Ahmed KALKAN
4+4+4, MÜSLÜMANLAR İÇİN NE İFADE EDİYOR?
Mecliste toz-duman, ılımlılaşan kesimlerde heyecan ve büyük kahraman… Sanki şeriat ilân edildi de CHP tepkisini meclisten sokağa taşıma ihtiyacı hissetti, “bizim mahalle” de bayram ilan etti; 40 gün 40 gece şölen yetmez, en az 40 ay sürer bu bayram. Sebep: Üç dörtlük kesintili ve seçmeli bir eğitim tasarısı yasalaştı. “Dört dörtlük” eğitimi, yani insan-ı kâmil yetiştirmeyi hedefleyen İslâmî eğitimi kimsenin dillendirmediği bir savrulma döneminde üç dörtlük eğitim meclisten geçti. Yani? Yanisi şu: Mecburi eğitim 8 yıldan 12 yıla çıkarıldı. Kesintisiz eğitim kesintili oldu. İmam Hatip’lerin orta kısmı açıldı. İkinci ve üçüncü dört senelerde mevcut müfredata ilave olarak Kur’an’ı yüzünden okuma ve Siyer dersi ilave edildi. Ancak, bu iki ders, bütün öğrencilere değil, sadece bu dersleri görmek isteyen öğrencilere seçmeli ders olarak uygun görüldü. Erdoğan’ın ısrarla dile getirdiği şey: “Bu dersin isteğe bağlı olduğu, istemeyen kimseye bu derslerin verilmeyeceği” idi. Bu olaya herkes bulunduğu yerden ve kendi inancına göre bakıyor, bakacak. Biz de olaya tevhid penceresinden bakmaya çalışalım.
Önce, konuyla ilgili vâkıayı tespit edelim:
- Atatürk’ü öğrenme dersi (hatta dersleri) mecbur, Peygamber’i öğrenme dersi seçmeli.
- Atatürk’ü resmî ideolojinin bir tanrısı şeklinde her yıl okumak yetmiyor, her gün ant içme şeklinde ona bey’at tazelenmiş oluyor; putperest törenleri şeklinde heykeli karşısında heykel gibi dikilerek kıyamşeklinde saygı duyuluyor.
- Okulun her türlü faaliyeti, derslerin işleniş tarzı ve öğretilecek olan hususlar, Atatürkçü bir zihniyetle öğrencilere veriliyor, Peygamber’in hayatı anlatılsa da onun izinden gitmek için tüm yollar yasak kabul ediliyor.
- Atatürk’e hakaret kanun gereği suç; Atatürk’ü koruma kanunu var. Okullardaki tüm dersler onun ilkeleri doğrultusunda ve onu övecek tarzda. Peygamber için bunlar sözkonusu değil ve haftada bir, en fazla iki saatle geçiştirilecek.
- Atatürk’ün yaptığı, yapmak istediği, hayal ettiği bile yapmış gösterilirken ve Hz. Peygamber’e ters düştüğü yerler önemsenmezken; Hz. Peygamber, ancak Atatürk ilkelerine ters düşmeyecek şekilde ve“ılımlı peygamber” tarzında anlatılacak.
- Tüm dersler Atatürk ilkelerine uygun ve yer yer Atatürk’le ilgili konular içerecek şekilde işlenecek. Peygamber’in anlatımı bu imkânlardan mahrum olacak.
- Bugüne kadar Atatürk, okullarda tek ilâh kabul ediliyor ve ona hiçbir şey şirk koşturulmuyor; İslâm’la ilgili en küçük bir görüntüye bile müsamaha edilmiyordu. Bundan sonra artık Atatürk’e şirk koşulabilecek. Biraz Allah ve Muhammed, biraz Atatürk (biraz dediysek, sözgelimi; yoksa bin bile az Atatürk’le ilgili olanlar). Artık sadece bâtıl olmayacak, bâtılla hak karışımı, hak adıyla sunulacak.
Yani, özetle; vahyi tümüyle reddeden bir eğitim sistemi, en küçük çapta değişmedi. Sadece vahy kitabının yüzünden okunması, yani elif-be eğitiminin okullarda da verilebilmesi sağlandı.
