Ahmed KALKAN
MUSTAFA ÖZTÜRK’E KIZIP BENZER SUÇLARI İŞLEYENLER
Mustafa Öztürk’ün “Kur’an Allah’ın sözü değildir” demesi, yeterli ve ilmî ağırlığı olan kaliteli eleştirilere muhatap olmasa da, kısmen eleştirildi. Bana göre sürpriz ve umulmadık bir söz değildi. Hele Öztürk’ün tarihselci olduğu bilinince bu onun gayet doğal bir anlayışıdır, onun bu sözü söylemesi gayet doğaldır, demek gerektiğini düşünüyorum. Ancak, suçu sadece Öztürk’e yüklemenin âdil olmadığını, bu suçun aslında çok yaygın olduğunu söylemek gerekiyor. Öztürk’ü suçlayanların da ne kadarının bu konuda ne kadar mâsum olduğunu değerlendirmek icap ediyor. Asr-ı saâdeti hâriç tutarsak, bin seneyi aşkın bir zaman içinde Kur’an’a dönüşün en yoğun olduğu dönemleri yaşıyoruz. Bunun çok önemli, hayatî bir değişim olduğunu söylemek gerekiyor, ama söyleyemiyoruz. Kur’an’a dönüşün rahmet ve bereketini, fayda ve hayrını göremiyoruz. Çünkü Kur’an’a Kur’an’ın istediği gibi yaklaşmıyor Kur’an’ı öne çıkarttığını düşünenler. İhtilafları çözüme kavuşturmak için okunup teslim olunması gereken Kur’an’ı nice ihtilafların kaynağı gibi görmeyi ve göstermeyi nasılsa başarabilmişiz. Tüm mü’minlerin kardeş olduğunu belirten Kur’an’ı başka mü’minlerin sapıklığının, hatta kâfirliğinin kanıtı olarak görebilmişiz meselâ. Hemen herkes Kur’an’ı dil mızraklarının ucuna asmış, karşısındaki kardeş olması gereken müslümanlarla savaşıyor. Birbirlerini açıklayan âyetleri birbiriyle çarpıştırıyor. Başkasının Kur’an anlayışının yanlışlığını görüyor, ama kendi Kur’an anlayışını hiç sorgulamıyor cemaatler ve şahıslar. Öyle bir duruma geldi ki müslümanların başka müslümanların din ve Kur’an anlayışlarını eleştirileri çoğunlukla doğru, ama o başkalarının da o eleştiren kimselerin Kur’an anlayışı hakkındaki eleştirileri de doğru. Canlı Kur’an denilecek, “şu kimse veya kimselere bak, Kur’an’ı tanı” demeyi hak edecek Kur’an nesli yok.
Mustafa Öztürk gibi ciltlerle Kur’an tefsiri yazmaya çalışan ve Kur’an’la, tefsirle ilgili onlarca kitabı bulunan kimsenin Kur’an anlayışı sakat. Adam daha Kur’an’ı Allah’ın kitabı olarak kabul etmiyor, ama başkalarına Kur’an’ı anlatıyor. İyi de sadece bu İlâhiyat profesörü değil, daha kendisinin anlamadığı, inanmadığı bir kitabı gündemleştiren. Onu ağır ifadelerle suçlayanların da ondan, fazla bir farkı yok. Soyadı Öztürk olan bir başka İlâhiyat profesörünün Kur’an’la güzelleşeceği yerde, nasıl giderek deizme kaydığına şahit olduk. Bana sürpriz gelmiyor İlâhiyat profesörlerinin, akademisyenlerin tarihselciliğe meyletmesi, Kur’an’a teslim olmaması. Bu kimselerin çoğu, devletin dinini Allah’ın dinine tercih etmiş, tâğutlara, zâlimlere hiç söz etmemiş, okullardaki puta tapmaya, devletin laik ve Kemalist bir küfür devleti olmasına tepki vermemiş insanlar. Kur’an’la insanları uyarması gerekirken, Kur’an’la insanları uyutmayı tercih eden kimseler. Hiç sürpriz değil devletin din öğrettiği kurumlarda devletin kitapsızlığını eleştirmeyen insanların Allah’ın kitabını eleştirmeleri. İyi de, bu problem sadece devlet okullarının problemi de değil. Sanki medreselerdeki âlimlerin, yurt dışında eğitim almış kimselerin istisnalar dışında Kur’an anlayışları Kur’an’ın istediği gibi mi?
Gelin, hidâyet kitabı olan Allah’ın kitabına yaklaşmanın, ama yanlış yaklaşmanın örneklerini başlıklar halinde görelim.
