Ahmed KALKAN

11 Nisan 2015

DIŞARIDAKİLER Mİ DAHA ÖZGÜR, HAPİSHANEDEKİLER Mİ?

Hapishane veya Cezaevi Ne Demek?

Devletin yasalarına göre suç işleyen ya da işlediği zannedilen insanlarındışarıdakilere göre daha fazla özgürlüklerini kısıtlayabildikleri yasal işkencehane demek hapishane. Değişik ifade ile, iktidarın sopası…

İslâm’ın hâkim olduğu yerde günahların keffâret edilip örtülmesi ve âhirete suçsuz gidilmesi için bir arınma yeri, bir ıslah evi olan hapishane, tâğutların egemenliğinde bir zulümhâneye, işkence evine dönüşür. İslâmî yönetimlerde uslandırma, terbiye etme yeri olan ve suçluların, pişmanlık duyup kendi fıtratlarına yeniden yönelecekleri ortamı oluşturan birokul görevi üstlenen hapishaneler;tâğutî yönetimlerde sadistçe zulümlerin sergilendiği, küçük hırsızların yakalanmadan nasıl büyük hırsız olacaklarının öğretildiği, basit bir suçtan içeri girenleri bir mafyaya dönüştüren, âdi suçluyu profesyonel suç makinesi haline getiren bir kuruma dönüşüyor.

“Hapishaneler bir ülkenin aynasıdır!” derler; doğrudur. Eğer bir ülkenin hapishaneleri siyasi tutuklularla, düşünce suçlularıyla, hakkı söyleyen âlimlerle doluysa, orada İslâmlık da insanlık da yoktur.  Öte yandan, eğer bir ülkenin hapishaneleri adli tutuklularla da tıka basa doluysa, orada açlık vardır, işsizlik, yoksulluk, umutsuzluk vardır; orada İslâm kanunları yoktur, İslâm ahlâkı yoktur, İslâmî eğitim yoktur. İslâm’ın uygulanmadığı yerde suç vardır, suçlu vardır. Hapishanelerde yer yoktur. Devamlı hapishanelere, büyük büyük mahkemelere, koca koca adalet saraylarına ihtiyaç vardır. Ülke, açık hapishaneye dönüşür.

Hapishaneleri tanımak için ille içeride yatmak gerekmez. Avrupa’nın ve Amerika’nın hapishanelerini filmlerden tanır çoğu insan. Guantanamo’yu ne kadar bilirsiniz? Ya da unuttunuz mu hiç? Yani işkencenin bin bir çeşidini, zulmün yeni görüntülerini, psikolojik, fizyolojik vahşetin en barbarcasını ne kadar bilir veya tahmin edersiniz? Dünyanın öteki ucundan gelen zâlimlere karşı ülkesini savunmaktan başka suçu olmayan Müslümanları binlerce kilometre öteye götür ve insanlık dışı tüm uygulamaları onlar üzerinde dene. Bu mudur insan hakları?

Ebu Gureyb hapishanesi de Irak’ta Amerika’nın çirkin yüzünün daha da çirkin olarak belirdiği yer. Aslında sadece Ebu Gureyb değil, Batının ister Afganistan’daki gibi topraklarını;ister Türkiye’deki gibi okullarını, mahkemelerini, meclislerini, insanların zihinlerini ve gönüllerini işgal ettikleri ülkeleri de tümüyle hapishaneye çevirdiğini görmezlikten gelmek mümkün mü?

Batı böyledir de, Batılı olmak için çırpınan ve onlar gibi keler deliğine girmeye çalışan T.C.  farklı olur mu hiç?

