Ahmed KALKAN

02 Mart 2011

BİN ALİ, İN ALİ, CİN ALİ...

Bin Ali, “Ali oğlu” demek. Ama Türkçe’ye uyarlarsak “bin Ali, halkın sırtına bin!” anlamında tüm tâğutların boylarının uzun gözükmesinin sebebi, halkın omuzlarına basıp yükseldikleri için, zulüm düzeni olan piramit düzeninin en üstüne çıktıklarından dolayıdır. Halk, onlara omuz vermekten caymış olsa, onların ne kadar cüce oldukları, her zâlim gibi korkak oldukları ve kaçacak delik aradıkları tecrübe ile sâbittir. Bin Ali’lere artık “İn Ali!” demenin zamanı çoktan gelmiştir.  

Daha çok sosyalistlerin öncülük yaptığı halk Tunus’ta omuzları  artık taşıyamayacak hale geldiğinden başlarındaki İslâm düşmanı, despot diktatör tâğut “Bin Ali”ye “İn Ali” dedi. Sonra “Cin Ali” sahne gerisinden cinlik ve hinlik yaparak “Bin Ali” benzeri başka “Bin Ali”leri devreye soktu. Mısır’da da aynı durum sözkonusu.  

Yıkmakta birleşen halk, yapmakta birleşemiyor.  Devrim, inkılâb esas, yapmaktır, inşâ etmektir. Sistemsiz, organizesiz, lidersiz bir ayaklanmanın yeniden yapmak için hiçbir tezi yoktur. Yıkmak, devirmek için halk nice riskleri göze aldı. Ama aynı halkın sistemli ve planlı bir şekilde ülkeyi kimin ve hangi kuralların yöneteceği üzerinde hiç düşünmedikleri anlaşılıyor. Tek istenen şey var: Demokrasi ve T.C. örnek ve modelliği. 70 yıllık dünya çapında bir örgüt olan ve bir zamanlar Dünyayı İslâmlaştırma için ciddi ve planlı programları, eylemleri hayata geçirmeye çalışan İhvan-ı Müslimin, yani Müslüman Kardeşler örgütüne bir bakalım. Örgütün sözcüsü; “din devleti diye bir hedeflerinin olmadığını, demokratik bir devlet istediklerini” dünya kamuoyuna açıklıyor. Ve çağdaş Mısır firavunu, henüz devrilmeden onun adına uzlaşma masasına çağrılınca koşarak icabet etmekte bir sakınca görmeyecek çizgiye geldi. İlkav’ın bildirisini kaleme alan M. Pamak’ın ifadesini iktibas etmekten haz duyuyorum:   

 “Bu süreçte, despot yönetimlere isyan eden halklar, emperyalist ülkelerce laik liberal demokratik batıcı sistemlere doğru yönlendirilmeye çalışılıyor. Emperyalist ABD ve AB son ana kadar, bir yandan Firavun diktatörlüklerinin sopasını meydanları dolduran halklara göstererek, bir yandan da laik liberal demokrat Batı yanlısı hükümetler kurmanın önünü açma anlamında havucu uzatarak, mazlum halkları “ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye” çalışmaktadırlar. Türkiye modeli, nasıl Kemalist İslam düşmanı radikal laiklikten ılımlı laikliğe, devletçi askeri vesayetten/bürokratik despotizmden liberal demokrasiye geçiyorsa ve yine de İsrail’i tanımaya ve çok yönlü ilişkilerine devam ediyor ve ABD ile stratejik ortaklığını sürdürüyorsa, bölge halklarına aynı modeli takip ederek Firavunî sistemden kurtulabileceklerini söylemek istiyorlar. 

Biz Müslümanlar, despotizme karşı ayaklanan mustaz’aflar, mazlumlar; Müslüman olmasalar bile, onların Allah tarafından lütfedilen temel hak ve özgürlüklerini savunuruz, onların adalet ve özgürlük arayışlarını görece olumluluk olarak görürüz. Bunun gereği olarak da, despotizmin yıkılmasına İslamî ölçüler içinde katkı sunmayı görev biliriz. Allah’ın sosyal, siyasal dönüşüm yasasının, baskı ve zorbalıkla engellenmeden, doğal ortamda, fıtri niteliklerin özgürce kullanılmasıyla işlemesi sonucu, toplumların kaderleri üzerinde söz sahibi olmalarının ve layık oldukları sisteme ulaşmalarının önünün açık olmasını isteriz. 

