Coşkun UZUN
GÜL’ÜN DİKENİ!
Neymiş ‘Siyasal İslâm bitmiş/çökmüş.’
Sevsinler.
“Seni alsınlar bir partiye, Bizi vursunlar, Sana siyasetin yolları, Bize kurşunlar”
Kendilerini İslâm’ın veya müslümanların temsilcisi/sözcüsü konumunda vehmeden; konuşacağı yerde susan, yapacağı yerde yıkan, toplayacağı yerde dağıtan şaibeli, şüpheli, ikircikli, flu, pek çok zevatı gördü geçirdi bu dünya.
Kendileri seküler, liberal, ahlâksız siyasetin kronik temsilci ve enstrümanı olanlar ‘Siyasal İslâm bitti’ diyemezler, onların öyle bir hak veya yetkileri yok ki. Bunu nereden çıkartıyorlar?
Yanlış anlaşılma vardır. Muhtemelen şahsî olarak siyasetle veya islâm’la ilişik kesmeyi kast ediyor olabilir bu mübarekler…!
Para, makam, statü, iktidar, güç, imkân, konfor ve ayrıcalığın kendi ellerinden kayıp gittiğini görmek, muhteris insanlara ne gaflar yaptırıyor.
Sayıların gücüne, demokrasinin büyüsüne inanmış olanlar inanç ve davâların da nicelikle ayakta kalacağını, hatta kendilerine bağlı olduğunu dahi vehmedebilirler.
(Siyasal) İslâm'dan halâ kendine bir şeyler yontup pay çıkartmaya çalışmak, büyük beceri doğrusu.Ve siyasal İslam'ı; olsa olsa yıllarca etinden, sütünden, derisinden faydalanan bu zatlar çökertmişlerdir.
Kendilerini 'ümmetçi' sanan milliyetçi/muhafazakârların ve kendilerini siyasetçi sanan bürokratların konjonktüre göre kullanacakları bir sebepleri, bahaneleri veya başkaca yüzleri/maskeleri her zaman olmuştur.
Yani çöken ne İslâm, ne de siyasal İslâm’dı. Antiemperyalist, antisiyonist, antikapitalist, inkılâbî İslâm’ın karşısında yer alan emperyalist ve siyonist projelerdi çöken.
Yani Emevi İslamcılığı da, siyasal İslâm da ölmedi aslında. Fakat bu güne kadar siyasal İslâm öldü/bitti/çöktü diyenler hep ‘islâmcılığın’ sırtından geçinenlerdi. Yani bunların dinle, diyanetle, vitrinle işi bittiği için… İslâm kendilerinin hayat tarzı ve amacı değil sadece iktidara götüren fonksiyonel, konjonktürel bir araç olduğu için… Siyasette bulundukları sürece İslâm ve müslümanlara dönük hep bir menfaat/çıkar ilişkisi yaşadıkları için böyle konuşuyorlar…!
Dememiz o ki Büyük Şeytan Amerika bile bunların yanında 'ehveni şer' kalır. Düşünürseniz hak vereceksiniz.
Kendi yanılgı ve yılgınlıklarını, çöküş ve bitişlerini İslâm’a mâl edenlerden geçmişte çok çektik ve halâ da çekiyoruz.
İzzeti/onuru/meşrûiyeti batı aklının/değerlerinin, Yahudi ve Hristiyanların yanında, himayesinde, referans ve olurunda arayanlardı bunlar.
İçinden çıktıkları ortama burun kıvırıp arkasını dönen, üç kuruşluk menfaate makas ve tren değiştiren, sıkıştıklarında gömlek çıkartan fırıldaklardı bunlar. Çıplaktılar yani.
Yola ve yolculuğa dair ileri geri konuşan, zar atan, ya tutarsa diye bir ümitkumar oynayan, kendi kendilerini mayalayanlardı.
Siyasetten emekli olunamayacağını, günü geldiğinde milletin yakasından düşüleceğini ve nihayet ölüneceğini, iğneden ipliğe, iyi veya kötü her zerreden hesap verileceğini bir türlü öğrenemeyenler…!
