Ahmed KALKAN
EMPERYALİZMİN HİZMETİNDE SANAT
Koyunları gütmek için çoban, kavaldan yararlanır. Kaval çalmasını iyi bilen bir çoban, müzikle sarhoş ettiği koyunlara istediğini kolayca yaptırır. Biraz da kavalların yardımıyla her çobana boyun eğen koyun haline getirdiler halk yığınlarını. Çobanların rejimin en tepesine çıkmasını yadırgamayabiliriz, ama yönettiklerini sürü haline getirip istedikleri gibi güttüklerini görmezden gelemeyiz. Zulüm, isterse kendilerine karşı olsun, hiçbir haksızlığa sesini çıkarmayan uysal koyunlar haline getirildi toplum. Bu neticede müziğin payını unutmamak gerekir. Yorgun-argın işinden eve dönen adamı düşünün. Çobanların teyip, tv. gibi aygıtlarla evin içine kadar soktukları kaval seslerinden başını kaldırıp da namaza, düşünmeye, okumaya, çoluk-çocuğuyla ilgilenmeye fırsat bulamıyor. İşini, sokağını, çevreyle ilişkisini yönlendiren emperyalist rejim, onu evinde bile bırakmıyor. Gündüz evde kalanlar yine müzikle uyutulacak, tv. filmleriyle avutulacaktır. Evden işe giderken dolmuşların motor gürültüleri, kasetlerdeki modern gürültülerle işbirliği yapacak.
Hasan Sabbah'ın cennet fedâilerini herhalde bilirsiniz. Esrar yutturularak liderlerinin her emrini yerine getiren fedâilerdir bunlar. Bugün de Hasan Sabbah'lar gönüllü fedâilerine (kurbanlarına) afyon-sanat yutturmaktadırlar, onları kullanabilmek için. Esrarkeşler gibi yalancı cennet içinde, gerçeklerden kaçmaktadır halk uyuşturucu ses ve görüntülerle. Tembel tembel uyumak, uyuşmak, eğlenmek, vur patlasın çal oynasın anlayışı; boşvermişlerin yaşam felsefesi. Bunların boş vermeyenlere oranı ise, Avrupa'da bile rahatlıkla birincilik kürsüsüne çıkacak boyutta.
Bazı dört ayaklılara su verirken, sahipleri ıslık çalmak zorunluluğu hisseder. Hayvan, su içerken bile ıslıksız, müziksiz yapamaz. Bazı sulular da yemek yerken, su içerken bile müziksiz yapamazlar. Sözgelimi, çoğu dolmuş şoförü direksiyonun başına müziksiz geçemez. Hem de müzik ve sanat demeye bin şâhit olsa kabullenemeyeceğiniz tarzda bayağılıklar.
Çocukları uyutmak için ninniler söylenir. Çocuk akıllı gençleri uyutmak için de düzen ninniler söylemektedir hep. Yeter ki sesleri çıkmasın, mışıl mışıl uyusun çocuklaştırılanlar. Çocukları oyalamak için ağızlarına emzik tıkadıkları gibi, çocuklaştırılanların kulaklarına volkmenler tıkamakta, hakkı dinleyecek kulak bırakmamaktadırlar.
Gerçek sanat, ne koyun gibi güdülme aracı, ne uyuşturucu bir afyondur, ne de ninni. Gerçek sanat uyanıklıktır aslında. Tüm âzâların uyanıklığı, hassâsiyeti gerekir sanat için. Her şeyden önce de rûhun uyanıklığı, dikkati şarttır. Sanat düşüncedir, tefekkürdür aslında. Hem göz, hem gönül açıklığıdır. Piyasada görülense sanatın istismarı, hislerin sûiistimâlinden başkası değildir.
İnsanlar nelerle meşgul edilmektedir? İbâdet için yaratılan kul, dünyaya oyun ve eğlenmeye geldiğini zannetmektedir. Oyun ve eğlence, çocukların hayatında önemli yer tutar. Çocuk ruhlu, çocuk akıllılar da oyun ve eğlencelerle hayatlarını tüketiyorlar. Eğlenip felekten bir gün çaldığını zanneden delikanlı, şeytana gününü ve daha neyini çaldırmaktadır, bir düşünse...
Bu topraklarda afyon-sanatın, özellikle de müziğin fecî şekilde, bulaşıcı hastalık gibi yaygınlaşması ve desteklenmesi, çeşitli sosyal ve siyasal hesaplardan kaynaklanmaktadır. Kitlelerin sömürülmesini kolaylaştırmak için egemen güçler ve emperyalizm çeşitli planlar uygulamaktadır. Bunların başında kalabalıkların dikkatini oyun ve eğlence gibi şeylere çekmek ve onları boş şeylerle oyalamak gelir. Futbol ve müzik, milyonlarca müstaz'afın en önemli meselesi haline gelerek bir deşarj (boşalma) sebebi olmaktadır.