Bu toplumu, hatta topluma yön vermeye çalışan “İslâmcılar”ı düzenci (en azından sağcı ve muhafazakâr) yapmanın, hiç de zor olmadığını gösteriyor AKP. “Bir dakika” yetiyor mahallenin insanlarına rejimi ve rejimin başındakileri “ak”latmak ve yüceltmek için. “Bir dakika” Ortadoğuya model olmak için söyleniyordu, Türkiye halkı için ise, bir-iki değil; tam “üç dörtlük” gerekiyordu. 2002 yılından bu yana kendilerinden bol miktarda oy aldığı cemaatlere “sus payı” ve muvahhidleri “susturma payı” olarak “bir şeyler” vermek gerekiyordu. Tabii bu verilecek “bir şeyler”in Avrupa kriterlerine ve özellikle Atatürk’ün devrimlerine ters olmaması gerekiyordu, yani “ılımlı” olmalı idi. Muhafazakârlaştırılan kesimin ağzına bir parmak bal sürmeden sadece nutuk atarak çift rakamlı seneler iktidarda kalınamazdı. Tevhidi savunanların bile marjinalleşti(rildi)ği, dünkü cemaatler tarafından baş tacı ve tebliğin baş konusu kabul edilen “İslâm devleti”, “İslâmî eğitim” gibi söylemlerin bile modasının geçtiği, başörtüsünün bile ayağa düşürüldüğü bir vasatta, yutturulan zehirleri unutturacak bir parmak balla ağızlar meşgul edilmeliydi ki, haktan söz edilmesin, hak maskesi takan bâtılın içyüzü anlaşılmasın.
Hakikati parçalamak, çoğu zaman hakikate yapılan en büyük zulüm olur. Yarım doğru, çoğunlukla tam bir yalandır. “Yetmez ama evet!” diyen bizim mahallenin muhtarları ve ihtiyar heyeti, 10 yıllık iktidarlarında, bugüne kadar din adına en küçük bir kanun teklifinde bile bulunmayan hükümeti ve başındaki karizmatik liderini desteklemek için nihayet bir gerekçeye kavuştular. “Ilımlı İslâm” projesi Ortadoğu ayağını tamamlamak üzere, sıra Türkiye’de. Altyapı olarak askerlerin yönetimdeki ağırlıklarını gidermeyi hedefleyen Ergenekoncuların yargılanması, askerleri tehdit unsuru olmaktan çıkartıp ılımlılaştırdıktan sonra, sıra dinin daha da ılımanlaştırılmasına geldi. “Dine karşı din” diye isimlendirilen ve Kitabımızın “hakla bâtılı karıştırmak”, “Allah’ın âyetlerini ucuza satmak” dediği ve baştan sona istismar kokan bir uygulama…
Esas Bugün, Düzene ve Düzencilere Karşı Çıkmamız Gerekiyor
Biz ne mi istiyoruz? 3 Dörtlük eğitim değil, dört dörtlük eğitim istiyoruz. Câhiliyye düzeninin bizim çocuklarımızı tersine devşirme yetiştirmek üzere bizden koparmasını istemiyoruz. Gölge etmesinler, yeter; zorunlu eğitime karşıyız. Çocuklarımızın dininden, fıtratından uzaklaştırılıp şirkle zihinlerinin doldurulmasını istemiyoruz. Tevhide uygun bir eğitimin de ancak tevhidî bir devletten beklenebileceğini biliyoruz. O yüzden İslâm devletine tâlibiz. “Memlekete komünizm gelecekse, onu da biz getiririz” diyenler gibi “tevhid-i tedrisat kanununa aykırı olduğu halde câmilerde kontrol edilemeyen tarzda Kur’an (ve bazı dinî bilgiler) okutulmaktansa, onu da okullarda biz okuturuz” anlayışı ile Kur’an mı okunur, Kur’an’ın canına mı okunur, göreceğiz.