Muhafazakarlığın, ulusalcılığın, ‘islâmcılığın’ diğer varisleri gibi bu topraklarda taşeronluğun, kökü dışarıdalığın ebeliğini yapan, İslâm’ın özüne, ruhuna, siyasetine ve kıblesine yabancılaşanlardı bunlar.
Kıbleleri Washington, Londra, Paris, NATO vs olanlardı bunlar.
Yüzlerini modernizme, sekülerizme, liberalizme, demokrasiye ve laikliğe dönenlerdi bunlar.
Geçmişlerinden, miraslarından, fikrî, siyasî, ahlâkî bağlarından utanç duyanlardı bunlar.
İstanbul, Kudüs, Kahire, Tahran, Şam, Bağdat, Beyrut, Mekke, Kâbil, İslamabad, Yeni Delhi, Kuala Lumpur, Trablus’u kardeş edinemeyenlerdi bunlar.
Allah’ın dini, hüküm, otorite ve meşruiyetin kaynağı, tanımlayan, belirleyen İslâm’ı zihinlerinde ve hayatlarında Kültürel, Geleneksel, Siyasal, Ilımlı, Anadolu İslâm’ı diyerek kendilerince tanımlayıp bölen, ayrıştıran, kategorize edenlerdi bunlar.
İslâm’ı bütün bir dünyada insanlığın yegâne doğru yolu ve kurtuluş reçetesi olarak göremeyen, onun aslî bütünlük ve meşruiyeti konusunda tereddütleri olanlardı.
Sistemden beslenenler, sistemi eleştiremezler metaforu gibi bir durum var ortada… Laik, liberal, seküler ve demokratik sistemin adamları İslâm adına konuşamazlar ki..!
İslâm’ı ve müslümanları temsil etmeyenler, onlar adına söz söyleme makamında değillerdir.
Sadede gelirsek, İslâm ve müslümanların sırtından yıllarca mal/mülk, mevki/makam, şan/şöhret devşirerek, vekil/bakan/başbakan/cumhurbaşkanı vb olan bu mübarek zatlar çökertmediklerine göre, olsa olsa; Edirne’li Hüsmen, Kahraman Maraş’lı Abdullah, Kayseri’li Ökkeş, Rize’li Temel, Trabzon’lu Dursun, Erzurum’lu Kara Fatma, Urfa’lı Halil İbrahim, Diyarbakır’lı Ahmed çökertmiştir siyasal İslâm’ı.
ATAKAN
Atakan kim?
İhmâl veya hinliklerin adı mı?
Yoksa modern dünyanın bizlere verdiği avans ve promosyonlardan birisi mi?
6-7 yaşlarında hafız olmuş yüzlerce/binlerce çocuk var bu ülkede. Atakan’ın bunlardan farkı ne?
‘’Küçük bir çocuğun bir felsefe dehası olduğunu iddia etmek esasen ülkelerini mahvetmiş yetişkinlerin aculluğundan başka bir şey değildir. Bunca felsefe profesörünün boşu boşuna kürsü işgal ettiği bir ülkede Atakan'a oyun oynamak cam çerçeve aşağı indirmek düşer. Çünkü ben öyle yapmıştım.’’ (Metin Kondel)
Eğer bizim çocuklarımız;
Atakan’lar, İndigo, Kristal veya ‘filozof’ diye medyadan pazarlanan bebeler…
Sadece okula gider, kitap okur, yaşından/boyundan/aklından/ahlâkından uzak konularda ulu orta konuşup, bilgiç bir edayla ahkâm keserlerse…
Öğretmen, ilim adamı, okul, sınıf, arkadaş, laboratuvar, aile/akraba meclisleri gibi fiilî ‘örneklik’ içeren unsur ve ortamları pas geçip devre dışı bırakırlarsa, emek verilerek edinilmemiş, hazmedilerek kişiye mâlolmayan salt bilgi ve okumalarla toplumda arz-ı endâm ederlerse…
Yaşlarına uygun bir ortamda büyütülmezlerse, sokağa çıkmaz, arkadaş edinmez, oyun-oyuncak oynamaz, yaramazlık yapmaz, komşunun meyve ağacını taşlamaz, hayvanları kovalamaz, arkadaşlarıyla küçük kavgalar etmezlerse…
Vahiy ve Allah(cc) ile tanışmazlarsa, Kur’an okumaz, meâle yabancı, siyer-sünnet-hadis bilmezler, Peygamber kıssaları dinlememişler, Ahiret’e Cennet’e, Cehennem’e çok uzaktalarsa…
Camiye-hocaya, Cuma ve bayram namazlarına gitmezler, cenaze görmezler, mezarlık ziyaret etmezler, güle oynaya da olsa teravih kılmazlarsa…
Aklen, fikren, bedenen, kültürel, toplumsal ve hukukî olarak bülûğa, rüşte ermedikleri halde yetişkin muamelesi görür,erişkin rolü yapar ve‘model’ olarak sunulurlarsa…
Deizm, Ateizm, Budizm, Modernizm, Nihilizm, Hümanizm, LGBT, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği gibi ahlâkî, felsefî, aklî, sosyal yanılgı/tuzak ve çukurlara yuvarlanıp kaybolmaları… Kıymeti kendinden menkul cesaret, cüretkârlık ve hadsizliklerle boy göstermeleri an meselesidir.
