Ahmed KALKAN
BİTCOİN VE DİĞER KRİPTO PARALAR CÂİZ Mİ?
İnsanımız kolay para kazanmayı fazlaca seviyor. 2009 yılında ortaya çıkan ve kripto para diye adlandırılan dijital para birimlerinden biri ve en meşhur olanı; bitcoin. Bunun kullanımı, yatırım amaçlı satın alınması câiz midir?” diye çokça sorular soruluyor. Cevap vermeye çalışayım:
1- Bu para biriminin arkasında kim veya kimler var, belli değil, para sahipleri kimler, belli değil,
2- Bir paranın câiz olabilmesi için paranın elde bulunması, kişinin somut olarak mülkiyetinde olup istenildiği zaman istediği şeyin bu para ile satın alınabilmesi, kullanıcılar arasında değiştirilebilmesi veya kıymet ölçüsü olarak genel kabul gören, kaynağı itibariyle kullanıcılara güven veren bir özellikte olması gerekir ki, bu sanal parada bunlar yok,
3- Büyük bir belirsizlik, ğarar, yani aldanma ve tağrir, yani aldatma ihtimali büyük olduğu halde, herhangi bir güvencesi, teminat ve garantisi yok,
4- Yarın birileri bu paranın değerinin hızla ve büyük miktarda düştüğünü ilan etse, kim ne yapabilir?
5- Emek harcamadan büyük çaplı rant getiren ve belirli kesimlerin haksız ve sebepsiz zenginleşmesine sebep olmaktadır,
6- Kumar ve fâizin haram olmasının temel gerekçesi, emek sarfetmeden, paranın para getirmesidir. Bitcoin gibi sanal paranın da aynı şekilde emek harcamadan ve zarar ihtimali olmayacak şekilde paranın para kazanmasıdır,
7- Birilerinin cebine değilse bile sanal cüzdanına ciddi miktarda para giriyorsa, bu para birilerinden çıkmaktadır. Bitcoin gibi sanal alanlara nerelerden para akmaktadır, bu paralar kimlerin cebinden çıkmaktadır? Veya yarın fatura kimlere kesilecektir?
8- Kara para aklama, gayrı meşru kuruluşlara finans sağlama gibi kullanım konusunda ciddi endişe ve problemler sözkonusudur. Bu parayı kimler çalıştırmakta, kripto paraların, kapitalist sistemin hangi çarklarını nasıl çevirdiği bilinmemektedir,
9- Kripto paralar, şifreli bir elektronik cüzdanda muhafaza edilmektedir. Dolayısıyla şifrenin unutulması veya başkaları tarafından ele geçirilmesi durumunda o paralara ulaşmak imkânsız bir hal alır. Aynı şekilde bu paralara sahip olan bir kimsenin ölmesi halinde paraların miras yoluyla varislerine intikali ile ilgili bir düzenleme henüz söz konusu değildir. Bu da fıkhî açıdan malın korunması maksadına aykırı görülür.
10- Haram, Allah’ın Kur’an’da net bir şekilde yasakladığı kesin hükümlerdir. Hadiste ifade edildiği gibi, “Helâl bellidir; haram da bellidir. İkisinin arasında ise birtakım şüpheli şeyler vardır ki insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını (namus ve haysiyetini) korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur...” (Müslim, Müsâkat 107). Bütün bu sakıncalarından dolayı dijital kripto paraların alımı, satımı, kullanımı, biriktirilmesi câiz değildir.
