Rıdvan DİNÇER
İMAN EDENLERİN KURTULUŞA YOLCULUĞU
Uzun ve yorucu bir yolculuk sonrası, epeyce badireler atlatmış ve kendisine girmeyi umduğumuz kapının eşiğine varmış umut ile bekliyoruz. Artık hesap verme zamanı, yaşanmış hayatımız ve ortaya konmuş terazi! Onda hile olmaz ve şaşmaz teraziye koyabildiklerimizin kıymetinden çok daha fazlasını veren bir Alıcıdan umuyor ve bekliyoruz, en temiz halimizle bile huzurunda duracak ve bakacak yüzümüz yok! Verdiklerinin karşısında sunduklarımız o kadar cılız kalıyor ki yine de umutluyuz çünkü ‘’O,, çok cömerttir ve zengindir.
Her sorunu çözme kudreti onun ellerinde, eğer hesapsız bir yöneliş ortaya koyup iman etti isek küçük hatalarımızın hepsini sıfırlayan bir sahibimiz var. Bizleri sarmalayan günah ve hatalara rağmen ne kadar da örtücü ve bağışlayıcı bir kudret, kutsiyetini anlatmaya kelimeler yetmez yüzümüze çarpmadan ve suçlarımızı ortaya saçıp bizleri aşağılamadan hesaba çekeceğini vaat etmişti bekliyor ve umuyoruz, ‘’O,, nu ne kadar övsek azdır. Bizi alıkoyup oyalayan dünya ona aitti artık onu geride bıraktık geride kalan aldanışlarımız bizi korkutsa da ona varacak ve hesap vereceğimize inanmıştık bu konuda hiç şüphemiz yoktu şeytan ve dostları bazen küçük ayarlarımıza dokunduysalar da hesap vereceğimize inanmıştık.
Allah bize vaâd etmişti, biz de söz vermiştik. Ona iman ettik/ edecektik ve iman gereği yalnızca ona kulluk edecektik. Bu kulluğumuzun özü ve özeti ise "İşittik ve itaat ettik" ekseninde bir hayat idi. Bu hayatı yansıtan kişiliğe Rabbimiz Mü’min ismini uygun gördü. El Mü’min (olan Allah) esmasının cüz’i boyutlarının varlıkla ilişkisindeki boyutlarını bu Mü’min kulunda/kullarında görmek ve göstermek için.
Mü’min olmak, iki hayat için de paha biçilmez olan en yüksek kariyer makamını sembolize eden bir kimlik ve kişiliktir. İman edenlerin sahip olması gereken niteliklerin neler olduğunu ve nasıl elde edileceğini de bize hem öğreterek hem de yardım ederek bildirmişti, Cennetlerin zirvesine, en zirveye taşıyan nitelikler ile Firdevs cenneti ile ödüllendirilecektik. Zirvelere sünnetullâh gereği hep öncüler ve önder olanlar layık olur ama herkes öncü ve önder olamazdı bu nedenle öncü ve önderlerde bulunan üstün bağlılık niteliklerini taşıyan Mü’minlere de aynı çatı altında mükafatlanma imkanı tanınmıştı çünkübu dini omuzlananların her biri öncü ve önder vasfındaydı, görünmez ve bilinmez olmaları onların alçak gönüllülük ve tevazulu oluşlarındandı davanın selameti ve ilahi rıza için yük olmadan arkadan iterek/destek olarak sürekli başarılara erişilsin dava gelişsin diye bu öncüleri desteklemişlerdi, Mücadelede benliklerini eritmiş biz bilinci yekvücut yapmıştı onları. Elbette kusursuzluk Allah’a aittir. Kusurlarının af edileceği umudu ile yol alınmıştı.
Evet, ifadelerdeki hedef geçmişe ait gözükse de vakıa birebir yaşanıyor ve yaşayacağız. Onların izinde yolculuğumuz devam ediyor, umudu kaybetmeden Firdevs cennetini kazandıran nitelikleri zihnimiz ve kalbimizde bir melekeye dönüştürerek yol alanların kazanacağını öğrendik, yolun netliği bir sonraki hayatı görürcesine his ettiriyor... ‘Mü’min olmak! Allah’ın izni ile bizi zirvelere, yüksek ödül olan Firdevs cennetine yükseltecektir.