T.C.’nin Karnesi

Türkiye'de müslümanların cezaevi süreçleri Kemalist rejim kurulur kurulmaz başladı. Rejim darağaçlarıyla, zindanlarla kendi yüzünü gösterdi. Cumhuriyet ilan edilir edilmez İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Bu mahkemeler darağaçları, sürgün ve hapislerle insanlara gözdağı verdi. Dünyanın neresinde görülmüştür şapka giymemenin idamlık suç olduğu? Bu ülkede on binlerce insan sırf şapka giymediği için hapse atılmakla yetinilmeyip idam edildi. İslâm düşmanı rejim kanla, idamla, zorla kabul ettirildi. Atatürk’ün İslâm’la halkın bağlarını koparmak için Kur’an’ın alfabesini değiştirip Kur’an harfleriyle yazılan tüm kitapları yasaklaması, elif-be öğretimini bile hapislik suç saydı. Köyde çocuklara Kur’an öğrenimi için altyapı olarak elif-be öğretmek, hocanın sarığını başından alarak boynuna dolayıp köy meydanında sürüklemekle başlayan işkencelere, yıllarca hapishanelerde çürümeye sebep olacak bir suç sayılıyordu. Allah demenin bile yasak olduğu dönemler yaşandı. Atatürk’ün başlatıp İnönü’nün sürdürdüğü ezan okurken bile Allahu ekber demenin suç sayılmasını, bu yüzden nice kimsenin hapislerde çürümesini kim ne ile izah edebilir? 1980’li yıllara kadar devam eden Arapça öğrenim yasağını nereye koyalım? 2010’lara kadar devam eden başörtüsü yasağını nasıl açıklayalım? Hâlâ sürdürülen tevhidin günlük hayata ve siyasal alanlara yansımasının, devletin İslâm dışı uygulamalarına yapılan eleştirinin, putlara karşı çıkmanın, Atatürk’ün heykeline yan bakmanın hapis cezasına sebep kabul edildiğini Türkiye dışında yaşayan Müslümanlara anlatmak zor olduğu kadar, Avrupalı Kâfirlere de hayli zordur.  Avrupa’da, Amerika’da bile İslâm’ı anlattığı için bir imamın, vâizin veya bir dâvetçinin hapse atıldığı duyulmuş bir olay değildir. Bu ülkede ise içeri girmeyen meşhur âlim sayısı, girenlere oranla çok daha azdır. Rejim, istediği âlimi el-Kaide örgütü üyesi veya lideri diye içeri tıkar veya uydurma başka bir gerekçe bulur. Bu satırların yazarı sadece “Atatürk’ün cenaze namazının hangi camide kılındığını bilmiyorum” dediği için bir yıl hapis cezasına çarptırıldı. 27 Mayıs 60’da, 12 Mart 71’de, 12 Eylül 80’de, 28 Şubat 97’de hapishaneler yeniden dolmuş, 20 kişilik koğuşlara 50 kişi yatırılmıştır. Bu tarihler, sıkıyönetimin tekrar yürürlüğe konulduğu günler olduğu gibi, hapishanecilik ve zulüm tarihinin altın sayfalarıdır.

Hapishaneyi Mescide ve Okula Çevirmek

Hz. Yusuf’un hapse atılması ve hapishaneyi okul ve mâbed haline getirmesi Kur’an’da üzerinde durulan hususlardandır. Hapishane ya öğrencilik veya öğretmenlik yapacağımız okullarımızdır bizim. Hayat mektebidir. İslâm dışı yönetimler sayesinde Müslüman dâvâ adamlarının ikinci evleridir. Orada tevhidden bahsedip putlara ve putçulara çatınca, kimse “içeri atarım ha” diye tehdit edemiyor. Orada çok daha rahat tebliğ edebiliyorsun. Amerika hapishanelerinde de Türk hapishanelerinde de çok sayıda insan Müslüman olmuş, kendini İslâm’a nispet ettiği halde gâvurlaşan nice insan yeniden müslümanlaşmıştır. Kitap okumayan nice insan kitapla, Kur’an’ı hiç bilmeyen çok sayıda insan Kur’an’la tanışma imkânına kavuşur. Orada insan âciz olduğunu daha bir anlar ve Allah’a daha bir ihlâsla, daha bir gönülden yalvarır. Oradaki kapılar dışarıya kapalı olsa da Allah’a açıktır. Oradaki teheccüdlerin tadı başka bir yerdekinden çok farklıdır. Orada insan tefekkür eder, orada insan namazın hakkını verir, orada insan insanlardan korkmamayı öğrenir. Orada insan Allah korkusunun güzelliğini kavrar. Câhil giren insan hikmetli bir âlim olarak çıkabilir. İş, eş, aş derdi olmadığı için Rabbine ve kendine bolca vakit ayırabilir isteyen.

