Yüksel YILMAZ

04 Haziran 2018

ŞEYTANIN DEĞİŞMEYEN İLK TUZAĞI

Allah ilk insanı yarattığı zaman onun örnekliğinde insanın düşeceği en zayıf ve can alıcı tuzağı bize bildirerek aynı tuzağa bizim de düşmemiz gerektiğini ortaya koymuştur. Âdem ve Havva’nın bile düştüğü bu şeytanın aldatması olan bu tuzağa karşın ne yazık ki Âdemoğlu da düşmüş ve düşmektedir.  Nedir bu tuzak? Bu sorunun cevabını ve yaşananları bize Araf suresindeki ayetler vermektedir.

Araf suresi-19. (Allah, Âdem’e şöyle hitap etti:) “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette yerleş(in), dilediğiniz yerden yiyin. (Fakat) şu ağaca yaklaşmayın. Sonra kendisine yazık edenlerden olursunuz.”20-21. Derken şeytan, onlara, (gözlerinden örtülerek) gizlenmiş ayıp yerlerini kendilerine göstermek için, fısıldadı da: “Rabbiniz size, meleklerden olursunuz veya (cennette) ebedî kalanlardan bulunursunuz diye, bu ağaçtan (meyve) yemenizi yasakladı.” dedi. Ardından: “Şüphesiz ben, sizin (iyiliğiniz) için öğüt verenlerdenim.” diye de yemin etti.22. İşte böylece, ikisini de aldatarak (o yasak meyveden yedirdi ve Allah katındaki mevkilerini) aşağı indirdi. Onlar ağacı(n meyvesini) tattıklarında ikisinin de edep yerleri açılıverdi ve cennet yaprağı ile oralarını örtmeye başladılar. Rableri de onlara: “Ben, sizin bu ağaçtan (meyve) yemenizi yasaklamadım mı? Şeytan muhakkak ki size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi.

Şeytan apaçık düşman olduğu halde insan bu düşmanın tuzağına, aldatmasına düşebilmektedir. Niçin? Çünkü şeytanın aldatması insanoğlunun arzularına hitap etmektedir. Bu Allah’ın kendilerine ikram olarak koyduğu mekânı kaybetmemek, korumak ve devamlılığını sağlamak için bir an bile olsa Allah’ın koyduğu sınırı aşmayı bile göze alan insanın hevasından başka bir şey değildir. O bahçede ebedi kalmak onları aldatmıştı. Ama Allah onlara yeryüzünü imar etme görevi vermişken onlar ilk imtihanı kaybederek bulundukları hali koruma, sürdürme kaygısına düşerek şeytanın tuzağına düşmüşlerdir.

İşte bu tuzakla karşılaşan Âdemoğlu hep bu tuzağa düşmüş ve düşmektedir. Rabbinin kendisine ikram ettiklerini, verdiklerini kaybetmemek, korumak, hayatının sonuna kadar sürdürebilmek için Allah’ın sınırlarını çiğnemiş, şeytanın bir tuzağı, aldatması olduğunu unutarak bu tuzağa tekrar tekrar düşmüştür. Verilenlerin birer imtihan olduğunu unutan insan aldanarak bunları kaybetmemek için şeytanın aldatmasına kanmıştır.

Günümüz Müslümanları da ne yazık ki vahyi okudukları halde, Âdem’in düştüğü tuzağı bildikleri ve şeytanın düşmanları olduklarını bildikleri halde aynı tuzağa düşmektedirler. Rablerinin kendilerine verdikleri nimetlerin birer imtihan olduğunu unutarak bunları korumak, sürdürmek için Allah’ın kendilerine yüklediği görev ve sorumlulukları terk ederek geçici dünya hayatının lezzetlerini tercih etmektedirler.

Modernizm ile birlikte birey haline gelen insan kendini bireysel ve toplumsal sorumluluklardan soyutlayarak kurduğu kendi dünyasında yaşamayı tercih etmiş ve bu durum ne yazık ki Müslümanlara da sirayet etmiştir. Rablerinin yeryüzünü imar etme görevini bırakarak kurdukları hayatı, dünyayı kaybetmemek, sürdürebilmek için kendilerine bunu sağlayanları desteklemiş veya takip etmişlerdir. Eşleri ile çocukları ile işleri ile malları ile kurdukları bu küçük küre dünyalarının ebedi olarak ellerinde kalmasını sağlamak için şeytanın tuzaklarına, aldatmalarına kanmışlardır. Şeytan onları ya eşlerini ya çocuklarını ya işlerini ya da mallarını kaybetme korkusu ile veya verilenlerin imtihan olduğunu unutturarak onları tuzaklarına düşürmüş ve kendilerini haklı çıkartacak mazeretler sunarak bu aldanmayı sürdürmüşlerdir.

Günümüz Müslümanları Allah’ın kendilerine en büyük ikramı olan vahiy ile ve hidayet ile tanıştırıp kulluklarının gereğini yapmaları gerekirken yaklaşılmaması gereken geçici dünya hayatına ve cahiliyye yaşam biçimine kanarak kendilerine verilenleri ön plana alarak bu tuzağa düşmüşlerdir. Oysa bilmeleri gerekir ki verilenler birer imtihan ve yapılması gereken görevler vardır. Bu bir davadır. Ekmek davasından daha büyük ve yüce bir davadır. Bu davayı için yaşamak ve bu dava ile hayatı sürdürmek ve bu dava ile son nefesini vererek asıl ebedi olan cennete kavuşmak gerekirken ne yazık ki Müslümanlar kurdukları küçük dünya da dünyevi verilenleri dava görmeye ve bunları korumak ve kaybetmemek için hayatlarını sürdürmeyi tercih etmiştir.

Allah’ın dini için çalışılan mekânlarda bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar Muhsinler var iken geri kalan Müslümanlar ise evlerinde, işlerinde, malları içinde veya geçici dünya zevklerinde bulunmaktadır. Şeytan hepsini durumlarının doğruluğuna inandırarak kandırmaktadır.

Kimilerine bu iş aile ile başlar. Önce aileni ile ilgilen sonra diğer sorumluluklarını yerini getirirsin veya arada bir diğer faaliyetlere katılırsın. Kurduğun bu aile düzenini bozma, kaybetme çünkü senin onlar karşın sorumlulukların her şeyden önce gelir. Bu dava bedel istediğinden eşlerini, çocuklarını kurulu düzenlerini kaybetme korkusunu fısıldar şeytan onlara.

Kimilerine Müslüman zengin olmalı ki diğer Müslümanlara maddi yardımlarda bulunsun diyerek işlerini ve mallarını daha da çoğaltma peşine düşen ve diğer sorumluluklarını maddi yardım ve zekât ile kapatarak sağladığına kandırarak sağlar. Ama gelin görün ki işçisine dahi asgari ücret ve günümüz fakirlik miktarından düşük maaş verir bu insanlar. Ve mallarını ve kurdukları işleri kendilerince yani şeytanın aldatması olarak kaybetme tehlikesine düşmemek için cahiliyye ile sistemle olan ilişkisi de daha yumuşak olan faaliyetlere katılarak sorumluluklarını yerine getirdiklerini zannederler.

Kimilerini herkes bir şeyler söylüyor. Kim haklı kim haksız bilmiyoruz? Cemaatler şöyle hocalar böyle. En iyisi tek başına takılmak diyerek hiçbir şey yapmayan sadece kendini tatmin ederek haklı olduğu aldatmasına kananlar. Davası hayatı olması gerekirken davayı hobi, entelektüel bir faaliyet halinde sürdürürler.

Müslümanlar kurulu düzenlerini korumak değil kurulu küfür ve şirk düzenlerini yıkmaları gerekirken ne yazık ki kurdukları geçici dünya hayatı ile aldanmaktadırlar. Bu yüzden Allah’ın zikredildiği mekânlar boş, faaliyetler az olmaktadır. Evlerinde oturan Müslümanlar ayağa kalkıp kim olduklarının farkına varmadıkları sürece ne eşleri ne çocukları ne de kendilerini iyi bir gelecek beklememektedir.

Gelin Müslümanlar Araf suresi 23. (İkisi de:) “Ey Rabbimiz! Biz kendimize yazık ettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan muhakkak biz, ziyana uğrayanlardan oluruz.” dediler” ayetindeki gibi kim olduğumuzun ve niçin varolduğumuzun ve bize verilenlerin neden verildiğinin farkına vararak rabbimize dönelim.

Rabbimizin bir ayeti ile yazıya son verelim:

Tevbe suresi 24. De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, kazandığınız mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz bir ticaret ve hoşlandığınız evler, size Allah’tan, Resûlü’nden ve O’nun yolundaki cihaddan daha sevimli ise, artık Allah’ın (azap) emri gelinceye kadar bekleyin. Allah, fâsıklar toplumunu doğru yola eriştirmez.”