Hayatın keşmekeşliği içinde Cennetten konu açılınca, insan için en üst kariyer makamı olan bir mekan ile buluşma arzusu ve hazzı sanki hedefi on ikiden vurmuşçasına! Bir sevincin ötesine taşır bizleri. Evet konu bir sonraki hayat, bir sonraki hayatın varlığını inkar edenler cephesinde kaçınılmaz bir sonuç olarak bir sonraki hayatın avuçlarında gözler açılacaktır. Bir sonraki hayat için şüphe taşımak veya yok saymak onun var olma gerçeğinden zerre miktarı bir şey eksiltmeyecektir. İyisi ile kötüsü ile insan önünde duran bir yolculuk.
Bu yolda iki yolun ekiciler ektikleri ve bakımını yaptıkları tohumun meyvesinden istifade edeceklerdir. Eğer ekim işlevi ‘’Hayra,, ait ise elde etmenin çok zor olduğu hayallerin bile ötesinde olan güzellikler bu çabaların meyvesi olarak görülecektir. İsyan ve ilgisizliğin doğurduğu şerrin ekicisi ise, dünya girdabındaki acılarının en katmerlisinin sürekliliği bile ona hafif kalacaktır, Acılar ve büyük acı nedir? Diye bir düşünse insan! O zaman acılara dair olanlar insana yol gösterir ve olgunlaştırır bir sonraki hayata ilişkin benimsenen yok sayış ve umursamazlıklar gibi boş, anlamsız, değersiz ve temelsiz düşünceleri kendi elleri ile yıkmaya iter. Çünkü inkâr kalesini insan kurar yıkmakta ona ait bir olgu olarak karşısında durur.
Her yolun bir tabiatı var, her yolcu hazırlık telaşı içinde gideceği yere ilişkin yolun tabiatını bilmek ve bu yola nasıl güç yetireceğinin hesabını iyi yapmak zorundadır, yolda kalmaktan korunmak için tedbirli ve programlı olunmak zorunda olduğu gibi zaman ve imkân arasındaki dengeyi de iyi değerlendirmeli. Giderilebilecek cinsten aksaklıklar ile her daim karşılaşmak söz konusu olabilir giderilemeyecek cinsten olanlara karşı pür dikkat edilmeli, her yolculuk bir telaş ve bir hazırlık gerektirir ne tür hazırlık ve niteliklere sahip olmalıyız? Sorusu bizim için işin can verici boyutudur.
Mü’min olmak ya da olmamak iki kutuplu bir değnek misali gibidir ya Mü’miniz yada değiliz. Bu nedenle konu üzerinde hassas durmak net olmak gerekmekte, Bu ismi veren kim? Kimdir bu Mü’minler? Sahip oldukları nitelikler nelerdir? Bu nitelikleri kim belirler? İman ettim demek kurtuluş için yeter mi! veya yeterlimi? Mü’min olmayana Mü’min-mişçesine muamelede bulunmanın örneği! Var mı? Böyle bir muamelenin sorumluluğu nedir? İman sözleşmesine sadakat olmadan Mü’min olunabilir mi? suallerinin bir kısmına, Mü’minun suresinin ilk ayetlerinde kopya çekmeye gerek bıraktırmayacak kadar açık bir şekilde bu şahsiyetin olmaz ise olmazlarından bazı nitelikler kurtuluşa erenler ve kurtuluş reçetesi olarak zikrolunur.
"Kesin olan (takdir edilen) şudur ki; İman edenler kurtulmuştur (iflaha ermişlerdir.)" Mü’minun suresi/1
Ayetinin devamında da kimdir bu mü’min-ler? Nitelikleri nelerdir? Hangi vasıflar onları bu kurtuluş ve ödüle eriştirecektir gibi arayış ve sorularımız cevap bulur. Kurtuluş (İflah olmak) ifadesibenliğimizin tutsaklığından kurtuluşu kapsadığı gibi cehennem ve azabından da kurtuluşu sağlayan müjdesini peşin olarak duyurur ve vaat eder, istenilen niteliklere sahip olmak sizi Firdevs Cennetine yükseltecektir diye.
Kimdir bu Mü’minler? Tarzında bir cevap arayışımızda toplumun ekserisindeki anlayışı masaya yatırdığımızda, istenilen ve tanıtılan Mü’min konusunda yanılgıdan kurtulmaya kısmen yardımcı olacaktır. Bu nedenle Mü’min olmayı ucuz cennet satıcılarının dili ile anlatacak olur isek Allah’ın işine karışmış Allah adına yalan atıp/iftira uyduranlar zümresine katılmış oluruz ki Allah bizleri (muhafaza eylesin) uzak tutsun. O zaman İman nedir bilmeyenlere veyahut sadakatlerine şahid olmadan onlara sen Mü’minsin diyerek aldanması ve aldatmasına yardımcı olabiliriz. Bu aldanma ve aldatma maalesef yaygın bir çeşitliliğe ve yaygınlığa sahiptir.