Asr-ı Saâdette Hapishane Yerine Mescid Kullanılıyordu

Medine İslâm Devletinde hapishane olarak Mescid-i Nebî kullanılmıştır. Diğer yerlerde de câmiler...Savaş esirleri, tutsaklar geçici olarak mescidde korumaya alınmıştır. Bu uygulama ile, esirin veya tutuklununMüslümanların ibâdetlerini, birbirleriyle insânî ilişkilerini, davranışlarını görüp örnek almaları sağlanıyordu. İslâmiyet’i ve Müslümanları yakından tanıyıp görerek İslâm’ı seçmesine; “Müslümanım” diyorsa gereği gibi müslümanlaşmasına vesile olsun; tutulduğu yer, ceza evi değil; ödül evi olsun istenmiştir. Câmi, Allah’ın evi kabul edilir, hapis veya esir de Allah’ın değilse bile Müslümanların misafiri. Bununla suçlunun İslâm’ı kabullenip güzel bir kul haline gelmesi amaçlanmış ve bunda da genellikle başarıya ulaşılmıştır (Buhârî, Salât 83; Müslim, Cihad 59). O gün hapishaneler câmilere çevrilmiş, hapistekiler bir mâbed içindeki huzur ve rahat içinde yaşamış iken; Bugün de tersine; câmiler hapishaneye çevrilmiştir. Tâğutlar ve onların rejimleri, çeşitli baskı ve dayatmalarıyla İslâm dünyasındaki mescidleri de, sadece Allah’a çağrılan yer olmaktan çıkarmış, hakkın haykırılmasına engeller koymuş, Allah’ın dini yerine devlet dini anlatılan mekânlar haline getirmiş, camileri mahkûm etmiş, hapishaneye çevirmiştir. Dini insanın vicdanına ve cami duvarları arasına hapsetmiş, sesi soluğu çıkmayacak şekilde ona zindan hayatını revâ görmüştür. Günümüzdeki şekliyle câmiler, dinin hapsedildiği, ya da hapsedilmek istendiği hapishaneler gibidir... İmamlar da bu hapishanelerin gardiyanları. Kimileri, buraya gelen insanları avlayarak onları din adına uyuşturarak kendi çıkarları yönünde kullanmak istemektedirler. Ucuz bir oy deposu, ucuz bir fedâiler mangası!

İnsanlar Islah Oldukça Cezaların Azaldığı Sistem

Bugün de, Müslümanların hâkim olduğu bazı ülkelerde hapisteki Müslümanların, ezberledikleri sûre sayısına göre, cezaları azalmaktadır. Meselâ Hamas’ın Gazze’deki hapishanelerinde Kur’an’dan bazı sûreleri ezberleyen mahkûmlar bir yıl erken serbest bırakılıyor. Önemli olan kişiyi cezalandırmak değil, onu ıslah etmektir.

Bunu tâğutî rejimlerdeki cezaevlerinde uygulayamazsınız. Suç ve suçlu üreten sistem, hapishane aracılığıyla, suçluyu caydırmak yerine daha büyük suçlara özendirmektedir. Hırsızlık suçundan örnek vererek bu düzende hapishanelerin işlevini daha yakından görelim: Türk cezâ kanununda, kapkaç suçunun cezâsı altı ay hapistir. İnfaz yasasına göre, bu müddetin yaklaşık üçte biri uygulanır. Yani kapkaçtan nasılsa yakalanan bir kişi, bu suçu ispat edilmiş, araya birileri girmemiş, işini halledememiş ise iki ay yatar, içeride daha büyük hırsızlığın nasıl yapılacağını öğrenecek şekilde büyük hırsızlar tarafından koğuşlarda gönüllü verilen derslere katılır, uzmanlaşarak topluma döner. Sonra artık, o kapkaççı veya hırsız değildir; "bey"dir, "sayın"dır, "hatırlı kişi"dir. Bu unvanlar, eski mesleğini yapmadaki uzmanlığıyla yakından ilgilidir, "hortumlama"cılığa terfi etmenin bu düzendeki ödülüdür. Bunlar hemen hiç yakalanmaz, yakalansa da (tek-tük istisnâ dışında) mahkûm olmaz, olsa bile içeride çok kısa süreyle ve özel şekilde "bey" gibi, "ağa" gibi ağırlanır. Şu veya bu şekilde, şu veya bu işinde ortaklık bağlarıyla bağlı olduğu etkili ve yetkili kişilerin yardımını görür. Dışarıdan ve içeriden bolca destek alır. Tekrar, ama yakalanma hatası yapmayarak kaldığı yerden işine devam etmek üzere toplumun içine (veya başına) döner. Ziya Paşa şöyle der: "Milyonla çalan mesned-i izzette serefrâz, / Birkaç kuruşu mürtekibin câyı kürektir!" (Milyonla çalanlar yüksek ve şerefli mevkilere yükseltilerek baş tacı edilir; birkaç kuruş çalan hırsız ise kürek cezasına çarptırılır). Bir düşünür de tâğutî yöneticilerin özelliklerini deşifre eder: "Küçük hırsızları asıp yok ederler. Büyükleri çok ilerlemiştir, ülkeyi yönetiyorlar." Halk paralel yapıyla uğraştırılırken, parayer yapı, malı götürmeye devam ediyor. 

