Yasin AYDOĞAN
25 Ocak 2008
BİR KALP HASTALIĞI: HASED
“De ki: Ey Mülk’ün (Mutlak egemenlik) sahibi Allah’ ım! Sen mülkü (egemenliği) dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın; dilediğini yüceltirsin, dilediğini alçaltırsın. Bütün iyilikler senin elindedir. Doğrusu, sen istediğini yapmaya kadirsin..” (Ali İmran 26)
Kalbe arız olan hastalıklar var, hased bunlardan bir tanesi.
Hased, zehirli bir dua’dır. Kişi hasedle kendini de karşısındakini de zehirler.
Hased : Çekememek, kıskanmak, bir kimsenin sahip olduğu her hangi bir nimetten(sağlık,güzellik, çocuk,makam,mal,huzur,şöhret v.s) ötürü insanın, yoğun bir kıskançlık duygusuna kapılarak kendini germesi, içi içini yemesidir.
Yani insanın kendisini yakması halidir.
Bir ateş yakmışsınız ağır ağır, aheste aheste yanıyor ve sizi yakıyor. Her geçen gün o yaktığınız(Hased) ateşte yanıyor ve tükeniyorsunuz. Kalbinizi saran bu ateş biri hakkında, onun elindeki her hangi bir imkandan dolayı, çekemediğiniz ve elinden çıkmasını istediğiniz bir nimet için yaktığınız bir ateş. Ateşi, onu yakmak için yakıyorsunuz ama ateş sizi yakıyor. Kendinizi yok eden, sizi tüketen bir araca dönüşüyor. Sizi bu duygulara sevk eden amil ne olursa olsun fark etmez.
İblisin Hz. Adem’ e secde emrine başkaldırısında da hased var. İtirazı hasedinden kaynaklanıyor.
Efendimizin risalet vazifesini kabile asabiyeti sebebiyle reddeden yakınları ve Mekke hasedçileri de aynı gerekçeyi sunmuyorlar mıydı? Muhammed’ e(a.s) verilmemeliydi bu vazife. Onlar bu göreve daha layıktılar. O göreve Muhammed (a.s.) layık değildi v.s. Yine inkarları hasedlerinden kaynaklanıyor.
Aslında iyice düşünüldüğünde hased, kulun Rabbine itiraz ederek haddini aşması değilde nedir?
Hasid (hased eden) mahsud’a (kendisine hased edilen) nefretle, kinle, buğzla niye bakar?
Neden mahsud’un sahib olduğu şeyin zevalini, yok olmasını ister?
Hadisenin temeline indiğimizde, aslında hasid zımnen şunları demiş oluyor.
-Ya Rabbi! Sen, kime neyi ne kadar vereceğini tam olarak bilmiyorsun, isabet edememişsin.
-Ya Rabbi! taksimatı şöyle şöyle yapmalıydın.
-Ya Rabbi! mutlaka bana vermeliydin.
-Ya Rabbi! şuna niye verdin, ondan bunu al… ila ahir…
Milyarlarca kez haşa!
Hasid, bunu dille ifade etmiyor ancak yürekte yanan bu haram ateş, vücut diliyle böyle okunuyor.
Meselenin iyi anlaşılması için bu cümleleri yazarken bile ürperdim inanın.....
İslam, bu duyguyu çirkin görmüş ve yasaklamıştır. Kalbe arız olan bu hastalığın tedavisi Kur’an ve onun pratik tezahürü efendimizin uygulamalarıyla (sünnet) mümkün olabilir.
Hased mezmumdur (yerilmiş, çirkin) gıbta memduhtur (övülmüş, güzel)
Hased münafık hasleti, gıbta mü’min hasletidir.
Hased yer, bitirir, imha eder.
Gıbta azmi biler, muharrik kılar, yarışa sevk eder.
Hased (başkasının sahip olduğuna kinle bakma) duygusunu, gıbta (Başkasında olana razıyım bende de olur inşaAllah) duygusuna pek ala çevirebilir, terbiye edebiliriz.
Kalp hastalıklarından biri olan hased hastalığına efendimizin yazdığı reçeteye bakalım.
“Hasedden kaçının, çünkü o ateşin odunu-veya kuru otu-yiyip tükettiği gibi bütün hayırları yer tüketir.(Ebu davud)
“İman ile hased, bir kalpte birleşmez.”(Nesei)
Rabbimiz mülkünden, kime neyi ne kadar vereceğini en iyi bilendir. Çünkü mülk O’nundur, tasarruf yetkisi de O’na aittir.
Kul, Rabbinin her tasarrufuna saddaktü (tasdik ettim) demelidir.
Rabbim, bana da hakkımda hayırlı ise mülkünden ver, verdiklerine hasedden beni koru diye dua etmelidir.
Bir mala sahip olma yarışıdır gidiyor, alabildiğine bir yarış halindeyiz.
Hep daha fazla şeye sahip olarak rahatı temin adına.
Popüler kültüre ait çok renkli bir dünya, şatafatlı, süslü, cezbeden bir dünya yansıyor ekranlara, reklamlara, görsel ve yazılı haber kaynaklarına, iletişim araçlarına. Bunun hased hastalığını azdırdığını, düşmanlıkları körüklediğini çok rahatlıkla söyleyebiliriz.
Hizmete, hayra, cehde, ıslaha, tebliğe, davete, dönük çabalara çokta gıpta ettiğimiz söylenemez.
Çoğu zaman yanlış yerlere bakıyoruz, bakmamamız gereken yerlere göz dikiyor ve yanlış hedefler ediniyoruz.
Ulvi bir gaye peşinde koşabilsek, gözümüzü rızai bari’ ye odaklayabilecek bir takvayı kuşanabilsek, toplumun her türlü hastalığına deva kullardan olabilsek, belki süfli gayeler edinen kimseler içinde bir gönül rahatlığı, bir iç huzuru kapısı açabilecek, aralayabileceğiz.
Dünya adına çokca meta’nın sahibi olsak ve bu meta’ya birileri hased etseler bu bizi moral çöküntüye sevkedebilir, olumsuz etki bırakabilir. Kelime-i Ulya’nın hizmetkarlığını meslek edinsek
hem hasud bakışlardan, kem gözlerden kurtulacak hem de hased gibi bir hastalığa müptela olmayacak, alternatif bir mümessil kimliğinde mensubu bulunma şerefine nail olacağız.
“De ki: Sığınırım yükselen şafağın Rabbine, O’ nun yarattıklarının şerrinden, ve bastıran zifiri karanlığın şerrinden, karanlık işlere düşkün tüm insanların şerrinden, ve hased ettiği zaman hasedçinin şerrinden.” (Felak 1-5)
Yazıyı, raşid halife kabul edilen Ömer b. Abdülaziz’in, El Keşşaf tefsiri sahibi Üstad Zemahşeri tarafından aktarılan şu sözünü naklederek bitirelim: “Başkasına hased edenden daha mazlum görünen bir zalim düşünemiyorum.”