Batıl olan rejimler-sistemler elinde oyuncak haline dönüşmüş olan dini! Kurumların dini laiklik çıkarları doğrultusunda sunup İslam’ı hayat tarzı olarak kabul etmeyenlere ve de İslam’a hayatlarında öncülük tanımadan ‘’Kulluk karmaşası yaşayanlara,, dahi Mü’min yakıştırması ve muamele göstererek aldatması da aynı minvaldedir. Bu aldatmaların resmi ayağı gibi sivil ayaklar da söz konusudur. İslam-ı hayat tarzı olarak benimsemeyen ve İslam’ın toplumsal hayat olması için çabalamayan insanların iman iddiasında bulunması abestir. Mü’min olana değildir demek nasıl batıl ise, Mü’min olmayana da Mü’mindir yaklaşımları aynı şekilde batıldır ve Allah adına iftirada bulunma düşüncesi, sözü ve eylemliliğidir.
Burada Mü’min olmadığı halde kimliğinde dini İslam yazıldı diye, Mü’mindir deyip öyle kabul edip muamelelerde bulunmak büyük bir vebal altına sokar ki Allah muhafaza buyursun, Motosiklet sürücüsüne pilot ehliyeti vermenin sakıncası bile bundan daha hafif kalır. (Kendini pilot sanması sonucu doğacak tahribat ile kendini Mü’min sanmasının verdiği tahribat bir değildir) Ya bu ehliyet liyakatini verenler! Allah adına yalan atıp/iftira uyduranlar zümresinden değil de nedirler? İman nedir Mü’min kimdir diye yüzleşmekten kaçanlara ve de yol bilmezlere her konuda olduğu gibi bu konuda da bilgi kaynağımız ilahi kelamdır ve söz hakkı Allah’a aittir.
Mü’min olmak; Allah’tan emin olmayı! Verdiği her konudaki bilginin gerçekliği doğrultusunda ‘’Ona,, güvenmeyi onunla güvene ermeyi gerektirir,Allah kendisine bağlanıp yönelen kulunu Mü’min isimi ile tanımlıyor elbette ki bukuldan kabul edeceği niteliklerin neler olduğuna da o karar verir. Mü’minlerin kimler olduğu, Kişiliklerinde ne tür niteliklere sahib olacakları, neleri yapıp nelerden kaçınmaları gerektiği, (İman ettikleri bir kitab) kitabi bir hayatı her şeyden daha çok önceledikleri detaylı bir şekilde tanıtılır.
Mü’min olmak-iman edenlerden olmak bu işin temelidir. İman etmeyenlerin yararlı olan amelleri dünya hayatında birçok faydaya zemin sağlasa da bir sonraki hayatta kendilerine hiçbir fayda sağlamayacağı gerçeğini es geçmeden, Allah yalnızca iman edip iman prensiplerince amel edenlerden kabul edecektir.
Mü’minun suresinde zikredilen nitelikler üzerinden "Firdevs" cennetine yolculuğu ele almaya çalışacak olur isek, bu Mü’minler Firdevs Cennetinin varisleri olacaklardır diye yedi niteliklerinden bahsedilir.
Surenin indiği günlerde İslâm'a girmiş olan Hz. Ömer (r.a)"Bu sure indiğinde ben de Allahın elçisinin (s.a) yanındaydım ve onun durumunu gözlüyordum. Vahiy hali bittiğinde; Allahın elçisi şöyle buyurdular: "Şimdi bana on ayet geldi ki, onlara uyan kesinlikle Cennete girecektir." Sonra da Sure'nin başlangıç ayetlerini okudular."[1]
"Kesin olan (Takdir edilen) şudur ki, Mü'minler felah bulmuştur (kurtulmuştur)" Muminun Suresi /1
Öyle bir sahne ki; gözler pür dikkat kesilmiş! "Perde açılmış tüm ışıklar bir yere odaklanmış ve seyredenler gıpta ederek kurtuluşa erenlere bakıyor…" Büyük bir başarı sağlayanlar çaba ve kararlılık gösterenler İlahi hoşnutluğu elde edenler, kendisi için yarışa sevk edebilecek bir (vaad) ödül. Kurtuluş ve ‘’azad olmak,, yolun sonunda iki neticeden biri! Zaten hayata dair olan konu bu değil mi?