KONUYU ÂYET VE HADİSLERLE BİRAZ DAHA AÇIKLAYALIM
“Öyle bir zaman gelebili ki, kişi malını helâlden mi yoksa haramdan mı elde ettiğine bakmayacaktır.” (Buhârî, Büyû 23)
İnsanın hep kendisini düşünmesi, mala düşkün olması çok çirkin bir şeydir. Elinde imkân varken fakiri düşünmeyen, yetime ikram etmeyen insanın Allah'tan ikram beklemeye hakkı yoktur. Allah, verdiği nimetlerle kulunu imtihan eder. Onun, Allah'ın verdiği nimetlerden, başkasına da yardım edip etmediğine bakar. İşte insan düşünmelidir ki, yoksul iken kendisi nasıl sızlanır, Allah kendisine az nimet verince nasıl gücenir, üzülürse; zenginlik zamanında ihtiyacı olanlara yardım etmeyince o âcizler, yetimler, yoksullar da kendisine gücenirler. Malının içinde onların gözleri kalır. O halde insan, Allah'ın âciz, yoksul kullarına ikram etmeli, onları kollamalıdır ki Allah da kendisine ikram edip onu kollasın. Çünkü Allah kullarının hareketlerini gözetlemektedir. Servet, nimet ve mevki bulunca başkalarını hiç düşünmeyen, hatta onları ezen, köle gibi kullanmak isteyen insanlar, bu yüzden helâk edilmiş olan zâlim kavimler gibi davranmış olurlar. Allah'ın, o zâlimlerin üstüne şaklayan kırbacı, bir gün bunların üstüne de şaklar.
İslâm, servetin belli ellerde yığılmasını istememiş, halka yayılmasını emretmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında halk tabakaları arasında sosyal denge sağlanmış, aradaki büyük farklar erimişti. Ama insan karakteri kolay değişmez. Zaman geçince insanların servet tutkusu yine üste çıkmış, yine mülkler, büyük sayıda köle ve câriye sahibi zenginler, ağalar ve ezilen geniş halk kütleleri görülmeye başlamıştır. Ne Emevî idaresini, ne Abbâsi idaresini, ne de Osmanlı idaresini, tam İslâm'ın ruhuna uygun örnek idareler olarak görmek mümkündür. İslâm, dengeli bir servet dağılımı istemektedir. Bu idarelerde denge mi vardı? Üç-beş zenginin köyünde ırgat olarak çalışan halk kütleleri, ya da onların zekât ve fıtrasına bakan insanlar. Ne yazık ki bunlar, bu despotluklarını sürdürebilmek için İslâm'ı da kendi servetlerine kalkan yapmasını bilmişlerdir. Muâviye'nin, denge isteyen Ebû Zerr'i Şam'dan nasıl kovduğunu biliyoruz. İhtiraslı kişilerin iş başına gelişi, İslâm'ın rûhuna uygun idarenin kurulmasına engel olmuştur. Nasıl Arap müşrik ve münâfıkları, geleneklerini inanmalarına engel, daha doğrusu yönettikleri sömürü düzenine kalkan yapmış idiyseler.
Şimdi insan şöyle düşünmeli: Acaba sadece karnını doyurabilen orta halli bir insan mı mutludur, yoksa yüz yerde apartmanları, bahçeleri, arsaları, otomobilleri olan zengin mi? Sanıyorum orta halli, kanaatkâr insan daha mutludur. Çünkü onun taşıyacağı yükü yoktur. Ötekinin her apartmanı, her arabası, kendisine ayrı ayrı derttir, yüktür. Otomobilinin bozulması, kazâ yapması, çalınması; bahçesinin sulanmaması, ürün vermemesi; apatmanının kiracısız kalması veya kiracının kirayı ödememesi, ayrı ayrı dertlerdir. Malı, mal olarak düşünenler için bu böyledir. Ama malı Allah'ın rızâsını kazanmak için bir vâsıta, Allah'ın emâneti bilenler için mal dert olmaz. Onlar ellerinde oldukça malı Allah uğrunda harcarlar. Ellerinden çıkarsa "veren de Allah, alan da Allah" der, üzülmezler. İşte böyle "İyi insanlar için helâl mal, ne güzeldir!" Allah'ın Rasûlü şöyle buyurmuştur: "Malın içinde gerçekten senin malın olan şey, sadece yiyip tükettiğin; giyip eskittiğin; ya da sadaka verip ileriye gönderdiğindir." (Müslim, Zühd 3)
