Ahmed KALKAN
ADIM ATMA, AYAK BASMA BAYRAMI
Adı konulmamış Peygamber taslağı, altı iman esasına alternatif olsun diye altı ok adıyla ilkeler koyar. “Elhamdu lillâh Müslümanım” cümlesine nazîre olarak “ne mutlu Türküm diyene” dedirtir. Peygamberimizin hicreti vardır; devlet kuran hicret. Peygamberimizin Medine’ye adım atmasına alternatif olarak o da Samsun’a adım attığı günü bayram ilan eder. Ne olmuş, ne olmuş; filan kimse Samsun’a ayak basmış! O da önemli sayar bir başka ülkeye gider gibi başka bir şehre gidişini. Cumhuriyet rejimi için atılan adımdır bu çünkü. “Bu adım attığım gün bayram olsun!” diye kükrer. Çocuklara, yok yok, çocuklara değil, gençlere bayram olsun. O olsun dedimi olur, o başpadişah.
Cumhur; çoğunluk, ekseriyet anlamına gelir. İslâmî literatürde İslâm âlimlerinin büyük bir çoğunluğunu ve genel eğilimini yansıtmak için cumhûr-ı ulemâ terimi şeklinde kullanılır. Çoğunluk anlamındaki cumhûr kelimesinden türeyen cumhuriyet; terim olarak bir toplumu yönetme yetkisinin, seçimle halktan alındığı siyasal örgütlenme biçimine denir. Cumhuriyet, tek kişinin bir toplumu yönetmesi anlamındaki “monarşi”nin karşıtıdır. Cumhuriyet yönetiminde, toplumu yönetecek olanlar, halk tarafından seçilir. Monarşide ise böyle bir seçim yoktur; yönetim, babadan oğula veya kardeşe geçen bir sistemle iş başına gelen bir kişi tarafından yönetilir. Her ikisi de İslâm’ın reddettiği yönetimlerdir. İslâmî sistem, bey’at denilen özel bir seçimle iş başına gelmiş, yönetimde ehil ve emin kişilerle istişare ederek Allah’ın indirdiği hükümlerle adâletli şekilde hükmeden, bizim gibi müslüman olan kişilerin yönettiği; Peygamberimizin Medine’deki yöneticiliğini örnek alan sistemdir. Bugünü bayram kabul etmek, işte böyle bir devlet sistemini istememek, yönetimde Peygamberimizi değil, Atatürk’ü örnek almak demektir.
Bu gün, Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı imiş. Anma, yani zikir… Kaç defa çekmemiz gerekiyor ki… 1000 mi, 1500 mü, yoksa 1919 mu, 2019 mu? Bundan sonra, kimi saf insanımızın yüzüncü yılda “getirecekler” diye beklediği ne imiş, görecek halk. Bugün görmediyse yarın neyi görecek, göreceğiz. Ancak, görse de değişen bir şey olmaz, bir başka baharı bekletirler, o bahar da ya hiç gelmez veya “Arap baharı”nda olduğu gibi “kış”ı “bahar” diye yutturmaya çalışırlar. Herkes atasının izinden gidiyor.
Atalar yolu denen şey bu olsa gerek. Türkiye Cumhuriyeti, vatandaşlarını önce Ataist, sonra ateist yapılmaya uğraşan, okulları bu konuyla görevlendiren bir sistemsiz sistem, düzensiz düzen. Gençlerin hali, tam bayramlık gerçekten. İşsiz, dâvâsız, idealsiz; inanç ve ahlâk kalıplarından kurtulan özgür gençler. Kitapsız, namazsız yapabilen; ama telefonsuz, müziksiz, futbolsuz yapamayan gençler…
Gençlerin hakkıdır, onları mayısın 19’uyla yetindiremeyiz. Sadece 19 Mayıs’ta değil, her gün bayram yapması gerekir gençlerin… Sporun da bayramı mı olurmuş, demeyin. T.C.’de olur. Spor demek buralarda, futbol demektir. Trabzon – Fener, Bursa-BJK örneklerinde olduğu gibi “ölmeye gelen” savaşa gider gibi gidilen maçlar. Demek ki bu bayram, sporun kurban bayramı. Kurbanlar da top olacak değil, top seyircisi gençlik.
Kazançlara bayram; kayıplara mâtem yapılır. 19 Mayıs, Müslümanlara ne kazanım getirmiş, ne kayıplara sebep olmuştur, bunları iyi değerlendirmek zorundayız. Türkiye’de ilan edilip uygulanan şekliyle cumhuriyet rejimi, şeriatle bağların tümüyle koparılıp Batı tarzı laik ve demokratik yönetimi temsil etmektedir. Monarşiyi, padişahlığı savunan bir muvahhid Müslüman çıkmaz. Ona antitez olarak gösterilen Türkiye Cumhuriyeti, 550 tane padişah çıkarmış, bu sultanlar, aynı zamanda tâğut vasfıyla insanlara ilâhlığa soyunmuştur.
