Süleyman GÜLEK
ANNE-BABAYA İYİ DAVRANMAK
Büyüklere saygı, küçüklere sevgi dinimizin temel prensiplerindendir. Toplumsal huzur ve sükûnetin temininde sevgi ve saygı, hayati önem taşıyan temel ahlâkî esaslardandır. Büyüklere saygı gösterme, küçüklere de merhametle muamelede bulunma hususu ile ilgili olarak Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır. “Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün hakkını gözetmeyen bizden değildir.”(Tirmizi, Birr 15)
Kur’ân-ı Kerimde ve hadis-i şeriflerde Allah’a kulluk ve itaatten hemen sonra anne ve babaya iyi davranmanın gerekliliği vurgulanmıştır. Bir insanın Allah’a şirk koşması, anne ve babasına kötü davranması ve fakirlik endişesiyle çocuklarını öldürmesi, Allah’a karşı yapılabilecek en büyük itaatsizlik ve isyan sayılan fiillerdendir. Bu husus Kur’ân-ı Kerimde şöyle ifade edilmektedir: ”De ki: Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: Ona hiç bir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin...”(En’âm, 6/151)
Allah’a ortak koşmanın herhangi bir mazereti olmadığı gibi, anne ve babaya kötü davranmanın da haklı bir mazereti yoktur. Bu tür davranışların, büyük günahların en büyüğü olduğunu, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle ifade etmiştir: Peygamberimiz (s.a.v), üç defa: “Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? Allah’a şirk koşmak, ana-babaya itaatsizlik etmek ve yalancı şahitliği yapmaktır (ya da yalan sözdür)”(Buhârî, Edeb 1)buyurmuştur.
Anne ve baba ile alakayı kesmek, sıla-i rahimde bulunmamak, onların kalbini kıran her türlü söz ve davranışta bulunmak ana-babaya itaatsizlik sayılır. Bu sebeple, yapılması ve söylenmesi günah olmayan hususlarda onların sözünü dinlemek gerekir. Akıl nimeti ile donatılan insanoğlunun önemli görevleri vardır. Bunların başında Allah’a kulluk ve ana-babayı sevmek, onara, karşı sorumluluklarınızı yerine getirmek gelmektedir. Bize sayısız nimetler veren Allah’a karşı ibadet etmek nasıl farz ise, bizim dünyaya gelişimize sebep olan ana ve babamıza hürmet, saygı ve hizmette bulunmak da Allah'ın üzerimize yüklediği bir görevdir.
Çünkü anne ve baba, çocukların hem varlık sebebidir hem de onları sevgiyle yetiştiren büyüten ve terbiye eden insanlardır. Gönüllerindeki sevgi ve evlat sahibi olmanın mutluluğuyla, onların katlandıkları fedakârlıklar her türlü takdirin üstündedir. Anne ve baba, aile ve çocuğun ihtiyaçlarını temin etmek için yılmadan, usanmadan çalışırlar, yemezler yedirirler, giymezler giydirirler. Çocuğun bakımında, temizliğinde, eğitiminde ve her türlü ihtiyacının karşılanmasında anne ve babaların gösterdiği ilgi ve titizliğin derecesini kelimelere dökmek âdeta imkânsızdır.
