Coşkun UZUN
YOL AYRIMI
Mahşerde hesap verirken; tıpkı “kaçmaktan kovalamaya fırsat bulamadık” nüktesindeki gibi, “kardeşlerimizle didişmek, uğraşıp boğuşmak, olur olmaz eleştirmek, fırsatını bulunca hesaplaşmaktan ne düşmana ne kendimize zaman ayıramadık” mı diyeceğiz utanmadan? Diyebilir miyiz? Dilimiz varır mı buna? Böyle bir mazeret sunabilir miyiz gerçekten?
Birbirimizin yanlışını düzeltmek, eksiğini gidermek, yükünü/ağırlığını çekmek, nazını/ kaprisini/tavrını/kahrını telafi etmek, iyilik ve güzelliklerini ise çoğaltmamız gerekmiyor mu? Yoksa yaşanan her günle beraber, birbirimizin aleyhinde olmak, en küçük olayda, basit bir tartışmada, farklı düşünce veya yorumlar sonrasında kardeşinden, dindaşından yıldırım hızıyla uzaklaşıp yabancılaşması, hasım olması mı emredilmiş? Birbirlerinin kurum ve kuruluşlarına, binalarına bir daha adım atmasın mı denilmiş? Mescidlerine ve namazlara gelmesinler mi denilmiş? Etkinlik ve organizasyonlarına katılmasınlar, o varsa ben yokum, şunlar olacaksa biz olmayız türünden enaniyet/kibir/şehvetle oyalanmamız mı istenmiş bizden?
Hayra çağırıp iyiliği emredecek, kötülükten menedecek, kurtuluşa erecek bir topluluk olmamız istenmiyor mu?[1] İslâm toplumunu oluşturan müslümanların/ümmetin gruplara, hiziplere, fırkalara bölünüp ayrılmasının bid’at olduğunu bilmiyor muyuz?
Münafıklar sadece müslümanlara karşı değil, kendi aralarında da birbirlerine karşı münafık oldukları için onların birlikteliğinden, birlik ve beraberliğinden söz edilemeyeceğini biliyoruz. Münafık erkekler ve münafık kadınlar (bizden değil), birbirlerinden olup, kötülüğü emreder, iyilikten alıkoyar, cimrilik ederler, Allah’ı unuturlarken, Allah(cc)’da onları kendi hallerinde unutup terk ederken… Onlar birbirlerinden görünseler de aralarında korkunç uçurumlar ve ayrılıklar varken…
Müslümanların her halükârda birbirleriyle dayanışma içerisinde bulunması bir zorunluluk değil mi? Yoksa bizler de, münafıklarla alakalı “….. Kendi aralarındaki savaşları ise şiddetlidir. Sen onları derli toplu sanırsın, (oysa) kalpleri darmadağındır…..”[2] ifadelerine mi muhatabız?
Kitabımızda; müminlerin kardeş olduğu, kardeşlerin arasının düzeltilmesi gerektiği Allah(cc)'tan korkarsak esirgeneceğimiz[3], Birbirimizle tanışmak[4], İyi işlerde yarışmak[5], Kafirlere karşı çetin, kendi aramızda merhametli olmak[6], Çekişmemek aksi halde korkuya kapılıp kuvvetimizin gideceği[7], Haksızlığa, saldırıya uğradığımızda meşru müdafa için[8], İyilik ve takva konusunda yardımlaşmak, günah ve haddi aşmada yardımlaşmamakla emrolunuyoruz[9].