Menderes’in ezanı aslî yapısına, Arapça okunmasına izin verecek kanunu çıkarınca halk ezan bayramları yapmıştı. Şimdi Siyer ve elif-be eğitimi yaparak bu adımları attığına göre baştaki yöneticiler “halife” diye unvan alırsa, emîru’l-mü’minîn diye tanıtılırsa şaşmamak gerek. Menderes’i on yıl iktidar yapan bu tavır, Tayyibân’ı mümkün 20 yıl iktidarda tutar. Ilıman İslâm projesinin başında dünyaya model olarak tanıtacakları bir lider olmalıydı, projenin mimarları Gülen ile Erdoğan arasında tercihlerini yapmış gözüküyorlar.
Bu Yasa ile Ne Değişecek?
- Yavaş yavaş İslâm gelecek, siyasi değişim aşama aşama yaşama geçecek.
- Bunlar, İslâm’ın en temel esasları ve buradan başlanılması gerekiyor da onun için öncelikle bu adım atıldı.
- Daha ne istiyorsunuz? Yarın üniversiteli kızlardan da isteyenlerin başlarını örtebileceklerine izin verecek şekilde anayasaya madde konulacak. Rejim daha nasıl kendisini size sevdirsin? İşte Müslümanlık budur; İslam’la demokrasiyi bağdaştıran ve kendisi de uygulayan Türkiye, diğer ülkelerin abisi, onlara örnek ve model olacak. Osmanlı, yeniden tarih sahnesine çıkıyor. “Övünmek gibi olmasın, zaten biz Türkler var ya, biz Türkler…”
- Kur’an dersi okullarda seçmeli ve herkes tarafından sınıf geçmeli olarak okutulacağına ve Kur’an okullarda ders kitabı olacağına göre, ona ters hiçbir uygulama olmayacak. Kur’an namazı emrediyor, namaz ayeti gelince herkes namaz kılacak, tesettür ayeti her bayanın her yabancıya karşı örtünmesini sağlayacak, fâsıklara/günahkârlara karşı öğrenciler tavır alacak, okul idaresinden başlayarak tüm idarecilerin Allah’ın hükmünü uygulamasını isteyecekler, itaat edilmesini yasak kıldığı kimseler olarak Kur’an’da sayılan vasıflar kendisinde bulunduğunda kim olursa olsun ona isyan edecekler… İyiliği emredip kötülüğü yasaklamanın Kur’an’da farz kılındığını öğrenen genç, sınıftaki ve okuldaki münkerlerle mücadele edecek. Putları nasıl kırdığı ballandıra ballandıra anlatılan ve örnek alınması gereken ikinci peygamber olarak bildirilen Hz. İbrahim’in put kırma eylemleri öğrenciler tarafından uygulamaya konulacak…
Ne? İnanmadınız mı bütün bunlara? Öyleyse hangi şeye seviniyorsunuz? Fe eyne tezhebûn? Bu gidiş nereye?
Şımarık bir öğrenci Kur’an okumayla alay ederse kim hangi yetki ile nasıl bir ceza verecek? Kız-erkek mahremiyeti, makamla ve sesini güzelleştirerek Kur’an okuyan güzel sesli bir kızın sesinin câzipliği ve önlerinde Kur’an… Başı örtülü bile olsa bacakları açık kızların Kur’an okuması… Elif-be kitapçığını öğrenen veya daha önce bilen ve yüzünden Kur’an okuyan öğrenciler Kur’an’ı mealiyle mi okuyacak, sadece metnini mi? Sadece metnini okuyacak olsa bile, mealiyle birlikte okumak isteyen ve okuduğu ayetlerin anlamını öğrenen ve bunu sınıfta, okul bahçesinde uygulamaya kalkan öğrenciler, derste öğrendiği doğruyu yaşadığı için ödül mü alacak, yoksa ceza mı?
Peki, bunlar değilse uygulamada beklenen; öyleyse şunlar olacak: Düzen, küçük bir taviz karşılığında çok büyük tavizler koparacak, haftada bir-iki saat Siyer ve yüzünden elifba eğitimi vererek gittikçe azalan muvahhidlerin tevhidî anlayışını yıkmak ve tâğutlara karşı tavrını yok etmek istemektedir.