Bir cezadan bir hastalıktan bir esaretten bir zindandan kurtuluş için veya insanın karşı karşıya kalabileceği hareket kıstı hallerinin tümünden kurtuluş için insan neyini esirger vermez ki? Darlıkta iken rahata ermek için çalışan insan rahatta iken neden geleceğini kısıtlayacak rehavette olur? Çölde susuz kalan insan için bir damla su bir okyanus kıymetinde ikenİlla da daramı düşelim, gerçi darlıkta azmak isteyen insana çare olmayabiliyor.
Bir de İnsanlığın dünya refahı artıkçakendini yeterli görme ‘’istiğna,, hastalığı tavan yapıyor, sanki (haşa) hayat artık ilahi kontrolden çıkmış ve kendi kontrollerine almışçasına böbürlenme, küstahlaşma, çirkinleşme, hayasızlaşma, hırsızlık, zorbalık ve hukuksuzluk tavan yapıyor. Kendini beğenmişlik had safhalara taşınıyor. Sanki hayat artık ilahi kontrolden çıkmış!!
Cahiliye ayaklar altına alınıp Toplum ‘’İslam hayat sistemi,, ne kavuştuğunda ,‘’Hayra,, ait ekim işlevi, tabandan tavana – tavandan tabana doğru bir döngü ile işleyecektir. Aksi hal de ise toplumlar, bunun karşılığı olarak sadece bir sonraki hayatta değil burada da cehennem hayatının ısırıklarına ve yakıcılığına maruz kalınacaktır.
Mü’minlerin birinci niteliği; Huşu ile yoğrulmuş bir Salat (Namaz diye yapılan çeviri Salatın anlam ve yükümlülük sınırlarını yansıtmadığından Salat ifadesi kullanılmıştır)
"Onlar ki, salatlarında hûşu (sevgiyle yoğrulmuş bir korku ve duyarlılık) içinde olanlardır." Muminun Suresi/2
Her ne dersek ve söylemek ister isek söyleyelim. Bir eylemdeki Ruh (haşyet) halini ifade için kifayetsiz kalacaktır, çünkü konu edilen davranışlarımıza ve hallerimize korku ile ümit arasına sıkıştırılmış bir sevgiyi katmamız istenmekte Niteliğin ilki Huşu ile Salat-ı icra etmektir.
Salat ibadeti, Allah’a dayanıp güvenerek sarsılmaz bir dik duruş ortaya koymak,destek almada ve vermede, yardım etmede ve almada sosyal hayatın idame etmesinde, eğmeden, bükmeden, eğilmeden ve bükülmeden istenilen doğrultudaki eylemliliktir. Hakk’a hakikate boyun eğdirmemektir. Huşu bu eylemliliğin temeli olma vasfındadır. Çünkü huşu ‘’asgari olarak hassasiyet sahibi olma veyahut hassasiyette zirve halidir,, sorumluluğun sevgiyle yoğrulmuş bir korku ve duyarlılık halidir.
Bu duyarlılık ile ateşten korunmaya ve ilahi sevgiyi elde etmeye doğru, doğrulma ve doğrultma eylemlerin de bulunmayı sağlar. Yani anlayacağımız gibi salat toplumsal yanılgı hali olan ne dediğini bilmeden icra edilen şekilsel olarak sergilenen ruhundan kopuk ‘’şekilsel namaz,, demek değildir. Salat; sosyal hayatı ve iktisadi hayatı düzenler niteliktedir.[2] Salat; yaslanıp dayanma ile dik ve diri olma durumudur musalla taşının meyyiti doğrultmuş hali gibi destek sağlar. Bizlerin de Allah’a dayanıp destek alma ve Allah’a kulluk gereği destek vermemiz destek olma hallerini vurgulayan bir kavramdır.
Yaslanma da aynı kökten gelir, dayanak/ bir yere dayanarak güç alma, verme işlevini sunarken, cehennemdekiler için kullanıldığında! Yaslandıkları dayandıkları yerin ateş olduğu zikrolunur.