İnsanlarda sağlam bir iman ve ona dayalı ahlâk ve Allah korkusu olmadığı için, bu tür kişilerin yaşadığı toplumlar, hırsız ve hırsız adayları toplumudur. Câhiliyye toplumu, İslâm'ın anladığı anlamda hak-hukuktan, adâlet ve insanî değerlerden uzak bir toplumdur. Dövizcide para bozduran, "sarraf"tan (yanlış olarak "kuyumcu" denmekte) çıkan kimsenin emniyeti, mal ve hatta can güvenliği yoktur. Elinde çanta ile pazarda, mahallede dolaşan bir kadın her an çantasını kaptırmaktan endişe duymakta, bir kapkaççı dehşetinden emin olamamaktadır. Nice veznedar, biraz cesursa, fırsatını yakaladığı ve kılıfını hazırladığında, kendisine emânet edilmiş paraları zimmetine geçirmekten çekinmeyecektir. Bunca zengin hortumcunun niye banka sahibi olmak istediğini yirmi civarında banka boşaltma olayından sonra artık herkes bilmektedir. Allah, bu banka sahibi hortumcuları fâizcilere musallat etmektedir. Kur'ân-ı Kerim'de fâizi(n gelirini) Allah'ın mahvedeceği (2/Bakara, 276) belirtilir. Bankaya para yatırmak, hırsıza veya görünmeyen hırsız olan enflasyona, ya da hastalık gibi para kemiren âfetlere dâvetiye çıkartmaktır. Fâizcinin dünyada bile huzuru yakalayabileceği mümkün değildir. Silâhlı gasp ve hırsızlık çeteleri de insanların mal ve can güvenliklerini devamlı tehdit edebilmektedir. Başta sinemalar ve televizyon kanallarındaki filmler, nasıl soygun yapılabileceğini hem de özendirerek öğretmekte, halk da ilimden değil filmden etkilendiği için hayran olduğu sanatçılara soygun rolünde de benzemeye çalışmaktadır. Hırsızlık çeteleri küçük yaştaki çocukları da ağlarına düşürmekte, bunları da kirli emellerine âlet edebilmektedir.

Suçlarıyla ve Suçlularıyla Övünen Rejim

Avrupa’nın en büyük adalet sarayı İstanbul Çağlayan’da. Aslında adalet sarayı mı, yoksa zulüm binası mı demek lâzım, orası ayrıca tartışılması gereken tâğutî kanunlarla hükmedilen adliyeler, adalet sarayları vardır. Birkaç sene önce açılan İstanbul Çağlayan’daki adalet sarayının Avrupa’nın en büyük adalet sarayı olması ile övünür kimi ahmaklar, merd-i kıptî misali. Avrupa’nın en büyük adliye sarayına sahip olmak demek, Avrupa’nın en çok mahkemelik işleri olmak, en fazla suçluya, hapishane adayına sahip olmak demek; bunlarla övünmek de, yetiştirdiği suçlularla iftihar etmek demektir. Adalet saraylarının önünde bir put görürsünüz. Bu başka kurumların önündeki meşhur puttan farklı bir görünümdedir. Adaleti temsil etmek için gözleri bağlı ve elinde terazi olan bir genç kadın heykeli kullanılır. Bu kadın, Yunan tanrıçası Themis’den başkası değildir. Diğer elinde cezayı, baskı ve zulmü simgeleştirmek için olacak kılıç vardır, ayağına da yılan dolanmıştır, adalete nelerin dolandığını göstermek için diye yorumlayabilirsiniz. Evet, lady of justice diye de adlandırılan, adalet tanrıçası… Bu heykeli şu şekillerde de yorumlamak mümkündür: 1- Adalet, Allah’la değil, putlarla ilgilidir. Allah’ın dağıttığı değildir, adalet, Yunanlıların tanrıça diye inandığı bir putun dağıttığı veya teraziyle sattığı şeydir, 2- Türkiye Şirk Cumhuriyeti de, örnek aldığı Avrupa câhiliyesi gibi, adaleti bile heykelsiz, putsuz, tanrıçasız düşünemez. Allah’ın kitabındaki hükümlerin adaletle ilgisi yoktur bu rejime göre, 3- Adaleti dağıtma erkek işi de değildir, 4- Adaletin gözü köreltilmiştir, kendisini kirletenleri görmezlikten gelsin diye, 5- Körebe oyunu oynanır gibi kapalı gözlerle adalet uygulanır, kör gözlerle suçlu ve haklı tespit edilir, 6- Alış-verişi, satmayı temsil eden terazi, adaletin para ile, alış-verişle ilgili olduğunu çağrıştırır. Artık vatandaşa kalmıştır, para verip avukat mı tutar, daha kestirmeden hallolsun diye hâkim mi tutar, parasına ve tercihine bağlı. Zaten beşerî kanunlar, güçlü böceklerin delip geçtiği, zayıfların takılıp kaldığı örümcek ağı değil midir?   

