Coşkun UZUN
GEÇMİŞ İÇİN MANİFESTO!
Bismillahirrahmanirrahim
Konu; Kişisel Manifesto
Amaç; Geleceği inşa sürecinde istikamet/metod/strateji krizleri yaşanmaması için “emri bi’l-maruf nehyi ani’l-münker[1]” – “iyiliği emretmek ve kötülükten men etmek” sorumluluğunu yerine getirmek… İşinin vaktinden çok olduğunun farkında olup eleştirel düşünebilen, sorgulama yapabilen kişilerle sorumluluk paylaşmak… Tutarlı, istikrarlı ve meşru zeminlerde yürümek… Özeleştiri ve sorumluluk bilincini kuşanmaya, tecrübeleri ortak havuzda/hafızada paylaşılmaya davet…!
İnsanlığın ufkunda yer alan kuşatıcı, kurtarıcı, ikna edici ve müstakbel tek seçenek İslâm’dır.
Ve bu hakikatin kurtuluş umudu olarak tekrar insanlığın gündemine girebilmesi için… Hakikatin sesini birlikte yükselterek, istişare, murakabe, muhasebe ve tecrübe paylaşımlarımızı toplumsal zeminlere yaymak… Doğrularımız kadar yanlışlarımızı da kamuoyu önünde sorgulayıp eleştirerek İslâmî/siyasî dünya görüşü geniş kitlelere ulaşırken mutabakat zeminlerini sağlamlaştırmak…
Farklılıklarla birlikte ümmet olunacağı, farklı düşünerek de birlikte hareket edilebileceği, hak ve hakikate taraf olup yarınlar için birlikte saf tutmanın gerekliliği bilinciyle…
İstikamete giden yolda zirveye doğru tırmanırken ayaklarımıza batacak dikenleri, takılacak taşları, esecek rüzgârları, yağmur, kar, fırtına, pusula/rota zafiyetleri, açlık, susuzluk, algı yönetimi, manipülasyon gibi yaşanabilecek muhtemel durumları da hesaba katarak… Hayırda yarışarak birbirimizi tamamlamak…
Tefrika’nın haram, Vahdet’in farz olduğunu unutmadan… Bazı kişilerin kendileri için nafile hükmünde bile görmedikleri pek çok şeyin iman sahiplerine farz olduğu farkındalığıyla… Okuma, bilinçlenme, sorgulama ve mücadele serüveninizden yola çıkarak…
Vahye rağmen başkaca kaynaklar yüceltilmeden… Kur’anî doğrular Siyer rivayetlerine tabi kılınmadan… Vahiyle birlikte Kur’an’dan onay almış sahih Sünnet, akl-ı selim/kalb-i selim temelinde… İlâhî değerlerin bir medeniyet çınarı olarak arzda ikamesi için anlık, tepkisel, popülist çıkışların bırakılıp uzun soluklu, ömürlük, kesintisiz, planlı, derinlikli, ilkeli sorgulamalar ve tahlillerle aynı paralelde nesiller boyu yürütülecek kolektif bir mücadele sürecini gerektirmektedir.
Geçmişi geleceğe, dünyayı ahirete, bireyi ümmete, insanlığı Rabbine arz etmeyi öğrenelim ki; insanlar hakikatle hayal arasında gelip gitmesin… Hiç kimsenin İslâm’a değer katabileceği sanılmasın aksine İslâm’la şeref kazanıldığı bilinsin ve izzet yanlış adreslerde aranmasın… Deneyimli dalkavuklar, kadrolu hainler, gönüllü troller, aklının dibi gözüken mafya/molla müsveddeleri ve kifayetsiz muhterisler, şeytanın zürriyetiyle el ele veremesinler... İslâm’ın sadece ismi, Kur’an’ın sadece resmi, ezanın sadece sesi kalmasın… Zulmün adı adalet, zorbalığın adı merhamet, sömürünün adı medeniyet, cehaletin adı çağdaşlık olmasın...
*******
Helâl, hukukî, fıtrî, ahlâkî, insanî olan değer ölçü, sınırlar yerine ulusal, demokratik, yasal haklar veya meşrûiyetlerin ihdas ve ikame edildiği…
İslâm’ın kaynağı, meşrûiyeti ve sınırlarının çiğnendiği, aşıldığı, sorgulandığı fakat geleneksel, modern, seküler, liberal akılla/siyasetle/doktrinle/konseptle/paradigmalarla yüzleşilip eleştirilmediği, sorgulanıp hesaplaşılmadığı… İnsanların çoğunun tutarlı ve bütüncül bir dünya görüşleri veya tevhidî kimliklerinin olmadığı gibi müslüman bireylerin de kültürel, ideolojik, coğrafi, siyasi alanlarda pek çok körlük, zaaf, angajman, kutsal, hatta putlarının dahi söz konusu olduğu bir zaman diliminde…
Birer savaş lordu olan küresel şeytanların, coğrafyalarımızın bağrında kanlı pazarlar oluşturup şiddet akademileri inşa ederek neslimize terörün ilmini içirdikleri bir zamanda… İnsanımızın vatan/millet/sakarya/osmanlı/ümmetin umudu/son kale söylemleriyle kolaylıkla manipüle edilebildiği, algılarının istismar edilerek yönetilebildiği bir coğrafyada…
Erkek, kadın, yaşlı, genç, evli, bekâr, her kim veya ne halde olursanız olun… İşiniz, mesleğiniz, ticaretiniz, eğitiminiz her neyse… Kaç yaşınızdaysanız, hangi coğrafyada, şehirde, köyde yaşıyor olursanız olun… Hayatı hangi şartlarda, nerede, kimlerle ve nasıl tecrübe etmişseniz… İmajınız, kariyeriniz, statünüz, uzmanlık ve ihtisasınız her neyse…
Duygularınız, ilgileriniz, meraklarınız, zaaflarınız, düşünceniz, fikriniz neyse… Nerelere gelip gitmiş, kimlerle tanışmış, neleri tecrübe ederek yaşayıp görmüşseniz… Diliniz, dünya görüşünüz, ırkınız, renginiz, mezhebiniz, mektebiniz, tercihleriniz nelerse…