Ancak, bölgenin bütün halkları bilmeli ki, emperyalizm bölgedeki çıkarlarını sürekli kılmak adına, despot işbirlikçilerini feda edip, yeni projelerle aldatma çabası içine girecekler ve erdemli bir tavırla ayaklanan kitleleri yine kendilerinin razı  olacakları sistemlere doğru yönlendirmek için ellerinden geleni yapacaklardır. Bu tür bir yönlendirmeye açık eğilimler, yanılgıyla da olsa, bir süredir kimi bölge Müslümanlarını kendiliğinden etkisi altına almış bulunmaktadır. Bölgenin kimi öncü “Müslüman şahsiyetleri” tevil etmeye bile gerek görmeden, açıkça  “Ilımlı İslam”ı temsil ettiklerini söyleyebilmektedirler. İslam şeriatına dayalı, Allah’ın hükmüyle hükmeden bir adalet ve hukuk sisteminden yana olduklarını söyleyemiyor. Hz. Peygamber’in (s.a.s.), bugünle mukayese bile edilemeyecek kadar zor şartlarda, hak-bâtıl karışımı “çoğulcu siyasi ortak yönetim” zemininde devlet başkanı olma tekliflerini reddetmesine rağmen, Türkiye’nin “İslamcıları” ve bölgenin kimi öncü Müslümanları, aynı ilkeli ve ihlâslı duruşu maalesef ortaya kayamıyorlar. Rasulllah’ın (s.a.s.) şartlarına nazaran görece daha az olan zorlukları bahane ederek, hep birlikte Türkiye’de oluşturulan “laik, liberal ve muhafazakâr demokrasi” modelini benimseyip, yücelterek, meşrulaştırarak yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. 

Mazlum halklar, dünyada izzeti, onurlu bir hayatı, sömürüden, zulümden, adaletsizlikten arınmış adil bir yönetimle yönetilmeyi ve ahrette kurtuluşu istiyorlarsa, tevhidî adalet sistemini, yani İslâm devletini talep edip egemen kılmaya çalışmaktan başka yol olmadığını bilmelidirler. Biz muvahhid mü’minler, mazlum halkların zulümatın gri tonlarında oyalanmamaları ve bir zulüm sisteminden bir başkasına savrulmamaları için uyarı görevimizi yerine getirmeliyiz. 

O halde bölgenin mazlum halkları, karanlıkların koyusundan kaçarken, gri tonlara yakalanmamalı, laik demokratik liberal modele itibar ederek, yeni bir zulme muhatap olmamalıdırlar. Hepimizin yaratıcısı  olan Rabbimiz, “şirk en büyük zulümdür” ve “Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler kâfirlerin, zâlimlerin ta kendileridir” buyurmaktadır. Hak ile batılın karıştırıldığı, sentezci, uzlaşmacı, “ılımlı” modellerde, şirki ve tâğutî nitelik devam etmekte ve dolayısıyla da, ilahi vahyi dışlayarak, insan heva ve zannının ürettiği anayasa, sistem ve modellerde haksızlık, adaletsizlik ve zulüm kaçınılmaz bir sonuç olmaktadır. Zulümden sahici anlamda kurtulup, bütüncül gerçek adalete ulaşmak, ancak, bütün halkların ve insanların yaratıcısı olan ve hepsine adaletle en temel hakları lütfetmiş bulunan Allah’ın hükümlerine dayalı bir anayasayla ve İlâhî vahyi esas alan bir sistemle mümkündür. 

Türkiye’deki darbeci, çeteci katillerden, askeri vesayet ve mâlum tek parti despotizminden kaçarak liberal muhafazakâr demokrat olmak ne ise, Tunus ve Mısır’da Firavun’un despotizminden kaçarken, bir başka bâtıl sistem olan laik demokrasiye, liberalizme sığınmak aynı şeydir. Hâlbuki sizler bunca bedel ödediniz, milyonlarca kişi meydanları doldurup, zulme itiraz etmenin onurunu kuşandınız, bunca kardeşinizi Firavunlarla mücadelenizde kurban verdiniz. Nasıl olur da buna rağmen, size bu büyük zulümleri yapanların arkasındaki emperyalistlerin sizi tevhidî yolunuzdan saptıracak ılımlı bâtıl modeline kanabilirsiniz? Size ve tüm Müslümanlara yakışan; Kur’an’ın rehberliğinden ve Rasulün (s.a.s.) önderliğindeki ilk Kur’an neslinin örnekliğinden ayrılmamaktır. Türkiye’nin laik liberal muhafazakâr demokrat modelini örnek alacağınıza, sizi dünya ve âhiret saadetine ve sahici, bütüncül adalete kavuşturacak olan İslamî devlet sistemini kurarak, siz hem Türkiye’ye, hem bölgeye ve tüm dünyaya model olun da biz sizi örnek alalım.”  

