Hamza KARAHAN

05 Aralık 2013

DÜNYEVİLEŞME KARŞISINDA İSLAMİ DURUŞU KORUMAK

Bismillahirrahmanirrahim
 
"Biz ise, yeryüzünde mustafazlara lütufta bulunmak, onları imamlar (önderler) yapmak ve varisler (mirasçılar) kılmak istiyoruz.” (Kasas 5)
 
Hayat yolculuğuna başladığımız anda başıboş bırakılmadığımız Kur’an’ın bize öğrettiği temel bir gerçektir. Rabbimiz tarafından bizlere yüklenen misyon, diğer varlıklardan farklıdır. Bu misyon ise, yeryüzünün halifesi yani yeryüzünü Rabbani esaslara göre inşa etmekle görevli olmamızdır. Diğer varlıklar, Allah'ı sadece tesbih ederken, insanın Rabbini hem tesbih etmek hem de O’nun ölçü ve ilkelerinin yeryüzündeki temsilcisi olmak sorumluluğu vardır.
 
Bu sorumluluk, aynı zamanda kulun, imam (önder) olma, örnek olma ve hayata dair birer şahidler olmasını da beraberinde getirir.
 
Bu sorumluluk bize hayatta atıl kalmayı değil, hayata müdahil olmayı, örnek bir birey, örnek bir baba ve anne, örnek bir aile, örnek bir işveren, örnek bir çalışan olarak topluma güzel modeller sunma sorumluluğunu yüklemektedir.
 
İslam'ın toplumlarda hayat bulması ve Mekke'den başlayarak kısa zamanda geniş coğrafyalara yayılması, Allah Rasulu’nün (s.a.v) örnek yaşantısının o toplumda en güzel şekilde benimsenip yer edinmesiyle olmuştur.
 
İslam sadece anlatılıp sözle savunulmakla gönüllerde taht kurmaz. İslam, örnek nesillerin yaşantısıyla toplumlarda yer edinir ve hayat bulur. Hz. Peygamber’in örnekliliği ile yetişen bir toplum, kısa zamanda dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış, Mekke'de onbinler bulan topluluktan geride sadece binler kalmıştır.
 
İslam’ı yaymak, bu hayat veren dini başka insanlara da ulaştırmak için muhacir olarak dünyaya yayılan bu güzide insanlar, gitmiş oldukları her toplumda yaşantılarıyla, idareciliğiyle, ticaretleriyle, ailesiyle örneklik oluşturmuş ve o toplumlarda büyük etkiler bırakmıştır. Mesela bugün en kalabalık İslam ülkesi olarak bilinen Endonezya’nın, Müslüman tüccarların örnek davranışları sonucu İslam’ı benimsediği bilinmektedir.
 
Hayatlarında süregelen usve-i hasene bilinci yani canlı ve güzel örnek olma bilinci, o toplumlarda geniş yer edinmiş ve geçmişte cahiliye vasfı taşıyan bu toplumlar kısa zamanda örnek birer toplum olmuşlardır. Bu toplumların kurmuş oldukları güzel medeniyetler İslam’ı ve Müslümanları en güze şekilde temsil etmiştir.
 
Günümüz dünyasında bu davanın müdavimleri yani bizler bu sorumluluğu ne kadar taşıyabiliyoruz? Örnek birer mümin ve teslim olmuş bir imana gerçekten sahip olabilmiş miyiz? Niçin söylemlerimiz ve eylemlerimiz insanların gönüllerinde yer bulmuyor? İmanımızı ve yaşantımızı hiç sorguluyor muyuz? Görünen eksiklik tabii ki inancımızda değil bizlerdedir. Bir çocuk bile kendisine her zaman öğüt veren anne babadan sıkılır, kaçıp kurtulmak ister. Toplumlar da işte böyledir. Öğüt verenleri değil, örneklik oluşturanları dikkate alır.
 
Günümüz Müslüman dünyasında görünen en büyük hastalık, dünyevileşme hastalığıdır. Bu şu demektir: Hayatı Kitab’a göre değil, kitabına uydurarak şekillendirme tavrı. Bu tavır, ilk bakışta bizlere kısa günün karı olarak görünse de gerçekte çok büyük kayıpları yani sonsuz bir hayatın kaybını beraberinde getirmektedir. Dünyevileşen Müslümanın topluma örnek olmasını nasıl bekleyebiliriz? Nefsinin doyumsuzluğuna köle olan Müslüman, artık sırça köşklere, lüks arabalara, rahata endeksli bir hayat hedefini kendisine yaşama amacı edinmeye başlar ki, böyle bir kişi insanlara nasıl örneklik yapabilir, kim onun söylemlerini dikkate alır? Oysa hani bizler vasat ümmet olacaktık, hayatı dengede tutacaktık? Daha ne kadar imanlarımız eylemlerde değil, söylemlerde kalacak?
 
Bu çıkmazdan kurtuluşun yegane yolu, sürekli tazelenen Kur’ani bir bilinç, Nebevi bir yaşayış, küçük hesap ve basit çıkarların peşinde koşan değil, hayatı mü’min, muvahhid ve mücahidlerle paylaşan ve onlar gibi dünyaya değil asıl varılacak yer olan ahirete endekslenmiş bir hayat sahibi olma çabası göstermektir.