Yasin AYDOĞAN

25 Ekim 2008

DİN; VERMEKTİR

"Din nedir?" Sorusuna vahyin cevabı budur: Din; vermektir.

Hep vermiş Rabbimiz. Din vermiş, kitab, nebi, akıl, irade,hayat, sıhhat, afiyet, nimet, sağlık, eş, çocuk, göz, kulak, el ,ayak, dil dudak vermiş... İla ahir saymakla bitmez. Vermiş ve vermeyi emretmiş.

Kur'an'ın vermek, infak, tasadduk, sadaka, yardım etme-yardımlaşma, iyilikte bulunma (ihsan) konusundaki emir-tavsiyelerini hatırlayalım.

Mü'mini kafirden imanı, münafıktan infakı ayırır.

İmanımız var hamd olsun. Ya infakımız?

İmanımız bizi kafirden ayırıyor. Münafıklardan neyle ayrılacak ayrışacağız?

Elbette infakla infakımızla, zekatla, tasaddukla.

Vermeye sıra gelince alabildiğine cimrileşen nefsimizin başını ayaklarımızın altına alarak.

Çünkü dini yalanlayanı Maun Suresi'nde Rabbimiz şu şekilde tavsif ediyor:

“Din'i yalanlayanı gördün mü? İşte o yetimi şiddet ve sitemle iter kakar, miskini fakir fukarayı doyurmaya yanaşmaz, en küçük yardımı (muavenet) da engeller.”

Surede din yalancısının-yalancı dindarın riyakarlıkla ibadet ettiğinden gösteriş yaptığından da bahsediliyor. Ama o vasıflarda girişte anlatılan karekterin bir yansıması olarak ortaya çıkıyor. Yani esas ölçüden (vermek) tamamen uzak yaşıyor. Kendine-kendisi için yaşıyor, kendine iyi.

Bakınız yetimi itip kakıyor, öksüze yardımla hiç işi yok, hatta rantı onlardan devşiriyor. Onların hakkından kendisine fon ayırıyor. Cebi dolsunda kim ağlarsa ağlasın önemli değil. Mühim olan onun saltanatı ve kurulu düzeninin devamı. Hatırlayınız ebu cehili, ebu lehebi, velid bin muğireyi ve diğerlerini. Onların hakim olduğu düzende her geçen gün yetim daha da sahipsiz, fakir daha da fakir olmak gibi bir zillete-meskenete düçar oluyorlardı.

Miskin, fakir, yoksul, ağlayan, aç, susuz, bi ilaç, mağdur, gözü yaşlı bir sürü insan vardı Mekke'de köleleştirilen, alınıp satılan. Hiçbir güvencesi olmayan kimselerdi bunlar. Mekkedeki kurulu düzenin zırnık faydası yoktu bu insanlara. Her geçen gün daha da fakirleşiyor mağdur oluyorlardı. Eğlencelerde işret meclislerinde dansözlerin başından paracıklarını saçan, savuran ehli kodamanların-israfın ülkelerinde yığınlarla fakir varmış, umurlarında değildi ki. Dünyalarında israfa sınır yoktu, fakire-yetime-öksüze de zırnık!!!

En küçük yardımı bırakınız yapmayı yapana da engel oluyor bu tip. Kendisi bir lira vermez, yanında veren olunca hemen müdahele eder. “Siz alıştırıyorsunuz bu ayak takımını dilenciliğe!”

Adamın dinle bağı alakası yok çünkü. Ayetlerden habersiz: “Yetime sakın kahretme, isteyeni sakın azarlama” (Duha 9-10)

Bitini vermez tabir caizse. Lügatinde sadece şu yazar “almak”. Hayat almaktır onlar için. Hep almak, daima almak, her zaman alan taraf olmak.

Kendince ibadette eder, yaptığı bireysel ibadetleri de vardır. Ancak topluma zerre faydası-katkısı yoktur yaptığı ibadetlerinin. İbadeti yaparken de görsünler, dindar sansınlar diye yapar.

Din vermektir. Verebildiğimiz ölçüde din'liyiz, sadıkız, samimiyiz.

Veremiyorsak sorun var demektir.

Vermek imana, cimrilik nifaka alamettir.

Din vermektir. Veren tarafta bulunmak, vermek, verebilmek.

Her şeyi veren Rahman Rabbimizin merhametinden nasibimize düşen kulca bir eylem ortaya koymaktır.

Verince artacağına ziyadeleşeceğine inananlar verebilirler.

İş yine imana dayanıyor.

Duamız şu olsun : Allah'ım bize önce elimizdekilerden, sahib olduklarımızdan verebilecek bir iç zenginliği, sonra mal-imkan ver.