Peygamberimiz’in uyguladığı Kur’an’da özellikleri belirtilen İslâm Devletinden yana olan muvahhid mü’minler, padişahlığı savunmadığı gibi, Türkiye’de uygulanan şekliyle Cumhuriyet rejimini de savunamaz. Hele böyle İslâm’ın siyasal ve sosyal hayattan uzaklaştırılması için atılan adımın yıl dönümlerini bayram olarak hiç mi hiç kabul edemez. Bu rejim, adı cumhuriyet de olsa, halkı, çoğunluğu temsil de etmemektedir. Halkı, halk değil; yattığı yerden Atatürk, silahlı güçler ve derin devlet, zenginler klübü, medya, bürokrasi, Amerika ve İsrail zihniyeti yönetmektedir.
Bugün insanlar huzurlu ve mutlu ise, memleket manevî ve maddî yönden kalkınmış ise, insanlar birbirine güvenebiliyor, ahlâklarından şikâyet edilmiyorsa, geçim problemleri insanların çoğunu kuşatmamışsa, her şeyden önemlisi insanlar cennete doğru yol alıyor, Allah’ın rızasına uygun yaşayabiliyorsa, o zaman bu rejimin kuruluşu için atılan adım gününü bayram olarak kabul etmek tartışılabilir. Yok, her konuda rejim, yapacağını yapmış, insanlara vaad edeceği başka bir şey kalmamış, buna rağmen her kesim şikâyetçi ise, o zaman baş suçluyu rejim olarak görmek zorundayız. Türkiye’nin
problemlerinden 19 Mayısta ilk tohumlarının atıldığı Cumhuriyetin ilanıyla birlikte yönetimden tümüyle uzaklaştırılan İslâm’ı kimse sorumlu gösteremez. Tüm problemlerin gerçek kaynağı bu rejimdir.
Allah’ın Rasûlü şöyle der: "Ey Ebû Bekir, her toplumun (kendi inancına göre) bayramı vardır. Bu (Ramazan ve Kurban Bayramı) bizim bayramımızdır." (Buhârî, Iydeyn 3; Müslim, Salâtu'l-Iydeyn 16). Filistin başta olmak üzere dünyanın nice yerinde müslüman kanı akar, insanımıza maddî ve mânevî her çeşit zulüm uygulanırken, İslâm dışı ortam ve yapılar kişileri Allah'tan koparmaya ve dünyevîleştirmeye çabalarken Müslüman, hangi günü, niçin, nasıl bayram kabul edecektir?
Firavunî sistemlerin temeli, zora ve zulme dayanır. Orada insanlar gruplara, partilere ayrılarak güçsüzleştirilerek birlikleri yok edilir. Bu sistemlerin zulüm ve sömürülerinden kendilerini korumaya çalışanlar, Firavunların/küfür önderlerinin kendilerine müsaade etmiş oldukları yasalar çerçevesinde hareket ederler. Bu sebeple orada güç ve inisiyatif Firavunların elindedir, onu diledikleri gibi kullanırlar. Tüm mücâdeleci hareketleri kontrolleri altında tutarlar.
Allah ise zayıf bırakılmış, ezilen ve sömürülen müstaz’af halka seslenerek onları birlik olmaya, yeniden imâmeti diriltmeye ve müstekbirlere karşı mücâdeleye dâvet ediyor, kendilerine lütufta bulunarak onları yeniden önderler yapacağını, ezilmiş ve sömürülmüşlükten kurtaracağını ve ne yapmaları gerektiğini anlatarak uyarıyor.
“Biz istiyoruz ki, o yeryüzünde müstaz’aflara (güçsüz düşürülenlere) lütufta bulunalım, onları imamlar/önderler yapalım, onları vârisler kılalım (ötekilerin yerini aldıralım).” (28/Kasas, 5)
“Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah’a ve Rasûlüne icâbet edin. Ve bilin ki, muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz O’na götürülüp toplanacaksınız.” (8/Enfâl, 24) İman edenler, imanlarının gereği olarak Allah’ın ve Rasûlünün çağrısına dikkat etmeliler. Bu çağrının gösterdiği hedefin gerçekleşebilmesi için gerekli güç ve çalışmayı ortaya koymalılar. Zira bu çağrı iman edenlere hayat bahşedecek bir dâvettir. İmâmet kurumunun yeniden gerçekleşebilmesi için imamlı cemaatlerini oluşturmaları gerekir. Zira Allah’ın huzuruna götürüldükleri âhiret gününde bu ağır sorumluluk gerektiren görevlerini yerine getirmemenin ne anlama geldiğini bilirler.
Her imam, kendi cemaatini oluştururken, İslâm’ın karşısında insanlar da oluşacaktır. Bu insanlar da küfrün imamlarıdır. İnsanları kendi küfür yollarına dâvet ederken, kendi küfrî toplumlarını oluştururlar. Artık orada iki ayrı topluluk oluşmuştur. Bir yanda insanları Allah ve O’nun dinine çağıran imam ve beraberinde oluşan “İslâm toplumu”, diğer yanda, insanları ateşe (cehenneme) çağıran küfür imamları ve beraberinde oluşan “câhiliyye toplumu”. Bu iki toplumun da inandıkları bir rabbi, bir dini vardır.
