Yüksel YILMAZ
16 Temmuz 2018
DARBE VE DEMOKRASİ
Darbe ile şimdiye kadar bir şey yazmadım. Neden mi? Çünkü bu tür toplumsal olaylarda doğru düşünmek yerine daha çok duyguların ve çoğunluğun etkisin de(toplumsal psikoloji) kalınarak birçok şey yapılmaktadır. Böyle bir süreçte itidale, doğru düşünmeye yönelik davetimizin, çağrımızın anlaşılmayacağını/anlaşılamamak düşüncesinden dolayı yazmadım. Şimdi, aradan bir hafta geçti. Belki halen erken olabilir ama düşüncelerimi ve fikirlerimi bekleyen insanların biraz daha sakinleştiğini ve olayların sona ermesi nedeniyle yazıyorum. Yine söylüyorum inşallah anlaşılamama gibi bir durumda kalmam.
Toplumsal olaylarda hep erken ve duygusal hareket ediyoruz. Küçük resme bakarak kararlar alıyoruz, asıl büyük resmi görmek için biraz beklemek ve sonuçlarından yola çıkararak anlamaya çalışsak daha isabetli kararlar almış oluruz.
Önceleri devletin içine sızarak sözde İslami mücadele yapanları destekledi bu halk. Daha sonra onların sahte gözyaşlarına kandı. Hocaefendi dendi. Daha sonra yurt dışında okullar açıyor diyerek milliyetçi duygularla yardımlar akıttı. Türkçe olimpiyatlarında gözyaşları döktüler. Zekeriya öz Ergenekoncuları tutuklarken havalarda uçtular. Amerika’dan gelseydi belki de halife ilan edilecekti. Ama olmadı. Çünkü siyasi parti altında sözde İslami mücadele yapan başka bir yapı ile çıkar çatışmasına girince gerçek yüzlerini ve amaçlarını ortaya koydular. Daha önce küçük resimlere bakarak devlete sızmayı iyi görenler şimdi onlar ile savaş veriyor. Bu yüzden küçük resimlere göre değil büyük resme bakalım ve her iki şekilde İslami mücadele olmayacağının farkına varalım. Bu darbeyi yapan kuklalara değil kuklacılara bakalım, görelim ki aynı tuzaklara düşmeyelim.
Darbe, VAROLAN şeyin üzerine bir şey KOYMAK yani günümüz kullanımı ile bir ülkede VAROLAN yönetim sistemi yerine başka bir yönetim sistemi KOYMAK tabi ki bu kelimenin kökünde bulunan yumuşak değil zor katı ve sert bir şekilde KOYMAKtır. Askeri darbe ise bir ülkede sivillerin yönetimine baskı ve zor kullanarak askerlerin yönetime el KOYMAsıdır.
Halkın seçtikleri 15 Temmuzda yaşanan olaylarda demokratik sistemle seçilmiş olanların ülke yönetiminden baskı ve zor kullanarak uzaklaştırılan yerine askerlerin yönetime el koyarak seçtikleri belirledikleri kişileri yönetime koymasıdır. Demokrasi milletin egemenliğinin/hâkimiyetinin oy vererek seçimle seçilmişler üzerinden yürütüldüğü bir sistemdir. Bu yüzden hâkimiyet/egemenlik hakkını ve seçtiği kişilerin yönetimini korumak için bir şeyler yapması ve başkomutanlarının emri ile hâkimiyetlerini/egemenliklerini yani demokrasiyi korumak için meydanlara çıkmaları çok doğal bir davranıştır.
Başta da söylediğimiz gibi darbe VAROLAN bir şeyin üzerine başka bir şey KOYMAKtı ama VAROLAN ve KONULAN acaba biz Müslümanların istediği kabul ettiği bir şey mi? VAROLAN ve KONULAN nedir? Bunları doğru bir şekilde bilmeden, anlamadan bir davranışta bulunmak, vahyin rehberliğinde hareket eden Müslümanlara yakışmaz. O zamana önce VAROLANI sonrada KONULANI ortaya koyalım ki duygusal hareket etmek yerine hakikate göre hareket etmiş olalım.