- Şu iddiayı savunanlar: "Kur’an anlaşılmaz. Müslümanlar, Kur’an okuyorlar, ilimleri yeterli olmadığı halde, Kur’an’ı anladıklarını sanıyorlar. Arapçaları yok veya yeterli değil, âlim değiller. Buna rağmen Kur’an âyetlerini gündem ediyorlar. Hâlbuki kendileri Kur’an’la meşgul olacaklarına âlimlerin o âyetlerden anladıklarını öğrenmeleri ve âlimlere uymaları gerekir."
- Kur’an yerine hadis rivayetlerini merkeze almak, selefin o ayetleri anladığının dışına çıkmamak, Kur’an âyetlerini ilk üç nesil nasıl anladıysa o anlayışın dışına çıkmak, dalâlettir, sapıklıktır diye kabul etmek. Unutuluyor ki, Kur’an kıyamete kadar insanlara hidâyet vermek, her dönemdeki insanların temel problemlerini çözmek için gönderilmiştir. Eski âlimler, kendi dönemlerindeki problemlere çözüm getirmiş olabilirler. Onların bugünkü problemleri bilmeleri mümkün değil ki, çözüm getirebilsinler.
- Modernistler ve onlardan biri olan Öztürk tarihselciliği savunuyor. Bazı âyetlerin hükmü günümüzde uygulanmaz, onlar sadece belirli bir zamanda uygulanmak içindi diyorlar. Bu anlayışı şiddetle eleştiren gelenekçiler de aslında benzer şeyi savunuyorlar. Bazı âyetlerin hükmü nesh edilip kaldırılmıştır. O âyetler bir-iki sene içinde hükümsüz hale gelmiştir. O âyetler formalite icabı Kur’an’da yer alır, onlar hükümsüzdür, günümüzde uygulanmaz diyebiliyorlar. Halkın da şöyle demesine sebep oluyorlar: “Doğrudur, Kur’an böyle diyor olabilir. Ama o eskidendi. Şimdi zaman değişti…”
- Öztürk ve benzerleri diyor ki: "Kur’an, Allah’ın sözü değildir, Rasulün sözüdür." Bazıları da diyor ki; "Rasul ne söylediyse vahiydir. O, hiçbir zaman kendi kafasından konuşmaz, onun sözleri de korunmuştur. Hatta, hadis rivayetleri Kur’an’ın bazı âyetlerinin hükmünü yok saydırır, nesh eder. Kur’an’ın hükümlerinden önce hadis rivayetlerini merkeze almalı, âyetler o rivâyetlere ters düşüyorsa âyetler te’vil edilmeli veya nesh edildiği belirtilmelidir." Bu iddiaların inandırıcı olması için, Kur’an’la bağdaşmasa da o görüşte âlimlerin ittifak ettiğini, hakkında icmâ olduğunu iddia etmek, delil isteyene Kur’an gibi kutsallaştırılan filan âlimin eserini nass gibi de değil nassa yön verecek şekilde tekrar etmek. Peygamberimizin söylediği tüm sözler de vahiy ve korunmuş ise, Kur’an’ın da temel özelliğinin vahiy olması ve Allah’ın koruması altında olduğuna göre, Kur’an’la hadisler, yani Rasulullah’ın sözleri arasında pek bir fark kalmamış oluyor. Bu kabulün Öztürk adını koymuş; Kur’an Rasulün sözüdür diye. Öztürk’ün “Kur’an Allah’ın sözü değil, Rasûlullah’ın sözüdür” demesi, “ha âyet, ha hadis kabul edilen rivâyet, ikisi eşittir” diyen gelenekçilerin görüşüne yaklaşması açısından onların takdir edip alkışlaması icap eden bir söylemdir. Niye (sadece) Öztürk’e kızıyorsunuz? Bakmış, “Kur’an şefaat tümüyle Allah’a attir” demiş kabul görmemiş, zinanın cezası 100 sopadır dediği için neredeyse yüz sopayı yiyecek kadar suçlanmış, “öyleyse Allah’ın emri değil, Rasul’ün emri diyeyim de bu suçlanmalardan kurtulayım” diye düşünmüş olmalı.