Okullarda bir “ulu önder” var. Bahçedeki heykel ve onun önünde eski câhiliyyenin putlara taptığına benzer şekilde saygı duruşu, tüm sınıflarda Atatürk portresi… Tarih, Türkçe, Sosyal Bilgiler dersinde hep Atatürk ile ilgili övgüler, övgüler… Hatta Din Kültürü kitabında âyetlerden çok onun sözleri…
Eğitimin câhilî yapısının, Kur’an ile açığa çıkması ve kökten değiştirilme çabaları gerekirken, Kur’an istismar edilerek câhiliyye düzeni güçlendiriliyor. Meyhanede, gece klüplerinde o biçim programların arasında Kur’an okumak gibi bir şeydir bu uygulanacak olan. Kur’an dersinden önceki ders veya törenlerde tâğutlara övgüler yağdırılsın, Kur’an’ın bildirdiğinin tam tersi ders diye sunulsun, ilk insanın Âdem değil, yarı hayvanımsı bir yaratık olduğu vurgulansın, yağmuru tesadüf veya tabiat tanrılarının(!) yağdırdığı öğretilsin. Sonraki derste Kur’an öğretilip okutulsun. Kız öğrenciler başlarını kapatacaklar mı? Başını kapatmayan kıza mı, açan kıza mı ceza verilecek? Kur’an okurken başını kapatmaya izin çıkarsa, kız öğrenci düşünmeyecek mi, sayfalar mı mahrem, yoksa diğer derste yanlarında başını açacağı erkekler mi?
Avrupa ve Amerika’nın da ihtiyaç duyduğunda taviz verebileceği cinsten sayacağımız bu hususlar buradaki câhiliyyenin de veremeyeceği tâvizler değildir. Ve bana göre câhiliyyenin bu tür tavizler verdiği durumdaki tehlikesi daha büyük olur. İçinde haktan bazı basit hususlar taşıyan bâtıl daha tehlikeli olacaktır, hakka hiç yer vermeyen bâtıldan. O yüzden muvahhid mü’minler olarak işimiz gittikçe daha zorlaşıyor. Saflar karma karışık. Günümüz bilimleri ve eğitim anlayışları, yaratmayı ve eğitip terbiye etmeyi (rabliği) Allah'a hiç dayandırmadığından; yoktan var edici, yarattıklarını yönetici bir ilâh ve eğitici bir rab olarak başka tanrılara inanıp kul olmaya hazır müşrik tip yetiştirmek için çabalar. Kur'an'ın ilkelerine hiç yer vermeyen, O'nun emir ve yasaklarını, hükümlerini bilimsel bulmayan anlayışta yüzünden Kur’an okunsa ne olur? Atatürkçü zihniyetin her derse ve okulun her şeyine hâkim olduğu bir durumda Siyer okunsa ne yazar?
Hayır, bin defa hayır! Kur’an, küfür düzenlerine koltuk değneği olamaz! Kur’an, tâğutî düzeni aklamak için indirilmemiş; tam tersine onları yerle bir edecek cihad mesajları sunmuştur. Câhilî eğitim veren okullar aracılığıyla öğrenciler tarafından yüzünden Kur’an okumak, halkın gözünü boyamaya, gayr-ı İslâmî düzenleri meşrû kılmaya âlet edilemez; Kur’an, içindeki emirlere uyulsun, yasaklarından kaçınılsın ve hükümleriyle yöneticiler hükmetsin diye gönderilmiştir.
Kur’an dersine giren öğretmenlerde ne gibi vasıflar aranacak? Kur’an’a inanmayan veya onun hükümlerini tümüyle kabul etmeyen bir öğretmen Kur’an dersine giremez mi? Giremez denilirse, laik okullarda dinle ilgili bir ayrım nasıl yapılacak? Meselâ bir bayan Kur’an öğretmeni, derslere başörtülü mü girecek, başı açık mı? Bugün uygulanan kanun ve genelgelere, değişik ifadeyle Kemalizm ve laisizm dinlerine göre öğrenci ve öğretmenlerin başlarını okulda örtmeleri caiz görülmediği mâlumdur. Yoksa, kendi ilkelerini çiğneyen gericileri Atatürk çarpar.