Yıl 1920, ailesi, vatanı, toprakları mukaddes değerleri için savaşmış insanların istediği yönetim biçimi yerine “hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” denilerek kurulan meclis ile millete hiç sorulmadan kurulan cumhuriyet rejimi şu an VAROLAN sistemdir. Hatta harf inkılabıyla bilgiden uzaklaştırılarak baskı ve zor kullanarak halka kabul ettirilen şuan VAROLAN sistemdir. Bu sistemde biraz değişiklik isteyenler çıktığında askeri darbe ile bunlar sindirilmiş ve VAROLAN asker ile sürdürülmeye çalışılmıştır. Günümüzde cumhuriyet, demokrasi yani hâkimiyetin egemenliğin milletin elinde olduğu bu sistem halen VAROLAN olarak devam etmektedir.
O zaman VAROLAN demokrasi, egemenliğin millete ait olması ilkesi vahyin kabul ettiği bir şey mi? Detaya girmeden kuran hâkimiyetin kayıtsız şartsız Allah'ın olduğunu ve insanlar içinde yaşam biçimi ve hayat tarzı olarak da İslam’ı seçtiğini belirtmektedir. Demokrasi de bir hayat biçimi bir hayat tarzıdır. Bu yüzden İslam’a alternatif olarak ortaya konulmuş bir sistemdir. İnsanların kendi hayatlarını istedikleri şekilde belirleme yetkisi yoktur çünkü bu yetki Allah’a aittir. Açık bir şekilde VAROLAN demokrasi Müslümanların tercih ettiği bir yönetim şekli, biçimi, değildir ve olamazda.
Yıl 2016,VAROLAN demokratik sistem yerine KONULMAK istenense yine Allah’ın insanlar için istediği yaşam biçimi, hayat tarzı, din olan İslam değil, bir grubun menfaat ve çıkarlarına hizmet eden bir yaşam biçimi hayat tarzı ve yönetim şeklidir. Bu yüzden KONULAN da Müslümanların tercih ettiği seçtiği bir yönetim şekli biçimi değil ve olamazda.
Demokrasinin üç temel unsuru eşitlik, özgürlük ve egemenliktir. “Demokrasi var ise bunlar vardır” ve “Demokrasi harici sistemlerde(İslam’da) bunlar yoktur” diyerek milleti bunlar ile kandırmaktadırlar.
Bir devletin üç ana unsuru; ülke, millet ve egemenliktir. Egemenlik ve milletin dini/inancı, devletin adını belirler. Bu yüzden egemenliğin bir kişi, kurum ya da zümre ya da millette olması o devleti küfür ve şirk devleti yapar.
Neden mi?
Çünkü; İslam devleti haricindeki tüm devletler küfür ve şirk devletlerdir.
“İslam devleti” tabirinin tarifine baktığımızda; Müslüman bir toplumun/milletin, Allah’ın mülkünde ve Onun hâkimiyeti/egemenliği altında yaşadığı devletin adıdır. Halife olarak yaratılan insanın görevi/yetkisi, Allah’ın hâkimiyeti altında yeryüzünü onun adıyla (bismi rabbike) imar etmektir. Diğer tüm sistemler ve egemenlikler kula kulluğa yani insanların diğer insanların nasıl bir hayat yaşayacaklarını belirleme ilkesine dayanmaktadır ve bu yüzden küfür ve şirk devletidirler.
O zaman egemenliğin kendisinde olduğunu ve kendisine ait zanneden millete sesleniyorum.
Hâkimiyet/egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır. “Hâkimiyet bilakayd-u şart Allah’ındır.”
Göklerin ve yerin egemenliğine sahip olan Allah, insanlığa mı egemen olamayacak?
Rabbimizin birkaç ayeti ile sonlandırıyorum.