İslâm, mal yığmayı -ki buna "kenz" denir- hoş görmez. "Ve sana Allah yolunda ne infak edip harcayacaklarını soruyorlar. De ki: 'Af (yani ihtiyaçlarınızdan fazlasını veya helâl ve güzel olan şeyleri verin).' Allah size âyetleri böyle açıklıyor ki, düşünesiniz." (2/Bakara, 219). Nefsinin, çoluk çocuğunun ihtiyacından fazlasını fakirlere vermeyi, Hak rızâsına harcamayı öğütler. Ancak bütün varını yoğunu harcayıp başkasına el açacak duruma düşmek de doğru değildir. Nitekim: "(Allah) Sizden (bütün) mallarınızı istemez. Eğer onları isteseydi de sizi sıkıştırsaydı, cimrilik ederdiniz ve (bu), kinlerinizi ortaya çıkarırdı (Allah'ın elçisine kin beslemeye başlardınız." (47/Muhammed, 36-37) âyetlerinde de Allah'ın, mü'minlerden bütün mallarını vermelerini emrederek onları sıkıştırmak istemediği, çünkü böyle emrettiği takdirde nefislerin cimrilik zaafı ortaya çıkacağı belirtilmektedir. Mal, canın yongasıdır. İnsanın her şeyini harcaması kolay değildir. Ayrıca, bu durum, kişinin sıkıntıya düşmesine sebep olur. Bundan dolayı her şeyde dengeli, ölçülü davranmayı emreden İslâm, bu konuda da kolay olanı emretmekte, ihtiyaçtan fazlasını Allah için harcamayı öğütlemektedir. Peygamber (s.a.s.) de: "Yanında bir mal bulunan kimse, önce kendi nefsine harcasın, bakımı kendisine âit bulunan kimselere ve böyle böyle (derece derece akrabâya, sonra başkalarına) harcasın!" (Ebû Dâvud, Itk 9; Nesâî, Büyû' 84)
Mal ve paranın belli ellerde birikimini önlemek için Kur'an zekâtı, sadakayı ve humusu emretmiştir. Toprak mülkiyeti, büyük ölçüde devlete bırakılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.) insanlara ihtiyacından fazla nesi varsa olmayanlara vermesini emretmiş, bu sözünü o kadar tekrar etmiştir ki, dinleyen sahâbîler, hiç kimsenin, ihtiyaçtan fazla bir şey saklamaya hakkı olmadığını sanmışlardır (Müslim, Lukata 18). Zekâtı verilmeyen malın, Kıyâmet gününde yılan olup sahibinin boynuna dolanacağına, ateş olup canına yapıştırılacağına dair hadisler mevcuttur (Bz. Buhârî, Zekât 3, Tefsir, sûre 3; Nesâî, Zekât).
İslâm âlimlerinin genel kanaatine göre zekâtı, sadakası verilen malı biriktirmekte bir sakınca yoktur. Yalnız, kişinin sadece kendisini ve zürriyetini düşünmesi doğru değildir. Malını topluma hayırlı işlerde kullanması, yastık altında ve hele bankalarda fâiz için saklama yerine, iş sahası açıp insanlara iş imkânları sağlaması, böylece toplum yararına üretim yapması uygun olur. Yoksa, insanın ihtirası tükenmez. Kişi milyarını trilyon, trilyonunun katirliyon yapmak ister. Bu da sosyal dengeyi bozar. Sonunda toplumda sosyal patlamalara yol açar. Toplumlara dünyevî cennet vaad eden komünizm ahtapotu neredeyse bir asır insanların en basit özgürlüğünü de elinden aldı. Allah korkusundan uzak kapitalizm de insanların gönlünden merhamet ve diğergâmlık duygularını sökmektedir. Tek çare, helâl kazanıp ihtiyacından fazla olanın bir kısmını, Allah için, gönül hoşnutluğuyla başkalarına verme prensibi getirmiş olan İslâm'ın rûhuna sarılmak ve onu uygulamaktır. Böylece insan çalışır, kazanır, kendisi yer, başkalarına da yedirir. Mutluluğunu başkalarıyla paylaşır. Kendi canı kadar başkalarını da düşünür.