Hürriyetin Önemi

İslâm’da hürriyetin kaynağı, Allah’a tam mânâsıyla kul olmaktır. Allah’a kulluk şuuruna eren bir kimse, O’ndan başka her şeye karşı bağımsızdır.

Hür olmak, yaratılmışlara teslimiyetten kurtulmak demektir.

Hürriyetin kemâli Allah’a kul olmakta, kulluğun kemâli hürriyette.

Aslında hür yaratmış, insanları yaratan / İnsana insan olmuş hürriyeti aratan.

Hürriyetten vazgeçmek, insanlıktan kaçmak demektir.

Özgür olmadıkları halde, kendilerini özgür sananlar kadar hiç kimse tutsak olamaz.

Yusuf’un (a.s.) Yolu

“(Yusuf:) Rabbim! Bana hapishane/zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum! dedi.” (12/Yûsuf, 33). Yusuf’un (a.s.) sünneti diye, ona da iftira atarak tâğutlara destek olanlara sesleniyoruz: İşte Yusuf’un yolu. Yusuf (a.s.) önce neyi reddediyor ve neyi tercih ediyor? Yusuf’un yolunu benimsemeye, dolayısıyla Allah için hangi bedeller ödemeye hazır olup olmadığımız test ediliyor.

Dâru’l İslâm Olmayan Yerler Dâru’l Hapis Sayılır

Sürünerek, dilenerek yaşamaktansa, ayakta ölmek, ayaklanarak ölmek daha iyidir. Esaret bahçesinde gül olmaktansa, elbette hürriyet bahçesinde diken olmak daha faziletlidir. 

Zulüm istenmez, ama adalete giden yolların tıkandığı durumlarda zulmün büyüğünden kurtulmak için, daha küçüğü tercih edilebilir. Buna ehven-i şerreynin tercihi denilir.

İslâm’ın hayat veren ilkeleri uygulanmadığı için, tâğutların, velisi olduklarıyla birlikte, bu ülkeyi de nurdan zulumâta çıkardığı için yaşadığımız topraklar açık hapishaneye dönüştü. İslâm dâvâsını yeterince bilmeyenlerin bu olguyu görüp anlamalarını bekleyemeyiz. Ama Kur’an’ı, tevhidi, kulluğu, İlâhî rızayı hayatının merkezine alan mü’minlerin yaşadığı ülkeyi doğru tanımlamaları şarttır. Bu ülke dâru’l-İslâm değilse, (ki olduğunu iddia etmek İslâm’ı da, ülkeyi de hiç tanımamak demektir) adına ne denilirse denilsin bu ismin “dâru’l-hapis” anlamını da içerdiği rahatlıkla söylenebilir. Hapis hayatı, hürriyetlerin kısıtlanması demek olduğuna göre, Müslümanın Müslümanca yaşama hakkının, sadece Allah’a kulluk yapma hürriyetinin verilmediği bu ülkeye Türkiye Hapishane Cumhuriyeti denilebilir. Seçimler gardiyanlardan gardiyan tercihi demektir. Ve halkın çoğu kendilerine hapishaneyi, hapis hayatını sevdiren gardiyanları seçiyorsa devamlı hapiste kalmayı hak ediyor demektir. Cezaevindekiler hayatlarından memnun, yeter ki, gardiyanları değişmesin, diğer mahallenin gardiyanları başlarına geçmesin.