Bu fedakârlıklar karşısında bizlere düşen, anne babamıza iyi davranmak, hizmet etmek, ikram ve ihsanda bulunmak, ihtiyaçlarını karşılamak, sıkıntılı hallerinde yanlarında bulunmak, güler yüzle bakmak, tatlı dil ile konuşmaktır. Onların her zaman dualarını almak, rızalarını kazanmak, hasta ve yaşlılık hallerinde kendilerine gönülden ilgi göstermek daha fazla önem arz eder, Cennet kapılarını açtıran bir davranış olur. Dünya ve âhiret mutluluğu anne ve babamıza göstereceğimiz bu sevgi, saygı ve ilgiye bağlıdır. Yüce Allah şöyle buyurur: “Rabbin, kendisinden başkasına ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlaraöf! bile deme. Onları azarlama.”(İsra, 17/23)
Görüldüğü üzere Rabbimiz, anne-babamızı üzmek, onlara sert davranmak, kalplerini incitmek bir yana; ana-babamıza karşı en ufak bir hoşnutsuzluk göstermeyi, ana-babamıza Öf bile demeyi yasaklamıştır. Yüce Allah anne-babaya karşı son derece saygılı, hoşgörülü davranmamızı ve onlar için duâ etmemizi şöylece emretmiştir. “Onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu göster ve de ki: Rabbim!, “Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.”(İsra, 17/24) bBir gün adamın biri Peygamber Efendimize “Ey Allahın Resulü, görüp gözetmeye en layık olan kimdir ? diye sordu. Peygamberimiz (s.a.s.) Annen, annen, annen sonra baban, sonra sırasıyla yakın akrabalarındır.”(Buhârî, Edeb 2)buyurdu. Başka bir Hadis-i Şerifte de; “Cennet annelerin ayakları altındadır.”(Nesâî, Cihad 6)buyurmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.); kendisine hangi amelin daha faziletli olduğu sorulduğunda“Vaktinde kılınan namazdan sonra ana-babaya iyilik yapmaktır.” (Buhârî, Edeb 1) buyurmuştur. Demek ki Allah'ın rızasını kazanmanın, cennete ulaşmanın yollarından birinin, anne-babaya hizmet edip gönlünü hoş etmekten geçtiğini hiçbir zaman unutmayacağız. Zira Peygamberimiz (s.a.v.) “Kim ömrünün uzamasını ve rızkının bollaşmasını istiyorsa, anne babasına iyilik etsin ve akrabalarına sılayı rahimde bulunsun.” Et-Terğîb ve(Terhîb c.3 s. 317) buyurarak onlara iyilik ve ihsanda bulunmanın hem dünyevî hem de uhrevî ne denli önemli olduğunu vurgulamıştır.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde şöyle ifade etmektedir: “Biz insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu!” (Ahkaf, 46/15) annenin evladı üzerinde pek çok hakkı vardır. Bin bir zahmetle karnında taşır, çocuk doğunca onu emzirir, sağlıklı olarak büyümesine özen gösterir. Bu konuda hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz, çoğu zaman gece uykusunu terk eder ve çocuğunun hizmetini seve seve yapar. Hele özürlü çocukların annelerinin fedakârlığını kelimelerle ifade etmek mümkün değildir. Bunun için anne hakkı çok önemlidir. Babanın hakkı da küçümsenemez.
Zira evladının yetişmesi ve geleceğini temin etmesi için elinden gelen her türlü fedakârlıkta bulunmakta, hatta yavrusu için bir takım mahrumiyetlere katlanmaktadır. Bizleri yetiştirip büyüten anne ve babalarımıza karşı görevlerimizin başında; onlara karşı güler yüzlü ve tatlı dilli olmak, ihtiyaçlarını gidermek, hastalık ve yaşlılık sebebiyle zor durumlarında yardımlarına koşmak, varsa sıkıntılarını ve kederlerini paylaşmak, Allah’a itaatsizliğin dışındaki isteklerini yerine getirmek gelir.