Çağdaş Firavunlar, propaganda ve eğitim kurumlarıyla insanları gerçek dinden uzaklaştırarak âhiretlerini mahvettikleri gibi, oyun ve eğlence kurumalarından oluşan emniyet sübapları aracılığıyla dünyalarını da mahvetmektedirler. Koyun sürüsü haline getirilen milyonlarca insan, kendilerine en büyük zulümleri revâ gören müstekbirleri bu şekilde alkışlayabilmektedirler. İspanya'nın meşhur diktatörü General Franco şöyle diyordu: “Futbol, seks ve piyango olmasaydı, ben kırk yıl bu halkı nasıl istediğim gibi yönetebilirdim?“ Bu taktik, sadece Franco'nun değil; her asırdaki ve her ülkedeki tâğutların ortak prensibidir. Halkın ayaklanmasına giden yolu tıkamak için milât öncesi Yunan idareleri zamanında bile halkı lüzumsuz oyunlar, spor yarışları ve çılgın eğlencelerle uyutma ve uyuşturma politikaları güdülmüştür. Futbolla birlikte günümüzdeki sanat da çağdaş tâğutların can simidi. Sanat emperyalist güçlerin elinde bir atom bombası, bir kitle imhâ silâhıdır. Artık savaşlar, sanat denilen silâhlarla dolaylı olarak psikolojik alanda yapılmaktadır. İnsanlar dünyada dönen zulüm çarklarının farkına varmasın diye müzik ve sinema ile iğdiş edilmekte, uyutulmakta ve uyuşturulmaktadır. Halk yığınlarını afyon yutmuş Hint horozuna çeviren bir sihirbaz değneği olan sanat, aynı zamanda büyük bir propaganda aracıdır.
“Coca Cola“sını] bütün dünyada reklam kandırmacasıyla ihtiyaç kabul ettiren ülke, Madonna'sını, Michael'ını tüm memleketlerde kendi üstünlük ve egemenliğinin sembolü olarak kullanmaktadır. Sık sık dünya turneleriyle ABD başkalarından önce sanatçı-ajan Mıchael'lar ülkeleri ele geçirmektedir öncü kuvvetler olarak. Bu, eli bilmem neresinde, yarı erkek yarı kadın kılıklı, yarı hayvan yarı insan ihtiyar delikanlı, sömürülen kurban kullar gözünde yarı insan yarı tanrı gibi görülmektedir. Eylül 1993'teki İstanbul turnesinde tekrar görüldü ki, uğruna her şeylerini fedâ edebilecek çılgın hayranlarına stadyum denilen tapınaklar bile dar gelmekte, kahraman Türk gençliği sömürgelik andı içmekte, T.C. çoktan ABD mandalığını benimsemekte. Gençliğin onun şahsına karşı gösterdiği batı ve Amerika hayranlığı, onların dilinden anlamasa bile âyin gibi dinlediği müzik ve sanatına tutkunluğuyla bütünleşmiş olmaktadır. Yeni dünya düzeni bu olsa gerek.
Türkiye'de kolay şöhret olmuş, daha doğrusu şöhret yapılmış sanatçı kabul edilenlere bir bakın; Tatlıses'ler, Emrah'lar, Ferdi'ler... artist veya şarkıcı kızlar, hepsi kültürsüz, eğitimsiz insanlar. Böyle olması gerekiyor kolay kullanılmaları için. Sömürü çarklarının başındakiler için en kestirme, en kolay yol bu. Medya, fuhuş sektörü, düzen ve egemen güçlerden oluşan emperyalist koalisyon, sanatçı(!)yı kullanıyor. Sanatçı da birazcık onları. Ya da, kullanılan sanatçı, kullandığını sanıyor. Sanatçı, emperyalist sektörün kuklasından başka bir şey değildir; yığınlar da kukladan zevk alan, ipleri fark edemeyen çocuk akıllılar.
İçki ve esrar cinsinden uyuşturucuların haram kılınmasının hikmetleri; aklı gidermesi, insanı uyuşturması, düşünceden ve iyi şeylerden alıkoyması ve bağımlılık yapmasıdır. Bu sayılan özelliklerin tümü, günümüzdeki sanatta ve en çok da müzikte bulunmaktadır.
Müzik kafalı müzikomaniler, daha da ileride müzikomanyaklar, yeni türeyen varlıklardır. Yarınlarımız da bu türedilere emânet. İzinden gittikleri Ata'larının emirlerini daha çağdaş hale getirip uygulama içindedirler: Ey Türk gençliği! Birinci vazifen müzik dinlemek, maça gitmek, TV. seyretmek, chat yapmak ve atari oynamak; böylece boşvermiş gençlik olmaktır. Her türlü rezâlet için muhtaç olunan araç Yeni Dünya Düzeni ve T.C. düzeni tarafından ortaklaşa karşılanacaktır. Her aradığın, medyada mevcuttur...