Mekke de Ayetin indiği ortamda çetin işkencelerin daha başlanmadığı ama çetin bir mücadelenin olduğu bir zaman dilimi bu ortamda İman edenlerin dik ve sarsılmaz bir duruşu sağlayan dayanışmanın / desteğin / yardımlaşmanın /salatın nasıllığının bizlere öğretildiği bir muhteva ile, ey iman edenler bana dayanıp güvenerek bir birinize yaslanın! Kurtuluş ve Firdevs buna bağlı imana sadakatte budur dercesine bugünümüze ışık tutar.
Ben olmayı ne zaman aşacaksın? Biz olmayı sağlayan unsurlara ne kadar bağlısın? Biz olmaya, tek vücut gibi davranmak için ne zaman harekete geçeceksin? Cahiliye toplumundan İslam toplumuna yol alışta ortaya konan mücadeledeki yerini ne zaman alacaksın? Sorularına ihtiyaç duyurmayan bunları çözmüş bir çaba ve bağlılıktır Salatta haşyet.
Salat,günde beş vakit minarelerden yükselen seslendirme ile ‘’kavramsal telaffuz olan-hâyye âlassala- yerine kullanılan farsça namaz ibaresini terk etmek(öncelememek) ve aslını anlam derinliği ile yeniden ihya etmemiz gerektiğine inanıyorum. Böylece kim nereye ve niçin davet edildiğini bilsin, kim bu çağrıyı yapar ise icabet edilir! Bilinsin.
Salat (namaz) ibadeti,içinmüfessirlerin çoğunluğu huşu ile hem hal olan bir salatın (şekilsel boyut için) kendisinden hırsızlık yapmayacak şekilde odaklanma ve davranış erkanlarına gösterilmesi gereken özen olarak dikkat çekmiştir.
Elbette buna katılmamak mümkün değil, evet bunun ile beraber Salatı ikame eder iken kimin huzurunda durduğumuzun bilinci ile kimin huzurundayım? Telaffuz ettiğimiz metinlerde ne diyoruz! Ben ne diyorum? Kimden ne istiyorum! Neyin sözünü veriyorum? Tarzında kıraatte ne dediğini bilen, bilmeye çalışan ve Salatın gerektirdiği mükellefiyetlerin yansıması olan, sosyal hayatı salat ile konuşturan kul olmak bilincinde eda etmek, şekil ile ruh arasındaki bütünü sağlamak ve koparılmasına fırsat tanımamak üzere yoğunlaşmamız gerekmekte. Gerek Allah huzurunda duruşta gerekse sosyal ve iktisadi hayatta Salatın kendisinden hırsızlık yapmayacak şekilde odaklanma ve davranış erkanlarına gösterilmesi gereken özen ve duyarlılıktır diye Salat bilinci takip edilmeli, ifa edilmeli.
Böylece Şekil ve ruhu bütünleşmiş ayrılmaz bir bütünlük taşıyan Salattan (namaz) hırsızlık yapmamış ve salat huşu ile buluşmuştur diyebiliriz. Ruhsal derinliklerde kimin huzurunda olduğumuzun bilincini yakaladı isek Allah’ın huzurunda Salat eylemliliğinin hazzı ve sorumluluğunu taşıyoruzdur bunu korumak da, bunda zayıflık yaşamak da Sallat bilinci ile ilişkilidir.
Salat ibadeti biz bilincinin mimarı iken, bu bilincini yakalayamayanlarda huşu ile salatı ikame zor bir durumdur çünkü her rekâtta biz bilinci vurgusunu yapmaktayız iman edenlerin (birliktelik bilinci) birlikte iş yapma bilincinde olduklarını ifade edip yalnız başlarına hareket eden ve yalnız mü’min olmak diye! Tek başınalıklara soyunması kabul görecek bir tercih olmadığı gibi, sürekli bir serzeniş, sürekli bir rahatsızlık doğurur, çünkü söylediğini yapmama yapmak için çabalamama şeklinde bir yolculuk, yol almak değildir. Salat ibadetini birde ikame ederken,kıyam, rükû ve Sücud (secde) eylemlerimizin birde dile gelmesi var;
Kıyam beden dili ile ne der ne anlatır? Yalnızca sana kulluk eder ve senden yardım dilerim diyen şehidler, sıddikler ve nebiler izince yer yüzünde böbürlenen ilahlık ve Rablik taslayan kullarına karşı duracağıma, Kayyim olan dinin gereği…, sana kulluk etmeyenlerin karşısında sarsılmaz bir şekilde dik duracağıma, mazlum ve zayıf bırakılmış kullarına yardım edip onların doğrulması için çaba sarf edeceğime, senin önünde boynu eğik, karşında konumlananların karşısında ise başı dik bir şekilde duracağım. Veyahut Rabbim divanında el pençe durdum Halis olan dinine muhlis bir kul olarak boyun eğen ve dik duran kullarından eyle diye… Bu yolda bana yardım et Rabbim, diye sığınışımız dile gelir..
Rüku beden dili ile ne der? önünde boyun eğilecek biri var ise ‘’O,, da yalnız sensin. Karşılaşılabilecek her vakıada senden başkasının önünde eğilen boyun zilleti seçmiştir, Âlemler senin iken, senin olanların önünde boyun eğmek! Sefih aklı olanların işidir. Sana boyun eğmek şereflerin en büyüğüdür...
Sücud beden dili ile ne der? secde tüm benliğimizi toplar gibi, bedenimizi toparlayıp en fazla önem atf edilen ve benliğimizin sembolü niteliğinde olan yüzümüzü / alnımızı zemine indirir/koyarız ‘’yürürken bile en yüksekte olan, düşüncelerin bile yüzdeki mimik ile yansıtılabildiği o yüzün zirvesi olan alın!,, İndirebildiğimiz en aşağı zemine inmesi, itaat edilmeye layık yegane kudret ve otorite sensin sözünün, sözcüsüdür.
Beden bütünümüzü sembolize eden yüzümüzve bedenimizin toparlanması ile ifa edilen secde; hayat bir bütündür, Allah’ın söz söylediği ve Elçilerin örnekliğini sergilediği yerde, bu sözün ve örnekliğin aksince bir itaatten kaçınacağıma’’ her şeyden Üst(ün) yüce/Âla olan Allah’ı üst(ün) tutacağımı, aksi olacakher düşünce, söz ve davranıştan uzak duracağımı ilan eder ve tenzih ederim. Sana secde/ itaat etmeyenlere ilişkin yükümlülüklerimi belirlediğin aşamaları göz önünde tutarak icrasına ilişkin itaat edeceğim ve mücadele edeceğim Allah’ım…
Allah’ın huzurunda olma bilinci olan Salat ikame edilir iken huşu bu eylemliliğin temeli olma vasfındadır, huşu hassasiyette zirve halidir ki,sorumluluğun sevgiyle yoğrulmuş bir korku ve duyarlılık halidir demiştik. Huşu kavramını bize bu şekilde belleten ayetlerden bir tanesi, Kulları üzerine indirdiği kitaba/ayetlerine gösterilmesi gerekenhali/sorumluluğu tasvir için bildirilen;
"Bu Kur'an-ı bir dağa indirmiş olsaydık, ezilip büzülerek (saygı ile baş eğmiş) Allah korkusuyla paramparça( çatlamış, yarılmış) olduğunu görürdün…" Haşr Suresi/21
Ayette sunulan Kitaba ilişkin bu duyarlılık ‘’Özveri ve sorumlulukta ,, hassas olmayı gerektirir. Bir dağın, üzerine inen kitaba sarılması, içinde olanları koruyup riayet göstermesinde ortaya koyabileceği sevgi ve bağlılığın ciddiyet ile ilgili bir öğretisi söz konusu olduğundan Mü’minin niteliği olan‘’Salatta haşyet,, aynı duyarlılıklar salatın korunup kollanması ve icrasını gerektirir.
Salatta haşyet; Rabbin huzurunda bir destek bir moral bir güç bir yardım bir sığınak hali olduğundan, sorunların üstesinden gelebilmek için bir arayış meydanıdır çünkü; karanlıklara gömülen salatsız toplumların Nur’a /aydınlanmaya ihtiyacı var yoksa ruhbanca örneklenen inzivaya çekilip bedene ve ruha çile çektirmek ve toplum içinde boynu bükük dolaşma eylemsizliği değildir.
Salat ibadeti kendi içinde münker ve fahşadan nehyeder / alıkoyar, Allah’ın razı olmadığını bildirdiği direkt ve dolaylı her türlü çirkinlik ve kötülüklerden alıkoyan bir işlevselliktir. Huşu ile buluştuğunda dönüşüm ve değişimin tesiri karşısında durabilecek güç yoktur. Bu bizden kuşanmamız istenen ilk niteliktir.
Rabbim bizleri bu niteliği kuşanan kullarından eylesin…
Hâmd Allah’a, salat ve selam önder ve rehberimiz olan Muhammed a.s. şahsında tüm Resullere.