Cemaatiniz, tarikatınız, kurumunuz, teşkilatınız, vakfınız, sendikanız, derneğiniz, STK’nız, grubunuz, hizbiniz neyse… Kutsalınız, lideriniz, üstadınız, önderiniz, öğretmeniniz her kimse…
Bu güne kadar kimlerin hayatlarına, nasıl dokunup ruh ve dinamizm kazandırmış, uçurumun kenarından kurtarmış veya düşüşlerine sebep olmuşsanız, hangi yaraya merhem olmuş, insaniyet namına ne işe yaramış, ümmet adına hangi problemleri çözmüş, ne gibi zorlukları aşmış, şahsen hangi boşluğu doldurmuşsanız…
Kimlere ne kadar bilinç aşılamış, hangi konuda farkındalık oluşturmuş, ufuk açmış, umut olmuş, güven/cesaret vermiş, düşünmeyi, eleştiriyi, sorgulamayı öğretmişseniz…
Hareketiniz, yürüyüşünüz, oluşumunuz, teziniz, ilkeleriniz, içtihadınız, menheciniz, ekolünüz nasıl ifade edilirse… Kırmızı-yeşil çizgileriniz, hedef ve istikametiniz, vaz geçilmezleriniz, öncelikleriniz, yolunuz, rotanız neyse…
Bu güne kadar yaşadığınız hayatın bir muhasebesini yaparak… Birikimlerinizi oluşturan inançlar, ön yargılar, bagajlar, bilgiler, imkânlar, fırsatlar, püf noktaları, pişmanlık, iniş-çıkışlar, sevinç, hüzün olarak nitelenebilecek yaşanmışlıklarınızdan yola çıkarak…
Eski bir binayı yıkıp, arsasına başka bir bina yapar gibi... Tavsiye, nasihat, yol haritası olabilecek içerik ve ciddiyette… Sakındırma, bilgilendirme, yol işareti mahiyetinde… Kısa, açık, anlaşılır… Uyarıcı, bilinçlendiren, yol gösteren… Çağrı ve pusula değerinde… Bir manifesto, yolname metni kaleme alıp başkalarıyla paylaşmanız ve yaşamanız mümkün değil mi?
Bu sebeple, size süre verilse, geriye dönüp tekrar başlamak mümkün olsa, nasıl davranır, neleri ilkesel olarak terk eder, neleri öncelikle ve hayatınız pahasına kan-ter dökerek yapar, asla vazgeçmezseniz…
Nasıl bir yol tutar, hangi metodu tercih eder, ne gibi bir usûl benimser, nasıl bir strateji takip eder, kimlerle hareket eder, işbirliği yapar veya reddederseniz…
Gözünüzü bile kırpmadan kimlerden, nelerden vaz geçer, neleri niçin feda edip uzaklaşır, nasıl bir hayat yaşarsanız…
Hangi küçük istasyonlarda asla durup oyalanmaz, hangi durakları atlar, neleri gündeminize bile almaz, ne için bir saniyenizi bile harcamazsanız…
Hangi konuları halletmeden, nelerde anlaşıp uzlaşmadan, kiminle/nerede/nasıl istişare/murakabe/muhasebe yapılacağını bilmeden şuradan şuraya bir adım dahi atmazsanız…
Hangi deliklerden, kimler tarafından ve neden ısırıldıysanız, hangi bedelleri ödemişseniz, alevi-sünni, kürt-türk, arap-acem, sağcı-solcu, muhafazakâr, demokrat gibi yumuşak karnınız veya zaaflarınız nelerse ve bunun için sizi kimler nasıl kandırdılarsa…
Kimlerin aklına uyup hangi kaleleri, cepheleri, mevzileri, terk etmiş veya hangi din tüccarlarının kapısında nöbet tutmak için ömrünüzü heba etmişseniz…
Yola, yolculuğa, sefere çıktığınızı sanıp hangi ıssız vadilerde beyhude dolanmış, leyla/mecnun gibi melankolik/platonik yaşamışsanız…
Hangi şartlar altında, kimlerle, nereden yola çıkmış ve bu yolda yalnız kalıp kurda kuşa yem olmuş, ters yollarda gidip gelmekten yönünüzü, pusulanızı, umudunuzu, güveninizi, iyi niyetlerinizi, sabrınızı yitirmişseniz…
Hak, hakikat, gerçeklik, ümmet bilinci dururken hamaset, muhafazakârlık, yerlilik, ırkçılık, milliyetçilik, coğrafyacılık, mezhepçilik girdabına nasıl kapılmışsanız… İlim ehlini niçin itibarsızlaştırmış, batıniliğe nasıl ikna olmuş, israiliyata nasıl gömülmüş, tasavvuf yoluna nasıl girmiş, tarihselcilik tercihinde nasıl bulunmuş, hadislere neden ve nasıl savaş açmışsanız…
Tekfircilik mikrobunu nerden almış, Mealciliğe nerede/kimlerle ikna olmuş, Kur’an’ı mealden ibaret sanmış, meali Kur’an saymış, maksadı manaya, anlamı yoruma kurban etmiş, Kur’an tek kaynaktır söylemine hangi sebeple sarılmış, Nebi/Peygamber/Resul tartışmasına niçin girmiş, Siyer’i, Sünnet’i, Hadis’i, nüzül ve vürûd süreçlerini/sebeplerini neden doğru anlayamamış, geleneği güncellemeden olduğu gibi bu güne neden taşımışsanız…
Ümmeti, direnişi, mücadeleyi kimlerle ve neden marjinalleştirip reddetmiş, izzeti yanlış yerlerde aramışsanız… İçtihad kapısını neden kapatmışsanız, Anadolu coğrafyasına neden hapsolmuşsanız, vatan, millet, sakarya anlatısına nasıl ikna olmuşsanız… İlâhî/evrensel hakikatleri beşerî çapsızlıklarla malul muhterislerin taşralı zihniyetiyle nasıl istismar edip kirletmişseniz…
Nerelere girip çıkmış, hangi eserleri okuyup hatmetmiş, kimleri dinleyip takip etmişseniz… Üstadınızı, şeyhinizi, liderinizi/eserlerini, fikrinizi, düşüncenizi, cemaatinizi neden eleştirilemez, dokunulamaz kılıp mutlaklaştırarak birer put haline dönüştürmüşseniz…
Kendi çevrenize, topluma, İslâm’a ve insanlığa varsa katkınız ne kadardır veya ödettiğiniz bedeller, maliyetiniz nedir diye düşünüyorsanız…