Bu topluluklar, âhirete imamlarıyla birlikte giderler. Peygamber’i, O’nun getirdiği Kur’an’ı ve Kitap’la insanlar arasında hükmeden Peygamber’in halefi olan imamları kendisine rehber edinenler âhirette O’nunla beraber cennete girerler. Allah, Kur’an ve Peygamber’i tanımayan veya bunları tanıdığını iddia etmesine rağmen, Kur’an’ı yaşam biçimi olarak kabullenmeyip kendi yanlarından sistem belirleyerek insanları onunla idare edenleri önder ve rehber edinenler de âhirette o imamlarıyla birlikte ateşe girecekler, cehenneme atılacaklardır.
Her ümmetin peygamberi Allah huzurunda şâhidlik edecek (4/Nisâ, 41) ve “Ya Rabbi, Senin dinini, Senin mesajını insanlara ulaştırdım, onlara Kitap’ta belirlediğin hayat şeklini ve bana öğrettiğin doğru düşünme ve uygulama biçimini öğrettim” diyecektir. Rasûlullah’ın ümmeti, sadece kendi bulunduğu dönemde yaşayıp da dâvetini kabullenerek onun gereklerini yerine getiren insanlarla sınırlı değildir. Bu ümmet, O’nun risâlet döneminde başlayıp kıyâmet gününe kadar getirmiş olduğu dine girerek ona uygun amellerle imanını doğrulayarak onun göstermiş olduğu yolda yürüyen ve o dinin sürekli yaşanılabilmesi için dâvet ve cihad görevini yerine getiren insanların tamamından oluşmaktadır.
Biz de, bizim için çizilmiş olan bu yolda imamlarımızı hangi ölçüye göre tesbit etmiş olduğumuza, kimleri imam olarak tanıdığımıza dikkat edelim. Dikkat edelim ki, âhiretimizi kurtarmaya çalışmış, görevimizi yapmış olabilelim; âhirete imamımızla birlikte gideceğimizi unutmayalım. Onlar bizim hakkımızda orada şâhidlik edeceklerdir.
Kur’an’da belirlenen imamlı cemaatimizi oluşturarak, âhirette kurtuluşumuzu sağlayacak davranış içerisinde olalım. Bu ümmetin kıyâmete kadar devam edebilmesi için bizden sonra gelen nesillere bu kurumu sapasağlam, tertemiz bir vaziyette bırakalım ki, kurtuluşa erenlerden olabilelim. “İçinizden hayra çağıran ve ma’rûfu emredip münkerden nehyeden bir ümmet bulunsun. Kurtuluşa erenler, işte bunlardır.” (3/Âl-i
İmrân, 104) “Muhakkak ümmetiniz tek bir ümmettir ve Ben de sizin Rabbinizim; o halde Bana ibâdet edin.” (21/Enbiyâ, 92)
İşte, Allah’ın tarif ettiği ideal toplum. İslâm’ı kendine din olarak seçmiş, Allah’a iman ederek yalnız O’nu Rab edinmiş, kulluğunu sadece O’na yaparak başka hiçbir şeyi ortak tanımayan, sahte rableri reddederek onların yaşam biçimlerini ve ideolojilerini kabul etmeden, kıble edinilen çeşitli şeylere yönelmeyip sadece Rabbimizin belirlediği kıbleye yönelen, Kur’an’da tarif edilen, özellikleri belirtilen şahsı kendisine imam edinerek, başkalarını önder ve rehber edinmeyen muttakî toplum; işte kurtulacak olan cemaat de budur (C. Tayyar Soykök, Kur'an'da İmam ve İmamet, Haksöz, sayı 62).
Kim hükmetme, kanun koyma hakkını Allah’tan başkasına verirse, Allah’tan başkasını rab edinmiş olur. Bu hakkı verdiği otoriteyi Allah’a şirk koşmuş olur. İslâm'ın dışındaki tüm yönetim şekilleri, hayat sistemleri küfürdür, tâğutîdir, çağdaş tâğutları temsil etmektedir. Onları inkâr etmek, tanımamak ve onlardan uzak durmak gerekir. Aynı şekilde onları bilinçli olarak ve doğru kabul ederek destekleyenler de iman-küfür saflaşmasında tercihini yapmış sayılır.
Kur'an ve sünneti bırakıp insanların hayatlarını düzenleyen beşerî kanunlar koyanlar, “tâğut” kategorisine girer. Bu tâğutî otoriteleri ikrah olmaksızın reddetmeyenler, bunların hükümlerini mutlak şekilde kabul edip tatbik edenler de saflarını belli etmiş kimselerdir.
Safını Allah’tan yana belirlemiş olanlara selâm olsun!