Tarihteki putları ve puta tapanları incelediğimiz zaman, şirk temeline dayalı putçuluğun, günümüzde geçerli olan şirkten ve putçuluktan pek de farklı olmadığını görürüz. Mekke’li müşrikler de “Allah” inancına sahipti (Bak. 29/Ankebût, 61, 63; 39/Zümer, 3). Fakat, Kâbe’de tavaf etmek gibi Allah’a ibâdet kastıyla bazı görevleri yaptıkları halde, zaman zaman put heykellerin karşısında saygı duyuyorlar, onların önünde törenler düzenliyorlardı. Allah’ın hükmü yerine Mekke site devletinin parlamentosu Dâru’n-Nedve’nin kanun yapmasını ve Ebû Cehil gibi tâğutların kendilerini yönetmelerini istiyorlar, eski büyük tâğutlarını da unutmamak için heykellerine hürmet ediyorlardı. Onlar da yer yer dindar kesilmelerine rağmen, tevhid’in karşısında durarak şirke sarılıyorlar, putlarından vazgeçmiyorlardı.
Türkiye Şirk Devleti Okullarda Kur’an Okuyan Müşrik Yetiştirecek
Israrla vurgulamalıyız ki, İslâm’ın hâkim değil mahkûm olduğu ülkelerdeki okullarda müşrik olmama özgürlüğü yok. Öğrenci ve öğretmen olarak şirk tornasından geçmeme hakkı için mücâdele gerekiyor. Bir manifestomuz yok. Bir müslümanın her çeşit eğitim kurumlarında yapmasının kesinlikle câiz olmadığı şeyler, yapıldığında öncelikle insanlık suçu olduğu ilan edilecek davranış ve sözler, resmî âyinlerde/törenlerde, şirk unsuru olan hususlar, derslerde kabulü ve dillendirmesi şirk olan durumlar, tâğutları övmeler vb. kamuoyuna hâlâ yansıtılmamıştır. Çok net olarak, “eğitimle ilgili İslâm’la bağdaşmayacak şirk unsurları şunlardır” diyerek maddeleştirip kamuoyuna veli, öğrenci ve öğretmenlere ilan ve tebliğ bile edememişiz. Şirki güncel açılımlarıyla topluma duyuramamanın vebalinin büyüklüğünü düşünmek bile zor. Her vatandaşın ve her düzenin bunları rahatlıkla bilmesi ve zulmün boyutlarının sergilenmesi gerektiğini düşünüyorum. Sanki tevhidin yasaklanmasından ve putperestliğin mecbur edilmesinden daha önemliymiş gibi, varsa-yoksa sadece başörtüsü yasağı gündemde ve şimdi de elif-be öğretimi ve Siyer dersi. ABD gibi, Avusturya ve diğer Avrupa ülkeleri gibi, başörtüsünün suç olmadığı memleketlerde yaşasaydık, bizim câhiliyye okullarından istediğimiz olmayacak mıydı? Başörtüsüne bile müsaade etmeyen bir zihniyet aracılığıyla, başın içine konulan inanç, bilgi ve kültürün ne olup olmadığı, ciddi mânâda maddeler halinde net olarak dosta düşmana ilan edilebilmiş bile değildir ki, ona göre eylem planı hazırlansın.
Düzenin ve okulların farklı bir dini dayattığı için, Müslüman çocuklarımız iki dinli yetişiyor. Evdeki din ile okuldaki din farklı; birbirine tümüyle düşman iki inanç ve yaşam tarzı sunuluyor. Çocuklar, çifte standartlı yetişiyor. Ana ve babaların “aman oğlum, şunu sevme, şuna inanma, ama bunları okulda öğretmenine filan da belli etme!” diye tavsiyesi, çocuğun karakterini daha küçük yaşta anormalleştiriyor, iki dinli ve münâfık karakteri oluşturuluyor.
