Yüksel YILMAZ
İNANMAK, GÜVENMEKTİR
Ülkenin en zengin ailelerinden birinin yakışıklı, karizmatik, kültürlü bir genciydi. En güzel arabalara binen, havuzlu, deniz manzaralı en güzel evlerde, villalarda oturan, en güzel yemekleri yiyen, son moda ayakkabıları, kıyafetleri giyen, en güzel/pahalı kokuları, parfümleri kullanan, son model cep telefonuna, dev ekran TV’ye, sahip bir gençti. Ülkede hiç kimse de olmayana ilk sahip olan gençlerdendi. Filmleri, maçları, eğlenceleri en önden, locadan seyrederdi. Eğlence mekânlarında gözler onun üzerindeydi. Kızlar peşindeydi. Jetiyle bir gün Avrupa’da bir gün Asyada bir gün Amerika’da bir hayat yaşıyordu. Değer yargısı dünya olanlarca imrenilen, bir benzeri de bize verilse denilen bir hayat yaşıyordu. Başkalarının imrendiği bu hayat onu mutlu, huzurlu etmiyordu. Arada sıra namaz kılıyor, özel gün ve gecelerde camilere gidiyordu ama çevresinde gördüğü dindarlar, din adamları ondan faydalanma peşinde olduğundan onlardan bir şey alamıyordu.
İçinde bir şeyleri sorguluyor ama doğru cevapları bulamıyordu. Doğru cevapları verecek birini, kendi gibi yaşayan, inanan birini değil de örnek alacağı yeni bir modeli arıyordu.
İşte bir gün altında Ferrari’si, üstünde 10.000 dolarlık takım elbisesi, 1000 dolarlık ayakkabısı, rayban gözlükleri, kolunda rolex saati, cebinde özel üretim vertu marka cep telefonu, yanında limitsiz kredi kartları ile gezerken insanların bir yerde toplandıklarını gördü ve oraya doğru yöneldi. İçeri girdiğinde biri Allah’ın ayetlerini okumaktaydı. Dünya hayatının, süsünün bir imtihan olduğunu asıl hayatın ebedi, sonsuz olan ahiret hayatı olduğunu belirten, hayatı düzenleyenin kâinatı düzenleyen olduğunu, var olmanın nedenini anlatan ayetler okunmaktaydı.
Anlatan da çok sıradan halktan biriydi ama sözleri etkileyici ve gerçekti. Bu genç, bu insanları ve dediklerini araştırmaya, düşünmeye başladı. İlk gördüğü, bu insanların çoğunluğu fakir kişilerdi ve Ülkenin ileri gelenleri bunları terörist ilan etmiş ve onları hapsediyor, işkence ediyor veya idam ediyordu. Zorlu ve sıkıntılı bir dönem yaşayan bu insanlarla beraber olmak tüm bunlara da muhatap olmaktı. Onunla olanlar hep bir menfaat veya çıkar içinde olduklarında onların samimiyeti, karşılık beklememeleri ve söyledikleri bu genci derinden etkilemişti. Ve oraya giderek Allah’ın halis/katkısız, eklentisiz dini olan İslam’ı kabul etti.
Ailesinin, çevresinin ve ülkedeki baskılardan dolayı bir süre kimseye söylemedi. Ama ülkedeki güvenlik güçlerine çalışan muhbirlerden biri onu oraya, Müslümanların mescidine girerken gördü ve bunu hemen yetkililere bildirdi. Onlarda, ailesi çok zengin, dokunulmaz olduğundan ailesine bildirdiler. Ailesi büyük yaygara kopardılar. Oğullarını bu yoldan döndürmek için psikolojik, maddi her türlü yolu denediler. “Kredi kartlarını, arabalarını, her şeyini alırız” dediler ama sonuç alamadılar. Onu oraya gitmekten alıkoymak için villalarından birine hapsettiler. Ama o fırsatını buldukça kaçıyor ve Allah’ın vahyini öğrenmeye çalışıyordu. Ailesi ona onların yanlış yolda olduklarını anlatmaları için binlerce dolar ödeyip kendilerince en iyi din adamlarını getirtip onu etkilemeye çalışıyorlardı ama nafile. Çünkü sözü etkili kılan, sözün gücü ve söyleyenin samimiyetiydi. Bunların ikisi de para için din anlatanlarda yoktu.
Şirkten, küfürden, cahiliyeden, ruczdan hicret eden bu genç özgürleşmek için ülkesinden ve ailesinden hicret etmek zorunda kalır. O mescide gelirken yanında olan dünyalıkların hiçbiri yanında yoktu. Eski bir elbise ve ayakkabı ile hicret etti.
Artık o asıl zenginliğin iman zenginliği olduğunu biliyordu, öğrenmişti. O yüzden o kaybetmemişti bilakis kazanmıştı. Çünkü o inanmıştı.
İnanmak, güvenmektir. O yüzden “Allah ey iman edenler, güvenin" demektedir.(4/136) İşte bu genç, Tevbe Suresi 24 daha inmeden (Musab bin umeyr için) Allah ve resulünü ve onun yolunda mücadele etmeyi tercih etti.
Çünkü inanmak, güvenmekti.
Rızkı verenin o olduğuna inandığı için Allahtan rızkının geleceğine güveniyordu.
İkram edenin o olduğuna inandığı için Allah’ın kendisine ikram edeceğine güveniyordu.
Fayda ve zarar verenin o olduğuna inandığı için Allah’ın kendisi için en iyiyi sağlayacağına, korumasına güveniyordu.
O gerçekten iman etmişti.
Şimdi bizler şöyle bir düşünelim.
Acaba o gencin sahip olduklarına sahip olmak için ne kadar çok çalışmamız, koşturmamız lazım?
Ne kadar çok çalışsak, onun sahip olduklarına sahip olamayacağımızı biliyoruz değil mi?
Onun bindiği arabaya binmek, giydiği ayakkabıyı almak, yaşadığı eve sahip olmak için ne kadar koşturursak koşturalım sahip olduktan sonra onun gibi davranabilir miyiz?
O sahip olduklarını bir anda terk edebilirken bizler acaba onun sahip olduğu bir kol saati kadar olan tüm kazancımızı Allah için terk edebiliriz miyiz?
Allah’ın yolunda mücadele etmek karşılığında nelerimizden vazgeçebiliriz?
İşte inanmak aynı zamanda güvenmektir. Rabbine inanan ona güvenir, ona dayanır, ona tevekkül eder. Bizler de Rabbimize inanıp, güvenir isek terk etmekten korkmayız.
Musab gibi, Usame gibi ve diğer gençler gibi.