Yasin AYDOĞAN
DİN’İN EGEMENLİK İDDİASI YOK MU?
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın düzenlediği kutlu doğum haftası çerçevesinde (Din hava gibi solunan, su gibi ihtiyaç duyulan, hayatın her yönüne akan bir gerçektir, dinin adamı da-kurumu da-başkanlığı falanda olmaz ya! Bu da bizim ülkeye mahsus bir garabet) konuşan CHP lideri Baykal’ın konuşmasını izledim.
Şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki bu ve benzeri şahıslar, ne konuştuklarını çok iyi biliyorlar. Kelimeleri seçiyorlar, hangi anlamda, neyi kasdederek konuştuklarının bilincindeler. Yani özetle bilerek ve inanarak konuşuyor, bildikleri ve inandıkları şeyi sunuyor ve ortaya koyuyorlar. Bu kesin. Burada hiç bir sorun yok. İnsan, iradesini istediği yönde kullanır-kullanabilir. Hatta isterse, Allah’ın verdiği dili yine Allah’ı (c.c) inkârda kullanır-kullanabilir. Şanı yüce Rabbimiz, insana irade vermiş ve muhayyer bırakmıştır insanı. Seçimi, insanın kendisi yapacaktır.
Şu ayeti celilede buyurulduğu gibi “Ve de ki: O hak Rabbimizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Çünkü biz zalimler için öyle bir ateş hazırlamışız ki, duvarları, çepeçevre onları içine alacaktır. Eğer feryad edip yardım isteseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. O ne kötü bir içecek ve ne kötü bir dayanma yeridir!” (Kehf 29)
İnkâr etme ya da iman etme serbestisine sahiptir insanlar. Bahşedilmiş-bağışlanmış hayat yolculuğu boyunca, insan bu imkanı-fırsatı dilediği yönde-yolda kullanacaktır.
Tabii hesabını ödemek şartı ile….
Konuşmasının giriş bölümünde, genel manada anlatttıkları-konuştukları içinde el hak tartışılmaz doğrular vardı, hepimizin onaylayacağı kesin gerçeklere değindi. Lakin sona gelince herşey altüst oldu, tarumar oldu, yıkıldı.
Neden mi?
Çünkü tarih boyunca şirkin-şeytani tuzağın, insanları içine aldığı ve derin uçurumlarına yuvarladığı ve kaybolmalarına yol açtığı en tehlikeli nokta hep bu nokta olmuştur. Her şeyi yoktan var eden Allah’ın, (c.c) egemenlik-hakimiyyet hakkını reddetmek. İşin burasında, insanoğlu bu yetkiyi, kendi eline almak, yetkiyi kendinde görmek gibi bir amansız düşmanlığın içine giriyor ve Allah’a (c.c) ortak koşuyor.
Kur’an mülk, malik, melik, melek, milk, temlik, melaike, melekut kelimelerini farklı yerlerde kullanıyor. Ayrıca türevleri olan istimlak, emlak, memluk, memleket kelimeleri de dilimizde yer tutmuş ki günlük hayatta bir çoğunu da kullanıyoruz.
Saltanat, hükümdarlık, tasarruf yetkisi, egemenlik, hakimiyyet, iktidar, güç ve kuvvet, otorite, sahip olmak manalarında, tüm kelimeler egemenliği, iktidarı, hakimiyyeti anlatıyor.
Yukarıda örnek verdiğimiz, müştak kelimeleri ayrı ayrı ele alırsak farklı anlamlara ulaşırız, ancak özetle kelimenin sülasi mücerredi (kökü üç harfli) olan meleke-melike fiili ya da masdarı milk-mülk aynı anlamı verir ki bu manada Allah teala, mutlak egemenlik, iktidar, hakimiyyet, otorite sahibidir. Tevhid de bu asıl temel üzerine bina edilmiştir. Tüm rasuller de (a.s) aynı kesin ve değişmez gerçeğin elçisi-temsilcisi olarak görevlerini ifa etmiş, insanlara bu mesele de uyarılarda bulunmuş ve şirkten uzak durmalarını önemle vurgulamışlardır.