Etrafımıza, muhatabımıza, kardeşlerimize yumuşak huylu ve sakin davranmak Allah(cc)’ın rahmetindendir denilerek övülüyor ve bizlerden isteniyor.[10]
*******
Cemaat, gurup, mektep, ekol, hizip duvarları ören... Siyah ve beyazdan başka renk bilmeyen, kabul etmeyen... Sorgulamayan, eleştirmeyen, düşünmeyen, dışlama ve yargılamaya odaklı… Tolerans, tahammül, sabır ve müsamahayı unutan… Devlet tanrısına, resmi ideoloji ilahına, demokrasiye inanıp öykünen… Hakikatin ve haklının değil, gücün, güçlünün yanında yer alan… İfrat ve tefrit sınırlarında gezinip cehaletin derin sularında kulaç atan… Ayrıştırıcı/bölücü, ötekileştirici, nefret dili kullanan... Kardeşine meydan okumaktan çekinmeyen... Sığ görüşlü, ben merkezli, aldatılıp kullanılmaya müsait olan… Dayatmacı, şiddet yanlısı, algı yönetimi ve manipülasyonlara açık… Ümmet, vahdet, insanlık, evrensel ekseninden uzak duran… Kafire, müşriğe, tağuta, bel’am’a dua edip rahmet dileyen… Ya hep, ya hiç mantığında, süpürücü/genellemeci/indirgemeci algılarla meşgul olan…
Tabela, kurum, kuruluş, stk, mekân, makam, bayrak, ırk/coğrafya/kavim/kabile çığırtkanlığı/savunuculuğu yapan… Eldeki bütün imkân/kurum/mekânların/gücün/nüfuzun… (hepsinin geçici ve birer atlama tahtası/taşı olduğunu… Asıl olanın bireyden ümmete, ulusaldan evrensele, muhalefetten iktidara, muhkûmiyetten hakimiyete ulaşıp ideallerimizi hayatın içinde inşa/temsil ederek var olabilmek için) gerektiğinde terk edilmesi, mutlaklaştırılmayıp nihai hedef ve kazanımlar için fedâ edilmesi keyfiyetini idrak etmeyen, anlayamayan…
Kimlik, ilke, değer ve şahsiyetten bile taviz veren fakat statükoya bir çift laf söyle(t)meyip üstelik selâm duran… Mevcudu korumak ve maslahat adına pek çok zillete katlandığı halde bu maslahatların birer ifsada dönüştüğünü göremeyen… İkbal, istikbal, istikrar, itibar uğruna ilkesizleşen, omurgasızlaşan…
Hikâye/menkıbe ve israiliyat anlatıp/dinleyip, cennet alarak/satarak iktidar/güç/makam devşirenlerle kol kola gezen… Tefrika ve kargaşayı köpürten, yangına körükle giden, gaflette/dalalette bulunduğu için sahih kaynakların değil geleneğin bekçilik ce sözcülüğünü yapan…
*******
Anti emperyalist, anti kapitalist, anti siyonist, özgür yürekli şahsiyetlere mesafeli duran.... Muttakî, mücahid, muvahhid, inkılâbî kardeşlerine rezerv koyan… Kardeşlerine karşı dilini bir silah ve kelimeleri birer mermi gibi kullanan… Amerikancı islâm(!), İngiliz şiiliği(!), Nato mücahitliği peşinde koşan...
Küresel güçlerin askerî, siyasî, kültürel, bölgesel, coğrafî, mezhebî, ulusal ihalelerine giren… Küresel şeytanların dostlarına dost, düşmanlarına düşman olan, onların hatırına askeri, siyasi stratejiler geliştiren… Komşularına, akrabalarına, dost ve kardeşlerine düşman siperlerinden, müttefik sıfatıyla saldıran…
Küreselciler inancımız/müslüman kimliğimiz sebebiyle bizlere düşman olur coğrafyalarımızda kanlarımızı akıtır bizi birbirimize düşman etmeye çalışır, aramızda ayırım yapmazken, hiç utanmadan mezhepçi, tekfirci, asabiyet, aidiyet bayrağı sallayan... IŞİD, ÖSO gibi aparat ve taşeronlarla (Allah rızası için) iş tutan… Yeşilnatocu amigoların peşinden (cihada) giden…
Bizim çocuklar; insanımız, zenginliğimiz, geleceğimiz, sönen umutlarımız, yıkılan hayallerimiz…!
