Hamza KARAHAN
ÇOCUKLARIMIZ KİME EMANET?
Yüce Allah insanoğlunu en güzel şekilde yaratmıştır ve bu değerli varlığı eğitim ve öğretime meyilli kılmıştır. Eğitim vasıtası olarak da Kalem’i yaratmıştır.
Pedagoglar insanın eğitime başlama döneminin, henüz dünyaya gelmeden, anne karnında başladığını söylerler. Ki bu bir bakıma doğru, ancak eksik bir bilgidir. İnanan bireyler olarak bizler insanın bizzat yaratılışıyla fıtri bir eğitim üzere var edildiğini biliyoruz. Yaratılış itibariyle insanın fıtratı İslam üzere bina edilmiştir. Hani Rabbimiz insanoğluna buyurmuştu ki "Elestubu Rabbukum" (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) Biz de "Evet, Sen bizim Rabbimizsin, Sen'den başka İlahımız yoktur" demiştik. İşte eğer ki anne-baba veya çevre çocuklara aksi yönde bir yönlendirme yapmadıkları taktirde çocuklar doğal olarak imana ve doğruya meyillidir. Hepimiz çocuklarımız üzerinde yapmış olduğumuz gözlemlerimizle buna yakından şahit olmuşuzdur.
Eğitim tabii ki önce ailede başlar, sonra çevre, medya, okul gibi çeşitli etkileşim araçları ve kurumlarda devam eder.
Anne ve babalar olarak, yüce Allah’ın lütfu ile dünyaya gelmesine vesile olduğumuz çocuklarımızdan fazlasıyla sorumluyuz. Her geçen gün bu sorumluluklarımız artarak devam eder. İlk dönemdeki eğitim farklı iki aşamada değerlendirilir. İlk aşama olarak 0-3 yaş arasıdır, daha sonra ise 3-6 yaş arasıdır. 0-3 yaş arası dönemde çocuğun eğitimi mutlaka anne-baba tarafından verilmelidir.
Bu süreçte anne-baba çocuğuyla yeterince ilgilenmelidir. Günümüz toplumunda, kapitalizmin dişlileri arasına itilen ailenin asıl fertleri, çalışma şartlarının vermiş olduğu yükün altında kalarak aşırı derecede ezilmektedir. Bu ilk dönemde özellikle anne faktörü çok önemlidir, çünkü annenin çocuğa göstereceği sevgi, sıcaklık ve şefkatın hiçbir bakıcı veya kurum tarafından verilemediğini bilmek gerekmektedir.
Özellikle çalışan anneler bu konuda önemli sorunlar yaşamaktadır. Çalışma şartları yüzünden çocuklarını kendi koruması ve şefkati dışına, çocuk yuvalarına, bakıcıya bırakarak kendi elleriyle çocuklarını anne şefkatinden önemli ölçüde mahrum etmektedirler. Bunun sonucunda ise daha hayata başlangıç döneminde anne şefkatinden mahrum bırakılan çocuklarda kişilik bozukluklarına rastlanılmaktadır. Çocukları bir binaya benzetirsek, bu durumda maalesef işin daha başında binanın temelinin çürük bir alana kurulmuş olduğunu söyleyebiliriz.
Araştırmalara göre insan beyni hacim olarak en çok 0-3 yaş arası dönemde büyür ve zekâ oluşumunun yüzde 50'lik kısmı dört yaşında tamamlanır. Okul öncesi süreçte kişiliğin ve temel gelişim alanlarının büyük çoğunluğu tamamlanır. Sekiz yaşına geldiği zaman bu oran yüzde 80’e yükselir. Geri kalan yüzde 20’lik pay da onyedi yaşında tamamlanır.
Çocuk büyüdükçe, aileyle beraber çevrenin ve okul gibi kurumların da dahil olduğu daha kapsamlı bir eğitim süreci başlamaktadır. İşte asıl problemler burada ortaya çıkmaktadır. Özellikle de çağdaşlık adına çocukların eğitilmek yerine adeta öğütüldüğü, çocuklara klişe söylemlerin ezbertildiği mevcut "öğütüm" sisteminde sorunlar azami boyuta çıkmaktadır.
