Rıdvan DİNÇER

09 Mayıs 2013

İKİ YOL, İKİ GAYE, İKİ AKİBET

 

Hamd Yalnız Allah’a …   

İnsanlık bir çaba içerisinde!  İki yolu, iki gayesi var. Ama doğrusu hangisi!

Çabalarımızın farklı  ve  darmadağın oluşu, farklı akibetlere yol aldığımız hakikatini kendi içinde barındırır. Her ekilen tohumun, her çabanın, semeresini verme serüveni gibi.

Evet; iki yol, iki gaye…

Bir yanda kul olmayı (ibadeti ) tercih etmek, diğer yanda heva ürünü bir hayat  ve aynı kulvarda hakla batılın uzlaştırılarak harmanlandığı hayatlar.

Hayatı ibadete çeviren kul olma tercihi; bize önerilmiş olan yol ve gayedir. Bu yol kolaylaştırılmıştır, çünkü fıtri olarak bu yola uygun yaratılmışız. Ta ki biz zorlaştırıncaya kadar!  Bu tercih, yaratılış amacını kavramakla mümkündür. Eğer varlık sebebimiz hakkında düşünmüyor, değerlendirmiyor ve sorgulamıyorsak Bize tevarüs olan desteksiz bir ön kabul ile yol alıyoruz demektir.  Bu da beraberinde; ya kaş çizmek isterken göz çıkaran , ya da İlahi rıza için (!) küfür güçlerinin gücüne güç katan (değirmenine su taşıyan) bir süreç yaşatır.

İslam’ı tercih edenler olarak, yeryüzünün inşa ve imarındaki sorumluluğumuz gereği tüm azgın/tağuti güçlerin oluşturduğu fesadın yerine, salahı ve hakkı ikame etme çabası en temel sorumluluğumuzdur.

Bu hususta yüce Allah kuluna kaldıramayacağı yükü yüklemeyeceğini bildirmektedir.[1] Kul olama tercihinin kalıcı olan faydası tartışılamayacak kadar nettir;  matematik kurallarına bile yeni bir soluk ve heyecan katacak bir hesap sunar: Allah için yapılmış olan iyilikler (hayırlar ve itaat) karşılığında sonsuz bir mükafat vaat eder.

İslam, insana kullukta sürekli yükselmeyi önerdiği halde, içinde bulunulan şartları değerlendirip insanın doğası gereği iniş çıkışlı bir yol alışını gözetir. Burada asıl olan, kulluğu tercih etme ve sürekliliği olan bir yöneliş ve yenilenme sorumluluğunda hassas olmaktır.

Heva,ya dayalı bir hayat; kaçınmamız emrolunan yol  ve amaç taşır.Bu yol zordur.. Ta ki biz kolaylaştırıncaya kadar! Bu tercih, her ölçüsüzlüğü, isyanı ve tuğyanın karmaşasını kendinde barındırır. Kendisine bedenin ihtiyacını kurgulayan bir yol ve rol edinir, bağları zayıflatarak insan şuurunu kaynağından, yaratıcısından uzak tutar. Dengesiz ve düzensizliğinin faturasını sürekli kendi dışında arar durur.

Önerilen yoldan başka yollar edinmek, beraberinde sürekli bahane üretme psikolojisi ile savunular oluşturur. Bu yaşam , hayat bulmak ister! ilgiye ve yol bulmaya ihtiyaç duyar, bizden istenen, üzerimizde olan hakları; kendisine nimet verilenlerin  sünnetini takip ederek, İlahi istikamet doğrultusunda; bu insanların hevalarının esaret ve karanlıklarından kurtulmalarına vesile olacak adımları atmaları konusunda onlara yardımcı olmaktır.

Bu sorumluluğu yerine getirirken  beyan etme, inzar etme, tezkir, tebliğ ve tebşir ile  ilgili sorumluluğumuzu yerine getirip, her iki dünya saadetine davet etme ısrarında olmalıyız.  Böylece Kendi faydalarına olanı onlara hissettirmeliyiz. Bilenle bilmeyenin bir olmadığının bilincinde olarak ve bu bilinci insanlığın idrakine de taşımaya çalışarak...

