Said ALİOĞLU
17 Mart 2008
KİMYASAL İNTİFADA YA DA “FİLİSTİN DİRENİŞİ”
‘İçeriden’ cümleler…
10 Mart 2008 Pazartesi günkü ‘Taraf’’; ‘Anadolu’da Vakit Gazetesi’ ve bazı gazetelerde Anadolu Ajansı mahreçli olup Filistin’le ilgili bir tercüme haber yayımlandı. Adı geçen bu haber,Taraf Gazetesi’nde “Büyüyünce şehit olacaklar’ ve A.Vakit’te de ‘Kimyasal İntifada yakında’ başlığıyla yayımlanmıştı. Gazze ve Gazze Şeridi’nde yaşanan İsrail’in ‘biperva’ saldırganlığı ve o saldırganlığa karşı birkaç bin kilometrekarelik dar bir alanda şıkışık bir hayat sürdürmek zorunda kalan bir avuç mazlum Filistin halkının haklı direnişi ve o kural tanımaz devlet terörünün beslediği psikolojik durumun, bir yetkin şahsın o durumu betimleyici ‘içeriden’ cümlelerin aktarımı ister istemez bizleri orada yaşayan mazlum ve mahrum insanlar adına endişelendirmektedir.
İsrail devlet terörüne karşı eylemlilik hali…
Günümüzde yaşadığımız dünya üzerinde bir yığın kriz bölgeleri bulunmaktadır. Bu krizlerin birbiriyle bağlantılı birtakım sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik nedenleri başlı başına karşımızda yıkılması hayli zor taştan bir kale gibi durmaktadır; terör, devlet terörü ve teröre karşı bir direniş sergilenirken belli bir ölçünün kaçırılıp, karşı taraf üzerinden başka insanlara yönel
tilen bir karşı terör eyleminin oluşturduğu kaos ortamı,sürdürülebilirliği imkan dahilinde olup da birtakım nedenlerden dolayı sürdürülmeyen sosyal hizmetler vb.Eğer medyayı takip ediyor isek bile,sıkça BM raporlarında bir sürü kriz bölgelerine atıf yapıldığını da görebiliriz. Bu kriz bölgelerinin varlığı elde bulunan imkanların bir eşitlik ve adalet çerçevesinde toplumların istifadesine sunulmaması, o bölge ile ilgili yerel ve küresel güç odaklarının kaynakları kendi tekellerine almak istemeleri ve nihayetinde de yapılıp edilenlerin emperyalizmin kar hanesine yazılması şeklinde bizlere medya yoluyla ulaştırılmaktadır. Yine burada bu kriz bölgelerinin esas müsebbiplerinin de BM’yi oluşturan emperyal irade ve yandaşları olduğunu belirmek isteriz.
Emperyal irade’nin istek, arzu ve çabaları sonucu oluşan kriz bölgeleri, içerisinde yaşananlarla birlikte sorunlar yumağı bir hal aldığı hakikatinden yola çıkarsak; doğru bir düşüncenin oluş(a)madığına, ekonomik çabaların sadra şifa olmadığına, yerine işgalin, zulmün, tecrit edilmişliğin ve işin en acı yönünün de en başta o toplumun belkemiği annelerin, kız çocukla-
rının erkek çocuklarının ve sonuçta da babaların ‘psikolojisi hayli bozuk fertlerden müteşekkil dünü şöyle yada böyle, bugünü yıkılan, yarını ise meçhul bir toplum’ içerisinde bir hayatsürdürmeleri elbetteki sonuçta vahamet derecesine gelip dayanacaktır. Buna ‘toplumsal yok oluş ta diyebiliriz, imkanlar içre mahrum bırakılmışlıkta diyebiliriz, buna genç kızların yadaannelerin ‘gözü pek’ bombalı eylemliliği de diyebiliriz. Yada olup bitenleri, yaşananları hissetmeden devletlilik hali dünya kamuoyu tarafından