Bunca zamandır; Kur’an’dan, Sünnet’ten, Siyer’den, Tefsir’den, Hadis’ten, Tarih’ten ve diğer bütün bildiklerinizden niçin bir İslâmî mücadele fıkhı, Nebevî hareket, Tevhidî yürüyüş modeli, dünya görüşü, ahlâk ve bilgi felsefesi edinememiş, bir usûl ortaya koyamamış, eleştirilecekleri reddetmiş, reddedilmesi gerekenleri ise eleştirmekle yetinmişseniz…
Onca yıllık koşturmaca, yaşanmışlık, beraberlik ve yorgunluklardan sonra her şeye rağmen niçin seküler, muhafazakâr, demokratik, laik, ideolojik, sosyolojik, felsefi pazar ve kulvarlarda yuvarlandığınız bilinsin diye…
Sizin kaybettiğiniz cesareti, emeği, enerjiyi, parayı, başkaları da kaybetmesin, aynı delikten birileri daha ısırılmasın, sizin çektiklerinizi başkaları çekmek durumunda olmasın, dün sizlerin dayı dediğiniz ayılara yarınlarda başkaları da katlanmak zorunda kalmasınlar diye…
Sizden sonra gelenler sıfırdan veya eksiden başlamasınlar diye… Konum ve durum tespitleriyle ömür tüketmesinler… Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmasınlar… Adamları değil dostları, kardeşleri olsun ve yüreğinde dost adresleri biriktirsinler diye…
Zalimle mazlumu, hakikat ile gerçeği, asıl ile taklidi, parçayla bütünü, yaşanan tarihle resmi söylemleri, çeyiz sandığı taşıyanla mermi sandığı taşıyanı ayırt edebilsinler ve birbiriyle karıştırmasınlar diye…
Dünya ile ahireti, bölgesel ile küresel olanı, yerli ve milli olanla evrensel olanı, metod ile stratejiyi, azimet ile ruhsatı, maşa ile maşayı tutan eli, kukla ile kuklacıyı iyi kavrasınlar, maslahatlar ifsad etmesin diye…
Emperyalist, kapitalist, sosyalist, siyonist, liberal, demokrat, muhafazakâr, milliyetçi, mezhepçi, coğrafyacı, tarihselci, modernist, sufî/mevlevî/hamasî yanılgılara düşmesinler, çeldirici ve saptırıcılara maruz kalmasınlar diye…
Militarizme, statükoya taviz vermesinler, devlet tanrısına, resmi ideoloji ilâhına, yerli/milli Türk dinine inanmasınlar, gayri meşru sistemlere, kurumlara boyun eğmesinler, devlet terbiyesinden geçmiş sentetik dindarlıklara teslim olmasınlar, vahiyle yoğrulmuş muvahhid, muttaki bir topluma, adil bir yönetime ulaşsınlar diye…
İtikadî-Kelamî-Fıkhî-Siyasi mezheplere… Şii-Sünni, Eş’ari-Maturidi, Selefi-Vehhabi-Harici, Hanefi, Şafi, Maliki, Hanbeli gibi okulların varlığını zenginlik olarak görmek varken bu ilmi havzalar üzerinden bölünüp çekişerek izzetlerini ve güçlerini yitirmesinler diye…
İnsanlar doğuma, düğüne, mevlüde, cenazeye, asker uğurlamasına, sıra gecesine, eğitime, sanata, aile hukukuna, kamusal hayata ve sistemlerin işleyişlerine dair meşru çerçevede birikimler, usuller edinerek İslâmî dünya görüşlerini hayatın içinde inşa edip gerçekleştirebilsinler diye….
Eksen, istikamet kayması yaşamasınlar, kulluk duruşlarını bozmasınlar, ‘tarihin hurafe ambarından’, mitolojilerden, şehir efsanelerinden beslenmesinler, dinlerini kültürleştirmesinler veya kültürlerini din edinerek haddi aşmasınlar diye…
Toplumsal yapıda nitelikli bir yerleri, sözlerinin ağırlığı olsun, hanif kalabilsinler, mümkünse tek başlarına birer ümmet olma yolunda yürüyebilsinler diye…
Akidevî, ilmî, sosyal, siyasi, tarihi, kültürel her türlü kirden, yozlaşma ve sapmadan temizlenip arınsınlar… İslâmî, insanî hakikatler bütün yeryüzü coğrafyasında ikame edilebilsin diye…
*******
İnancınız hâkim, fikriniz iktidar olsun, düşünceniz toplumsallaşıp okullaşsın, ilkeleriniz hayatın tüm alanlarında temsil edilsin, değerleriniz söz sahibi olsun diye…
İslâm’ın kendi asli bütünlüğü ve meşruiyeti göz ardı edilemeyeceği… Para, güç, başarı gibi unsurların hiçbir şeyin garantisi olamayacağı… Her zaman, her yerde ve herkes için geçerliliği olmadığı için…
Emperyalistler, siyonistler, kapitalistler veya küresel şeytanların işbirlikçi taşeronları eliyle insanlığın arasına ördükleri askeri, siyasi, tarihi, kültürel duvarların yıkılması, barikatların aşılması, tuzakların boşa çıkartılması için vahdet ve işbirliğine olan hayati ihtiyacın farkına varılsın diye…
İnsanlar; Dünya’da ölümsüz bir hayatlarının var olduğunu, kendi ‘tapulu mülklerinde’ yaşadığını sanmasınlar, ömürleri boyunca kısıtlı süreler için ‘devre mülke’ gelmiş birer misafir gibi davranacaklarını unutmasınlar diye…
Gayri meşrû rejim, sistem, kurum veya kadrolardan elde edilen cazip bazı tavizler, imkânlar, krediler, ihaleler ve makamların davayı sulandırıp dünyaya meyletmenin vesileleri olamayacağı iradesi perçinlensin diye…
İnsanımız İslam'dan başka 'Namus-u Ekber' edinmesin.... Allah(cc) ve Peygamber(sav)'in hatırını hiçbir hatıra feda etmesin... Kulluk nöbetlerinden taviz vermesinler… Allah, kitap, din ile birbirlerini aldatıp kandırmasınlar diye...