Allah'ın bizim için seçtiği İslâm'ın yaşanmadığı, onun yerine çıkarcı insanların düzeni olan acımasız sömürücü kapitalizmin yaşandığı tüm ülkelerde olduğu gibi, Türkiye'de de servetin % 80'ine % 20'lik nüfus sahip olurken ve istedikleri gibi harcarken, % 80'lik insan nüfusu da % 20 ile yetinmeye çalışıyor. Bu olayı şair şöyle dile getirir:
"Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili kara borsa!"
"Tâ ki (o mallar), içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan dûlet olmasın." Hükmüyle Kur'an, gelirin hep belli ellerde toplanmasını engelliyor, onu geniş halk tabakasına yayarak sosyal adâletin temelini atmış oluyor. Bu âyet, devlet başkanına, servetin yaygınlaşması, fakirlerin de refaha kavuşturulması için meşrû tedbirler alma yetkisini vermektedir. Devlet başkanı, gerektiğinde bazı gelirleri sırf fakirlere tahsis edebilir. Hz. Ömer'in şöyle dediği rivâyet edilir: "Eğer şu işimden, yani halîfeliğimden geride bıraktığım yıllar önümde olsaydı, zenginlerin fazla mallarını alır, muhâcirlerin fakirlerine paylaştırırdım." (Taberî, Tarihu'l-Ümem ve'l-Mülûk, 4/226; et-Tefsîru'l-Hadîs 8/215). Hz. Ömer'in bu sözü, devletin, gerektiğinde fakirlerin ihtiyaçlarını gidermek üzere vergi koyabileceğini de gösterir. Asıl imana dayalı sosyal adâleti İslâm dini getirmiştir. Ama müslümanlar, onun getirdiklerinde işlerine geleni uygulamışlar, işlerine gelmeyeni bırakmışlardır.
"Ey iman edenler, mallarınızı aranızda bâtılla (doğru olmayan yollarla, haksız yere) yemeyin. Kendi rızânızla yaptığınız ticaret olursa başka. Nefislerinizi de öldürmeyin. Doğrusu Allah, size karşı çok merhametlidir." (4/Nisâ, 29). Bu âyette, karşılıklı rızâya dayalı ticaretin dışında, insanların, birbirlerinin mallarını bâtıl yollarla yemeleri ve birbirlerini öldürmeleri yasaklanmaktadır. Tefecilik, kumar, rüşvet, gasb, çalma, hiyânet gibi hileli kazanç yollarının hepsi bâtıldır. Bu tür yollarla para kazanmak haramdır. Yalnız, kişinin çalışması, karşılıklı rızâya dayanan ticaret, hibe ve miras yoluyla elde ettiği mal helâldir. Ticaretin yasallığı, karşılıklı rızâya bağlıdır. Aldatma bulunan ve aldatmanın farkına varıldığı zaman taraflardan birinin râzı olmayacağı ticaret yasal değildir. “Aldatan kimse bizden değildir!” (Müslim, İman 43, hadis no: 164). Güvenilir, doğru tâcirin Kıyâmet gününde şehidlerle beraber bulunacağını (İbn Mâce, Ticârât 1) söyleyen Rasûlullah (s.a.s.), yalanın insanı cehenneme sürükleyeceğini (İbn Mâce, Mukaddime 7), Allah nasip ettiği rızkı güzel, helâl yoldan aramayı (İbn Mâce, Mukaddime 7), başkasının satışına engel olmamayı (Müslim, Büyû’ 4), hayvanların sütlerini memelerinde bekletip satmamayı (Müslim, Büyû’ 4), gereksiz yere ticaret aracı ve komisyoncuların girmemesini emretmiş (Müslim, Nikâh 51), vurgunculuğu kesin şekilde yasaklamıştır (İbn Mâce, Ticârât 6, 16).