*******
Dolmuşa/gemiye binen, dolduruşa gelen, oldubitti ve aceleyle işi duygusala bağlayan, olmamışı olmuş gibi gören/gösteren/düşük/erken doğum yapan/yaptıran ve karşı değirmenlere su taşıyan…
Kendi aklını, fikirlerini, yorumlarını, inancını, aidiyetini, kurumunu, cemaatini, üstadını, içtihadını, liderini, tecrübelerini haklı/doğru/isabetli tercih olarak gören, asla eleştirmeyen, mutlaklaştıran… İçerisinde bulunduğu vakıf, dernek, stk, cemaat gibi oluşum ve yapıların dışında faaliyet yürüten kardeşleri aleyhine pozisyon alıp gard yükselten…
Kuşatıcı, kucaklayıcı bir usul/yöntem/metod/strateji/yürüyüş/ilkeler yerine lokal, bölgesel, ulusal, coğrafi, muhafazakâr/ırkçı/yerli/milli bir dil ve üslûbu tercih eden…
Ahlâki, siyasi, ticari, kültürel kriz/erozyon/handikap/ihtiras/ilkesizlik/öngörüsüzlük/fantezi veya seviyesizliklerin faturasını başkalarına/millete/ümmete ciro eden…
Evrensel İslâmî/inkılâbî direniş/mukavemet yapılarına/güçlerine/hareketlerine karşı; küresel güç merkezlerinin çeldirici/ayartıcı/manipülatif ayak oyunlarına kanarak dezenformasyonla, önyargıyla yaklaşan, onları itibarsızlaştırmaya hatta şeytanlaştırmaya hizmet eden…
Özelde İran, Irak, Suriye, Yemen, Lübnan’daki oluşum, mukavemet ve direnişlere bühtan ederek sövmeyi, küfretmeyi adeta görev addeden…
Arap Baharı zokasının bölgesel kuşatma/hegemonya/sindirme için bir aparat ve atlama tahtası olduğunu göremeyip siyasi/coğrafi/ekonomik/ideolojik ihtiras, kaygı, beklenti ve şehvetlerle etrafına/komşusuna/kardeşlerine düşmanca saldıran…
İnsanlığın ve ümmetin asıl/kadim/şedit düşmanlarına düşmanlık etmek varken, ümmet düşmanlarına düşmanlık edenlere, ümmet düşmanlarıyla kanı/canı pahasına her şart altında savaşanlara hasım kesilen…
Şeytanın insanoğlunun karşılaştığı ilk manipülatör olup bir peygamberi ve eşini bile Cennet’ten kovduracak yalan/ifsat/vesvese/iğva/tuzaklarla nasıl yaklaştığını unuttukları için her tür komploya/entrikaya karşı açık/güçsüz/yenik düşen…
Irkçı/siyonist/işgalci israil rejimini, Emperyalist/katil ABD yönetimini, Hain/satılmış Suud hanedanı ve benzerlerini tanıyan ama emperyalizme/siyonizme kök söktüren özgürlük savaşçılarını içine sindiremeyen, onları tanımamakta ısrar eden…
Fikir/düşünce/yorum/içtihad/usûl/yöntem/menhec farklılıklarına inkâr/isyan/tuğyan/küfür/şirk/irtidat/din ayrılığı etiketi yapıştırıp “düşman”, hasım muamelesi yapan...
Kişileri yapı ve organizasyonları ilkeli, tutarlı, dürüst veya samimi bulmadığımız için aynı zeminde, çatı altında bulunmayalım, beraber yola çıkmayalım, yürümeyelim diyoruz…! İnsanlardaki veya kurumlardaki bu olumsuzlukları taşıyan/yaşayanlarla uygun yer ve zamanda, beraberliğimizi güzellikle/nezaketle noktalayıp yollarımızı ayıralım istiyoruz…!