İnsan, Allah’a (c.c). iman ettiğinde, Allah’ın bölünmez bir bütünlükte egemenlik-hakimiyyet-iktidar sahibi olduğunu mutlaka kabul etmeli ve asla bu bütünlüğü bozmamalı, bu gerçeği asla unutmamalıdır, bu bütünlüğü bozmak ve bu gerçeği unutmak şirktir.
Zaten müşriklerin açmazı-problemi de işte bu noktada yatıyordu, onlar da bu çağın müşrikleri gibi şanı yüce Rabbimizin egemenlik yetkisini reddediyorlardı, yoksa Allah’ın kozmik alemin varedicisi-yaratıcısı, düzen vericisi olduğunu kabul ediyorlardı. Hatta bundan son derece memnun da oluyorlardı ki rızkı versin, yağmur yağdırsın, sıhhat versin, gece gündüzü düzenlesin, mevsimleri saat gibi işletsin, nebatı çoğaltsın, yeraltı-yerüstü zenginlikleri artırsın, kendi güçlerini aşan her hususta düzenlesin tedvir etsin. Yani yaşamalarını mümkün kılan her işi Allah (c.c) hallu asan eylesin ama hayata karışmasın, topluma nizam koymasın, siyasete, ekonomiye, aileye, eğitime, hak-hukuka karışmasın-bulaşmasın.
Olay (çok genişletilebilir, ayrıntılı örneklendirilebilir) kısaca ve özetle şudur : İnsan nedense Allah’tan razı olmuyor, kendisini yoktan var edenin koyduğu yasaya rıza göstermiyor, küçük olarak büyük olan Allah’a alan biçiyor, alan tahsis ediyor, kendi biçtiği alana mahsus kılıyor ve oraya yerleştiriyor. Yani hükmü, standardı kendisi belirliyor. Benim yasama bağlı olarak her şey anlam bulur demek istiyor. Yeryüzünde egemenlik bende-bizde dolayısıyla biz belirleyiciyiz diyor, biz ne dersek o olur demiş oluyor, biz ne kadar izin verirsek o kadar inanabilir o sınırda kalabilirsiniz diyor.
Firavn ve Nemrud aklıma geldi bunları yazarken.
Hiç tartışmasız, onlar da aynı iddianın sahipleriydiler ve aynı şeyi dillendiriyorlardı.
Kimsenin inancına müdahele etmeyiz-edemeyiz. Kimsenin zorla Din-i mübin-i İslam’a girmesi için cebr kullanmayız-kullanamayız. Zorla iman iman olmaz bunu biliyoruz.
Sadece uyarı görevimizi yapmalıyız ve hakkı gizlemeden açıkca ortaya koymalıyız.
İnanan bilerek hakkıyla iman etsin, neye niçin inandığını bilsin. Allah’ın hüküm hakkına kota koymanın haddi tecavüz anlamına geldiğinin şuuruna varsın. Herkes ahirette ki hesaba hazırlansın.
Allah’ın egemenlik hakkını inkâr edenler titresinler, korksunlar. Bu yanlıştan acilen vazgeçsinler. Geçmişe dönüp bir baksınlar, azgınlar tuğyankarlar nasıl anılıyorlar.
Tuğyan kervanına katılmasınlar.
Dünyevi iktidar, mal, mülk, makam, yetki, etki, servet, şöhret, şehvet için hiç mi hiç değmez.
Aman şirkin tuzağına düşmesinler, düşmüşlerse de hemen çıksınlar.
Rabbim! yaratan da sensin, yaşatan da, kanun ve yasa koyan da desinler.
“Hüküm ancak Allah’ındır.” (Yusuf 40)
“Allah, hükmedenlerin en güzel hüküm vereni değil midir?” (Tin 8)
“Yoksa onlar cahiliye yasasını mı istiyorlar? Aklı başında bir toplum için, Allah’tan daha iyi yasa yapan kimdir?” (Maide 50)