- Kur’an hükümleri sanki bu döneme hitap etmiyor gibi günümüzdeki eğitim ve bu bahane ile heykellere tapma anlayışına, câhiliyyenin her türlüsünün özgürce yaşandığı sosyal yaşayışa, tâğutî düzene ve siyasi uygulamalara yönelik, putları reddetmeyen, demokrasiyi savunan ve Allah’ın indirdiği hükümler yerine kendileri hüküm ve kanun çıkarıp ilahlık taslayanları öven anlayış ve yaşayışa sesini çıkarmayan yaklaşım, eski âlimlerin zamanında bu kadar açık küfür uygulanmadığı için onların bu konulara bahsetmediğinden, güncel şirk ve tuğyan hakkında bir şey söylemeyen, söylerse te’vil edip çarpıtacak şekilde küfrü aklayarak gündem eden anlayış.
- M. Kemal de öyle diyordu: “Kuran'ın yasalarını Muhammed yazmıştır. Muhammed'in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur'an denir.” (Kaynak: M. Kemal'in emriyle liselerde okutulan tarih kitabı, 2. Cilt, 1938). "Atatürk"ü reddetmeyen, tam tersine, onu merkeze alan eğitim sisteminde Öztürklerin yetişmesi gayet doğaldır. Ancak, halk da, halkın tasvip ettiği yönetim de belirli ölçüde de olsa Atatürkçüdür. Devlet Atatürkçüdür, zâhire göre iktidar da Atatürkçüdür, laikliğin İslam’a ters olmadığını iddia edecek kadar laikliği benimser. "Atatürk"ün seçtiği din olan laikliğe, beşerî anayasa ve yasaları kabul etmeye ses çıkarmayan kesimler… Allah’ın Kitabı ile değil, kendilerinin uydurdukları kanunlarla insanları yöneten bir devlet sistemine itiraz eden ne âlim, ne cemaat, ne Müslüman fertler kalmıştır. Bu yaklaşım, Kur’an’ı Allah’ın kitabı kabul etmiş mi sayılıyor?
- “Muhammed eşittir Allah” diyen tarikatçıların, şeyhlerini ve yatır dedikleri ölüleri yarı tanrı kabul edenlerin ve tasavvufu İslâm’ı tahrif eden bâtıl bir zihniyet olarak görmeyenlerin Mustafa Öztürk’ü eleştirmeye hakları var mıdır?
- Bilindiği gibi, Kur’an’ın bir mislini insanların getiremeyeceğini Kur’an meydan okuyarak belirtir: “Kulumuza indirdiğimiz kitaptan dolayı bir şüphe içinde iseniz onun misli/benzeri bir sûre de siz getirin, Allah’tan başka taptıklarınızı da yardıma çağırın; eğer iddianızda samimi iseniz!” (2/Bakara, 23). Kur’an böyle derken; uydurma bir rivayeti Peygamberimize atfedip onun “Kitap ve onun bir misli bana verilmiştir” dediğine inanan bir zihniyet, Mustafa Öztürk’ten önce kendisini sorgulamalıdır.
- Hz. Ömer’e de iftira atıp ona “Halkın Ömer Kur’an’a ilave yaptı demelerinden korkmasaydım, bu recim ayetini Kur’an’a ilave ederdim” dedirten, recim âyetini keçinin yediğine inanıp Allah’ın korumayı üzerine aldığı ayetlerini koruyamadığına inanan kimselerin Mustafa Öztürk’ü kınamaya hakları yoktur. Çünkü Allah’ın kitabını Allah kendisi korur, (hâşa) korumadığına ve eksik olduğuna göre Allah’ın kitabı olamaz anlayışına kapı açan kimseler, Allah’ın kitabını nasıl savunacaklar?
- Mustafa Öztürk’ü kıyasıya eleştirip, Ubey bin Kâ’b’ın Kunut duâlarının Kur’an sûreleri olduğunu iddia ettiğini hiç eleştirmeden nakleden, Abdullah bin Mes’ud’un Felak ve Nâs sûrelerinin Kur’an’dan olmadığını iddia ettiğini kabul ederek bunu gayet normal bir iddia imiş gibi eleştirmeyen anlayışın Mustafa Öztürk’ü suçlamaya ne kadar hakkı vardır?
Tabii, bunları yazdım diye Öztürk’ü de bırakıp beni suçlayanlar çıkacak, ama Kur’an’a, şu âyete ters düştün diye değil; bazı âlimlere, bazı rivayetlere ters bir anlayışı savunduğum için, bu gerekçe ile, yani Kur’an’ın yerine başka temel referans kaynağı koyarak suçlayacaklar.
Kur’an diyor ki: “Doğrusu bu Kuran sana ve ümmetine bir öğüttür, siz ondan sorumlu tutulacaksınız.” (43/Zuhruf, 44)