kabul edilmiş(!) bir devlet ve o devleti oluşturantopluma karşı girişilen bir ‘terörizm’ olgusu olarak ta belirtebiliriz. Burada esas olan mantık,kişinin ne anladığıyla ilgilidir. Hangi temel üzre olursa olsun, ulusal temelli ve modern argümanlı bir devlet anlayışı, gücü elinde bulunduranı ne yaparsa yapsın haklı bulan, ona karşı çıkanı da peşinen –zımmen de olsa- terörist olarak algılıyorsa, her açıdan yıkılmakla yüz yüze kalan toplumu kendi ateşiyle yakmakla eşdeğer bir anlayıştır. Böylesi bir anlayışı günümüz Türkiyesi’nde geçmişe nazaran pek bulamayız. Aksine, Siyonist muhibbi bir avuç fert ve grup dışında hangi ideolojik kalıp içerisinde olursa olsun insanların ezici çoğunluğu kendi açılarından ilan edilmemiş bile olsa, Filistin’de sürekli cereyan eden olaylara ilgi duymakta ve elinden geldiği kadarıyla da çabalarını serdetmektedir.Ör. İHH ve diğer yanda FHDD... Ya bunu bir avuç Müslüman gibi İslami, ya sol/sosyalist duyarlıkla yada her şeyden de önce salt insani bir görev olarak telakki etmektedirler. Bizler açısından ise, her konuda olduğu gibi bu konuda da insaniliğimiz İslamiliğimizle eşdeğer olup, onunla alakalıdır.
Ulusal/milliyetçi körlük içerisinde Filistin’i anla(ya)mamak…
Yukarıda belirttiğimiz kurumsallık bazından olaya bakıyoruz ki bu çabaların içerisinde ne Türk ne de Kürt tarafından milliyetçileri maalesef bulamıyoruz! Eskisi gibi yoğun olmasa da Türk milliyetçi gruplar bazında cılızda olsa “onlar(yani Araplar) bizi arkadan vurdu” yollu hayli bayatlamış yarı kahır, yarı sitem dolu ifadeler arz-ı endam etmektedir.Bilinç cahili Türk
Milliyetçi grupta başı esasında ‘ümmetten ulus yaratma’ formunu esas alan Kemalistler’dir!
Diğer milliyetçi gruplar ise Bu söylemin etkisi ise, günbegün azalmaktadır. Bunun yanında sosyalizmden devşirme bir Kürt milliyetçiliği anaforu içerisinde ve bir ezilmişlik halet-i ruhiyesiyle işi azıtıp, adeta ontolojik bağlamda İsrail’le aynı safta olma hezeyanları hatırı sayılır bir yer işgal etmektedir. Hatırlayalım, 90’lı yılların atmosferinde bazı Kürtlerin ‘sarı hoca’sı Türk İsmail Beşikçi hz.(!) Ortadoğu bağlamında Kürtlerin esas müttefiklerinin İsrail olduğunu/olması gerektiğini kanırta kanırta dile getiriyordu. O bazı Kürtlerde bu ifadelerde bir orijinallik bulmuşçasına sahipleniyorlardı. Bu sahiplenme de elbette kendiliğinden oluşmamıştı! Biz, Filistin’i anlamak ve ona sahip çıkmak bağlamında bu sakat anlayışları kabul edemiyoruz! Çünkü o topraklar bir açıdan – özellikle de inanç açısından- bizim ve bu işin esas mihenk noktası da bu toprakların yüzyıllara dayanan ontolojik bir bağının bulunmasıdır diyebiliriz! Bu iki aşırı ucun bulundukları noktayı ihanet olarak algılamıyoruz. Aksine bu anlayışların genel yapıya yabancı, kökü dışarıda ideolojik yapılanmalar olduğunu belirtiyoruz. Burada esas hain olan Filistin dramına ‘Fransız’ kalan yönetici konumundaki Araplar ve Filistin’den beslenen ‘Filistin Hainleri’dir diye de tarihe not düşüyoruz.