Anlaşılıyor ki, Ortadoğu denilen ülkelerde baştaki zâlim diktatörler yönetimi sürdürdükleri müddetçe Amerika’nın kontrolünde olmayan İslâmî yönetim talebiyle ayaklanmalar olabilir ve Batının çıkarları, İsrail’in güvenliği zedelenir. Bu ihtimali ortadan kaldırmak için toplumlar nasıl bir yönetim istediklerini bile düşünmeden, erken doğuma teşvik edildiler, hazırlıksız şekilde sadece yıkmak için bir araya gelip toplu eylemlerle yöneticileri yıktılar. Sonra? Sonrası yok… Halkların çoğu zaten zalim diktatör bir tâğutu sevmezken ondan daha az zâlim olanı tercih edebiliyorlar. Diktatörler gidecek, demokrasi diktatörleri başa geçecek. Diktatörlerin zulmü kadar insanlara baskı uygulamayacak belki, ama tüm müşrikler necestir (9/Tevbe, 28); neces, yani pislik. Pis temizlenir, ama pisliği ortadan kaldırmadan kurtulamazsınız. O durdukça başkalarını da pisleyecektir. Bir kasa içindeki bir çürük domatesin, aynı kasadaki tüm domatesleri çürüttüğü gibi. Demokrasinin çoğunluk hesabı bu tür çürümeler konusunda tutmuyor, daha doğrusu demokrasinin çürümeye çanak tutan bir rejim olduğu sırıtıyor. Sadece despotik rejimler değil, demokratik rejimler de şirke dayanır, her şirk de en büyük zulümdür (31/Lokman, 13). Ve mü’minlerin tâğutu inkâr etmeleri, onun olumlu taraflarının üstünü örtmeleri icap ettiğini unutmamalıyız. Bakara 256 ve Nisa sûresi 60. âyetlere göre tâğuta küfretmek, yani onun yaptıkları olumlu gözüken şeyleri inkâr etmek, imandan önce ve iman etmek için şarttır. Bütün peygamberler de tâğuta kulluktan insanları sakındırma amacıyla gönderilmiştir (16/Nahl, 36). Görülen o ki; halk daha zâlim tâğuttan kaçarken başka bir tâğutun kucağına oturmayı tercih ediyor. Tâğutlardan tâğut beğeniyor.    

Amerika’yı  gözde büyütmek bir müslümana yakışmaz; ama bu olayların da perde arkasında Amerika’nın olduğunu görmemek, oralardan düğmeye basılır basılmaz olayların patlak verdiğini hesaba katmamak da bir mü’min ferasetine uymaz.    

Mısır’da da Nobel ödüllü Baradey’in “halk hareketinin lideri” olarak devreye sokulması, aynı anlayışın sonucudur. Müslüman Kardeşler ya da “antiemperyalist” bir örgüt iktidarı devralacağına, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanlığı yapmış, Nobel ödülüyle taçlandırılmış, “laik” görünümlü Muhammed El Baradey’in Mısır’da iş başına gelmesi, Washington’un çıkarınadır.

Vatan gazetesindeki bir yazıdan yola çıkarak diyoruz ki:     

Kuzey Afrika’da ve Orta Doğu’da olup bitenleri anlayabilmek için, ABD tarafından sekiz yıl önce devreye sokulan Büyük Orta Doğu Projesi’ni bilmek gerekiyor... 

Biz Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) deyip geçiyoruz; ama bu projenin tam adı “Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Müşterek Bir Gelecek ve İlerleme İçin Ortaklık İnisiyatifi...”  

Projeyi dünyaya ilk duyuran kişi ise Amerika Birleşik Devletleri’nin 43. Başkanı George W. Bush... 

Projenin amacı; petrol zengini Müslüman ülkelere demokrasi ihraç etmek, bölgenin kontrolünü ele geçirmek ve bu zengin pazarların serbest rekabete açılmasını sağlamak... 

Proje, Batı’da Fas’ın Atlantik kıyılarından, Doğu’da Pakistan’ın kuzeyindeki Karakurum yaylalarına... 

Kuzey’de Türkiye’nin Karadeniz kıyılarından, güneyde Aden ve Yemen’e kadar uzanan bir bölgeyi kapsıyor... 

Projenin bizim için önemi ise, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Eş  Başkan” ilan edilmesi... 

Ve daha sonra AKP yöneticileri tarafından yalanlansa da, kendisinin bunu tam 34 farklı yerde yaptığı konuşmada gururla ifade etmesi... 