‘Eğer sen ( Allah’tan korkan ve Allah’ın hâkimiyetine inanan) yeryüzünde (coğrafyanda) yaşayan insanların çoğuna uyacak olursan(Atalar yolunda olan, demokrasiye inanan, milliyetçi, vatandaş olarak oy verenlere uyacak olursan) bunlar seni Allah’ın yolundan (dininden) saptırırlar. Onlar sadece zanların(demokrasi araç, İslam’ı getirecekler, devlete sızalım müslümanlar rahat edecek), sanılarının peşinde giderler, sırf tahmin yürütürler. (Onlar gelmezse bunlar gelirse ne olur. Biriktirmezsek açıkta kalırsak ne olur?) (Enam-116)
Andolsun ki şu kitap verilmiş olanlara (tevrat, incil, kuran) bütün delilleri de getirsen (Hüküm Allah’a aittir. Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerdir.) yine de senin kıblene (yöneldiğine, tercihine, hakikatine ) tabi olmazlar. Sen de onların kıblesine tabi olmazsın. Zaten onlarda birbirlerinin kıblesine (parti, takım, hocaefendi, lider, cemaat) tabi değillerdir. Andolsun ki, sana (bize) gelen bunca ilmin(gerçek bilginin) arkasından sen tutarda, onların arzu ve heveslerine (dünyalık rahata, konfora) uyacak olursan o zaman hiç şüphesiz sende zalimlerden (Şirk en büyük zulümdür)olursun. (Bakara-145)
‘Sen insanların iman etmesini ne kadar ısrarla istersen iste, onların çoğu iman edecek değillerdir.’ (Yusuf – 103 )
O zaman VAROLAN ve KONULAN arasında kalan Müslümanlar ne yapmalıdır? Öncelikle VAROLANI yıllarca kabul etmemiş ve tağutu reddetmiş olanlar için aslında değişen bir şey yoktur. Çünkü demokrasi şirk, küfür ve DARBECİ bir sistemdir. Neden mi?
Allah insanı yeryüzüne halife olarak göndermesi yeryüzünü Allah’ın istediği şekilde imar etmesi içindir. Allah yeryüzünün nasıl imar edileceğini öğretmek için kitaplar, göstermek içinde resuller göndermiştir. Ama insanoğlunun kendini ayrıcalıklı, yeterli görmesi ve nefsinin hoşuna gidenlere meyletmesi sonucu Allah’ın nasıl istediği, nasıl yap dediği yerine kendi arzu ve isteklerini ön plana çıkardı. Arzu ve isteklerinin peşinde koşan insan azgınlaşarak kendisi için çizilen sınırları aşarak, Allah’ın hükümlerini, yasalarını beğenmeyerek kendisi ve diğer insanlarla ilgili hükümler koymaya, kararlar almaya kalkmıştır. Bunun sonucu olarak ta yeryüzüne kan, kargaşa ve gözyaşı hâkim olmuştur.
Haddini yani kendisine çizilen sınırları aşan insan, azgınlaşarak arzularına ve çıkarlarına uygun hükümler, yasalar koymaya başlayarak yeryüzünde hâkimiyeti/egemenliği kendine almaya kalkmıştır. Eskiden krallar, kabile reisleri, derebeyleri, toplumun maddi ve sözde ilim, sanat, kültür anlamında ileri gelenler (mele-mütref) “ben/biz böyle istiyorum/istiyoruz” “ben/biz böyle emrediyorum/emrediyoruz” derlerdi. Şimdi bu sözlerin yerini “millet böyle istiyor” “millet adına bu kararı veriyorum” “milletin iradesi ve gücü” deniyor.
Demokrasi gibi tüm beşeri ideolojiler, sistemler Allah’ın insanlık için seçtiği yaşam biçimi, hayat tarzı olan İslam’a karşı sivil ve askeri darbeler yaparak kendi düzenlerini uygulamaya koymuşlardır. İlk darbeler insanların Kur’an’dan uzaklaştırılıp başka kitaplara yönlendirilmesi ile başlayarak din adamları ve destekçileri iktidarla birlikte Allah’ın halis dini olan İslam, tahrif edilmeye başlanmış Allah’ın halis dininden uzak, Allah’ın halis dinini bilmeyen bir toplum oluşmaya başlanmıştır. Resulullahı ve mücadelesini örnek almak yerine hocalarını abilerini, liderlerini örnek alan ve onların yöntemlerini, metotlarını kabul eden, uygulayan bir toplum ve nesil oluştu.
Artık;
Adı İslam ama Allah’ın halis dini İslam olmayan bir din.
Adı Müslüman ama Kur’an’ın dediği Müslüman olmayan bir tip ortaya çıktı. Bu darbeler sonucu.
15 Temmuz ile birlikte askeri darbeye karşı mücadele edenler demokrasi mücahitleri, ölenler ise demokrasi şehitleri ilan edilmeye başlanmıştır ve böyle olması da uygundur. VAROLAN demokrasi KONULAN askeri yönetim ise VAROLANI koruyanlar demokrasiyi yani seçilmişlerin yönetimini savunmakta ve korumaktadır. İşte Müslümanların dikkat etmesi gereken nokta budur. VAROLANIN ve KONULANIN ikisi de İslam'a karşı bire bir darbedir. Müslümanlar hem demokrat hem de askeri darbeciler ile mücadele ederler. Çünkü Müslüman milletin egemenliğine değil Allah’ın egemenliğine, hâkimiyetine inandığı için demokrasi ve diğer beşeri sistemleri, askeri yönetimleri kabul etmemiş, desteklememiş, oy vermemiş, birilerini seçmemiş olduğundan bunları korumak için meydanlara inmez ve inmesi beklenmemelidir. Çünkü Müslümanlar var olan demokrasi darbesine karşın zaten mücadele etmektedir. Sesini duyurmaya çalışmaktadır. Asıl büyük resmi, tehlikeyi görmeleri için insanları uyarmaktadır.
