Coşkun UZUN

13 Ocak 2022

OKUMAK ve ÜFÜRMEK

Kur’an hayatımızın neresinde ve bizim neyimiz olur?

Aziz kitabımızı nasıl ve niçin okuyoruz?  

Okumaktan maksat sadece Kur’an’ı anlamak, anlatmak mı? İlâhî vahyi temsil edip yaşamak mı?

Rabbimiz bizden nasıl bir okuma istiyor, bekliyor? Biz nasıl okuyoruz? Okunabilecek her şeyi okuyup anlamaya çalışmamız istenmiyor mu bizden?

Mesele Kur’an’ı yüzünden, güzel veya dokunaklı okumakla, sadece okumakla mı sınırlı?

Hz. Peygamber’in hayatında Kur’an nasıl okundu? Cüzler dağıtıldı mı, hatimler indirildi mi? Günümüzdeki gibi ölülere, mezarlara okundu mu?

İslâm’ın hangi döneminde, günümüzdeki gibi Kur’an okuma yarışmaları veya hatim seansları düzenlendi? Var mı böyle bir şey? Yoksa bunlar nereden çıktı ve hangi amaca hizmet ediyor?

O okunarak mı, yoksa yaşanarak, hükmedilerek şifa olacak bir kitap mı?

Kur’an’ın alfabesini/harflerini mi yoksa bununla beraber anlam, içerik, maksat ve hikmetini mi öğrenecektik?

Neyle mükellefiz, neyle meşgulüz ve neler yapıyoruz biz?

Kur’an mı seslerimizle süslenmelidir, yoksa bizim seslerimiz, sözlerimiz, hayatımız ve dünyamız mı Kur’an’la süslenmeli, güzelleşmeli, düzeltilip inşa edilmelidir?

Kur’an’ın mı bize ihtiyacı var, bizim mi Kur’an’a ihtiyacımız var?

 

*******

 

- Hastalarımız, cenazelerimiz, sıkıntılarımız, başımızdaki dertler, imtihanımız veya ölmüşlerimiz için hatmimiz/okumamız/kampanyamız var… Falan sureleri, filan cüzleri, bizim için şu kadar okur musun? Şeklinde taleplerle, ricalarla karşılaşıyor muyuz? Bunlara nasıl cevap veriyoruz?

 

Muhataplarımıza kitabımızın bilinç, irade, kimlik edinmek, ticaretimizi, ahlâkımızı, hukukumuzu, siyasetimizi,  kültürümüzü, dünyayı, bütün hayat alanlarını Rabbimiz’in emir ve hükümlerine göre ıslah/imar/inşa etmek için okunması gerektiğini doğrudan söyleyebiliyor muyuz?

 

Kur’an’ı manasına, ruhuna, maksadına, hikmetine, irfanına, semantiğine, bütünlüğüne, meşruiyetine, ilâhî referanslarına vakıf olmadan, sıradanlaştırarak okumanın veya ele almanın, kıymeti kendinden menkul, marazlı indî yaklaşımların sadece çağdaş, modern bir sapma değil kadim bir tahkir, tahrif, tahrip, tahfif, tekzip hareketi olduğunu bir şekilde dillendirebiliyor muyuz?

 

Kur’an-ı Kerim’in üflenerek, tütsülenerek, muskalanarak, kuru kuruya tekrar edilerek değil...

 

İlmince, usulünce, tevazuyla, haşyetle, hürmetle, teslimiyetle, selim/temiz bir akıl ve kalple okunarak… Dura dura, düşünüp tefekkür edilerek, anlaşılarak, itaat edilip yaşanarak…. Alemlere rahmet, evrensel bir şifa kaynağı olacağını bir ömür boyu hala idrak edemedik mi?

 

Bilinçli tercihlerle hayatın içinde yer verilip kök salmasıyla insanlığı ancak kurtuluşa ulaştıracağını herkese duyurabildik veya anlatabildik mi?

 

Toplumun Kur’an algısının, kitaba, dine dair bakışının, teslimiyetinin yetersizliği, çarpıklığı, çelişkileri ve tahrif edilmişliği biliniyorken…

 

Allah azze ve cellenin;

Kur’an-ı Kerim’i sipariş/hazır hatimler alıp satalım, ölü toprağına/mezarlara üfleyelim, muska yapalım veya fala bakalım diye göndermediğini…. Aksine bozulan toplum düzeninin, devlet, siyaset yapısının, inançların, ahlakın ıslah edilmesi için vahyettiği… Hz. Muhammed(sav)’in ilâhî bir misyon ve nebevî temsille görevlendirilip gönderildiği ortadayken…

 

Bütün bunları içtenlikle, samimiyetle, açıkça ve güzellikle dile getirmeli değil miyiz biz?

 

Kur’an-ı Kerim’i 10 defa, 100 defa, 1000 defa adeta bir yabancı gibi anlamadan okuyup hatmetmektense bir kez bile olsa onu doğru anlayarak, Allah(cc)’ın vahyi ile amel etmek için okunması gerektiğini bilmiyor muyuz halâ?