Mahmud Abbas, El-Fetih Yada “Filistin hainleri…”
Yukarıda emperyal irade tarafından oluşturulan kriz bölgelerinin varlığından bahsetmiş, bu bölgelerin oluşumuna sebep teşkil eden olgularına değinmiş ve bir çerçeve çizmeye çalışmıştık. Tabii ki kriz bölgeleri durumlarına göre matematiksel olarak, ayrı ayrı kategorize edilebilir, sınıflandırılabilir, krizlerin çözümü yolunda düşünce üretilebilir ve en nihayetinde ise hem orada yaşayanlar ve hem de az çok duyarlık sahibi bizler tarafından mutlu bir sonuca ulaşılabilir. Amma söz konusu olan bölge Filistin ve özelde de Gazze ise, aklın ve mantığın durabileceğini, olası üretilen/üretilecek düşüncelerin ise, turnosol
kağıdı gibi birileri tarafından buruşturulup atılabileceğini de peşine belirtelim. Zira Filistin ve Gazze derken emperyalist iradeye bir vurgu yapılır olsa bile, belki o iradeyi de aşan Siyonist bir olguyla karşı karşıya olduğumuzu hiçbir zaman unutmamalıyız.
Modern zaman diliminde egemen güçler tarafından oluşturulan tüm sorunların şu veya bu şekilde bir çözümü de önemine ve menfaatine binaen bulunuyor olabilir.
Bu bağlamda oluşturulan kriz bölgeleri için birileri devreye girip, oluşturulan tarafları buluşturup, bir hal yoluna kerhen de olsa adım atıyorlar, var olan sorunları çözmek adına(!) yapmacıktan, kararlar alıp, bol keseden de demeçler verebilmektedirler,
aynı zamanda da dünya kamuoyunun gözlerinin içine baka baka! Ama iş, gelip Filistin’e dayandığında film tersinden isliyor gibi! Anlaşmalar, kararlar, öngörülen maddi yardımlar ve iş olsun kabilinden Siyonist çetelere söyletilen vaatler ve o vaatle-
ri de içeren Oslo gibi süreçler, geçerlilik kazanmamakta ve aynı zamanda da Siyonist muhibbi gibi davranış kalıpları içerisinde Ramallah’ta oturup, siyasi rakibi olarak gördüğü Hamas’ı yok etmek için eline geçirdiği tüm fırsatları değerlendirme bedbaht-
lığında bulunan laik/çi Mahmud Abbas ve örgütü El-Fetih, Gazze’ye belki de Siyonistlerden daha da ağır darbeler vurmakta ve Filistin’in bir yanını acıtmaktadır.
Ki, yeri gelmişken şunu da ifade edebiliriz; Emperyalist güçler tarafından özellikle de siyasal anlamda oluşturulan hiçbir kriz bölgesinde meşru bir halk iktidarına rağmen tamamen çetelerden oluşmuş başka bir iktidarın bulunduğu Filistin özelinde olduğu gibi vaki olmamıştır. Demek ki, bu şans Filistin’e özgü!
Empatik yollarla anlama…
İşte, yine çerçevesini bu şekilde çizmeye çalıştığımız bir Filistin/bir bölge –Gazze- ve ateşler içerisinde yanıp, kavrulan bir halk karşımızda duruyor. Bu insanların ruh yapılarını sağlıklı olarak göremeyebiliriz. Belki de bir takım artılarımızı –o da neye
göre?- ortaya koyup, kendimizi huzur içerisinde hissedebiliriz! Ama bunun tam tersini de yapıp empatik yollar’a başvurabilir ve orada yaşanan acıları azda olsa hissetme şansımız olabilir ve çözüme yönelik düşünce ve eylemlerimize de işlerlik kazandırabiliriz.