Müslümanlardan beklenen asıl darbeci zihniyete yani azgınlaşan insanlara tek ilah, rabb ve ma’bud’un Allah olduğunun, kitabın Kur’an, yaşam biçiminin İslam olduğunun, anlatılması ve bu zihniyetlere karşı meydanlara çıkabilecek mücadeleyi yapmalarıdır. Çünkü Müslüman ilah olarak Allah’ı, kitap olarak Kur’an’ı, yaşam biçimi, hayat tarzı olarak İslam’ı, yönetim biçimi olarak şeriatı, rehber örnek olarak Resulullahı seçmiştir. Müslüman bu seçimleri için mücadele etmeli ve seçimlerine karşın yapılan darbeler ile darbeciler ile sonuna kadar mücadele etmelidir.
Müslümanlar her türlü zulmün karşısındadır. Özellikle en büyük zulüm olan Allah’a ait olan mutlak hükmetme, yasa koyma hakkını başkalarına tanımak, vermek olan şirke ve tuğyana karşıdır. Bu nedenle demokrasi de bir zulümdür. İnsanlığın fıtratında yer alan yalnız Allah’a itaat, kulluğun yerine hevanın, arzuların, nefsin isteklerinin almasından dolayı bu zulümdür. Allah’ın adaletini ortadan kaldıran yaşam biçimleri bir zulüm sistemleridir. Askeri darbe ise bu zulmün daha da baskıcı, kuralsız bir şekilde bir zümre tarafından yürütülmesidir. Her iki zulmün amacı vahyin adaletinde bir toplumun ve devletin oluşumunun engellenmesidir.
Müslüman için sonuçta her iki darbeci sistemde Allah’a karşı darbe yaparak insanlığın kurtuluşu için gönderilen kitabı ve dini olan İslam’ı bırakarak başka kitaplar ve yaşam biçimi olan beşeri dinler oluşturduklarından aynıdır.
Fakat Müslümanlar hem kendilerine hem de halka karşı aşırı şiddet ve baskı kuracak olan FETÖ darbecilerine çok daha şiddetle karşıdır. Ellerine geçen her fırsatta Müslümanları hapsetmek, sindirmek, öldürmek için her şeyi yaparlar. Bu yüzden Müslümanlar onların başarılı olmasını istemez, arzulamaz. Başarısız olmaları için Allah’a dua eder, yardım ister. Bu VAROLAN sistemi desteklemek değil bir belanın gelmemesi, uzaklaştırılması için Allahtan yardım istemektir.
Bu yüzden bir taraf olmak zorunda değiliz. Biz tarafımızı baştan seçerek “yalnız Allah’ın hâkimiyetini kabul ettiğimizi ve diğer tüm egemenlikleri, hâkimiyetleri reddederek Müslüman olduğumuz ilan ettik.
Bu konuda kesin bilgiler bize ulaşmamış(birkaç rivayet var) ve birebir örnek olmasa da (biz mülteci değiliz) Habeşistan’da ki olaylar bizlere bir şeyler anlatabilir. Müslümanların Ehli kitap olan Necaşi’nin iyi davranması sonucu Habeşistan da mülteci olarak yaşamaktayken Necaşi’ye karşı savaşan, ayaklanan bir topluluğun kazanmaması için dua etmesi ve kazandığı için sevinmeleri örnek olabilir. Savaşa, aralarındaki mücadeleye bir fiil katılım söz konusu değildir.
Son olarak yaşananlardan yola çıkarak farklı bir pencere açmak istiyorum.
Başımıza gelenler, aslında gidenler ile alakalıdır.
Neler mi gitti?
Allah ile olan ilişkimiz gitti. Araya aracılar geldi.
Kitabı ile olan bağımız gitti. Yerine sadece Arapça seslendirilen, özel gün ve gecelerde veya ölüler için okunan bir kitap veya başkalarının yazdığı kitaplar geldi.