Bütün bunlar; bizlerin bireysel, ailevî, toplumsal sorumluluk ve görevlerimizi ihmal ettiğimiz, hakkıyla çalışmadığımız, sorunları zamanında fark etmediğimiz, kalıcı, kuşatıcı çözümler veya alternatifler üretmediğimiz için… Materyalist dünyanın bize sunduğu sempatik/popüler birer ‘avans’ - ‘promosyon’ – ‘konsinye’ olarak başımıza gelmeye devam edecek gibi görünüyor.
Bu durumda çocukların, neslin, toplumun ve ekinin bozulup fıtratın ifsad edilmesine karşı müşterek/kollektif sorumluluk bilinciyle, özgün iradeyle, kulluk şuuruyla, vakti kuşanarak acilen alarma geçerek, düştüğümüz yerden hep beraber kalkıp doğrulmak… Tevhidî bir varlık mücadelesi başlatmak, uzun soluklu bir ıslah, ihya ve inşâ ameliyesine girişmek, kaçınılmaz olarak bizleri beklemektedir.
Yaşanılan tüm eksen kaymalarına, ahlâkî erozyona, ruhî/psikolojik sapmalara, kimlik zafiyetlerine dur diyecek, liyakat sahibi müslüman şahsiyetler bu durumdan vazife çıkarmalıdırlar.
Eğer nesillerimiz tevhid ehli anne-babaların elinde olsaydı, çalışmalar İslâmî bir disiplinle gerçekleştirilseydi doğru meyve verecekti.
Zaten bize düşen de meşru bir zeminde, doğru araçları kullanarak, gerekli çabayı gösterip Allah(cc)’a tevekkül ederek, kendi çocuklarımızdan tevhid ve istikamet üzere meyveler devşirmektir.
Yarınlarda;
Geçmişi ve geleceği, doğruyu ve yanlışı, insanı ve evreni,dünyayı ve ahireti, çocukları ve büyükleri birlikte algıladığımız…
Çocuğun çocuk ve yetişkinlerin de yetişkin oldukları…
Vahyin herkese ulaştırıldığı ve herkesin Kur’an’a ulaşabildiği…
İhtiyaç duyulan her tür kitabın çocuklara ulaştırıldığı fakat yaşına, aklına, eğitimine ve ahlâkına uygun olmayan kitaplara çocukların ulaşamadıkları…
Egosu tavan yapmış,çevresini/büyüklerini/arkadaşlarını beğenmeyen, yanlış davranışlı çocukların yetiştirilmediği…
Maddi başarıların değil kimlik/şahsiyet ve istikametin esas alındığı…
İlâhî, fıtrî, tevhidî, ilmî esas ve ölçülerin meşrû ve belirleyici olduğu…
İş, okul ve eğitim süreçlerinde taklit değil bilgi ve içerik üretiminin geçerli olduğu..
Çocukların çalıştırılıp, ezilerek şahsiyetsizleştirilmedikleri…
Ailelerin ‘çocuk erkil’, çocuk merkezli çarpık bir hayat yaşamadıkları…
Her çocuğun ayrı bir çiçek olarak bahçelerimizde açtığı…
Güzel bir dünyaya hep beraber ulaşmayı umuyoruz.
Vesselâm