bulunacak, doğru bilgilenecek ve en nihayetinde aldığımız kararın ardında durarak kararlılık gösterecek bir olgunluk göstermeliyiz. Her hal ve şartta Rabbe güvenmeli, O’na sığınmalı, tevekkülü elden bırakmamalıyız. Dua ve niyazlarımızın sonu ‘Alemlerin rabbi Allah’a hamd olsun’ olmalı; şeksiz, şirksiz, isyansız bir nitelikte daima O’na yönelmeli, samimiyetle teslim olanlardan olmalıyız.

 

Dünyaya dair eylem(e)lerimiz ‘şer bildiklerinizde hayır, hayır bildiklerinizde şer olabilir’ düsturu çerçevesinde karşılandığında her şey normalleşebilir. Bizler de yapıp etmelerimizin ardında durma, kararlılık, tutarlılık açılarından doğru bir iş yapmış oluruz. Mesele; siyah ceket mi, laci mi; doğan araba mı, şahin mi; kuru mu yiyelim, nohut mu bağlamında ele alınmıyor takdir ederseniz. Hak ediş, yükümlülükler ve bedelleri/cezası/karşılığı/sorumluluk olgusu çerçevesinde buralardan birer ders çıkaralım istiyoruz. Neyse, konu alışımız açısından, iki dünyalı, dünyayı ahiretin tarlası ve asıl/öncelikli gören ve fakat ahireti sürekli erteleyen bizler için ‘keşke’ler ne anlama geliyor? Nasıl algılanmalı? Tartışmaya değer… Biz buna odaklanalım…

 

Hani, ‘biriktirip, yığıp da Allah yolunda harcamama’ olgusu ve  ‘harcadıklarının, sarf ettiklerinin öte’de işe yaramaması, kabul edilmemesi’, ‘’müflis tüccar’’ metaforu var ya -Allah muhafaza- işte asıl mesele bu! Olmak ya da olmamak! Kazanmak ya da kaybetmek! Keşke demenin kar etmeyeceği, telafisinin bulunamayacağı durum! Dahası, ukba’da, Rabbe dönüp, sözüm ona nedametle/pişmanlık dürüstü ile ‘Rabbimiz, bizi dönder de bir daha kötülük yapmayalım, iyilerden olalım!’ serzenişinin kabul edilmeyeceği fani için fena akıbet! Eğer nadim olunacak ve hal ü gidişat düzeltilecekse can bedendeyken, emanet teslim edilmeden halisane ve safiyane bir tövbe/dönüş ile gereğini tam bir teslimiyetle ve nitelikli bir yönelişle burada fırsatları/Rabbimizin ihmal etmeyip ihmal edişini/mühlet verişini iyi/doğru değerlendirmeli, iyilikler/hayır yolunda bir yarışa, yardımlaşmaya girmelidir kul/insan… İsyan ve nisyanını törpüleyerek…

 

Mü’min ve Müslüman şahsiyet, Kur’anî analojiyle ‘her daim ürün verme şartlarını haiz’ yüksek bir yerde, verimli bir toprakta, yağmur olmasa bile çisentinin işe yaradığı bir tercih çerçevesinde ekimini yapan, faaliyetini sürdüren kişidir. Neyi, ne için, kim için yaptığının bilincinde olmak! Farkındalık! Tercihindeki netlik ve nitelik! Samimiyet!

 

Doğru sonuçlar doğru işlerden çıkar. Eğri cetvel ile doğru çizgi çizilemez! Aynı şeyleri yapıp durup başka sonuçlar beklemek akıllı kişinin karı mıdır? Doğru düşünüp(!) yanlış konuşmak, yanlış yapmak ve yaptıklarının farkına varmadan, peşinde sürüklediği kitle/kalabalık/yığınların vebalini de üstlenerek üstelik, kaya üzerindeki bir kırtik toprak parçacığına ekim yapmak, odaklanmak ve sonuçta da hafif bir esinti ile çer çöpe dönen bir çaba ‘keşke’lere sığınsa ne olur, sığınmasa ne olur?! ‘Aynı delikten iki kere ısırılmamak’ söylemi, düşünüp ders alınmadıktan sonra kağıda yazılsa ne olur, duvarlara kazınsa ne?! Her aracı kullanıp (her araca/dolmuşa binip) her aracıya akıl emanet edenler araçsallaştı(rıldı)klarının farkında mıdırlar?!

 

Bir işin doğruluk ölçütü Hakk’ın rızasıdır. O, vahiyle, elçileriyle olacakları, olması gerekenleri, olanca açıklığıyla açıklamış, bizleri muhafaza etmiş de bizler algılayıp anlayarak, anlaşarak kendimizi muhafaza etmeli değil miyiz? ‘İyi niyet’ sahibini bağlar! Müslümanım diyenden sadır olan her amelin mahza salih olacağı, kesinlikle kabul göreceği, hayır doğuracağı söylenemez/söylenemiyor, ne yazık ki! Vakıa ortada! Kişi yaptıkları kadar, hatta daha çok yapmadıkları ile bir farklılık sergiler.  Neyin, nasıl ve niçin yapılacağı ve de yapılmayacağı son mesajla, son elçinin örnekliği ile açıklanıp örneklendiğine göre bizim müracaat noktamız, referans mercimiz orasıdır.

 

Onun dışındakiler ‘risk’tir. O riskin bedeli de o oranda ağırdır. Bir şeyler yapmamayı, yapamamayı mazur görmeden/göstermeden, illa da bir şeyler yapmak adına hesapsız kitapsız, ölçüp biçmeden,  getirisine götürüsüne bakmadan, sonuçların kimin işine yarayacağını, elini güçlendireceğini düşünmeden, kırmızı çizgilere uygunluğuna kani olunmadan- ki bu da zanni, nefsi/indi, ‘iyi niyet’ sarmallı, mezhep meşrep çıkarsamalı olamaz- hareket edilmemelidir. Sonra ‘keşke’ler pahalıya patlayacağı gibi, artık ‘keşke’ bile demeyi umursamaz bir unutkanlık, alışmışlık yol olur! Kör noktalar meydana gelir, körlük oluşur!

 

Vahye ram olup sığınmak ve vahye uygun sa’ye sarılmak, birbirimizle ünsiyeti artırıp aşırılıklardan arınarak, iyiliklerde yarış ve dayanışma, danışma içinde, bırakınız yanlışa düştükten sonrayı, öyle bir ihtimal kuşkusunda dahi uyarmak, uyartılara kulak vermek şiarımız olmalıdır. Keşke demeden; keşke diyemeyecek, keşke’si kabul görmeyecek andan önce… Bir an evvel, hemen şimdi.

YORUMLAR
  • HUSEYİN ŞAŞMAZ   01-12-2016 16:12

    Şu fikir iyi açıklanıp insanlığa anlatılsa keşke diye bir söz olmayacak.Kişi her şeyi net algılayacak. Onun için bu fikrin üzerinde yoğunlaşarak çalışmak gerekiyor. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.

Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN