Ahmed KALKAN
DENİZ ÜZÜMÜ DENİLEN KENDİ BEYNİNİ YİYEN HAYVAN
“Deniz Üzümü” (Sea Squirt, Polycarpa aurata) okyanuslarda yaşayan bir su hayvanıdır. Bu hayvancığın en büyük gayesi, ölünceye kadar rahatını sağlayacak, düşmanlarından korunacak, hareketsiz ve amelsiz bir hayat… Deniz Üzümü, bunu gerçekleştirmek için uğraşır. Aslında, bilmez ki hareketsizlik bir nevi ölüm demektir. Ama o bilir ki, hareketsiz canlılar, vücutlarında kontrol mekanizmasına ihtiyaç duymaz. Vücudun parçaları ne iş yapacaksa bilir, yapar; “beyin”e, düşünmeye ihtiyaç hissetmez. Deniz Üzümü, dertsiz, mücadelesiz, düşünmeye, aklı kullanmaya ihtiyaç hissetmeden risksiz bir hayat için arayışa geçer. Uygun şartları buluncaya kadar arayışını sürdürür. Onun aradığı dayanacağı, yaslanacağı bir kayadır. O kayayı bulup ona dayandımı, ilk işi beynini yemektir. Evet, kendi beynini yemek. “Artık düşünüp akletmek için enerji harcamama gerek yok’’ der âdeta, Deniz Üzümü. Beynini yer yemez de bitkiye dönüşür.Çevremizde bulunanların çoğu aslında Deniz Üzümü. Yaslanacak bir kaya arıyor, bulduğunda oraya dayanıyor. Bu kaya, çoğu zaman devlet. Gir sınava, pardon bul bir dayı, al sana devlet gibi bir kaya, ölünceye kadar sırtını daya. Kara kayalar gibi yeşil kayalar da var. Bu kaya, bazen bir hoca oluyor, bir şeyh olabiliyor, bir tarikat, bir cemaat olabiliyor. Bir dernek, bir vakıf, bir cami, bir tesbih, bir meşgale olabiliyor. Bazen memurluk, bazen emeklilik, bazen evlilik, bazen zenginlik, bazen rahatlık; yaslanacağı kaya oluyor insan cinsinden Deniz Üzümlerine. Artık düşünmeye, akletmeye ihtiyaç hissetmiyor bu üzümler. Daha önce ne kadar kullandığı tartışılacak olan beynini artık tümden lüzumsuz görüyor ve beynini yiyor, yok ediyor. Nasıl olsa lâzım olmayacak bir daha. Beynini yiyen hayvan, beynini yok ettikten sonra, artık bitkiye dönüştüğü gibi, bunlar da “sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; çünkü onlar akıllarını kullanmazlar.” (2/Bakara, 171); “Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (7/A'raf, 179)
Etrafımızdaki deniz üzümleri, bizim niye beyinlerimizi yemediğimizi ısrarla eleştiriyorlar. Tutunacak bir kaya bulamadıysak, kendi tutundukları, rahatça dayandıkları kayaya bizi davet ediyorlar. Yeter ki seçelim, dayanacağımız beylerimizi ve yiyelim beyinlerimizi. Beyinli bir canlı olarak, düşünen ve akleden bir insan olarak yaşamak yerine; ot gibi yaşamayı, aklı kullanmamayı, halk tavsiye ediyor, devletse emrediyor. Devlet ne güne var, insanlara beyinlerini yedirmeyecek de ya ne yapacak? Bütün imkânlarını seferber eder devlet; yeter ki insanlıktan çıksın vatandaşlar. Kapitalizm, AVM’ler insanın doymayan iştahına hitap ediyor hep. İnsan kendini yiyor aslında, beynini yiyor. Çarşılar bizim hep yememize ayarlanmış. Yersen. Yersen beynini de yersin. Hayat felsefesi de buna göre kurulmuş: Karnını doyur, rahatına bak. Başka şeylerle uğraşıp niye rahatsız olasın ki…
Bu beyinlerini yiyen düşünüp akletmeyen üzümler, bizim düşünüp aklımızı kullanmamızdan rahatsızlık duyuyorlar. Beyinleri olmadığı halde, ağızları çalışıyor bunların ve diyorlar ki: “Düşün, düşün, zordur işin”, “Ne o, ne düşünüyorsun? Karadeniz’de gemilerin mi battı?” Onlara göre sadece Karadeniz’de gemileri batan kimse düşünmeliymiş, başkalarının düşünmesi yasakmış. Düşünen adamın heykelini akıl hastahanesinin bahçesine, kendisini de hapishaneye yerleştiren bir düzenin kendisi şeytan adlı kayaya dayandığı gibi, vatandaşlarının da kendine dayanmasına rıza gösteriyor; yeter ki beyinlerini yesinler, akletmesinler. Kendi beynini çoktan yiyen düzen adlı Deniz Üzümü, çok da yardımseverdir hani. Vatandaşları için bol bol beyin yiyecekleri ortamlar oluşturur. Beyinlerini rahat yesinler diye okullar açar, en az gençlerin yarısının beyinlerini yok ettirir oralarda. Deniz üzümü haline getirdikleri gençler için toplu lokantalar açarlar sırf hizmet için; hapishaneleri ve askerliği beyin yeme yerleri olarak sunarlar. Çeşitli kumar kurumlarını boşuna açmamış, içkiyi tekeline boşuna almamıştır düzen; insanı deniz üzümü yapmak içindir bu hizmetler. Kumarla, içkiyle meze yaptırır beynini. Kimi acıdan hoşlanır, kimi tatlıyı sever. Zorla olmadıysa tatlılıkla yedirirler beyinlerini. Stadyumlar yapar, gece klüpleri açar. Hizmeti ayaklarına getirir; dizilerle katık edilir beyinler, bazen internetin labirentlerinde yedirilir beyinler, bazen cep telefonu kadar yakındır beyin lokantaları. Vatandaşlar özgürdür; diledikleri yerde beyinlerini yiyebilirler. Kimileri kahve adlı beyin yeme mekânlarını tercih ediyor, kimileri çarşılarda, AVM’lerde yemeyi seviyor. Çoğunluk beyinlerini yerken kalplerini de katık ederler.
Hâlâ beyinlerini yemeyen üç-beş kişi kaldı ise, bunlar suç işlemiş sayılıyor. Baksana, hâlâ düşünüyorlar, fikir üretiyorlar, akıllarını kullanıyorlar; devletin kimini aç bırakarak, kimini de tatmin arayışı, yeni tat çeşidi diyerek insanlara yedirdiği beyinlerini, bu nimeti bile eleştirip suçluyorlar. 21. asrın şu şu beyinsizlik döneminde modası geçmiş beyinle yaşıyorlar. Demek ki bunlar beyin yediren Atatürk ideolojisini ve düzenin yedirme imkânlarını reddeden Kur’an okuyup akletmenin faziletini öğrenen insanlar. İnsan kalmak isteyenler. Düzen için büyük tehlike bunlar. Bunlar, “yersen” diye beyin yemeyi teşvik eden düzenden nefret edip Kur’an’a kulak ve gönül verenler. Kur’an, bu insanlara, intihar demek olan beyinlerini yedirmediği gibi, başkaları da beyinlerini yemesin diye bunlara diğer insanları uyarma görevi verir.
Deniz üzümü beynini yediği andan itibaren, canlı hayvan özelliği sona eriyor ve bitkiye dönüşüyor. Düşünen insan da biliyor ki akletmeyen, beynine ihtiyaç hissetmeyen, insanlıktan çıkacak, hayvan seviyesine inecek. İnsan, kendi beynini yiyor ve esfel-i sâfilîn seviyesine iniyor. Ama insanlara kendi beynini yediren düzen vampirden de aşağılık bir canavar, bir şeytan, bir tâğut… Düzen insanlıktan çıkaran bu yiyeceği yemeyenleri diğerlerinin uykusunu bozmasın diye hapishanelerde karantinaya almayı büyük bir görev kabul ediyor. Girmeyenler de sırasını beklesin. En azından güven içinde yaşamasın. Madem beyin taşıyorsun, aklediyorsun; düzen için potansiyel tehlikesin.
Beyin taşıyanlar, Deniz Üzümü olmayı reddedenler, ispat edin beyin sahibi olduğunuzu. Bu katliâmı durdurun. İnsanları insanlıktan çıkaranlara dur deyin. İnsanları düşünmekten alıkoyan, aklettirmeyen zâlimlere karşı çıkın. Beyinlerinizin var olduğunu düşünerek, aklederek ispatlayın. Akletmenin ancak Allah’ın kitabıyla tam olarak yerine getirilebileceğini unutmayın. Akletmeye düşman bu câhiliye ortamı, bu tâğutî düzen değişmedikçe, halkın çoğu beyinlerini kullanmayacak, dünyasını da âhiretini de mahvedecektir. Peygamberlerin, kendilerini tehlikeye atacak şekilde gece-gündüz, gizli-açık demeyip insanları uyarmaya çalıştıkları sebebi şimdi daha iyi anlıyoruz. İnsanlar beyinlerini kullansınlar, düşünsünler, akletsinler; böylece Yaratıcılarını idrâk edip yaratılış gayelerini düşünsünler. İnsanca, İslamca yaşasınlar, akletmeye yarayan bir beyne sahip olduklarını ispatlasınlar diye…
Kimileri beyinlerini yerken, siz akledenler, beyinlerinizi birileri yemek için değilse bile, mümkün ileride olabilecek sizin beyninizdeki aklı, beyinlerinde akletme gücü olmayanlara transfer etmek için satın almaya kalksa, beyninizi, aklınızı kaça satarsınız? Yüz milyon dolar verseler verir misiniz meselâ? Yüz milyon dolarınız olsa ama aklınız olmasa, o para neye yarar? Kâğıt parçasından başka bir anlam ifade etmez aklı olmayanlara o para (Veya cennet yanında, yine kâğıt parçasından başka bir şey değildir aklı olanlara o para). Demek ki aklımız yüz milyonlarca dolarlara değişilmeyecek kıymette. O kadar paramız olsa, fakat aklımız olmasa idi… Fakirlikten şikâyet etmeye hakkımız yok. Rabbimizin ne büyük nimetlerine sahibiz. Hamdolsun beyinlerimizi, akıllarımızı hiç karşılıksız bize ihsan eden zâta. Şükür nimet cinsinden olacağına göre, aklımızı Allah yolunda kullanıp Allah’ın Kitabını dosdoğru anlamak ve anladığımızı yaşayıp yaşatmak için haydi akıllıca harekete…