Hz. Zekeriya gibi yarının Meryem’lerini yetiştirmeye koyulursa, Hz. İsa gibi mucizeleri beklemeye yüzü olacağını düşünerek;
Güncel bir İslâmî mücadele fıkhına, evrensel bir tarih, siyaset, bilgi, ahlâk felsefesine ihtiyacımız olduğundan yola çıkarak… Hakikati göreceleştirmeye adanmış liberal, seküler, avrupa aklı veya akımlarının yapı sökümüne uğratılarak mağlup edilmesi… İlâhî değerlerin toplum hayatına referans olmasıyla… İslâm ve müslümanların oyun kurucu özneler olarak tarihe/hayata geri dönmesi… İslâm’ın meşru bütünlüğünün bireysel ve kamusal hayata hakim kılınması için…
Ahlakî, Tevhidî, Nebevî, Evrensel, Bağımsız, Adil, Hukukî, İlmî, İnkılâbî, İstişarî zeminde; İtidalle, Tedricen hareket eden, İhtilaf/ayrılık hukukunu gözetebilen, Kur’an ve Sünnet merkezli, Resmî ideolojiye teslim olmamış, Sistem dışı/muhalif… İnanç, ilke, amaç ve değerlerini bu dinin bahçesindeki bir bitki/tohum gibi koruyup gözetebilen, bahçıvan dikkati, nezaketi ve duyarlılığına sahip… Empati, özeleştiri, muhasebe ve murakabe yapabilen… Sosyal, siyasi, ahlâkî, tarihi, kültürel, hukuki, felsefî, ideolojik hamaset, körlük veya aidiyetleri bulunmayan…
Muvahhid, aydın, münevver, sorumluluklarını bilen iman ehli insanımızı gayrete, mücadeleye, kimlik değerlerini kuşanıp hayatın merkezinde mayalamaya, yarınlara beraber yürümeye çağırabilmek için…
Kendi dünyamızı kurmak, dilimizi, kavramlarımızı kullanmak, anlam eksenimizi oluşturmak ve değerlerimizi yaşatmak için…
*******
Birileri kendi kazdığı kuyuya düşüp kendisini Yusuf sanmasın…
Eline marul dikeni batıp yataklara düşmesin…. Ödedikleri küçük bedeller için ömür boyu afra/tafra satmasınlar diye…
Sizin ulaşamadığınız, haykıramadığınız, savunamadığınız, temsil edemediğiniz, uğruna kendinizi fedâ edemediğiniz hakikatleri başkalarının gür bir sesle ve cesaretle dillendirebilmesi için…
İçinde olduğunuz bütün imkân veya şartların daha ahlâklı, özgür, adil, nihai gelecek için gerektiğinde vazgeçilip feda edilmesi gereken geçici varlıklar, göreceli imkânlar, lokal basamaklar, atlama taşları mesabesinde, kulluk mücadelesinde dönemsel birer unsur oldukları bilincine ulaşılsın diye…
Elinizin altında bulunan, radyo, tv, dergi, yayınevi, medya, özel okul, hastane, vakıf, dernek, sendika, parti, şirket gibi yapıların her birisinin gelip geçici ve bizleri daha sonraki aşamalara, daha iyi şartlara ulaştıracak konjonktürel basamaklar, ara istasyonlar oldukları hatırdan çıkarılmasın diye…
Beraberce bir usul ve metod takip etmeksizin, herkesin kendi başına buyruk hareket etmesiyle yol almanın, kalıcı başarılara ulaşmanın, ümmet ve insanlık değerlerini koruyup yüceltmenin mümkün olmadığı anlaşılsın diye…
İnsanlar dinden kazanıp dünyalarına harcamasınlar, dünyadan kazandıklarını dinlerine harcasınlar… Dünyadan ve insanlardan alacaklı değil, aksine dünyaya, hayata, insanlığa çok şey borçlu olduklarını anlasınlar, unutmasınlar diye…
Müslümanlar kendi çalışmalarını, gruplarını, cemaatlerini, kurumlarını nihai bir yapı olarak görüp İslam'ın önünü tıkamasınlar, kendi gruplarının veya kardeş tüm yapıların bireysellikten cemaate, ümmetten insanlığa giden süreçte bir ara devre oluşturduğunu mensuplarına öğretip, gerçek kimlik ve aidiyetlerinin grup kimliği veya aidiyeti olmadığını, İslâm ümmetinin, insanlık ailesinin bir ferdi olduklarını unutmasınlar, bunu daha iyi anlasınlar ki bu ara devre/geçiş süreci daha kısa ve zayiatsız yaşansın diye…
Sizler de bilgi, birikim, tecrübe, gözlem ve yaşanmışlıklarınızdan yola çakarak; Kişisel ölçekli bir manifesto niteliğinde, bireysel şahitliklere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorsanız…!