 

Asıl olanın, Kur’an’ı ezbere okumak değil, onu yol haritası, başucu, başvuru kitabı edinmek olduğunu bütün çevremizde, gerektiği her yerde gür bir sesle ve onurla ne zaman konuşacağız?

 

Ayetleri, sureleri, cüzleri aramızda paylaşıp ruhsuz, bilinçsiz, soğuk, mesafeli bir şekilde hayatın dışına/ölülere/kabirlere/ahirete doğru okumak yerine, anlayıp amel etmek için paylaşıp yardımlaşarak hayatın içine ve dirilere doğru okumaya ne zaman başlayacağız?

 

Sayfa sayfa, ayet ayet, sure sure anlasak, hayatın gerçeklerine beraberce uyansak ve ailece, toplum olarak Kur’an’la yoğrulsak, dirilsek, doğrulsak olmaz mı?

 

Okuduğumuz her ayet/sure bizi Allah’a, kitaba, dine, peygamberlere, insanlara, müslümanlara, ümmete, insanlığa yaklaştırsa, birleştirse, fıtratımızla buluştursa olmaz mı?

 

Saatlerce, her gün, her hafta, her ay, her yıl…. Bir ömür boyu okuduğumuz yazılara, dergilere, kitaplara, dinlediğimiz kişilere, takip ettiğimiz haberlere, sanal-sosyal medyaya, izlediğimiz/katıldığımız programlara ayırdığımız parayı/emeği/enerjiyi/zamanı, gösterdiğimiz ilgiyi/merakı/güveni/iştahı…. Bu öncelikleri, meşguliyetleri, itibar ve iltifatları Allah’ın kitabına neden göstermiyor, bunu aziz kitabımız Kur’an’dan niçin esirgiyoruz?

 

Kur’an bizim yol haritamız, başucu kitabımız, başvuru kaynağımız değil mi? Yoksa din, İslâm, Kur’an teorik, kültürel, soyut bir şey mi? Ticaretin, siyasetin, hukukun, eğitimin hayatın içinde bir kıymete, ilgiye, öneme ve önceliğe sahip değil mi?

 

Kur’an’dan alıp öğrendiğimiz, yıllardan beri biriktirdiğimiz bu bilgiler nerede tedavüle girecek, ne zaman kullanılacak, saat kaçta uygulanılacak, kimlerle kullanılacak, hangi gün yaşayacağız,  nasıl tecrübe etmeyi düşünüyoruz bütün bunları?

 

Yoksa Kur’an bir sevap makinası mı? O bir ölüler, mezarlıklar kitabı mı? Günah çıkartma aracı mı? Muska olarak boynumuzda taşıyalım diye mi gönderildi? Hz. Peygamber ve sahabeler böyle mi yaptı? Halifeler, İmamlar, ilim ehli bize bunu mu örnekleyip öğrettiler veya miras bıraktılar?

 

Böyle olmadığına göre

Bizler Kur’an’ı çıkar, istek, menfaat ve dünyalık beklentilerimiz için bir araç haline getirmiş olmuyor muyuz?

 

Vaziyete buysa

Hayata hükmetmesi, topluma yön vermesi, insana izzet, şeref değer katması gereken Kur’an’ı nesneleştirmiş olmuyor muyuz?

 

Maalesef Kur’an’ı hakkında/üzerinde akademik incelemeler, araştırmalar, tezler, çalışmalar, uzmanlıklar yapılacak bir kitap/eser/nesne olmaktan kurtarıp da oradan/ondan bir ahlâk, bilgi, tarih, siyaset teorisi, felsefesi, sosyal/kültürel politika, proje, strateji edinemiyor veya oluşturamıyoruz…!

 

Ne hazindir ki; Kur’an’dan İslâmî bir doktrin, paradigma, ideoloji, dünya görüşü, hayat modeli, varlık teorisi, mücadele fıkhı, eğitim sistemi, ekonomi politikası, askeri/savunma stratejisi çıkartamıyoruz…!

 

Şu halimize bakılırsa

Kur’an’a da kendimize de saygısızlık/hakaret/haksızlık ediyoruz, yazık ediyor, büyük-büyük günahlara giriyoruz..!

 

Kur’an’ı raflara, evlere, mescitlere, camilere, vicdanlara, hafızalara hasretmeye, hapsetmeye, nakşetmeye yeltenerek haddimi aşıyoruz…!

 

Peygamberimizin ahlâkı Kur’an iken, “Yürüyen Kur’an” iken, bizler onu sadece güzel seslerle, yarışmalarla, törensel olarak okuyor ve anlamından, içeriğinden habersiz müslümanlıklar yaşıyor, üstelik  ödüller umuyor, Cennetler bekliyoruz..!

 

Ne yazık ki bu durumda Allah(cc)’a, dine, Peygamber(sav)e de iftira etmiş oluyoruz…!

