Yasin AYDOĞAN
BORÇ HUKUKU
Toplum olarak çok muzdarib olduğumuz bir meseleye değinmeye çalışacağım. Kimseye borcum da kimseden alacağım da yok çok şükür, her zaman muktesid olmaya çalıştım, kanaati ahlak bildim, keyfim için asla borçlanmadım, bunu her daim prensip edindim. Elimde olandan borç vermeye çalıştım, kenarda atıl duracağına, vereyim kardeşlerimin işi görülsün dedim, borç vermenin, zamandan infak etmek olduğunu bilerek hareket ettim. İslam’ın, zulmün diğer adı olan faizle mücadele için bu bereketli yolu açtığını biliyorum. Çünkü faiz karşılıksız almaktır. Daha başından size 1 verip çooook almaya kilitlenmiş, peşinen kazanan, almaya endekslenmiş, insan suretinde bir canavarla muhatabsınız faize bulaşırken.
Ama bir kardeşine borç vermiş alamayan, almakta zorlanan, alacaklıların serzenişleri bir Müslüman olarak beni ızdıraba garkediyor.
Cahiliye döneminde tefecilerin eline düşmüş zavallı borçlulara, tefecilerin uyguladığı zulmü biliyoruz. Faiz katlamalı olarak büyür ve ödeyemeyeceği en başından belli olan zavallı borçlu, tefeciye çoğu zaman hanımı, kızı, annesi ya da akrabalarından bir başka kadını teslim etmek zorunda kalırdı. O tefeci de alır götürür ya bir fuhuş evinde alacağına mahsuben çalıştırır veya kendisi alıkoyardı. Sonra ödendiğine kail olunca kadını iade ederdi. İslam’ın, zalim, vahşi, gözüdönmüş, pervasız, acımasız, muhteris tefeciye alternatif olmak üzere iman etmişler arasında bu bereketli yolu açtığını, borç vermenin aslında tasadduk demeye geldiğini, muhtacı tefeciye teslim etmemek gerektiğini, bunun Rabbimiz katında salih amel cümlesinden sayılacağını ayetlerde ve efendimizin beyanlarında vurgulaması boşuna değil elbet.
Hepsine iman ettik.
Borç vermek kardeşlik bağlarına katma değer olmaktır.
Borç vermek tefeciye karşı kendini ve muhtacı korumaktır.
Borç vermek Allah’ ın ahlakı ile ahlaklanmaktır.
Borç vermek zaman infak etmektir.
Borç vermek salih ameldir.
Borç vermek, muhabbet transfer etmektir.
Borç vermek toplumsal huzura katkı sağlamaktır.
Borç vermek Allah’ ın rızasına muvafakattir.
Borç vermek muhtaca kol kanat germektir.
Borç vermek borcu verenin kendisini de emniyete alması demektir. İla ahir… Daha bir çok hikmetleri var sayamayacağımız.
Borç vermek salih ameldir ve bu ameli işleyen mükafata nail olacaktır. Borç veren görevini ifa etmiştir. Bu veren-verebilen açısından böyle.
Gelelim borcu alana, borçluya. İhtiyacınız vardı, imkan sahibi birisine durumunuzu arzettiniz ve yardım aldınız, size ne düşer? Ödemek için çırpınmak, istediğiniz mühletten önce borcunuzu kapatmaya çalışmak, teşekkür ederek, borcunuzu takdim etmek, ödeme imkanınız yoksa, alacaklıyı aramak ve ek mühlet istemek, özür dilemek, hak helalliği istemek, belki en doğrusu bir başka yerden bulup borcunu kapatmak. (Mümkünse eğer en doğrusu da budur.)
“Alacaklısını ayağına getirene Allah lanet etsin” buyurmuş Önderimiz. Arkadaşlar! Müslümanlar olarak, parasal ilişkilerde henüz emin kimliği yansıtamadığımız, problemli bir nokta burası.
Bu hadis-i şerif üzerinde pek düşünmüyoruz nedense.
Borca sadık değiliz, alacaklıyı üzüyoruz, verdiğine bin pişman ediyoruz, yaka silktiriyoruz, el aman ettiriyoruz, ödememeyi kar addediyoruz, verenin bir daha vermeme konusunda karar almasına yol açıyoruz, verenleri bu Salih amelden soğutuyoruz, şevklerini kırıyoruz, başkalarına zarar veriyoruz, bizim ihmalimiz diğer insanların da yalancı konumuna düşmelerine yol açıyor çoğu zaman. (Alacaklılar da başkalarına borçlu olabilirler ve bizim verdiğimiz söze güvenerek hesap yapıyor olabilirler.)
Borcuna sadık olmayanlar, bu tavırlarıyla şu durumların ortaya çıkmasının müsebbibidirler.
Yüce Allah’ın bereket dolu bu emrine, uymayarak istismar etmişlerdir. Önderimizin (a.s) tel’in ettiği kimselerden olmuşlardır. Toplumda borç verme ahlakını sabote etmişler ve bu salih ameli baltalamışlardır. İnsanlar arası sevgi ve muhabbetin katili olmuşlardır.
Dedikodu hastalığına yol açmışlardır. (Çünkü alacaklı, bu rahatsızlığını dillendirmeye başlayacaktır.) İmkân sahiplerinin umudunu kırmışlar, kötü örnek olmuşlardır. Alacaklıyı mağdur ederek, onların da başkalarına yalancı konumuna düşmesine vesile olmuşlardır.
Ve daha başka sayamadığımız bir çok yaranın açılmasına yol açıyor bu tavır. Hele bir de “Ne olacak canım! onların durumu bizden kat kat iyi borcumuzun üzerini çizsinler diyen ya da böyle düşünen pişkin-çirkin-ahlaksız-bedevice tavır yokmu?”
Bu tavır, böyle düşünen kafa, tam da Hz. Peygamber'in lanet ettiği istismara uğrayan tavır-kafadır. Bu tavrın emin-güvenilir-mü’min kimlikle zerre alakası yoktur.
Hz. Peygamber'in, borcunu savsaklayan birinin cenaze namazını, ödeninceye kadar kılmadığını biliyoruz. Alacaklısını sözleştikleri yerde 3 gün beklediğini de biliyoruz.
En mühimi, Önderimiz Peygamberimizden (a.s.), “El emin” kimliğini toplumsal ilişkilerde, insani ilişkilerde nasıl kazanabileceğimizin, hak edebileceğimizin yol-yöntemini öğreniyoruz. Borç meselesiyle alakalı çok hadisi şerif var. Açıp okuyabiliriz.
Borçlu, haddini bilmelidir, kendi koyduğu sınırı ihlal etmemelidir. Çünkü alırken sınırı kendisi çizmiş ve “şu zaman vereceğim” demiştir. Borcuna sadakati mü’min oluşunun gereğidir. Mü’min kimliğini asla zedelememelidir.
Problem acaba niyetlerde mi? Ödemek niyetiyle borçlanmıyoruz gibi geliyor bana.
“Bir kimse gerçekten ödemek niyetiyle borçlanırsa Allah ona borcunu ödettirir.” buyuran Hz. Peygamber'e kulak verdiğimizde sanki daha derinde, problemin kalplerdeki niyetlerde olduğuna dair işaretler alıyoruz.
Eskiden “Eskimez yeniye (Kur’an’a)” uyulan zamanlarda, ticarette “söz senettir” derlermiş ve cidden söz senet gibi itibar görürmüş.
Müslüman kimlik o kadar yara aldı ki, o kadar kalite kaybettik ki, bırakın söz’ün senet olmasını, şimdi senet hatta çek bile hükmünü yitirdi.