Zulme karşı çıkması gereken insanlar ne hale gelmiş yâ Rab…Gardiyanlarına âşık olmuş, gardiyansız bir hayat düşünemeyen, Allah bilir ya, âhirette de gardiyanların olduğu bir mekânı tercih ettiği anlaşılan hapishanelerden memnun kimseler...

“Yatar Çıkarız” Diyemeyenler “Yanar Çıkarız” Diyebiliyor

İçeri neresi, dışarı neresi; hapishanenin içinde mi, dışında mı İslâm daha iyi yaşanabiliyor, nerede daha hür bir şekilde Allah’a kulluk yapılabiliyor, düşünülmesi gerekir. Hapishanedeki insanı kim ne ile korkutabilir ki… Dışarıdaki insan için hapis korkusu cehennem korkusunu bastırıyor. İnsanlar cehennemden korkmuyor hapisten korktuğu kadar; biri için “yanar çıkarız” diyebiliyorlar, diğeri için “yatar çıkarız” diyemiyorlar. Sigarayı kahvehanelerden günah korkusu kaldıramadı; 62 liralık para cezası kaldırdı. 62 lira yerine 62 gün hapis denilseydi, vatandaş sigaranın değil kendisini, adını bile en az 62 yıl ağzına almazdı.

Hapishanelerin Güzel Tarafı

“Dünya mü’mine hapishâne, kâfire cennettir.” (Müslim, Zühd 1, hadis no: 2956; Tirmizî, Zühd 16, hadis no: 2325)

Hapishanede insanın kıymeti anlaşılıyor, bir insanla konuşup görüşmek insanı mutlu etmeye, kişiye moral vermeye yetiyor. Dışarıda ise insan; kalabalıktan, gevezelikten nasıl kurtulacağının hesabını yapıyor. 

Hapishanenin duvarları dış dünyaya kapalı olsa da, iç dünyaya açık; dışarının dünyaya açık kanalları ise, iç dünyayı ulaşılmaz kılıyor.

İçeride yatan kimsenin, zindanda bedeni esir olsa bile vicdanı hür, gönlü hür, kafası hürdür. Dışarıdaki insanın işgal edilmedik tarafı kalmamış, kafası esir, vicdanı hapis hayatı yaşıyor, gönlüne de müebbet vermişler.  

İçeride yatan tek bir mahkûmiyet yaşıyor. Dışarıdaki hem patrona mahkûm, hem ödenecek taksitlere veya kredi kartına, futbola, müziğe, televizyondaki dizi dizi dizilere, özellikle internete, oyunlara ve çirkin sitelere mahkûm yığınlar…

İçeridekiler nefislerinin, arzularının mahkûmiyetinden kurtulurken;dışarıdakilerin önemli bir kısmı ise sigaranın mahkûmu olmuş, futbol topunun içine hapsolmuş vaziyette, televizyon ekranında kaybolmuş durumda.

Hapishanelerde günah ortamı yok. Dışarıda ticaret yapsan faizden kendini nasıl sakındıracaksın, sokağa çıksan gözünü nasıl koruyacaksın, gezmeye gitsen Müslümanca nasıl ve nerede gezebileceksin?

Hapishanede insanı fesada sürükleyecek pek bir ortam yok. Dışarıda ise, fesatlar her tarafı kasıp kavuruyor.

Hapishanede insan acziyetini, muhtaçlığını anlıyor ve Rabbine yöneliyor. Rabbiyle arasına kimse girmiyor. Dışarıda ise, Rabbe giden yollar harâmîler tarafından kesilmiş, sayısız engeller konulmuş, insanlar Rablerine karşı sanki hiç muhtaç değillermiş gibi, müstağni ve müstekbir.