Toplumların, ümmetin, insanlığın amel defterine girecek, tarihin yasalarının konusu olabilecek, onurlu, etkili adımlar atmak, işler yapmak isterseniz…! Evrensel yalanlar ve küresel şeytanlıklarla yüzleşerek tarihe müslümanca şahitlik etmek, yeni bir dili, zamanı, geleceği birlikte inşa edip özgürleştirmek için insanî/ahlâkî, tarihi sorumluluklarınızı kuşanarak, yarınların nabzını tutup özgür ruhlara yol vermek isterseniz…!
Lütfen bu sorumluluğu ertelemeyin..! Köprü olun, yol olun, örnek olun, iz bırakan olmayı tercih edin…! Sizi siz yapan değerleri, imkânları, ilkeleri, zamanı, tecrübeleri gün yüzüne çıkartın ve paylaşın.
*******
Yaşanılan hayatın muhasebesini yaparak, eski bir binayı tamamen yıkıp, yerine yeni bir bina yapar gibi...
Toplum olarak duygusal sömürgeciliklere ve popülist propagandalara maruz kalmayalım, aziz İslâm yozlaştırılmasın, kimlik değerlerimiz sulandırılmasın, hakikat ayağa düşürülmesin, ilkelerimiz değersizleştirilmesin diye…!
Hızla, hazla dans ederek hayatın her safhasında arz-ı endam eden muhafazakâr burjuvazi, seküler burjuvazinin yerine geçme yarışındaysa, insanımıza göz kırpıyorsa, bütün enstrümanlarıyla üzerimize boca edilen “İslâmizasyon” içerikli, muhteris politikalara kanıp yaşanılan illüzyon ve halüsinasyon zokalarını “İslamlaşma” olarak yutmayalım diye…
Batı aklının veya beyaz adamların, diline ve misyonuna ikna olmadan… Hukuk, ahlâk, vicdan, insanlık ve evrensel değerleri felç ederek bizleri tarihe gömmeye çalışanların eline koz vermeden...
Geleceği özgürleştirmekten vaz geçip tarihin taşrasında yaşamayı bilinçaltımıza ekerek putlarını kıramayan kabileler gibi küresel çağda vahim bir şekilde kayboluşumuza şahit olmak isteyenleri sevindirmeden...
Dünya’ya şok doktrini uygulayıp ağır hasarlı algılar oluşturarak şeytanca manipülasyon ve sosyal izolasyonlarla rızanın imalatını yapmak suretiyle hakikatin yalnızlaştırılmasına, küresel çağda var olmanın imkânsızlığına çağıranlara kanmadan…
Hayali ufuklardan gerçek ufuklara geçip, insanlık ufkunun imkânlarını arayarak, evrensel vicdanın sesi ve onurlu örnekler olmayı başararak... Küresel kuşatma ve ihtirasları aşmak için mücadele etme gayretiyle…
Yersiz yurtsuz da kalsak vahiyden başka muska takmadan… Seküler aklı/haritaları pusula edinmeden… Tarihe tanıklık ederek… Aziz Peygamberleri kılavuz/rehber/önder/imam edinerek…
Size hangi şartlarda, neler anlatıldıysa, neye göre yetiştirildiyseniz… Radikalizme veya mülayimliğe yönelterek umutlarınızı, beklentilerinizi, aperatif beslenmelerle istismar edip, takatinizi bitirerek umutlarınızı sömürdülerse, bunları başkaları da yaşamasın diyorsanız…!
İlgi, bilgi ve düşüncelerine göre eş, arkadaş, aile, akrabalarla insanî, İslâmî, ticari ilişkilerde başkaları da sıkıntıya düşmesin, patinaj yapmasın, sorun yaşamasın derseniz…!
Farklı İslâmi çevreler, çalışmalar, oluşumlar, cemaatler, yapılar arasında kurulan köprüler, mayalanan birliktelikler, atılan centilmenlik adımları, ilmek ilmek dokunan yol arkadaşlıkları, dostluklar hangi temele oturtulmalı veya nasıl inşa edilmeli ki vakit kaybedilmemiş, yol/yolculuk uzamamış, birbirimizi üzmemiş, hedef ve istikametten ayrılmamış, kifayetsizlik ve ihtiraslarımız sebebiyle nesiller elimizden kayıp gitmemiş, bedel ödememiş oluruz düşüncesindeyseniz…!
Eğer her şeyin doğrusunu bilip öğrenelim, bilgi biriktirelim, tecrübe edip elimizi, aklımızı, etrafımızı güçlendirelim, az olsun bizim olsun sonra zaten dolu dolu bir İslâmî hayat yaşarız fikrinde değilseniz, ne duruyorsunuz siz?
Elle tutulur, gözle görülür, planlı, programlı, analitik, metodik, usûlî, stratejik bir yürüyüş için öncelikle kendi özeleştirinizi, inanç, düşünce ve pratik hayatınızdaki tecrübeleri, arayışları, kayboluşları, isabet, ıskalama, sürçme ve istikrarınızın röntgenini, emarını, tomografisini, hayat sahnesindeki yeri doldurulamaz vizyonu/misyonu kendi şahsınız özelinde kamuya arz edin ki müslümanlar birbirinden yararlanabilsinler…!
Akıl, ruh ve beden sağlığınız müsaitken, amel defteri kapanmadan, henüz eliniz ayağınız tutarken, bilinciniz yerindeyken, bu hayati sorumluluk bir an önce eda edilsin ve omuzlarınızdaki yük mümkünse kalksın.
Sudan bahanelerle, incir çekirdeğini bile doldurmayacak mazeretlerle oyalanıp vakit kaybederek ömür çürütmekten, gönüllerimizde kurduğumuz yüksek darağaçlarında hala birbirimizi idam edip sallandırmaktan bir an önce tövbe edelim ve geçmişe değil, geleceğe bakalım artık.
