Ahmed KALKAN
ELMALILI TEFSİRİNİ M. KEMAL Mİ YAZDIRDI?
Bazıları bile bile yalan söyleyerek ve bazıları da yalancıların M. Kemal’i Müslüman gösterip halka sevdirmeyi amaçlayan bu yalanı gerçek sanıp söyledikleri bir söz vardır: “Atatürk Elmalılı Hamdi’ye tefsir yazdırdı.” Onu aklamaya, İslâm’a ve Müslümanlara dost olduğuna dair bir delil gibi göstermeye yarayan bir iddia bu.
“Tevhidî hakikatlerin topluma hâkim kılınması konusunda İblis’in/Şeytanın büyük katkısı oldu” demek gibi bir şey bu söz. M. Kemal'in, kendine yakışmayan böyle bir girişimde bulunmadığını açıklamaya çalışacağım.
Bu konuyu araştıranların da tespit edebileceği gibi; Elmalılı’ya tefsiri, Mehmet Akif'e meali, Babanzade Ahmed Naim'e Buhari'yi yazdırma işini M. Kemal vermedi. M. Kemal’in başkanı olduğu meclis (hem de ittifakla aldığı kararla) verdi. 53 kişinin ortak imzalarıyla meclise sunulan bu dilekçede ismi bile yoktur. Bir meclisin kararını, başkanına yüklemek ne kadar hakikat olur? Meclisin başkanı demek, meclisin aldığı tüm kararları o aldı anlamına gelmediği gibi, her meclis başkanı, istemediği nice kararı çoğunluğun oyuyla kabul etmek zorundadır.
Birinci meclis, diğer meclislerin aksine, halkın direkt olarak temsilcilerini gönderdiği ve yarısından fazlasının başı sarıklı mollalardan, âlimlerden oluşan meclis idi. Ve o meclis Kur’an-ı Kerim’in Türkçe’ye tefsir ve meal şeklinde çevrilmesi kararı aldı. Kur'an-ı Kerim'in Türkçe'ye tercüme ve tefsir edilmesi fikrini ilk kez ortaya koyan Abdullah Azmi Efendi ile Prof. Kâmil Miras'tır.
Meal ve tefsir tercümesi, 1923'deki ilk mecliste “sarıklılar” grubundan Eskişehir meb’usu Abdullah Azmi Efendi’nin Meclise verdiği 21.02.1341 tarihli takrir ile mümkün olabilmiştir. Bırakın M. Kemal Atatürk’ün Elmalılı Tefsiri ve Buhari-i Şerif’i tercüme ettirmesini, takrirde ismi bile geçmez (TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, İctima Senesi 2, İctima 61, cild 14, sayfa 222, 223. 21.02.1341 Cumartesi).53 milletvekilinin ortaklaşa imzalarıyla meclise gelen bukanun teklifi oybirliğiyle kabul edildi. İsimlerin tespitini meclis de yapmadı. Yani, Elmalılı’ya tefsir yazma görevini bırakın M. Kemal’i, onun başkanı olduğu meclis de vermedi. Bu takrirden sonra Diyanet İşleri Reisliği, Meclisin tahsisatına binaen Kur’an-ı Kerim’in Türkçe’ye çevrilmesi işini, yani meal yazmayı Mehmed Akif’e, tefsir kısmının yazımını Elmalılı Hamdi Yazır’a ve Buhari-i Şerif’in tercümesi işini de Babanzade Ahmed Naim’e havale etti. Akif, mealini yaktırıp aldığı parayı da iade edince, meal yazma görevi de Elmalılı Hamdi Efendi’ye tevdi edildi. Buhari’yi tercüme eden Ahmed Naim ilk üç cildin tercümesini bitirdiğinde vefat etti. Kalan 9 cildi tamamlamak üzere Prof. Kâmil Miras görevlendirildi.
M. Kemal’in Elmalılı tefsirinde de, diğer meal ve hadis kitaplarının tercümesinde de en küçük bir katkısı, yardımı olmamıştır. “Atatürk Elmalılı'ya tefsir yazdırdı” ifadesi gerçek dışıdır, M. Kemal’e de, Elmalılı'ya da bir iftiradır. Elmalılı, bazen açık bir şekilde ve bazen üstü örtülü tarzda, parlamentoya, M. Kemal’e ve onun devrimlerine tefsirinde ciddi eleştirilerde bulunur.
Kâmil Miras ise, konuyla az bir bağlantı kurduğu yerlerde bile (tercüme ettiği Allah Rasulünün sözleri olduğu halde) M. Kemal’e, meclise methiyeler düzmekten kaçınmaz. Bu meclisin bu tür İslami tavırlarından dolayı, o mebuslarla istediklerini gerçekleştiremeyeceğini anlayan M. Kemal, eline güç geçirdiğinde meclisi lağv etti.
Birinci meclis, bir buçuk yıl ancak görev yapabildi. Birinci meclisi kapattırdıktan sonra M. Kemal, kendi istediklerini milletvekili seçtirecek bir sistem oluşturdu.