Hapishanede kişi ihlâsla Allah’a gönlünü açabiliyor, huşû ve haşyet çok daha kolay. Dışarıda ise bunca uyutucu ve uyuşturucu, bunca çeldirici ve oyalayıcı içinde huşûyu kim yakalayabilir ki…

Bütün bunlar hakikat olmasına rağmen, ben niye hapishaneyi övmek durumunda kalayım? İslâm’ı din olarak, yaşam biçimi olarak, devlet sistemi olarak kabul etsek de her çeşit hapisten kurtulup dünya hapishanesini küçük bir cennete çevirsek, âhiretimizi de gerçek cennet eylesek… 

Nefsin kötü alışkanlıklarına, hevânın emrindeki arzuların tatminine tümüyle özgürlük verilecek; ama hayat Allah’a adanamayacak, kullukla değerlendirilemeyecek. İsteyen haram olan yiyecek ve içecekleri alıp satabilecek, ama faizsiz ticaret yapamayacak. İsteyen çıplak gezip yatakta yapılanı sokakta yapabilecek, ama Müslümanlar göz zinasına girmeden sokağa çarşıya çıkamayacak, tesettürün önünde onlarca engel olacak. İsteyen-istemeyen on milyondan fazla ilk ve ortaöğretim öğrencisi haftada iki defa puta tapmak zorunda bırakılacak, ama putlara karşı çıkmak yasak olacak. Tâğutlar arası seçim olacak, ama tâğutlara tâğut deyince önce “müslümanım” diyenler karşı çıkacak…

Musîbet İstenmez; Gelirse Sabredilir

Elbette kolay değildir hapislik. Özgürlüğümüzün elimizden alınmasıdır. Sevdiklerimize hasret bırakılmamız, hayat alanımızın daracık bir hücrede insan sesine, insan yüzüne, toprağa, suya, dağa, taşa, hasret bırakılarak sınırlandırılmasıdır.

Müslümansanız, üstelik dâvâ adamıysanız, hele bir de zâlimlere hakkı haykırıyorsanız bugün değilse bile yarın hapishane sizin ikinci eviniz demektir. Hapislere düşeceğiniz kesin değilse de düşmeyeceğinizin de hiçbir garantisi yoktur. Düzen ve düzenbazlar, düzenin kurbanı halk, hakkı söyleyip bâtıla tavır aldığınızda sizi hapishane ile korkutmayı pek sever. Dâvâ adamı ölümden bile korkmazken hapishaneden mi korkar hiç?“Sizler Allah'ın, haklarında size hiçbir delil indirmemiş olduğu putları O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin O'na koştuğunuz ortaklardan nasıl olur da korkarım? Eğer biliyorsanız, söyleyin bakayım, bu iki gruptan hangisi güvenli olmaya daha lâyıktır?” (6/En’âm, 81) “...Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer mü’minlerden iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha lâyıktır.” (9/Tevbe, 13). Hatırımızdan çıkarmamalıyız ki, bütün dünya bir araya gelip bütün güçleriyle bize zarar vermek isteseler Allah istemedikçe zerre kadar zarar veremezler. “Eğer insanların tümü toplanıp sana zarar verme hususunda birleşseler ancak Allah’ın senin aleyhinde yazdığı şeyden başka bir zarar veremezler.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/293) “Cihadın en faziletlisi, zâlim sultana/yöneticiye karşı hakkı söylemektir.” (Tirmizi, Fiten 13; Ebû Dâvud, Melâhim 17).“Eğer ümmetimin, zâlime: ‘Sen zâlimsin!’ demekten korktuğunu görürsen, bil ki onun varlığı ile yokluğu birdir.” (Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, c. 6, s. 349)

İslâm dışı düzenler korku rejimidir, baskıcıdır, zorbadır. Bu rejimlerin başındaki egemen güçler, etrafakorku ve dehşet salmaya, hakkını arayanları sindirmeye ve insanları robot gibi tek tipleştirmeye, daha doğrusu kendilerine kul/köle yapmaya çalışırlar. Bırakın eylemi, düşünmek bile yasaktır, düşüncesini söylemek ve yazmak sadece rejimden yana olanların yapmasına izin verilen bir lütuftur.  İnsanlar öyle korkutulmuştur ki, her yerde devletin gözü kulağı var zannedilir. Devlet, bilinçaltında dev’letilmiş, devleştirilmiştir. Devlet denince öncelikle karakol, polis, askerlik, mecbûrî eğitim, vergi, mahkeme, suç-ceza, hapishane... akla gelmektedir. Bu tür korku rejimlerinin kutsal kitapları şu cümleyle başlar: “Yurtta sus, cihanda sus!” Nice insan, omuzlarındaki kameraman ve yazıcıları düşünmez de konuştuklarının rejim tarafından dinlendiğinden kuşkulanır. “Haram” pek önemli değildir sokaktaki vatandaş için, ama “yasak!”, o başka. Hapis korkusu, nice insanda cehennem korkusunun önüne geçmiştir. Ama gerçek mü’min, sadece Allah’ın kulu olduğunun bilincindedir. Müşriklerin korktuğu korkunç insanlar, bostan korkuluğu gibi gözükür müttakî mü’minin gözüne.   