Sevgide cimrilik etmeyen, iflah olmaz iyimserler, gidilmesi gereken her yöne gitmeyi, durulması gereken her yerde durmayı, susulması gereken yerlerde susmayı, konuşulması gereken yerlerde konuşmayı mutlaka öğrenecekler ve bu yaptıklarından asla pişman olmayacaklar. Ve bir gün her şey düzelecek. Buna inanıyoruz.
İnsanımız; yanlış iliklediği düğmelerin farkına varıncaya kadar, zihinlere, ruhlara vurulan prangalardan özgürleşinceye kadar, İslâm’ın kamusal taleplerinin görmezden gelineceğini ve evrensel zihinlere ulaşmak için mücadele etmek gerektiğini biliyorsa zaten sorun yok demektir.
*******
Atacağınız her adım, yapacağınız her şey; Öncelikle Allah’ın rızasına ulaşmak ve tarih boyunca tevhidi mücadelenin mimarları olan Hz. Adem’in tevbesine, Hz. Eyyûb’ün duasına, Hz. Nuh’un gayretine, Hz. İsa’nın nefesine, Hz. İbrahim’in baltasına, Hz. Musa’nın yol arkadaşlığına, Hz. Muhammed’in mücadelesine ve çağdaş müslüman öncülerin açtıkları nebevî yola mirasçı olmak… Özgür Kudüs ve israil’siz bir dünyaya beraberce ulaşmak… Kanını ve canını Cennet karşılığında Allah’a verebilecek Öncü Kur’an Nesli’nin inşası içinse…!
Arkanıza değil, ileriye bakın ve tutarlı adımlar atın artık…! Eğer işinizin vaktinizden çok olduğunu görebiliyorsanız, mangalda kül bırakmadıkları halde mangalları külle dolu olanlarla, yani bir taraftan sevgide cimrilik etmeyelim türküsü söylerken öbür taraftan sevgisi iki adım öteye, karşı sokağa ulaşmayanlarla daha fazla vakit kaybetmeyin. Yeni yüzlere, yeni insanlara ulaşmaya çalışın…!
Eğer; Tevhidi, siyasî, İslâmî düşüncenin müslümanlarca sistematik, ontolojik, epistemolojik bir bütünlükle ifade ve temsil edilip bu uğurda mücadele verilmesi gereğine rağmen… Gözünüzün önündeki kamplaşma, yozlaşma, savrulma ve dünyevileşmelerden rahatsız değilseniz… İnandığınız ilâhî hakikatleri insanlara ulaştırmakla, İslâmî ilke ve sınırları korumakla yükümlü olduğunuzu düşünmüyorsanız…
Devletlerin, hükümetlerin, yönetimlerin, sultanların, liderlerin, partilerin… Eleştirilemez, vaz geçilemez veya kutsal olmadıklarını bildiğiniz halde susuyorsanız…
İslam düşünce dünyasının, ilmî havzaların veya tevhidi mücadele sahasının adeta sütunları, temelleri, kandilleri olan sembol/öncü şahsiyetleri, ülkeleri, coğrafyaları, onların içinde bulundukları sosyal/siyasî şartları, mücadelelerini, yöntemlerini ve dolayısıyla (gelişme/yükseliş/çöküş sebeplerini/süreçlerini) doğrusu/yanlışıyla bıraktıkları iz ve işaretleri tanıyıp bilmeden… Yani gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmaya yeltenerek tevhidi misyonu ve kulluk vizyonunu gerçekleştirmenin mümkün olduğunu sanıyorsanız…
Plansız, programsız, tepkisel, günübirlik, popülist gündem ve meşguliyetlerle zaman harcayıp imkânları/fırsatları heba ettiğiniz halde Rabbinize hesap verebileceğinizi düşünüyorsanız…
İnsanların hakikat arayışı veya yolculuğunu daha anlamlı kılmak size zor geliyorsa… Birilerini sofranızda doyurmak, yardım etmek, elinden tutmak istemiyorsanız…
Dinle tanıştığınız zamandan bu yana bilip yaşadıklarınıza dönüp bakarak insanların dünyalarına dokunmak, hayatlarına renk, ruhlarına heyecan, yüreklerine cesaret, haykırışlarına nefes, düşüncelerine derinlik, duruşlarına istikamet, tavırlarına merhamet, fikirlerine tutarlılık katmak istemiyorsanız…
Sözümüz sizlere değil. Hiç üzerinize alınıp gocunmayın.
Toplumlarımızın son sürat/doludizgin uçuruma yuvarlandığı bir dönemde müslümanların bütün imkânlarını seferber ederek, mevcut potansiyellerini harekete geçirmeleri gerekirken…
Ömür denilen şey, adım adım zafere doğru giden bir yol iken… Bize “O halde/öyleyse, bir işi bitirdiğin zaman derhal başka bir işe koyul/başla ve sadece Rabbine yönel.” [2] diye emir buyuruluyorken…
İslamî mücadeleye doğru yerden, uygun kişilerle, doğru araçlarla başlamak, yanlış iliklenen düğmeleri düzeltmek, davanın sancağını göndere çekmek, Cennetin anahtarına ulaşmak ve geçici, sanal/sübliminal işgal/meşguliyetlerden kurtulmak için…
‘İslamizasyon’ entrikaları “İslamlaşma” aşamaları/projeleri gibi ambalajlanıp sunulurken bu oyunu bozacak şekilde uyanık olup her türlü bedeli ödemeye hazır olmak gerekirken…
İsabetli sonuçlara ulaşmak, kalıcı başarılar elde etmek isteyen bütün istikamet arayışı, ahiret yürüyüşü gibi varlık mücadelelerinin uzun soluklu olması ve öze dönüş, özeleştiri, sorgulama ile başlaması gerekirken…
İslâm çatısı altında herkesin ayrı bir kıymeti ve yerinin olduğu… Hiç kimseyi kayıtsız şartsız reddedemeyeceğiniz gibi yanında da olamayacağınız… İnsanlığa ve ümmete hizmet etmeye çalışan kişileri peşin hükümlerle/önyargılarla mahkûm etmeden veya onları putlaştırmadan oldukları gibi (kendi şartlarında ve gerçekliğinde) kabul etmek gerektiği yeterince açıkken…
Halâ ayetleri, hadisleri, içtihadları, yorumları, kavramları adeta birer mermi ve dillerinizi de silah gibi kullandığınız, cemaat/mezhep/iktidar/coğrafya trollüğüne, itibar suikastına, istikbal tetikçiliğine itiraz etmeyip bunlara yol verdiğiniz yetmedi mi?