Üzülerek ifade edelim ki, günümüzde, evlatları için her türlü fedakârlığı yaptığı halde yalnızlığa itilmiş, meşakkatlerin kucağına terk edilmiş, sahipsiz, gözü yaşlı anne-babalara sıkça şahit oluyoruz. Bazı evlatlar, anne-balarını sıcak aile ortamından, evlatlarından, torunlarından koparılıp Huzur Evi adı verilen İtilmişler-Atılmışlar Evine hapsediyorlar. Anneler ve babalar gününde, senenin bir günü kendilerine çiçek verilmekle, hediyeler takdim edilmekle, anne-babalarını mutlu edeceklerini zannedenler, ancak kendilerini kandırıyorlar. Onları gerçekten mutlu edecek şey, aile ortamının en müstesna yerinde, evlatlarıyla, torunlarıyla bir arada olması değil mi? Anne babalarını sadece bir gün değil, her gün hatırlanması ve kıymetinin bilinmesi gerekir
Ana-Babamızı yılın bir gününde anmak yetmez. Onlar her gün anılmalı, her zaman gereken saygı ve ilgi gösterilmelidir. Cennete giden yollardan birinin de anne ve babamıza iyi muameleden geçtiğini ve onlara yapacağımız hizmetin, Allah'ın rızasını kazanmamıza vesile olacağını unutmamalıyız. Onların kalbini kırmaktan, onlara ağır gelebilecek her türlü söz ve davranışlardan kaçınmalıyız. Hz Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur: “Allah’ın rızası ana-babanın rızasında, Allah’ın gazabı da ana-babanın gazabındadır.”(Tirmîzî, Birr 3)Ana babaya ihsan, dünyada huzur ve güzelliklerin kaynağı, âhirette cennetin sebebi olacaktır. Aksi ise, huzursuzluk ve azab...
Bu sebeple anne babayı üzecek davranışlardan sakınmak gerekir. Özellikle ihtiyarlık çağında kişinin enerjisinin, canlılığının, duygularını kullanma kabiliyetinin bazen de algılama gücünün azalmaya başlamasının, iletişim sorunu yaşanması gibi tezahürleri olabilir. Yaşlılarımızın daha nazik bir yapıya sahip oldukları bu dönemde duyguları rencide edilmemeli, onlara kızgın bakılmamalı, yanlarında sesler yükseltilmemeli, hizmet edip gönülleri alınmalıdır.
Kendine has özellikleri olan bu dönemde takınılacak her tavır, söylenecek her söz, tabiatıyla özen gerektirmektedir. Bu bakımdan yaşlılara saygı göstermek, her şeyden önce dinî, insani ve vicdani bir görevdir. Anne-babanın çocuklarına en çok muhtaç olduğu dönem yaşlılık günleridir. Unutmayalım ki ana-babamıza nasıl davranıyorsak çocuklarımız da bize aynı şekilde davranacaklardır. Yüce rabbimiz şöyle buyurur: "Ey Peygamber! Sana ne sarf edeceklerini soruyorlar. De ki, sarf edeceğiniz mal ana-baba, akrabalar, yetimler, düşkünler ve yolcular içindir. Yaptığınız her iyiliği Allah bilir.”(Bakara, 2/215) Yaşlanıp kendi ihtiyaçlarını temin edemez hâle gelince ana-babaların bütün ihtiyaçlarını temin etmek çocukların görevidir.
Ancak bugün aile yapımızı tehdit eden pek çok unsurla karşı karşıyayız. Ahlâkî yozlaşma, rahata düşkünlük, kimlik bunalımı, özgürleşme ve bağımsız olma söylemlerinin kavramsal boyutunun doğru algılanamamasına bağlı olarak biz şuurunun yerini almakta olan ben (aşırı bireycilik eğilimleri) ve neticede gittikçe küçülen yapı, üzerinde önemle durulması gereken hususlardadır. Yukarıdaki âyetlerde ve hadislerde tarif edilen davranış biçimi ile ulaşılması gereken ruh hali, İslâm inancının ve İslâm ahlâkının gereğidir.