 

Kur’an’ı güzel okuma yarışmalarının caizliğini değil de Kur’an’ı doğru anlamanın ve emirleriyle/yasaklarıyla amel etmenin farz oluşunu konuşmaya/tartışmaya/gündem edinmeye başladığımızda Allah(cc)’ın kitabıyla aramızdaki engeller/mesafeler de kendiliğinden kalkacaktır.

 

Hz. Peygamber(sav) etrafındaki insanları ilâhî emir ve yasakları kabule ve itaate çağırıyordu. Çünkü iman kuru bir iddiadan, soyut bir ifadeden ibaret değildi. Somut, müşahhas, elle tutulur gözle görülür bir tavır ve duruş üzere olmayı gerektiriyordu. İmanın pratiği/ispatı ameldi, davranıştı.

 

İman ettim demenin tek başına yeterli olmadığını, inancın hayatın bütün alanlarına yansıması, fiilen yaşanması gerektiğini bilenler; hiç şüphesiz koklamak veya karşıdan seyretmekle karın doyurmanın farkını da biliyorlarsa…. Kur’an’ı sadece güzel okumakla, Kur’an’la amel etmenin de… Kur’an’ı üfürükçülüğe, fal bakmaya alet etmenin de… Ölülere, mezarlara okumakla dirilmek için, hayatın içindeki dirilere okumanın da ayrımına elbette varacaklardır.[1]

 

Yaşadığımız şu dijital çağda robotlar, yapay zekâ bilgisayarlar insanoğlundan daha güzel Kur’an okuyacak olurlarsa şaşırmamak gerekir. Belki bizler o günleri de göreceğiz. Fakat tabi ki o robotlar dinle/vahiyle muhatap/mükellef olmayacaklar. Peki o zaman bunun ne anlamı veya değeri olabilir? Rabbimiz kitabını toplumun sorunlarını çözmek, ahlâkını güzelleştirmek ve onların iyiliği, akıbetlerinin hayrı için göndermiş. Dolayısıyla makinalardan (robotlardan, teyplerden, televizyonlardan, bilgisayarlardan eşyalardan, nesnelerden) çıkacak bilinçsiz, iradesiz, hissiz, ruhsuz, duygusuz, takvasız, şuursuz, mekanik seslerin, kelimelerin de bir anlamı ve kıymeti yoktur.

 

Velev ki insan sesine çok benzese, hatta ondan daha güzel olsa bile.

 

Benimsenmedikçe, itaat edilmedikçe, içeriğiyle amel edilmedikçe, hükmüne razı olunmadıkça, saygı duyulmadıkça, hayatın içinde yaşanmadıkça, insanları/toplumları/devletleri/dünyayı değiştirip dönüştürmedikçe… Kur’an’ı güzel sesle okumaların veya bilgi yarışmalarının hiçbir anlamı ve değeri yoktur.

 

Velev ki insan okusa bile.

 

Ne mutlu

Kur’an’a inananlara/güvenenlere, Kur’an’a sarılanlara/dayananlara/adananlara, Kur’an’dan nasiplenenlere/konuşanlara, Kur’an’ı anlamaya/yaşamaya/kuşanmaya çalışanlara, Kur’an’ı dost/arkadaş/rehber edinenlere…!

 

Selâm olsun

Kur’an’la, vahiyle, İslâm’la yüzleşenlere, kimlik bulanlara, arınanlara, dirilenlere, doğrulanlara, yürüyenlere, yaşayanlara, izzet/şeref kazananlara, hayatı ilâhî vahiyle okuyup anlayanlara, hükmederek yön verenlere…!

 

Selâm olsun

Dini, İslâm’ı ve Kur’an’ı; bunca art niyetli/marazlı yaklaşımlarla parçalayanlara, ayrıştıranlara, bölenlere, dinden Kur’an’dan geçinenlere, geçim kapısı bilip nesneleştirenlere, araçsallaştıranlara, gayri meşru sistemlere, kurumlara koltuk değneği yapmaya çalışanlara rağmen, meşru ve tutarlı bir bütünlük içinde anlama ve yaşatma gayreti üzere olanlara…!

 

Selâm olsun

Kur’an’dan ahlâk, hukuk, bilgi, tarih, siyaset teorisi/felsefesi/mücadele fıkhı, sosyal/kültürel politikalar, projeler, stratejiler çıkartıp oluşturabilenlere…!

 

Selâm olsun

Kur’an’ı, İslâm’ı ve müslümünları; bilinen bütün doktrinlere, paradigmalara, ideolojilere, dünya görüşlerine, varlık teorilerine, eğitim sistemlerine, ekonomi politikalarına veya askeri/savunma stratejilerine rağmen meşru ve bütüncül bir hayat modeli olarak algılayıp tekrar tarih ve siyaset sahnesine çıkartmaya çalışanlara…!

 

 

 

 


[1] “İnsanlar, imtihan edilmeden sadece “İman ettik!” demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar!” (29 Ankebut 2)