Uluslararası emperyalizm, Türkiye'ye sık sık övgüler, birincilikler, madalyalar dağıtır. Hangi konuda mı? Sanat konusunda. Durun, hemen sevinmeyin, sanatımız Avrupa'da bile takdir ediliyor diye. Daha çok cinselliği, dini karalamayı, ahlâksızlığı ön plana çıkaran o biçim sanatlardadır bu ödüllendirilenler. Festivallerde başarılı olan filmlerin hemen hepsi o biçimdir ya da insanımızı karalayan, inancına düşmanlık edilen cinstendir. Güzellik(!) yarışmalarında ön sıralarda yarışmalı Türk kızları ki, batı uygarlığına yaklaşılsın! Folklorda (halk danslarında) birincilikler verilir, halk bunlara daha fazla önem versin. El sanatlarını överler; Türk halkı bunlarla meşgul olup ciddî şeylere vakit ayıramasın. Ne güzel halıları vardır Türklerin, dantelleri, oyaları, oynamaları, oyalanmaları, avlanmaları...
Emperyalistler sadece rûhu sömürmezler; onların dini-imanı para olduğuna göre, sanat, ayaklarıyla insanın parasına da sülük gibi yapışacaklardır. İlmî bir kitap 70 milyonluk ülkede üç bin basıp satamazken, bir arabesk müzik kaseti iki milyon, üç milyon satabiliyorsa, gerisini siz düşünün; hem maddî yönünü, hem mânevî yönünü. Bir kaset kaç liradır; yüzlerce sanatçı(!)nın binlerce kasetinin tüketimini hesaplayın. Milyonlarca lira vererek aldığı biletle bir gece önce stadyum kapılarında sıraya giren on binlerce gençliğin rock starını dinlemek için mânevî fedâkârlıklar yanında, maddî kayıplarını toplamaya çalışın. Bunun hemen göze çarpmayan yönleri de var. Uydurma ses yarışmalarıyla kandırılıp dolandırılanlar, hayranı olduğu şahıs gibi sanatçı, artist olmak için evden kaçıp kötü yola düşenler, hayranı olduğu sanatçının giydiğini giymek için varını yoğunu verenler, hem parasından, hem başka şeylerinden olanlar...
Kapitalist düzenlerde her şey menfaat ve kâr amacına yöneliktir. Çok lüzumsuz şeyler bile ihtiyaç zannettirilerek tüketimini sağlamak için insanlar zayıf yanlarından yakalanacaktır. Göz ve kulak, hakkı görüp işitmeyeli, iyice zayıflamış; kalp ibâdetlerle gıdâlanmadığından kendine tuzak kuran avcıları hissedemez olmuştur. Emperyalistlere kolay yem olmak için, insanların, gerçek dinden uzaklaşmaları gerekir. Bu iş, sanat ve düzen işbirliğiyle sağlanarak altyapı oluşturulmuştur çoktan. Cinsel duygular sömürülerek, sanat ve güzellik anlayışı daha da bayağılaştırılarak bir sektör geliştirilir: Fuhuş sektörü. Fuhuş sektörü deyince sadece genelev patronunun kaç yıldır vergi rekortmeni olması aklınıza gelmesin. O aysbergin sadece görünen küçük parçasıdır. Müziğin, eğlencenin, sinemanın, gece hayatının, TV. Programlarının, makyaj ve her türlü güzellik malzemelerinin, modanın, daha sayılabilecek buna benzer şeylerin oluşturduğu büyük bir sektördür bu.
Büyük şehirlerin caddelerinde küçük bir gezinti yaparsanız, dükkânların en az yarısının cinsellik ve fuhuş sektörüne (pardon, sanata) hizmet ettiklerini görecek, gariban halkın paralarının hangi yollarla nereye aktığını anlayacaksınız.
Modayı düşünün. Özgür olduğunu zanneden insanlar, neyi giyeceğine bile kendileri karar veremiyor. Onları kimler kukla gibi kullanıyor?! Paris'teki modacının isteği dışına çık bakalım kolaysa. Tabii, moda sık sık değişecek, birkaç defa giyilen tuvalet, artık tuvalete giderken bile giyilemez olacak, yerine bir başka giysi gelecek. Paralar da sektöre akacak. Mankenler ve sanatçılar bu sektörün başrol oyuncuları; modacılar, kumaş satıcıları, dokuma sanayicileri ve terziler de figüran kadrosu.
Sanat maskesi takan fuhuş sektörü (fuhuş, Kur'ânî kavram olarak her türlü aşırılığı, özellikle günah yoluyla aşırılıkları ifâde eder), sadece inançsızlığın, ahlâksızlığın değil; aynı zamanda enflasyonun da en önemli sebebidir.
Sanat da arz-talep işidir. Sanat ticârî bir metâdır. Halkı çağdaş uygarlığa çıkarmak hedefiyle fuhuş sektörünün kurbanı yapan düzenin kendisi de, bu sektör için ne bütçeler ayırmaktadır...
Düzen ve toplum değişmeden sanatın kurtulmasını beklemek safdillik olur. Sanat, toplumun aynası olduğundan, toplumdaki yanlışların sanata yansımaması mümkün değildir.