Geleceği inşa edecek, dünyayı değiştirebilecek tek seçenek İslâmî dünya görüşü iken diğerlerinin beşerî/batıl din ve ideolojiler olduğu... İslâm’ın doğru veya yanlış anlaşılmasının, yani başarısının müslümanların gayret ve istikametlerine bağlı olduğu… Müslümanların küresel ölçekli nihai potansiyellerini henüz değerlendiremedikleri... İnsanlığın umudu olmayı başaramadıkları... Sistematik, evrensel karakterli bir düşünce ve hareket üzere olamadıkları... Fikir ve düşüncelerini toplumsallaştıramadıkları... İslâmî bir içerik üretemedikleri, bilgiyi İslâmîleştiremedikleri... İnançlarını/düşüncelerini veya dinlerini değil bizatihi kendilerini iktidarlara taşıdıkları doğrudur...!
Tarihin içindeki tatilden çıkalım, nesneleştirilmekten kurtulup özneler olalım, kamu vicdanını çoğaltalım, eleştirel bir iklim oluşturalım, sorgulayalım, vaktin ve vahdetin çocukları olalım, kendi kavramsal evrenimizi/dilimizi inşa edelim, askeri/siyasi/entelektüel haçlı seferlerinden, ontolojik/entelektüel/ideolojik soykırımlara maruz kalmaktan, modern putperestliklerden kaçınalım, tarihi, siyasi, felsefi angajman ve körlüklerden kurtulalım, ahlakın göreceleştirilip yerelleştirilmesine itiraz edelim diye…
Aile içinde, akrabalarla, arkadaşlar arasında, okulda, iş hayatında, toplumda yaşanan sıkıntı ve problemlerin fark edilip teşhis edilmesinde, masaya yatırılıp çözüme kavuşturulmasında kendiniz neler yaşamış, nasıl bir yol izlemişseniz…
Zorunlu eğitim, zorunlu askerlik, oy kullanma, borç/alacak/soruşturma sebebiyle mahkemelik/icralık olma, nikâh, boşanma, miras paylaşma gibi durumlar için ilkelerimiz, kimliğimiz açısından şimdiye kadar geliştirilen refleksler ne kadar işe yaradıysa…
Politikacıların anketlere, kalabalıkların adetlere güvenip bel bağladıkları bir dünyada mü’minlerin de ayetlere, ahirete göre hareket etmesi… Tevhidi düşüncenin, hak ve hakikatin haysiyeti için İslâmî/siyasi varlık müdafaası vermesi… İslâm medeniyetini inşa mücadelesi vermesi gerekirken…
Ölüm yetişip de akıbetimizle yüzleştiğimizde pişman olmamak ve keşke dememek için… Bizler ancak kardeşler[3] olduğumuzu… Birbirimizi sevmedikçe iman etmiş olmayacağımızı, iman etmedikçe de Cennete giremeyeceğimizi[4]… İnsanların en hayırlılarının insanlara faydalı olanlar olduğu,[5] sebep/vesile olunan hayır veya şerden/iyilik veya kötülükten pay sahibi olunacağı,[6] Allah’ın dinine sahip çıkar/yardım edersek Rabbimizin de ayaklarımızı kaydırmayıp bize sahip çıkacağı/yardım edeceği[7] bilinciyle hareket etmek zorundayız.
*******
İnsanın yaşadıkları onun dini değil midir?
İnsanlar Kur’an’la amel edinmeyi bırakıp onu okumayı kendilerine amel/ibadet edinmişlerken… Tecrübeleriniz sizinle birlikte mezara gitmesin diye… Bir tür ‘vakayiname’ ile tarihe tanıklık etmeye, köprü, ilham olmaya yönelik…
İzzeti nerelerde, kimlerle ve nasıl aradığınızı… Biyografik risale, kişisel tarih ve şahitlikler tarzında… Kesintisiz zulüm sistemlerinde sorumluluklarınıza dair hangi imkânlarla, hangi şartlarda ne gibi adımlar attığınızı ve ulaştığınız sonuçları… Şahsiyet, kimlik ve inşa sürecinizi… Sakıncalı piyade ilan edilişlerinizi, refüze oluşlarınızı… Zamanın sınavından nasıl geçtiğinizi…
Her şeye rağmen üzerinizdeki Kur’an’a, Sünnet’e, Siyer’e dair iz düşümleri vahyin hakikatini ne kadar yansıtıyor ve temsil ediyorsa… Eğer İslâmî varlık mücadelesine dair alternatif okumalarınızı, fiili/saha tecrübelerinizi, harekî yorumlarınızı, stratejik algı veya mesajlarınızı önemsiyorsanız…
Kitaba varis, hayırda yarışan, fazilet sahibi[8] önderler[9] olmaya, Allah ve Resulüne hicret ederek[10] yeryüzünü imara yönelmeye… Kavram, ayet, konu, sûre, Kur’an ve din bütünlüğünde kalmaya… Muttaki, muvahhid, ümmetçi/evrensel, entelektüel insanlar olmaya… Hakikatin, farkındalığın dilini, ruhunu ve dinamizmini kuşanmaya…
Biriktirdiklerinizi paylaşmaya… Mezar toprağına değil tarihe gömülmeye, yüreklere nakşedilmeye… Geçmişe şahitlik edip, geleceğe not düşmeye… Yaşanmışlıkları yazıya döküp paylaşıma açarak üzerinizde taşımaya… Kuşdiliyle, imayla, işaretle, kem-küm ederek, eğip bükerek değil, açık ve net konuşmaya… Tecrübeden, tarihten, vahiy’den, siyer’den, yürekten davranmaya… Allah’ın yardımını hak etmeye,[11] Rabbinizin gören gözünüz, tutan eliniz, konuşan diliniz olmasına var mısınız?