M. Kemal’i de, onun devrimlerini de hiç sevmeyen Elmalılı, şapka giymemek için senelerce evinden çıkmadı, Cuma namazlarına bile katıl(a)madı. Mehmed Akif, müslümanca yaşayamayacağını anladığından Mısır'a kaçtı. M. Kemal’in derdi başka idi: Mehmet Akif'in yazdığı mealini imamların namaz kıldırırken Türkçe Kur'an şeklinde okutmak için projeler uygulamaya çalıştı.
M. Kemal’in ne yaptığını, devrimlerini, dine karşı tavırlarını değerlendirmiş olsa insanımız, ona isnat edilen böyle onun zihniyetiyle taban tabana zıt hikâyeler uydurmaz, uydurulanlara kanmazdı. Onun içki masasında böyle bir proje üretip mecliste bunu kabul ettirmesi gibi bir şeyin olup olmayacağını anlamak için çok derin araştırmaya bile gerek yoktur.
Bunu doğru kabul edenler sanıyor mu ki, Elmalılı'ya tefsir yazdırdı diye iftira atılan şahıs, tefsiri, Kur'an'ı çok seven, onun emirlerini devlet olarak uygulatan bir insandı? Sanılıyor mu ki, o beş vakit namazını kılan, oruç tutan bir kimse idi? Onun, içki gibi haramlardan kaçınan, kadınları örtüsünden çıkarmaya çalışmayan bir kimse olduğu mu iddia ediliyor?
Şeriatı, yani Kur'an hukukunu kaldırıp yerine Batılıların kanunlarını alan, şapka yüzünden nice âlimi idam ettiren, 600 yıldır kullanılan Kur'an harflerinden oluşan alfabeyi iptal ettirip onca tarihî mirası, ilmi, irfanı yok eden, Meclisteki son konuşması gibi İslam’ın ve Peygamberimizin aleyhinde onlarca çirkin söz söyleyen birisi, hiç Elmalılı’ya tefsir yazdırtır mı diye sorgulasa insan bu tür çelişkilere düşmez.
Bu karakterde ve bu zihniyette birisi tefsir yazdırıp halkın İslam'ı doğru tanımasını ister miydi? Halk İslam'ı doğru tanısa kendisine itaat eder miydi, diye düşünen bir kimse bile tarihî olaylardan haberi olmasa bile, bu tür yalanlara kanmaz, bu tür yalanları yaymaz.
M. Kemal, dini Türkçeleştirme isteğini uygulamaya döker. Meşhur şarkıcı ve hâfız Sadettin Kaynak başta olmak üzere bazı hocalara makamı ve teganni ile Arapça Kur’an kıraati gibi Türkçe (mealden) Kur’an okuma tatbikatları yaptırır. Ezanlar minarelerden Türkçe okunmaya başlamıştır. Elmalılı Hamdi Yazır ve Mehmed Akif Ersoy, M. Kemal Atatürk’ün bu tercümeleri Türkçe ibadet ucubeliğine âlet edeceğini fark etmişler ve haklı olarak bunun önüne geçmek istemişlerdir. Neticede Mehmed Akif meali teslim etmeyi reddetmiş ve Elmalılı Hamdi ise Türkçe ibadet projesini engellemek maksadıyla mealde kulağa hoş gelmeyecek şekilde devrik cümleler kurmuştur.
Nitekim M. Kemal’in “İslam’ın Türkleştirilmesi Projesi”ne bizzat katılan Sadettin Kaynak bunu şöyle itiraf etmektedir:
“Atatürk’ün arzusu; Kur’an’ın Türkçesinin de aslı gibi makam ve lahn (ezgi) ile okunması merkezinde idi. Fakat bu bir türlü olmuyordu. Çünkü tercüme nesirdi (düz yazı). Bununla beraber, iyi bir nesir de değildi. Kur’an’ın edaya gelmesi, lahn ile okunmaya uyması Arap dilinin medler, gunneler, idgamlar ve bunlara benzer hususiyetleri oluşundan başka, bir de Kur’an’ın kendisine has olan nefes alma için secaventleri (duraklama işaretleri), seci ve kafiye’ye benzeyen, fakat seci ve kafiye olmayan; şiire benzeyen, fakat şiir olmayan; nesre benzeyen, fakat nesir olmayan, sözün kısası herşeyiyle, her haliyle metni gibi okunmasının da bir mucize oluşundan ileri geliyordu. Türkçe tercümesinde bu vasıfların hiçbiri yoktu ve bir türlü olmuyordu, olamıyordu.” (Sadettin Kaynak, Hatıralar, Osman Ergin, “Türkiye Maarif Tarihi” dahilinde, Istanbul 1943, cild 5, sayfa 1633, 1634).