Yine yapılan araştırmalara göre çevresel faktörler zekânın gelişmesini büyük oranda etkiler. Çocuğun bilişsel yönü ve sosyal yönünün bu dönemde geliştiğine şahit olmaktayız. Çocuğun sosyal becerileri, kişilik yapısıyla doğrudan ilintilidir. Kişiliğin düzgün oluşumunda aile içi etkileşimin katkısı oldukça fazladır. Bundan dolayı anne-baba çocuğu sosyal yaşama hazırlamak için elinden gelen gayreti göstermelidir. Hiçbir anne-baba çocuklarını çevrenin, bir öğütüm ve kişiliksizleştirme mekanı halini almış olan resmi öğretim kurumlarının ve hele de ölçüsüzlüğü ölçü edinmiş medyanın insafına terketmemelidir. İnsiyatifi asla ellerinden bırakmamalı, evlerini bir gerçek eğitim kurumuna dönüştürmeyi bilmelidirler.
Günümüz toplumunda ailelerin, özellikle çocuklarımızın etrafı çepeçevre kuşatılmış durumdadır. Kurtuluş arayan bizler, çocuklarımızın iyi bir Müslüman, dolayısıyla iyi bir insan ve salih bir evlat olmasını istemiyor muyuz? Gerek televizyon, internet, gerekse diğer basın-yayın organlarının büyük çoğunluğu ve buna ek olarak sistemin öğütme tezgahları, bizleri ve çocuklarımızı fıtri yapımızdan, Allah'ın dininden uzaklaşmaya, kapitalizmin çarkları arasında tüketen ve tüketilen bireylere dönüştürmeye ayarlıdır. Bu duruma duyarsız ve sessiz mi kalacağız? çocuklarımızı kendi ellerimizle ateşe mi atacağız? Tabii ki hayır. Mü'min duyarlılığıyla, çevresel faktörlerin, medyanın, resmi öğütüm kurumlarının özellikle çocuklarımız üzerindeki tuzaklarını görmek zorundayız ve ona göre çocuklarımızın bilişsel ve sosyal yönlerinin şekillenmesini insiyatifimiz altına almak zorundayız.
Anne-baba olarak bizlerin çocuklarımızla beraber geçirdiğimiz, Allah'ın bize yüklediği sorumluluklar çerçevesinde ailemiz için ayırdığımız zamanlar en güzel zamanlarımız olacaktır. Onları manevi yönden en iyi şekilde kuşandırmalıyız, onlarla İslami sorumluluklarımızı paylaşmalıyız. Onları namaza teşvik etmeli, hatta namazlarımızı beraber kılmalıyız. Camilere onlarla beraber gitmeliyiz, çocuklarımızın seviyesine göre bilinç seminerlerine katılmalıyız. Çocuklarımızın İslami konulardaki düşüncelerini, evde gündem konusu olarak seçmeli, onları konuşmalıyız. Onları düşünmeye teşvik etmeli, hatta gerekirse ödüllendirmeliyiz. Çocuklarımızın arkadaşlarını seçerken dikkatli olmalı ve namaz ehli olmalarına dikkat etmeliyiz ve çocuğumuzun gündemini kuşatacak boş şeylere karşı alternatifler oluşturmalıyız.
Sonuç olarak evlatlarımız bize yüce Allah'ın emanetleridir. Onları en güzel şekilde yetiştirmek, eğitmek, öğretmek, yanlışlardan korumak ve onların İslami toplumun temel taşı olmasını sağlamak bizlerin birinci derecede görevidir.
Yazımızı hidayet rehberimiz Kur'an-ı Kerim'den bir ayet mealiyle bitirelim:
"Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler." (Tahrim Suresi 6)