Islah olmaları, tedavi/rehabilite edilip şifa bulmaları… İyiye/doğruya/güzele (tekrar) ulaşmaları için… Doğru yerde, doğru zamanda, doğru istikamet üzere olabilmek, hakikate beraber şahitlik ve temsil etmek için… İlâhî/nebevî/evrensel kulluk misyonumuzu kardeşçe/el ele/kafa kafaya/sırt sırta verip liyakat, dayanışma ve kaynaşmayla, vakit geçirmeden icra etmek için haklarında ve hakkımızda içtenlikle dua ediyoruz…!
*******
Hangi gemide olduğumuzdan daha çok, geminin nereye gittiği, kaptanın kim olduğu, rotanın neresi olduğu önemli… Gayri meşru vasıtalarla meşru işler yapılamayacağını, Cehennem atına/arabasına binerek Cennet’e gidilemeyeceğini görüyor, biliyoruz.
İçerisinde bulunup yürekten desteklediğimiz, severek peşinden koştuğumuz gemi/hareket/yürüyüş/kurum/cemaat/stk/parti/vakıf/dernek/iktidar eğer Washington’a, Tel Aviv’e, Moskova’ya, Paris’e veya Londra’ya gidiyor/koşuyorsa… Meşrûiyetini oralardan alıyor veya onlara borçluysa… Egemenleri memnun, razı etme siyaseti üzerinde ilerleyip yükseliyorsa…
Eğer bu geminin/hareketin/siyasetin rotası ‘Pensilvanya’ ise bizim ne kadar takvalı, ağzı dualı, bilinçli, okumuş, tecrübeli, ibadet/zikir/secde ehli birisi olduğumuzun, iddialarımızın/ideallerimizin/ismimizin/referanslarımızın/geçmişimizin/imajımızın hiçbir önemi ve değeri kalmıyor, yoktur da zaten…
Bilinç ve irade inşa etmeden, cami/mescid/külliye/mektep/medrese (propaganda merkezleri) inşa ederek, cılız bedenlerin/inançların çelimsizliğini, çapsız varoluşları heybetli/görkemli binalarla/mabetlerle/manipülatif siyasi atraksiyonlarla örtüp gizleyerek salimen yol alınamadığını/hedefe varılamadığını, bütün bunların mevcudu kutsayıp meşrulaştırmaktan, muhafazakârlığı toplumsallaştırmaktan başka bir işe yaramadığını yıllardır tecrübe ediyoruz…
Hükmî/hukukî/kavramsal/teorik olarak değil hayatın içerisinde fiilen yaşanan tevhidi kardeşlik ve beraberlikler, ümmet dayanışması için gün sayıyor, can atıyor… İhtilafları terk etmeye, bunları konuşup tartışarak vakit kaybetmemeye, ittifakları güçlendirip yaşatmaya çalışıyoruz…
İslâm’ı yegâne meşruiyet ölçüsü/kaynağı olarak gören… Dinin aslî bütünlüğü içerisinde hareket eden… Dünyevileşme, yozlaşma, savrulma, ilkesizleşme ve değersizleşmelere karşı teyakkuzda olan... Ahlâkî, sosyal, siyasî, ekonomik, kültürel çeldiricilere, krizlere, erozyonlara karşı donanımlı ve uyanık olan…
Bir ayağı şeriatta, hukukta, inançta, kimlikte, değerlerde sabit dururken; diğer ayağıyla bütün coğrafyaları, iman ehlini, müslüman gönülleri… Allah(cc) rızası ve ilâhî nizamın tesisi derdinde/arayışında/gayretinde olan, ilâhî/nebevî risalet misyonunun mirasçılarını dolaşan…
BM, NATO, AB, IMF, UNICEF, UNESCO, WHO-DSÖ, WTO-DTÖ, ILO, AİHM, Kopenhag Kriterleri, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gibi seküler, batıcı, indî/taraflı/oluşum/yapı ve beraberlikler tarafından henüz aklı/zihni/kalbi işgal edilip ele geçirilmemiş olan…
Deli yürekli, şeydâ dilli, gani gönüllü, yüksek ufuklu, geniş/derin düşünceli, cömert, hoşsohbet, diğergam, empatik, sempatik, muvahhid, mücahid, bilinci açık, farkındalığı yüksek kardeşlere ulaşmaya ve beraber olmaya çalışacağız…
Düne, bu güne, birbirimize bakarak değil, yarınları/nesilleri/ahireti/mizanı hesaba katarak var olmak, mücadele etmek, şahitlikte bulunmak istiyoruz. Kendimizi, aidiyetlerimizi, birikimlerimizi, bagajlarımızı değil, inancımızı, kimliğimizi, ilkelerimizi, ahlâkımızı, değerlerimizi merkeze alarak iş yapmak, yürümek yol almak istiyoruz.
