Rıdvan DİNÇER
ALLAH'IN ADI İLE BAŞLAMAK
İnsanlık tarihinde ; düşünmenin,söylemin ve eylemlerin kendisi ile değerli olduğu, olabileceği tek öğreti "Allah’ın adıyla başlamak"[1] olduğu, tartışma konusu olmayacak kadar net ve açıktır. Bu denli etki alanı geniş olan bir tanımlama, başarı ve başarısızlığın anahtar kelimesi olarak, kişi ve toplumlara yol gösterir.
Toplumsal olaylar ve değişimler ve bu değişimi tetikleyen sebepler, önemli olduğu kadar, bu olaylarda insanların oynadığı rol ve içinde bulundukları ruh halinin tespiti de önem arz etmektedir. Bu önem bize, İslam’ın söylememizi ve uygulamamızı istediği davranışı, İslam adına ortaya koymamıza, yani Allah’ın adıyla başlamamız için bir ihtiyaçtır. Müslümanlar olarak toplumda Ortaya konacak tepki ve etkimizin, belirleyiciliğini öncelik sıralamasını dikkate alarak ortaya koyabilmeliyiz. Büyük şeytanı, küresel ve yerel belirleyicileri bırakıp, bu tepkiyi; İslam’a deveti bekleyen halka yöneltmek, oluşabilecek değişim ve dönüşüm kaynağını kurutmak anlamı taşıyacaktır.
Toplumsal olayların hedeflerimizle ilişkisi bağlamında olayları ve durumları ele aldığımızda, taksimde ağaç bahanesi ile gelişen ve sürüklenen çoğunluğa bakış açısı ve yaklaşımlarda; İslam’ın istediği eylem ve söylem İslam adına ortaya konmuş mudur? Salt İslam adına bir taraf söz konusumudur? Bu tarz soruların Doğruyu yakalamamıza yardımcı olacağı kanaatindeyim. Elbette buradan olaylara kayıtsız kalmak gibi gayri İslami bir davranıştan söz etmiyoruz. İslam renginin kendisinin var olup olmadığını hatırlatmak istiyoruz.[2] Allahın hoşnutluğunu kazanmak biz Müslümanlar için her şeyden daha önemlidir. Bu da İslami kazanımların kendisine götürür.
Bu coğrafyada, yetmişli yıllarda başlayıp güçlenen ve sonrasında bu gün için yönetimler tarafından kaale alınmayan ve toplumsal meselelerde bırakın aktif olmayı, İslam adına ortada duracak ve adalete, İslam’a davet edecek bir taraf olmaktan bile kendini azlettirmiş bir pozisyona sürüklenen biz Müslümanların[3] bu hali de, aynı bağlamda epey düşündürücüdür.
Bir de İslam adına doksanlı yıllarda ve sonrasında atılan adımların Müslümanlara, bu coğrafya da neler kazandırıp, kaybettirdiğinin düşünülmesi de önem arz etmektedir. ‘Allah’ın adıyla başlamanın önemi, başarı ve başarısızlığın yol göstericisi oluşunda esas alınmalıdır. Konjonktürü değerlendirirken bundan bağımsız değerlendirmelerin, yerinde sayma veya gerilemeden başka bir sonuçla bizleri karşı karşıya bırakmayacağı, bu yıllardan bize kalan miras ile anlaşılmış oldu.
İslam ile tanıştığımız dönemlerde; ihlas ile gündeme vahyi taşıyacaktık ve sistemlerin meşru olmadığını, İlahi egemenlikte, Allah’a ortaklar olmadığına yönelik toplumu uyandıracaktık .Hayata ‘’Allah’ın adıyla başlamayı,, diğer bir ifade ile O, nun ölçüleri ile tepkime vermeyi , bir bilince dönüştürmek için her türlü ezaya katlanacaktık. Yangına maruz kalanları uyaracaktık. Bu uyarma karşılığında yangından kurtardıklarımızın bize uygulayacakları şiddeti, bilmemelerine yoracaktık. Hani bu toplum davet edilecekti. Maalesef söylediklerimizi terk etmekle yetinmeyip, duruma / Konjonktöre göre şekillenmek daha belirgin bir yöneliş halini aldı. Yani eski söylem ve kimlikle, yeni türeyen hayat şekli uzlaştırıldı. Davet faaliyetinin yerini, dövmek isteği aldı!
Eğer İslam’a ait olan geçmişte ki bu paylaşım ve hassasiyetler bu gün hayırla yad edilip, özleniyorsa, Bizleri donukluktan, aktifliğe sevk etmeli. Dünü değil, yarınları inşa edecek adımlar attırmalı.
Bunun için, gerek İslami gerek gayri İslami kimliğe sahip olan mağdurların, hem hamisi hem de haklarına ses olmalıyız. Batıl söylemlerin etkisini kıracak olan; İslam’ın, söylememizi istediğini, İslam adına söyleyip yapabilmeliyiz. Epey akademisyenimiz, yazarımız, derneklerimiz, vakıflarımız, kanaat önderlerimiz ! Olmasına rağmen. Bu boşluk doldurulmuyorsa, bu vakıadaki gerçeklik[4] bizi rahatsız etmeli, biz Müslümanların birlikteliklerinin ne üzere olduğunu tefekkür edip, içinde bulunduğumuz alanda hüsnü zanla sorgulamayı, ve içinde bulunduğumuz yapıların ıslah işlevi için çaba sarf etmeliyiz...
Muhatabı olduğumuz bu toplumu Allah’ın dinine davet etmek; söylemlere sıkıştırılamayacak kadar engin bir içeriğe sahiptir. Merhameti, hikmeti, adaleti ve karanlıklardan aydınlığa çıkarma faaliyetlerinin tümünü içerir. Diğer ifade ile vahyin ete, kemiğe, aklımıza ve gönlümüze etkisini, sergileme anlamındaki şahitlikle mümkündür. Hayatın tüm alanlarında bu dinin sağladığı güvenli /mü’mince yaşamın örnekliğini ve davetini sunduğumuzda,[5] bu dinin bizlere yüklediği tebliğ ve beyan etme vazifemiz icra olunmuş olacaktır.
Olaylar ve tavırlarımız bağlamında; İnsan olarak bir taraftan, aceleci bir yapıya sahip oluşumuz, diğer taraftan sınırlı bir kuşatıcılık gerçeğimizden yola çıkarak. Bizim bu iki unsuru kontrol altına alacak olan, sabır, ilim ve istişare gibi faaliyetlere ,süreklilik sağlamamız ,ferasetli bir şekilde Allah’ın adıyla okumamıza yardımcı olacaktır.
Atılan adımlar ve gösterilen tepkimeler, öncelikle insanlığın yüreğinde İslam’a alanlar açıyorsa, yarınların alanları, salatın ve zekatın müdavimleri ile hayat bulacaktır.
[1]96 /Alak Suresi,1
[2]Bunu yadırgamak için dile getirmiyoruz. Çünkü sorunun muhatapları arasına kendimizi de yerleştiriyoruz.
[3]Dikkate alınmayanın, Müslümanların şahsında İslam olduğu gerçeği.
[4]8/Enfal,25 ‘’ Ve sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden…"
[5]5/ Maide Suresi, 67 "Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun…"