Elmalılı merhum, ilmî dirayetinin yanı sıra, baştaki yönetici diktatör gibi olsa da siyasî tavrını da ortaya koyma cesareti göstermiştir. Tek adam yönetimine karşı dik duruşunu bozmamış, dini dünyaya değişmeyecek tavrı zor zamanda göstermekten asla çekinmemiş ve “Hâşâ Türkçe Kur’an!” şeklinde sarfettiği bir ifadenin mukaddimeden çıkarılması istendiğinde, bu isteği kabul eder görünüp bilahare kemalist zihniyetlilere daha ağırını yazmıştır: “Türkçe Kur’an mı var behey şaşkın!?” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Istanbul 1960, cild 1, sayfa 15).
Hak Dini Kur’an Dili 1936-1938 arasında tamamlandı ve 1935-1939 yılları arasında dokuz cilt olarak 10 bin takım bastırıldı.
Birinci meclis tarafından kararlaştırılan ve Diyanet İşleri Reisliği tarafından ismi uygun görülüp meal yazma görevi verilen M. Akif, kendisine verilecek olan 6 bin Liradan aldığı avansları iade etmiş, yazdığı meali de yaktırmıştır. Niye? Mustafa Kemal, meal yazdırıyor ve bunu sırf Allah rızası için yapıyorsa, Akif, mealini niye yaktırıyor? Peki, Elmalılı, yazdığı meali, niye çok bozuk bir Osmanlı Türkçesiyle yazıyor? Bu soruların cevabını aradığımızda da M. Kemal’in düşüncelerini anlamış ve onun engelleyemediği Allah’ın kitabının tercümesini bile nelere âlet etmek istediğini anlamış oluruz. Elmalılı'nın fedâkârlığı ve dininden taviz vermeyip üslûbundan taviz vermeyi tercih etmesini konuyu pekiştirmek için anlatmaya çalışayım: M. Akif, kendi mealini M. Kemal camilerde imamlara Kur'an'ın aslı yerine okutma hesapları ve uygulamaları yaptığını haber aldığı için yakmaları şartıyla birilerine verip aldığı ücreti iade etmişti. M. Akif'in mealini namazlarda imamlara Türkçe ibadet projesi kapsamında uygulayamayacağı anlaşıldıktan sonra, Elmalılı, bazı söylentileri de değerlendirip düşündü ki, kendi tefsirinin başındaki meal kısmı Türkçe Kur'an diye okutulacak. Kendisinin Osmanlıcası edebî özellik taşıyacak şekilde ustalıklı ve sanatlı olduğu halde, daha önce sanatlı olarak yazdığı mealini iptal ederek üslûbundaki âhenk ve güzelliği bozup tumturaklı, zor ve âhenkli olmayan, başka cümlelerinde ve tefsirinde istisna dışında kullanmadığı devrik cümlelerle dolu bir Osmanlıca ile değiştirerek üslûp yönüyle beğenilmemesini amaçlayan bir meal yazdı. Herkes eserinin beğenilmesini ister. Elmalılı benim mealimi beğenmesinler diye özen gösterdi. Evet, beğenmediler ve proje de Allah'ın izni ile kaldırıldı. Allah için üslubundan fedakârlık yapıp Mustafa Kemal ve çevresinin beğenmediği meal, Türkiye'de en fazla beğenilen ve en fazla sadeleştirilip basılan meal oldu. Sen misin "Allah için mealim beğenilmesin" diyen; art niyetli olmayanların Allah için en beğendiği meal oldu. "Kötü niyetli insanlar beğenmesin" anlayışını Allah beğenmiş olacak ki, bereketini verdi: En az elli yayınevi farklı kişilere sadeleştirerek Elmalılı meali neşretti. Allah sevdiğini sevdiklerine sevdirir. O beğensin yeter ki, gerisi teferruattır. Ve bedeli ödenen çalışmanın karşılığı büyük olur. Aynen, üstad Seyyid Kutub'un tefsirinin bereketi gibi; o da Yoldaki İşaretler'i ve tefsirini hapishane gibi mekânlarda yazarken önce alın terini, sonra şehid olarak kanını mürekkep olarak kullanmıştı. Fi Zılal'in bereketi de oradan geliyor. Bir yazara çok zor gelebilecek bu hassasiyeti gösteren, mealini kasden düzenin hoşlanmayacağı şekilde yazan ve tefsirinde Kemalizme yönelik hiçbir övgü ifadesinde bulunmayıp yer yer eleştiriler yapma cesaretini gösteren Elmalılı'dan Allah razı olsun. Türkçe tefsirler içinde hâlâ aşılmamış kaynak bir tefsirdir, bütün kardeşlerime Tefhimu'l Kur'an'ı ve Fi Zılâli-l Kur'an'ı tavsiye ettiğim gibi tavsiye ederim.
“Atatürk yazdırdı” diyenler Elmalılı tefsirini hiç açıp okudular mı acaba? Peki, M. Kemal’e rağmen bu tefsir yazıldı diyenler bu tefsiri ne kadar okuyor? Bizi esas düşündüren bu. “Oku!” diye başlayan Kur’an’ı ve Kur’an’ın tefsirini dosdoğru şekilde okumak, doğru olarak anlayıp yaşamak ve başkalarına yaşatmaya çalışmak için görev bilinciyle koşturanlara selâm olsun!