*******
Birbirimizin aklının, kalbinin, beyninin içine girip düşünce hafiyeliği veya niyet okuyuculuk yapacak değiliz. Erken yaşta, daha yolun başındayken birbirimizin heyecanlarını, hayallerini, öldürüp toprağa gömdük. Fakat paylaşacak, alıp verecek, yapılacak çok işimiz var daha.
Beraber yaşamayı, sevmeyi başarabiliriz. Üzerimizdeki haklarımızı, saygı, sevgi, biraz da empati istiyoruz birbirimizden. Bunu hak ediyoruz aslında. Müşteri, satıcı, müvekkil, kimlik/sigorta/vergi/vatandaşlık numarası veya sayılardan ibaret değiliz biz. Can taşıyoruz, sevgilerimiz, umutlarımız, duygu ve düşüncelerimiz var hepimizin.
Bizler, Müslümanız. Fakir değiliz, Rabbimiz bizleri lütfuyla zenginleştirdi. El pençe divan durmayı değil, anlayış, sabır, insanlık, komşuluk, dostluk istiyoruz birbirimizden. Herkesin hayat hakkı olduğunu, dünyanın çok geniş ve burada hepimize yer olduğunu da biliyor olmalıyız.
O halde derdimiz ne bizim? Ne alıp veremiyoruz birbirimizden? İnkârcılar, Allahsızlar, kitapsızlar, zalimler, mücrimler birbirleriyle geçinip dururlarken, bizler neyin kavgasını yapıyor, neyimizi paylaşamıyoruz acaba? Birbirimizin aleyhinde olmasak, paçasından asılmasak, yakasından tutmasak, aynı şeyleri düşünmesek kıyamet kopmaz herhalde!
Elimizden geliyorsa güç yetirebiliyorsak inancımızı, ideallerimizi, düşüncelerimizi kurumsallaştırsak, düşünce okulu, fikir atölyesi, siyaset akademisi haline getirsek meselâ. Birbirimizle uğraşmak, hasım olmak, tekfircilik yapmak, hayata öteki pencerelerden bakmak yoruyor, bunaltıyor insanı. İçimiz kararıyor.
*******
Acaba şefkat, merhamet ve muhabbeti yanlış mı kuşanıyor, yersiz, ölçüsüz, gereksiz mi kullanıyoruz? Saygı, sevgi ve merhamette cimrilik/bencillik/kıskançlık ediyor sonra da kardeşlik nutukları mı atıyoruz? Sinelerimizde; dostluk, kardeşlik, birlik, beraberlik, tevhid, vahdet, bilinç biriktirebiliyor muyuz? Yoksa ayrılık, hizipçilik, mezhepçilik, ulusçuluk, coğrafyacılık, husumet, kin, nefret az olsun benim olsun şehvetini mi besleyip büyütüyoruz? Dürüst ve samimi olalım. Kendimize ve kardeşlerimize haksızlık etmeyelim, böyle bir lüksümüz, çapsızlığımız olmamalı.
Aramızda merhamet, muhabbet, hürmet, bağışlama, müsamaha, şefkat, nezaket, sabır, tahammül aramızda hakim olupdüstur haline gelirse biz/hepimiz kazanırız.