"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır." (3/Âl-i İmrân, 189; 5/Mâide, 17, 18, 40, 120 vd.). Bu âyetler ve benzerleri mülkün, hükümranlığın Allah'a âit olduğunu, gerçek mülk sahibinin O olduğunu vurgulamaktadır. Allah, mülkünü yönetme hakkını, yeryüzünde halîfe tâyin ettiği insana vermiştir (57/Hadîd, 7).
Şimdi insan, mülkiyeti geçici olarak elinde bulunan malı Allah yolunda harcarsa, aslında kendi malını değil; Allah'ın malını harcamakta; O'nun adına, O'nun yoluna vermektedir. Mülkün gerçek sahibi Allah olduğuna göre, neden Allah'ın malını, Allah'ın emrettiği yere harcamaktan çekinir, niçin kendisini mutlu edecek şeyden geri kalır? Hz. Peygamber (s.a.s.)'in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Sizi çokluk mahvetti. İnsanoğlu 'malım, malım' der. Yiyip tükettiğinden, ya da giyip eskittiğinden, ya da sadaka verdiğinden başka senin malın mı var? (Çünkü bundan ötesi başkasının eline geçecektir)." (Müslim, Zühd 3)
"Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır." (Tirmizî, Zühd 26, Hadis no: 2337)
"Sizi çokluk mahvetti. İnsanoğlu 'malım, malım!' der. Halbuki Âdemoğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? (Gerisini ölümle terkeder ve insanlara bırakır. Malın içinde gerçekten senin malın olan şey, sadece yiyip tükettiğin; giyip eskittiğin; ya da sadaka verip ileriye gönderdiğindir.)" (Müslim, Zühd 3, 4; Hadis no: 2958)
"Âdemoğlu için iki vâdi dolusu mal olsaydı, mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu (karnını) ancak toprak doldurur (gözünü toprak doyurur). Allah tevbe edenleri affeder." (Buhârî, Rikak 10; Müslim, Rikak 116, Hadis no: 1048)
“Birinize dünyalık olarak bir yolcunun azığı kadar yeterlidir.” (Kütüb-i Sitte, 17/564)
“Müslüman olup da kendisine ancak yetecek kadar rızık verilen ve Allah’ın kendisine verdiği ile kanaat getirdiği kimse muhakkak felâh bulmuştur.” (Müslim, hadis no: 1054)
“Zenginlik, mal çokluğundan ibaret değildir. (Hakiki) zenginlik, gönül zenginliğidir.” (Buhârî, Rikak 15; Müslim, Zekât 130)
“Hayır, vallahi ey cemaat! Ben sizin için ancak Allah’ın size vereceği dünya ziynetlerinden korkuyorum.” (Müslim, hadis no: 1052)
“Sizin elde ettiğiniz dünya metâı, hayır değil; bir fitnedir. Evet, hayır, ancak hayır getirir. Lâkin bu dünya ziynetleri hayır değildir. Çünkü bunlar fitneye sebep olur. Onlarla siz âhiret hususuna yönelmekten meşgul olursunuz. Baharın yetiştirdiği nebatların bazısı, çok yiyen hayvanları ya patlatıp öldürür yahut ölüme yaklaştırır. Ancak ihtiyacına kadar yiyenlere zarar vermez. Dünya malı da öyledir, insanlar ona hoş görerek meylederler. Bazısı mala gark oldu denilecek şekilde çok mal edinir, bazısı fazlasına tamah etmeyerek azı ile yetinir. Mala gark olanlar, ekseriyetle onun sebebiyle ya helâk olur yahut helâke yaklaşırlar.” (S. Müslim Terc. ve Şerhi, c. 5, s. 474)
“Eğer dünya Allah’ın yanında sivrisineğin kanadı kadar değer taşısaydı, tek bir kâfire ondan bir yudum su içirmezdi.” (İbn Mâce, Zühd 11, hadis no: 4110)
“Allah bir kulu sevdimi, onu dünyadan korur. Tıpkı sizden birinin (perhiz gerektiren hastalığa uğramış) hastasına suyu yasaklaması gibi.” (Tirmizî, Tıbb 1)