Siz Allah’tan Korkmazken, Biz Sizin Hapishanelerinizden Hiç Korkmayız!

İnsan, dünyevî ve fâni şeylerden korkmayı ifrat derecesine vardırırsa, küçük ve gizli de olsa şirke düşmenin sınırına girmiş olur. Mü’min inanır ki, insanları ve bütün varlıklarıyla tüm dünya bir araya gelse, Allah istemediği müddetçe en küçük bir zarar veremezler. Güç ve kuvvet, yalnız Allah’ındır. O yüzden korkulmaya lâyık tek zât O’dur. Bazı insanlardan korkmanın getireceği esâret ve istibdat zehrinin panzehiri olarak İslâm, Allah korkusunu yerleştirmiştir. Allah korkusu olmayan kimsenin başına on tane polis diksen, işini bilen insan suç işlemenin bir yolunu mutlaka bulacaktır. Bir de o polislere de ayrıca polis gerekecek; rüşvet yemesinler, görevlerini kötüye kullanmasınlar diye, tabi o polislere de başka polisler... 

İmanlar, korku terazisiyle tartılmaktadır. Korkunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Ya sadece Allah’tan korkup takvâ zirvesine tırmanarak Allah katında en ekrem, yani ikram edilmeye en lâyık yiğit bir Allah eri olmak; ya da ayaklar altında ezilinceye kadar sümüklü böcek gibi yaşamak. İnsan özgürdür; bu iki yoldan birini seçebilir.  Ama takvâ yolunu seçerse, bilmelidir ki, bunun bedeli ucuz değil! Korku hissinin tevhidî bilinçle, mü’mine has irâdeyle kontrol altında tutulması, şeytanın korku oklarının fedâkârca savuşturulup karşı hücuma geçilmesi gerekecektir, hem de ömür boyu.    

Ey zâlimler! Vallahi sizlerin dünyayı sevdiğiniz kadar bizler Allah yolunda ölmeyi seviyoruz. Ey zâlimler! Vallahi sizlerin rahatı sevdiğiniz kadar bizler Allah yolunda cefa çekmeyi seviyoruz. Ey zâlimler! Bizleri neyle tehdit ediyorsunuz? Bu uğurda ölmemiz şehâdet, sürgün edilmemiz seyahat, zindanlara doldurulmamız halvettir. Ve bizler için iki güzellikten biri vardır; ya şehâdet veya zafer. Ey zâlimler! Bizi iyi tanıyın, bizler Hasan El Bennâ’nın öğrencileriyiz. Ve diyoruz ki; “Gayemiz Allah, önderimiz Rasûlullah, anayasamız Kur'an, yolumuz cihad, en büyük arzumuz Allah yolunda şehidolmaktır."İbnTeymiye, “Hapishane Mektupları” adlı kitabında benzer şekilde haykırır: Öldürülürsem bu benim için şehâdet, sürgün ederlerse bu benim için hicret olur. Hapsederlerse hapishane bana mescid olur. Beni nereye sürerlerse sürsünler ben her yerde yün veren koyun gibiyim!” Bunları dillendirmek sizin yasalarınızda hapisle cezayı hak ediyorsa, buyrun biz oraları okula, Yusuf medresesine çevirmeye hazırız. Biz hapisten korkmayız, siz bizim hapiste de yapacaklarımızdan korkun. Biz cehennemden sakınırız. Sizin cehenneminiz mi var ki sizden korkalım. Asıl siz cehennemden korkun. Zâlimler için yaşasın cehennem!

“Zincirlerin altınsa da hattâ koparıp kır; / Susmak ne demekmiş? Yere haykır, göğe haykır!”      

“Korkup susma! Susarsan sıra (hem burada, hem orada) sana da gelecek.”

Ey Allahım! Korktuklarımızdan bizi koru. Korkulardan emin kıl. Korkaklıktan, Senden başkasından korkmaktan, Senin sevgini kaybetme korkusundan başka, korkulacak şeylerden Sana sığınıyoruz. Bizi umduğumuz güzel şeylere kavuştur.“Lâ havfun aleyhim velâ hum yahzenûn” (“Onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de.”) dediklerinin sınıfına kat.