Ahmed KALKAN
MÜCAHİD'İMİZİN ARDINDAN
Ansızın bir telefon, Mücahid vefat etmiş diye bir haber. Bir sene öncesine kadar talebemiz olan Mücahid, 3 yıl kadar bize "hocam" diyen, Allah için yanımızda eğitim gören Mücahid, ölüvermiş. "Zamansız öldü, erken öldü" gibi sözler eceli tanımayan cahillerin sözü olabilir ancak. Zamanı geldi, vefat etti. Biz de, zamanımızı bekliyoruz.
Biz Allah'a aidiz, O'nun için yaşıyoruz. Ve O'na döneceğiz. Genç-yaşlı, imanlı-imansız, Yecâhid veya Mücâhid olarak O'na döneceğiz. O'na hesap vereceğiz. Mücahid, bizim talebelerimiz içinde sıradan birisi değildi. Devamlı olumlu izlenim bırakan sevdiğim bir oğlum (gibi) idi. Rabbim rahmetiyle muamele etsin. Ben müslüman olarak vefat eden, isterse genç yaşta, isterse sevdiğim bir yakınım olsa onlara üzülmüyorum. Ben müslümanca yaşamayan hayat süren leşlere, canlı cenazelere üzülüyorum. Öldükten sonra yaşayan, inşaAllah ölümsüzleşen dâvâ insanlarına niye üzülelim ki...
Ümit ediyoruz ki; onlar buralardan daha güzel yerlere gittiler. Çok uzun yaşayıp nice fitnelerle, ağır imtihanlarla, gayr-ı insanî ve gayr-ı İslâmî şartlarla kuşatılmış ve cennet yolunu unutturan tuzaklarla çevrilmiş şekilde yaşar gibi yapmaktansa, müslümanca ölmüş genç yaşta bir evladımız, bir talebemiz. Üzülmüyorum. Daha doğrusu, gözlerimden yaş gelse, yüreğimden acılar damlasa da üzülmemeye çalışıyorum. Ben Allah'ı razı edemeden ölü gibi yaşadığımız zamanlarımıza, günahlarımıza üzülüyorum.
Demek ki Mücahid olmak böyle oluyor. Burada toprağın üstünde mücahidlik yapamazsan, toprağın altı seni çekiveriyor. Ölüm yakınımızda. Bu delikanlı koronadan ölmedi, kanserden ölmedi, kalp sektesinden ölmedi. Uyudu, uyanamadı. Hepsi bu. Ecel uykuda geldi. Bize nerede nasıl gelecek kim bilir? Ben secdede veya kürsüde gelmesini istiyorum. Müslümanca yaşarken gelsin de. Ama unutmayalım; nasıl yaşarsak öyle öleceğiz. Rabbim müslümanca yaşat, müslüman olarak vefat ettir. Mücahid'imizin annesi, babası başta olmak üzere, tüm yakınlarına, talebe arkadaşlarına sabırlar diliyorum.
"Neylersin ölüm herkesin başında
Uyudun uyanmadın olacak,
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali o musalla taşında.
”Evet, bazılarına ölüm uykuda geliyor, Mücahid gibi uyuyor, bir daha uyanamıyor. Nasıllığı, biraz bizim yaşayışımıza bağlı. Kaç yaşında geleceği ecel denilen çok bilinmeyenli denklemde. O denklemin çözümünü Allah sadece ölüm meleğine bildirmiş. Tamam, sana karşı el bağlamış, senin için dua ediyor insanlar, ama hepsi yarım saatlik bir tören. Sonra? Sonrası meçhul; ya cennet bahçesi, ya cehennem çukuru…
Sadece bu dünyada yaşayacağımızı düşünerek yaşarsak ölü yaşarız. Ama öleceğimizi düşünerek yaşarsak diri yaşarız. Çevremizdeki insanlar hep dirilişin etkisiyle, âhiret şuuruyla yaşasalar!.. Seyredin o zaman hayatın güzelliğini. İkinci asr-ı saâdet olur çağımız. İnanın, iman ettiğimiz cenneti daha burada iken yaşamaya başlarız. Fakat biz, tüm yatırımlarımızı bu dünyaya yönlendirerek yaşadığımız hayatı ve yeri sahte cennet haline getirmeye koyulunca cenneti de unuttuk.
Hayatı güzelleştirmek istiyorsak, ölümü güzelleştirmek, ölümötesi güzelliklere lâyık hayat sürmek gerektiğini unutmamalıyız. Ölmeden evvel ölmeye çalışmalı, ama öldükten sonra yaşamanın sırrını bulmaya gayret etmeli. Ölümü ancak bu iki şekilde öldürebiliriz. Ölümün korkusu, ölmenin kendisinden çok daha beterdir. Ölümü bu iki şekilden biriyle öldüren "bir gün" ölür; ölümden korkup kaçmaya çalışan ise "her gün" ölür. Âhiret yanında dünya bir gün kadar kısadır. Hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekmek için geceler büyük fırsattır. Gündüzü dünya hayatının, geceyi ölümün, yatağı kabrin karşılığı kabul ederek her yatağa girdiğimizde, günlük amel defterimizin kâr ve zarar hânelerini önce kendimiz değerlendirmeli, zararımız fazla ise, onu tevbe ve gözyaşı silgisiyle silmeli ve daha hatasız ticaret için kararlar alıp eyleme geçirmeliyiz. Yeniden bir dirilişi yaşayacağımız ertesi günü, önceki günden daha güzel yapma gayreti içinde olmalıyız.
Her gün ve her gece, namaz sonlarında, işimizin arasında, her fırsatta; tefekkür edelim, özellikle ölümü, dirilişi, kıyâmeti, mahşeri, cenneti, cehennemi, günahlarımızı, Allah'ın nimetlerine teşekkürdeki kusurlarımızı derin derin düşünelim. Oralarda ölümle kolkola yaşayacağımız günleri düşünmek amacıyla, hele gece karanlığında mezarlığa gidip şu ölümcül yaşayıştan silkinip dirilelim. Ölüm ve şehâdet râbıtası yapalım. Allah'ın dinini yaşayamıyor, müslümanca hayat süremiyorsak müslümanca ölmenin de zor olduğunun bilincine varalım.
Mezarlarda ve hayalinde düşünerek canlandırdığın kabir hayatında düşün ki, bir-iki metrelik çukur, içinde birkaç kemik parçası ve mezar taşında da senin adın, evet senin adın, benim adım yazılı. Artık Rabbinle karşı karşıyasın. Büyük kıyâmetin kopmasını bekliyordun veya beklemiyordun. Ama öldün, yani senin kıyâmetin koptu. İşte bu kıyâmete hazırlandın mı? Yaptın mı yapacaklarını? Sakındın mı yapmaman gerekenlerden? Hazır mısın ölüme?
Borçların-harçların, ümitlerin, beklentilerin, yatırımların... neresi için? Ölüm... Ne zaman? Evet, ey insan! Tohumun toprağın üstüne yeni bir hayatla çıktığı gibi bir gün kabrinden çıkartılacağını, Rabbinin huzuruna gidip yaptıklarının ve yapmadıklarının hesabını vereceğini düşün ve hayatını ona göre düzenle. Çünkü ölüm bir yok oluş değil; diriliştir. Ölüm uzakta değil; çok yakınımızdadır. “Ölümse / Gel dese / Tak tak tak / Mu-hak-kak.”
Ölümden korkmayan, ölümü sevebilen, ölümle dostluk kurabilen, ölüm ötesine hazırlanıp canlı şehid gibi yaşayarak ölümsüzleşenlere selâm olsun!