Bu ülkedeki tüm problem, çatışma ve gerginliklerin sebebinin dinler arası çatışma olduğunu söyleyebiliriz. Devlet dini olan laiklik ve Kemalizm ile çoğunluğun dini İslâm arasındaki çatışmadan bahsediyorum. En önemli Kemalist devrimlerden biri tevhid-i tedrisattır. Yani, eğitim ve öğretimin tekel olarak devlete ait olduğu ilkesi. Tevhid eri Müslümanlar olarak biz tevhid-i tedrisat değil; tevhîdî tedrisat istiyoruz. Eğitim, tümüyle devlet tekelinde olduğu için, okullarda şikâyet edilen tüm problemlerden öncelikle bu düzen sorumludur. Bu ilkeden yola çıkarak düzen, eğitim kurumlarında kendi dinini, kendi kutsallarını bütün Müslüman çocuklara dayatmakta, bütün çocukların laik ve Kemalist olmasından başka bir seçenek ve özgürlük tanımamaktadır. İslâm’ın putperestlik olarak kabul ettiği uygulamalar, törenler, âyinler, övgüler okutulan derslerden de önemli, en öncelikli ders kabul edilmektedir. Siyer dersi işlenir gibi ama farklı bir kişinin hayatı işleniyor; uydurma coşkularla döne döne her yıl ezberlettirilip körpe beyinlerin yıkanması için anlatılıyor, anlatılıyor. Tüm derslerin içeriği Batıcı, laik ve Kemalist inanca uygun olarak veriliyor okul denilen tapınakta. Okullar, düzene uygun kafalar yetiştiren birer torna atölyesi konumunda işlev yapmakta. Uysal ve düzene itaatkâr nesiller, tâğuta kulluk yapmaya hazır insanlar yetiştirmek okulların temel görevi olmaktadır.
Kur’an, müşriklerin, “biz atalarımızın yolundan ayrılmayız, onların izinden gideriz” dediğini belirtir. T.C. de kendine özgü bir atalar rejimidir. Türkiye düzeni, tüm Türk vatandaşlarının atası kabul ettiği için, atasını sevmeme hakkını kimseye vermez. Atatürk sevgisinden daha büyük sevgi olmaması gerektiğini, onun ilkelerinin tartışılmaz doğru olduğunu bir akîde ve davranış biçimi olarak ilân eder ve çeşitli âyinlerle bu tavır, İlköğretimin ilk sınıfından itibaren tüm vatandaşlara uygulattırılmaya çalışılır. Düzene göre, onun hata yaptığı kabul edilemez. Kimse Atatürk’ü eleştiremez, heykellerine ve fotoğraflarına yan gözle bakamaz.
Artık bu durum değişmese de Atatürk’ün peygamber veya tanrı kabul edilmesine itiraz edilmeden; onun gibi kurtarıcı, ulu önder kabul edilmese de ona belirli oranda bir rakip veya daha doğru bir deyimle onunla uzlaştırılan ılımlı bir peygamber de katılacaktır.
“Yavaş yavaş İslâm gelecek. Bak, bugün bir, yarın iki…” Erbakan’ın siyasi arenaya çıkmasından bugüne kadar geçen 43 sene zarfında Kur’an’ın hükümlerinden (ahkâm âyetlerinden) bir tanesi bile uygulamaya konulmuş, hatta oy yeterli oy alamadığı için kabul edilmese bile mecliste teklif edilmiş değil. Eğer Bu 43 sene zarfında şirkin izâlesi ve tevhidin ikame edilmesine pek bir katkısı olmayacak, elif-be eğitimi ve siyer dersi, seçmeli olduğunu, haftadan bir-iki saati yeterli ve büyük hizmet görüp bunu bir ahkâm âyetindeki farz ve yasak gibi görmek ve göstermek isteyenlerin zayıf gerekçelerini kabul etsek bile durum ne olur, bir bakalım: Namaz kılan kesimlerin siyasete atıldıkları 1969 yılından bugüne tam 43 sene geçti; yuvarlak hesap 40 kabul edelim. 