Buna hazır mısınız?
Hz. Musa’nın tevhidî misyonu ve mücadelesi ekseninde, erkek çocuklarının muhtemel/müstakbel tehlikeleri bertaraf etmek için, Firavunî bir önlem olarak katledilmesi gerçeğinden yola çıkarak… Sizin bulunduğunuz zemin, ortam, coğrafya veya bölgede… Müslümanların sahip oldukları imkânların, ele geçen fırsatların, medeniyet inşa etme gücü ve muhalefet potansiyellerinin yok edilmesini amaçlayan bir dizi, (küresel, bölgesel, coğrafi, emperyalist, şeytanî) sosyolojik, kültürel, askerî, siyasî olay ve gündemlerle (Körfez Savaşı, Afganistan İşgali, Arap Baharı, Suriye’nin Yıkımı gibi manipülatif olaylarla) adeta erken doğumlara veya düşük yapmaya zorlandıklarına ilişkin yaşanmışlıkları…
Yaşanılan toplumdaki saatlik/günlük/dönemsel yozlaşma hızı ile ihya/inşa süreci arasındaki aleyhte orantıyı tersine çevirme gayretiyle…
Kulluk eksenli bir hayatta bilmekten çok yaşamanın esas olduğu… Hedef çıtasının nereye konulduğu, içinin nasıl doldurulduğu ve onca zahmet/çaba/gayret/sıkıntı/fedakârlıklarla varılan yerin ulaşılmak istenilen yer/aşama olup olmadığı… Günübirlik, geçici işler, uğraşlar ve hedefler arasında kaybolmamak gerektiği… Yaşamadığınız şeyleri söylemenin,[12] özü ile sözü başka olmanın Allah katında öfke ve dehşetle karşılanacağı,[13] körlerin fili tarifleri örneğindeki gibi içinde bulunulan ortam/imkan ve şartların mutlaklaştırılmaması gerektiği… Allah ve Resûlünü sevmenin ve meşru bir gayret üzere olmanın asgari de olsa bir ölçü sayılması gerektiği…
Yüzyıllardır aşılamayan/çözülemeyen tartışmalı konu/sorunlarla boğuşmayı bir kenara bırakarak, hangi mezhebin içtihadı/yorumu hak/doğrudur tartışmalarıyla güç tüketmeden, birlikte ne yapabiliriz arayışı ve tercihiyle…
İslâm’ı coğrafyalar, ülkeler, mezhepler, kurumlar, cemaatler veya kendiniz için istemeyin. Aksine kendinizi ve bütün bu oluşumları sadece Aziz İslâm için isteyiniz…!
Mü’minlerin bir vücudun azaları gibi[14] olduklarını unutmadan… İnsanların artık daha fazla kabukta dolaşıp oyalanmasına seyirci kalmayın, öze ulaşmalarına vesile olun ve kendinize yardım edin… Çevrenizi İslâm’ın izzetinden, aziz ruhundan, diriltici nefesinden, muhteşem dinamizminden mahrum bırakamaz, hakikatin önünde perde olamazsınız...
Hasımlarınız coğrafyalara, mezheplere değil aslında İslâm’a, insanlığa, fıtrata küfrediyor, tuzaklar kuruyor ve düşmanlık ediyorlar… Siz bahane değil iş üretmeye çalışın. Doğruların Rabbimizden, yanlışlarınsa bizlere ait olduğunu hatırınızdan çıkartmayın.
Ey vakti ve sorumluluklarını kuşanan, kalıcı izler bırakmak için uğraşıp heybesinde iyi/güzel şeyler biriktirmeye çalışanlar…! Hiç kimse sizden çok şey istemiyor… Dostlara veya düşmanlara karşı ahlak ve adaletten ayrılmayın… İhtilaf ve ayrılık hukukunu önce kendiniz yaşayın yeter.
“İlâhî norm-Nebevî form” esasını yani “Kur’an’ın asıl-Sünnet’in usûl” oluşunu hayatın merkezinde ararken… Her dem hakikatin peşinde koşarken, ekmeği bölüşürken, umudu yeşertirken, adaleti ikame ve geleceği inşa ederken el ele, sırt sırta verip kardeşçe yardımlaşmak…
Hayatın içinde inancın, düşüncenin ve iddiaların sağlamasını yaparken;
Fikrî/itikadî/amelî manifestonuzu üzerinizde görmek ve şahit olmak istiyoruz.
Vesselâm…!
[1] 3 Âl-i İmrân Sûresi, 104. Ayet meali
[2] 94 İnşirâh Suresi 7-8. Ayet meali
[3] 49 Hucurât Suresi 10. Ayet meali
[4] Hadis Rivayeti
[5] Hadis Rivayeti
[6] 4 Nisa Suresi 85. Ayet meali
[7] 47 Muhammed Suresi 7. Ayet meali
[8] 35 Fatır Suresi 32. Ayet meali
[9] 28 Kasas Suresi 5. Ayet meali
[10] 4 Nisa Suresi 100. Ayet meali
[11] 8 Enfâl Suresi 17. Ayet meali
[12] 61 Saf Suresi 2. Ayet meali
[13] 61saf Suresi 3. Ayet meali
[14] Hadis Rivayeti