Müslümanlar olarak aramızdaki önyargıları/sınırları/kotaları/rezervleri/mesafeleri kısaltacak, buzları eritecek, ünsiyet/ülfet/muhabbeti besleyecek adımlar atmalı, gündemler oluşturmalı ve söylemler geliştirmeliyiz... Ki vurup kıracak, yaralayacaklarımız da kardeşlerimiz değil, azılı ve azgın düşmanlarımız olsun.
Öfkemizi, nefretimizi, kinimizi, buğzumuzu kendi içimize çevirip yanlış kullanarak israf edemeyiz. Kini, nefreti, öfkeyi sadece müstekbirlere, tağutlara, zalimlere, uşaklarına, işbirlikçilerine yöneltmek için biriktirmeli ve asla kardeşlerimize yöneltip püskürtmemeliyiz.
Kendilerini aşamayan, benlikleriyle yüzleşmeyen, sorumluluk taşımayan, nefislerinin dikenli tellerinden geçemeyenlerin kardeşleriyle aralarında mayınlı bölgeler, bataklıklar, tel örgüler, uçurumlar, cepheler/siperler oluşması, çatışma ve savaşlar çıkması kaçınılmazdır.
Ağzınızdaki çürük dişle başa çıktıktan sonra, kendinizi dünyadan sorumlu hissedebilir, başkaları için fedakârlık yapabilirsiniz.
*******
Allah(cc)’ın Nusret ve yardımına nail olmak, felah ve galibiyete ulaşmak, maddi, manevi, gaybî unsurların devreye girmesi için, Sünnetullah’ın işlemesi, şerlerin Hayra, batılların Hakka, şirklerin Tevhid’e, isyanların İtaat ve İbadete tebdil olması, zulumat ve karanlıkların, Nurun aydınlığıyla değişip dönüşmesi için canla başla çalışacak, öncü bir kadroya, Kur’an Nesli’ni oluşturmaya şiddetle ihtiyacımız olduğunu, bilinç ve içerik üretmeden de bunlara ulaşamayacağımızı biliyorsak; birbirimize kapıları kapatmayalım, yolları tıkamayalım, köprüleri yıkmayalım, kredilerimizi bitirmeyelim diyoruz…!
Benim sendikam, partim, vakfım, derneğim, benim işletmem, yurdum, özel okulum, dershanem, hastanem, benim medyam, ticarethanem gibi tanım ve ayrışmalara kolayca kaçabilen…
Allah(cc)’ın hükmünün hakîm olması, adının yücelmesi ve dinin ikamesi için, elde mevcut olan malımızın, canımızın, kesâda uğramasından korktuğumuz ticaret, servet ve sermayemizin her ne varsa gözünü bile kırpmadan bir çırpıda feda edileceği yerde; tüm bunları korumak ve onlara sahip çıkmak adına Allah(cc)’ın dinini, İslâmî ilke ve prensipleri feda eder, bu uğurda hizipleşir, ayrışır, hasımlaşır hale gelmişiz.
Ne yazık ki ulvî amaçlarımızı günü kurtarmak, haklı çıkmak, vaziyeti idare etmek uğruna süflî birer araca dönüştürmüş ilkelerimizi, hedeflerimizi nesneleştirmişiz.
Ümmet ve insanlığın dirilişinin olmazsa olmaz şartı dün de, bugün de Tevhid ve Adalet olmuştur. İslâmî bir kimlik, duruş, varoluş, yürüyüş için Kur’anî ilkelerin öncelenmesi gerekir. Nebevî Sünnet’in toplumların gündemine girmesi ve insanlığın ilahî mesajla tanışıp yüzleşmesi hayatî bir ihtiyaçtır. Allah(cc)’ın iradesinin tecelli etmesi için evrensel/fıtrî yasaların, toplumun bütün katmanlarınca sosyal şahitliğinin yapılarak yankı bulması şarttır. Çarşı pazarda, evde, işte, hukukta, siyasette, ahlâkta, ekonomide tevhidî hakikatlere teslim olmak İslâmî değişim ve dönüşümlerin ilk şartı, olmazsa olmazıdır.