İman edişte, kulluğu kuşanmada, bilmek işin anahtarıdır, bilmeden tercih etmek mümkün değildir. ‘’Kim iman edecekse! tercih ederek  iman etsin , kimde küfreder /inkar edecekse tercih ederek inkar etsin” [2] diye. Tercihimize bırakılmış bu iki yoldan başka bir yol olmadığı gibi, bazılarının sandığı, anlam yüklediği olağanüstü bir değnek ve kime isabet ederse kurtaracak diye varsayılan bir sihirli kavram yok.  

Rabbimiz ‘’Bize yönelenlere biz yollarımızı gösteririz ,, [3] vaadinde bulunuyor. Hidayet rehberi olan Kur’an’da Rasuller ve salih kulların, “Müslümanların ilki/öncüsü olmakla emrolundum” [4] diyerek başlatılan ve   “Deki ; Şüphesiz benim salatım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm, alemlerin rabbi olan Allah içindir ”[5] diye sürdürülecek  bir hayat ve de bir tercih; akibeti ile ilişkilendirilerek bizlere öneriliyor.

Bu iki farklı çaba ve hayatın akibeti de tabii ki farklı olacaktır:

Yüce Allah, suçlu mücrimleri -hevalarını ilahlaştıranları, iman edenlerle hiçbir zaman bir tutmaz.[6]

“Ateş halkı ile cennet halkı bir olmaz.Cennet halkı, umduklarına kavuşup mutluluk içinde olanlardır.” [7]

Allah  kullarını cehennemden kaçınmaları için sürekli uyardığını, bunun için elçiler ve kitaplar gönderdiğini, hakikate karşı kör ve sağır davrananların inkardaki ısrarlarını hatırlatır. İlahi rahmete rağmen insan yine de nefsinin bencil tutkularından dolayı  kazığını sadece bu tarafa çakmaktan hoşlanır . Ancak pazarlıksız bir iman ve kulluğun kendisine fayda vereceğinin bilincini, bilgiye dönüştürür. Bilginin eyleme dönük yüzü olan, bilinçten hep uzak durur.  Bunun yansıması olarak; hiçbir varlığın cehennemi arzulamadığını biliriz, bunu insana şu soru sorulduğunda anlarız: Cehenneme gitmek ister misin? Karşılığında alacağımız cevaptan önce, yüz ifadesi hiçbirimizin hoşuna gitmeyecek bir çehreye dönüştüğü görülür. Çünkü insan kendini cehennemle özdeşleştiremez. Bile, bile cehennemi tercih etmez. Ama biliriz ki yaşanmadan taşınan düşüncenin ,kulluğu tercih etmeden can vermenin kişiye faydası yoktur. Çünkü cennet tercih edilmeyi bekler.

Evet her bir tercihin ve gayenin bir karşılığı vardır. Karşılığını umarak dayanılan güçler/akçeler geçersiz ve karşılığında cehennemden başka bir yer yoktur.

İlahi rızayı elde etmek için gönülden ve pazarlıksız bir şekilde Rabbine doğru yol tutanlar, Rablerinden mağfiret /bağışlanma ile karşılanıp mutlu olacaklardır. Bu bağışlanma ve ikram edilenler sahnesinde bulunmak her insanın arzulayacağı bir durumdur. Kim istemez ki!

Yol belli, yolcu gerek, her iki dünya saadeti ile sürecek ve ilahi rıza ile taçlandırılacak kesintisiz bir vaade, Cennete erişmek için akibetimiz hayr ile, Cennet ola.


[1]Barara, 2/ 286

[2]Kehf,18/29

[3]Ankebut,29/69

[4]39,Zümer/12

[5]En’am, 6/ 162

[6]Kalem,68/35

[7]Haşr 59 /20