İslam olan ölçümüz gitti. Yerine dünyevi ölçüler geldi.
Kâinat ile fıtratla uyumlu şeriat gitti. Yerine kâinat ve fıtrata ters beşeri sistemler geldi
Örnek modelimiz, rehberimiz Resulullah gitti. Yerine resulün izini terk etmiş, mücadele yöntemini terk etmiş kişilerin örnekliği, modelliği geldi.
Bizler gidenlere sahip çıkmayınca gelenler bizi hep dalalete, uçuruma sürükledi, sürüklüyor.
Allah ile görüşen, Muhammed(as) ile ahbap olmuş kendisine gelen ilham ile kitaplar yazıp bunlar yazdırıldı diyen, Allah’ın halis dininin hükümlerini çağdışı, tarihsel veya tahrif ederek bozan sâmiriler/bel’amlar, vahyi esas almak yerine rivayetleri esas alanlar gelince kendimizi bir türlü doğrultamıyor ve vahyin hakikati ile tanışamıyoruz.
Müntesiplerini bir ayet, bir hadis veya çok meşhur birinin sözü ile etkileyip cenneti vadedenler, masum insanların içinde kendini patlatabilmekte veya halka ateş açıp, bombalaya bilmektedir. Tüm bunların sebebi; bizlerin gidenlere sahip çıkmamız yani dinimizi vahyin ışığında öğrenmeyi terk etmemiz, başkalarının anlattığını, yaşadığını din kabul etme yanılgımızdır
Gelin bu askeri darbeyle tekrardan kendimizi, hayatı, muhasebe etmek ve örnek neslin oluştuğu gibi bir toplum oluşturmak için Allah’ın halis dini olan İslam’ı onun temel kaynağı olan Kur’an’dan öğrenelim onu en iyi şekilde yaşayan Resulullahı ve onun mücadele yöntemini örnek alalım tüm darbecilere hak ettiklerini verelim.
Biz Müslümanlar hazır mıyız?
Küresel güçler istedikleri gibi bu coğrafya da oyunlar oynamaktadır. Kimi zaman Kemalistleri, kimi zaman muhafazakârları kimi zamanda askerleri iktidara yönetime taşımaktalar. Biz Müslümanlar ise sadece bir film izler gibi olanları sadece izlemekteyiz. Hep nesne kaldık. Özne olamadık. Çünkü birlik olamadık, hep parçalandık, parçalandık. Firavunların taktiği sınıflara, gruplara ayırarak tehlikeli gördüklerini ezmek, yok etmek, parçalamak ama biz bunları onların tuzaklarına düşerek kendi kendimize yaptık. O yüzden hiçbir şekilde bizi temsil edebilecek bir kadromuz ekibimiz oluşmadı. Bunun birçok sebepleri var tabi ki ama konumuz ya da mesajımız bu olmadığından detaya girmiyorum.
Bu coğrafyada ne zaman bir oyun oynansa hep seyrettik. Oyuna dâhil olup oyun bozucu veya oyuna hâkim olan olamadık. Çünkü gücümüz, kuvvetimiz gitti.
“ (Ey iman edenler!) Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, yoksa korkaklaşırsınız da rüzgârınız (hızınız, cesaretiniz) kesilir (kuvvet ve gücünüz elden gider). Bunun için sabırlı (ve müsamahalı) olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. “ (Enfal-46)
Ne darbeye, ne de iktidar değişikliklerine kendimizi hazırlayabildik, kendimizi temsil edebildik. Bu yüzden asıl üzerinde durmamız gereken mesele bu. Müslümanlar olarak her yerdeyiz ama BİZ olarak hiçbir yerdeyiz. BİZ olmak birlikte söz ve eylem bağı kurmak oluşturmak bizim en önemli görevimiz olmalıdır. BİZ olursak oyunda aktif özne olarak yer alıp oyunları altüst edebiliriz. Yoksa yine seyredenler ve kaybedenler oluruz. Gelin tüm Müslümanlar önce kendi mahallesinde, semtinde BİZ olsunlar sonra ilçesinde sonra şehrinde BİZ olsun ki o zaman bu coğrafyada Müslümanlar, BİZ olarak söz sahibi olsun. Her şeye hazır olsun, gücü kuvveti artsın.
(Not: Bu yazı ilk olarak 25 Temmuz 2016 tarihinde bu sitede yayınlanmıştır.)