Yukarıda bahsedilip eleştirilen yetersizlik, aşırılık veya rahatsızlıkları zikredilen; Vakıf, dernek, sendika, cemaat, stk’lar, çalışma-ders gurupları, kişiler, üstadlar, abiler, hocalar akideye ilişkin, ayrılıklarımız olmadığı sürece kendileri yol arkadaşlarımız ve dava kardeşlerimizdirler. Ve ihtilafları bırakıp ittifakları, paylaşma ve yardımlaşmayı öncelememiz gerektiğini, birbirimize ihtiyacımız olduğunu biliyor ve görüyoruz.
Birlikte bir yürüyüşün/oluşumun şimdi değilse bile ileride mümkün olacağını… Buna memur ve sorumlu olduğumuzu… Dolayısıyla kısa veya uzun vadede aramızdaki hukuka, saygı/sevgi/muhabbet ve nezakete zarar verecek hallerden uzaklaşmak… Daha fazla kırılmalara/sürtüşme/ayrışma/bölünme/kutuplaşmalara meydan vermemek, geleceğimizi şimdiden ipotek altına almamak, ileride yapılması muhtemel işbirliği ve çalışmaların önünü bu günden tıkamamak, gücümüzü, enerjimizi, dikkatimizi boşa harcamamak, birbirimizi meşgul ederek hırpalamamak, yıpratmamak adına…
Misyon ve sorumluluk sahibi olan, beraber yol aldığımızı/yürüdüğümüzü, birlikte bir şeyler yaptığımızı/yapacağımızı sandığımız, kendilerinden beklentiye girdiğimiz/umut beslediğimiz, inanıp güvendiğimiz insanlarla mevcut ilişkilerimizi, dostluk/arkadaşlık/kardeşlik kanallarımızı/bağlarımızı…
Tek taraflı veya karşılıklı olarak harekete geçilmiş/askıya alınmış/fesh edilmiş olan bütün organik/yapısal/sivil/fikrî beraberliklerimizi…
Meçhul bir süreye/zamana/evreye kadar dondurarak geçmişimiz/hatalarımız/önyargılarımız/zaaflarımız/tereddütlerimiz ve pişmanlıklarımızla yüzleşip sağlam bir öz eleştiri/murakabe/muhasebe/istişare/mütala/ahidleşme yapacağımız…
Yaşadığımız tecrübelerle yolumuzu aydınlatacağımız, kardeşlerimizi kendimize tercih edeceğimiz… Birlik/beraberlik/vahdet zeminleri ve günlerinin bereketli eşiğine varıncaya, farklılıklarımıza tahammül etmeyi öğreninceye kadar… Birbirimize izin vermeyi, mazur görmeyi ve yolların şimdilik ayrılmasının daha isabetli olduğunu düşünüyor...
İman kardeşi olduğumuz, akide paylaştığımız insanlarla yol arkadaşı olamadığımız, birlikte yürüyemediğimiz konu, ortam ve mekânları “yol ayrımı ve kırılma noktası” görüp “seddi zerai” veya “koruyucu/önleyici hekimlik” statüsünde kabul ederek…
Birbirimizi “hedef alan” veya “hedef olan” bir duruma yol açmamak için ilişkilerimizi askıya alıp, fara kaldırmayı, nezaketle uzaklaşmayı tercih ediyoruz.
Tebliğ ettiklerimizi temsil edeceğimiz, talip olduğumuz ilkelere tabi olacağımız… Değerlerimizin egemen/hakim olduğu… Özgür, bağımsız, akl-ı selim, kalb-i selim, bilinçli/şuurlu, fedakâr yarınlarda buluşmak üzere diyoruz…
Vesselâm..!