Nasıl ki, insanoğlu herhangi bir şarta bağlı olmaksızın her halükarda Allah’a kulluk etmesi gerekiyor ise, aynı şekilde anne ve babasına da iyi davranması gerekir. Gerçek anne-baba sevgisinin, "annemi, babamı seviyorum", demekten ibaret olmadığını, onlara karşı maddî-manevî her türlü görevin yerine getirilerek bu sevginin ispat edilebileceğini unutmamamız gerekir. Bir sahabî; Ya Rasûlullah! Ana ve babamın vefatından sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mı? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.): ”Evet, onlara hayır duâda bulunur, onlar için istiğfar eder (Allah’tan bağışlanmalarını ister), vasiyetlerini (isteklerini) yerine getirir, yakınlarıyla ilgisini kesmez ve dostlarına ikramda bulunursan dedi.”[1] (Ebû Dâvud, Edeb 120)
Yüce Allah şöyle duâ etmemizi buyurur: "Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne babamı ve mü'minleri bağışla!"(İbrahim,14/41) Vefatından sonra da anne ve babamıza karşı görev ve sorumluluğumuzun devam ettiğini unutmamalıyız. Onların kabrini ziyaret etmeli, duâ etmeli ve onlar için hayırlı işler yapıp, sadaka vermeliyiz. Sonuç; Âyet ve hadislerden görüldüğü gibi İslâm dini anne ve babaya iyi davranmayı, onların ihtiyaçlarını karşılamayı, meşru ölçüler içerisinde isteklerini yerine getirmeyi, gönüllerini almayı ve onlara merhamet kanatlarını gererek hayır duâlar etmeyi emretmektedir.
Onlarla alakayı kesmeyi, kaba ve sert konuşmayı, gönüllerini kırmayı, onlara karşı her türlü isyankâr söz ve davranışlarda bulunmayı da kesin olarak yasaklamaktadır. Aynı şekilde öncelikle aile içinde ve yakın akrabalar arasında olmak üzere büyüklere saygı gösterip küçüklere de merhametle muamelede bulunmayı ahlâkî bir sorumluluk saymaktadır. Mü’min olarak bizlere düşen görev, anne ve babalarımıza iyi bir evlat olarak onların rızasını kazanmak ve hayır dualarını almaktır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurur: “Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin duası, anne-babanın evladına duası.” (İbn Mace, Dua 11) Görülüyor ki, bilhassa yaşlandıklarında anne ve babaya bakmak, onları huzurlu ve mutlu yaşatmak, böylece hayır dualarını almak dinî bir görevdir.
Mecbur kalmadıkça ve kendileri istemedikçe onları aile ortamından uzaklaştırarak huzur evlerine ve yaşlılar yurduna bırakmak doğru değildir. Anneler ve babalar ömür boyu sevgiye, saygıya, hizmet ve hürmete layık en yüce varlıklardır. Bu nedenle geçici dünya telaşı ile anne-babalarımızı ihmal etmeyelim ki hem dünyamız hem ahiretimiz değer kazansın. Bu nedenle anne-baba çocuğunu İslâm’a göre yetiştirmeli, onun dünyasını düşündüğü gibi âhiretini de düşünmelidir. Çocukların genel eğitimi içinde, din eğitiminin de dikkate alınması önemli bir gerçektir. Dinî eğitimle insanlar güzel ahlâk sahibi olur. Kişinin hem kendisine, annesine-babasına hem de başkalarına faydalı olmasını sağlar ve böylece çocuk dünya ve âhirette mutlu huzurlu bir hayat yaşar. Peygamberimiz şöyle buyurur: “İnsanoğlu öldüğünde üç şey hâriç, amel defteri kapanır. Bu üç şey: Sadaka-i câriye, faydalanılan ilim ve kendine duâ eden salih evlât”(Ebu Dâvud, Vesâya 14) Anne-babaya düşen en önemli görev, çocuklarını iyi bir Müslüman olarak yetiştirmektir.
Böyle bir evlât, hayırlı evlat olur. Dolayısıyla dünya ve âhirette mutlu ve huzurlu olmak istiyorsak İslâm’ın emir ve yasaklarına, koymuş olduğu kurallarına uymak zorundayız. Allah Teâlâ’ya kulluk yapmaya gayret eden mü’minler, dünyada ve âhirette huzur ve mutluluk içersinde olurlar. Ne mutlu, anne-babaları sağken layıkıyla sevip, layıkıyla hizmet edenlere, Ne mutlu, onları sadece annelerbabalar günün de değil, her zaman hatırlayanlara. Ne mutlu, anne-babaların hayır duâlarını alıp, dünya ve âhiret mutluluğuna erenlere!