40 yılda dinî hükümlerden ancak birini uyguladılar diyelim. Kur’an’da, yaklaşık 300 tane ahkâm âyeti olduğuna göre; 40 X 300=12000 sene. Demek ki, on iki bin sene sonra İslâm’ın hâkimiyetini bekleyebiliriz. Her yirmi beş yılda bir nesil varsayarsak, sıkı-fıkı yönetimler gibi aksayan bir durum da olmazsa 48 bininci torunumuz bunu görecektir. Tabii canım, niye acele edelim ki?! Şunun şurasında Hz. İsa’nın doğumundan günümüze kadar geçen yılların on misli bir şey kaldı. Siz yaşamasanız bile, kıyamet kopmaz, birileri ihtilal yapmaz, başka engel de çıkmazsa 48 bininci torununuz görür. Niye acele edilsin ki, yavaş yavaş İslâm gelecek. Gelecek de; unuttuk. O zamana kadar sürmez herhalde Avrupa Birliğinin kapısında Türkiye’nin bekletilmesi. Avrupa ile ortak devlet olacağımıza göre, bayrak, marş, para, parlamento, kanunlar… ortak olacağına göre, o kadar Avrupa ülkesi mi bizi kendi dinlerine katar, kendi rejimini kısmen de olsa dinî kurallara dayandıramayacağı anayasasında mevcut olan Türkiye mi onların tümünü Müslüman yapar, o da düşünülsün. Düşünülürken, T.C. Anayasasındaki “Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini, kısmen de olsa din kurallarına dayandıramaz” cümlelerini nereye koyacağını ve her rejimin kendini savunmak için nice mekanizmalar icat ettiğini unutmasın.
Elif-bâ Eğitimi Değil, Öncelikle Putlardan ve Şirkten Kaçınmak İstiyoruz
Evet, her sabah âmentu şeklinde tekrarlanan; her Cuma ve Pazartesi saygı duruşu adıyla uygulanan törenler, bir âyindir, putperest tapınmalarıdır. Allah’tan başka rab edinmenin, başka ilâh kabul etmenin, tâğutlara ibâdet etmenin göstergesidir. Tepkisiz ve buğzsuz olarak bu törenleri kabullenmek insanı şirke götürür. Şirk de Allah’ın affetmeyeceği tek büyük suçtur. Kişiyi dünyada Allah’ın yardımından uzaklaştırır, âhirette de ebedî cehennemlik yapar. Şirk, hastalıktır, bünyeye sonradan giren bir mikroptur, bir ârızâdır, bir anormalliktir. Bir küçük kibrit çöpü koca ormanı yakıp mahvettiği gibi, şirk de amelleri mahveder. Bir kanser mikrobunu veya yanan kibrit çöpünü önemsiz, tehlikesiz görüp bunların zararlarına duyarsız kalmak, hiç akılla bağdaşır mı? Şirk, kaos ve düzensizliktir. Şirkin olduğu yerde, kargaşa, fesat, kavga, anarşi, düzensizlik ve huzursuzluk vardır (21/Enbiyâ, 22). Tevhid ve şirk insanlık tarihi boyunca insanların bağlana geldiği iki dinin adıdır. İnsanlık tarihi şirkle tevhid arasındaki mücâdeleden ibarettir. Bütün peygamberlerin tebliğlerinde vurguladıkları temel esas tevhiddir. Kur’ân-ı Kerim’in üzerinde en çok durduğu konu tevhidin önemi ve şirkten uzak durulması konusudur.
İbrâhim (a.s.), babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin şu karşısında durup ibâdet ettiğiniz heykeller nedir? (Babası ve kavmi), 'Babalarımızı onlara ibâdet eder bulduk' dediler. (İbrâhim), 'Doğrusu siz de, babalarınız da apaçık bir sapıklık içine düşmüşsünüz' dedi.” (21/Enbiyâ, 52-54); “Siz Allah'ı bırakıp da size hiç fayda ve zarar vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Yuh olsun size ve Allah'tan başka taptıklarınıza! Siz hiç akıllarınızı kullanmaz mısınız?” (21/Enbiyâ, 66-67)
Buyurun hep beraber andımızı tazeleyelim: “Ey kâfirler! Tapmam sizin taptıklarınıza. Sizin dininiz size, benim dinim bana!” (109/Kâfirûn, 1, 2, 6)