Başbakan iki yıl önce, “ölmeden doğan proje” dedi ve herkes de BOP’un gerçekten tezgâhtan kaldırıldığını düşündü, ama... ABD bu konuda oldukça kararlıydı... Kararlılığı da dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın 7 Ağustos 2003 tarihinde Washington Post gazetesinde yayınlanan yazısı gözler önüne seriyor: 

Rice bu yazısında bölgede bulunan 22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini, Türkiye’nin de bunların içinde olduğunu anlatıyordu!

ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi ile beş temel hedefi vardı:

1- Orta Doğu’nun kontrolünü ele geçirmek.

2- İsrail’in güvenliğini garanti altına almak.

3- Zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarının denetimini sağlamak.

4- Avrupa Birliği, Çin ve Japonya’yı bölgedeki ekonomik zenginliklerden uzak tutarak, rekabette öne geçmek.

5- Var olduğunu iddia ettiği “İslâmi terör”ü bitirmek... 

Tunus’u ve Mısır’ı dönüştüren, Libya’da iç savaş diyebileceğimiz büyük zulme karşı halkın direnişine er-geç teslim olacak olan Kaddafi… Yemen’de ve çok sayıda Arap ülkesinde devam eden “halk hareketleri”nin arkasındaki dinamikleri doğru okumalıyız. 

Rice’ın sözünü ettiği ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 22 devlette rejim ve haritalar değişecekse... 

Kuzey Afrika’yı ve Arap ülkelerini kavuran halk hareketleri, bu operasyonun bir parçasıysa... Sırada hangi ülkeler var?  

Türkiye’ye sıra ne zaman gelecek, sınırları nasıl değişecek?

Bu duruma göre Mübarek gidecek ama yerine en güvendiği adamı, istihbarat başkanı gelecek! Ortadoğudaki diktatörlere karşı ayaklanma; elbette hiç yoktan iyidir, ama bunun adı “intifada” değildir, inkılâp değildir; devrim değil devirmedir, devirmeden ibarettir.

ABD, abdlerini satmaktan hiç eziklik duymaz. Dün şahı satmıştı, bugün Hüsnü’yü. Helvadan kendine tapan helvadan put gibi, helvadan kukladır onlar, acıkınca ham etmekten kaçınmaz. Tunus’un 23 yıllık diktatörü Zeynel Abidin Bin Ali ABD istihbarat okulunda eğitilmiş bir CIA ajanıdır, iktidara ABD darbesiyle gelmiştir ve ABD’nin en has müttefikidir. Keza 30 yıllık diktatör olan Hüsnü Mübarek de ABD’nin en önemli bölgesel müttefikidir. Üstelik Mısır’ın çağdaş ve devrik Firavunu, ABD’nin İsrail-Arap dünyası ilişkilerindeki en kilit müttefikidir! 

“…Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık, birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler. Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” (6/En’âm, 44-45)    

Halk hareketi başladığı sırada Mısır Genelkurmay Başkanı’nın Amerika’da bulunması ve Mısır ordusunun halka müdahale etmemesi, öyle basit olaylar değildir.

90’lardan beri Tunus’un kılcal damarlarına yerleşmiş batılı  örgütler, öncelikle sendikaları özellikle de Eğitim sendikalarını  denetleyip dönüştürmüşlerdi. İnsan hakları ‘aktivistleri’ Tunus’un her yanındaydı. Halkın sokağa dökülmesinde batı denetimindeki sendikalar büyük rol oynadı… Halkın öfke ve isyanı belli kurumlarca denetlendi ve yönlendirildi.

Olaylar, gelişmeler yeni bir dünya düzenine gebe. Beşerî düzenlerin sonu yaklaştı. Batının insanlara vereceği, vaad edeceği, ümitlendireceği hiçbir değeri kalmadı. Batılılar demokrasi adlı bâtıl din hakkında şöyle söyler: “Demokrasi, en iyi ikinci yönetim tarzıdır” Peki birincisi nedir? “Birincisi yok ki!”. En iyi yönetim tarzının İslâm olduğunu söyleyebilseydik, her şey bambaşka olurdu. Dünya ve âhiret kurtuluşunun nerede olduğunu bilen insanlar olarak bize çok iş düşüyor. Üçüncü bir düzeni, alternatif kurtuluş nizamını bırakın uygulamayı, daha dillendirmekten bile kaçınan uyuşuk Müslümanlar, bu boşluğun en güzel şekilde doldurulamamasının vebalini nasıl kaldıracak?        

Yaşasın  zâlimler için dünyada zillet ve ıstırap, âhirette cehennem! “Zâlimler, nasıl bir devrime uğrayıp devrileceklerini pek yakında bilecekler!” (26/Şuarâ, 227). Helâk ve felâket, çoğu zaman güle oynaya gelir. “Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş emel onları oyalayadursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler!”  (15/Hicr, 3). Yakında, çok yakında!