Her şeyden önce insan; Cenab-ı Allah’ın halkettiği bir varlık olup; birbiriyle organik bağlantısı olan ruh ve madde’den müteşekkildir. Madde, göz önünde olan ve aynı zamanda da görünen bir cüzdür. O cüze anlam katan ise, mahiyeti O’nun katında bulunan; O’nun tarafından bilinen ruh’tur! İşte bu ruhtur ki, insanın dünya imtihanında başat bir rol oynar!
İçinde bulunduğu durumda, kendisini taşıyan insanın hayat karşısında aldığı şekil ve muhtevaya tekabül eder. Acılara üzülür, sevinçte ise, bir sürur içre varlığını berdevam ettirir. Bu meyanda, çevremizdeki insanları, toplumları ve kendimizi tanımlarken bolca ruh halinden bahsederiz, o olguyla ilgili bir yığın tahliller yapar, çözümlemelerde bulunuruz!
Bunun ilmine psikoloji deriz, o disiplin yoluyla da bir noktaya varırız. İşte bu meyanda psikolojik durum, bize insanların ve toplumların durumunu ele verir. İnsanın ve o toplumun nereye gittiğini de görebiliriz. Yine bu meyanda söz konusu Filistin –Gazze- ve Filistinliler ise, onları her şeyden önce şartsız/şekilsiz anlamak zorunluluğu bizlere ahlaki bir zorunluluk
yükler ister istemez!
Kimyasal silahlar ve olası bozulan psikolojiler…
Yazı içerisinde yaptığımız bu kısa girişten sonra yukarıda gazeteler bazında başlıklarını verdiğimiz konuya dönersek Gazze Toplumu Ruh Sağlığı Direktörü Dr.İyad Sarrac’ın yaptığı Gazze üzerinden pisikolojik bağlamlı tesbitlerine bir bakalım: Dr.Sarrac; “…barış sağlanmazsa, Gazze’ye kimyasal silahlar da girecek ve İsrail’e karşı kullanılacaktır.” diyor.
Yine Sarrac; Bir şekilde barış sağlanmazsa, Gazze’de üçüncü intifadanın başlayacağı öngörüsünde bulunarak “ Bu öyle taşla, silahla da olmayacak, ‘Kimyasal İntifada’ veya ‘Nükleer İntifada’ olacak” diyor. Sarrac, endişesinde haklı ama, olayın çözümü Filistinlilere ve çözümden yana olan insanlara bırakılmıyor. Tabiri caizse kör bir mantıkla işgal alabildiğine
devam ettiriliyor. Bir taraf peşinen haklı ve ezen; diğer taraf ise, her şeyden önce yok olması icap eden bir ur misali! Senaryo böyle bir haklılık temelinde yazılmasına rağmen, film platosunda hesapta olmayan karşı roller filmi mahvediyor! Bu çerçevede bir yandan işgal, yok ediş, diğer yandan ise, yılmadan ve durmadan bir direniş… Burada kesinlikle her iki tarafı oluşturan insanların psikolojisi belki de o ilmi disiplin kalıpları dışında bir seyir takip ediyordur. Bir taraft kendi öz ülkesinde mahrumiyet içerisinde iken, diğer tarafta ise vaat edildiği halde, gerçekte ise yar olmayacak topraklılık psikolojisi içerisinde bir intifada gerçeğiyle yüz yüzelik! Hele denildiği gibi üçüncü bir intifada kimyasallarla olursa, kıyamet kapıda demektir! Ümit etmeyiz ama, bir kimyasal intifada kapıda ise, olabileceklerin esas sorumluluğu kime ait olacaktır? İsrail’e mi; dolayısıyla ona her açıdan destek çıkan ABD ve BM’ye mi; Yoksa,intifadayı bir yol ve yöntem olarak kullanan Filistin tarafına mı? Bu sorunun cevabı, apaçık ortada duruyor! Bundan önce, o insanların birer canlı bomba olmalarını salık veren zemin, şu anda da kimyasalları kullanma hakkı tanıyacaktır mutlaka; sonucu vahim olsa da! O çerçevede akıp giden hayat içerisinde
bu konunun da fıkhi bir formu oluşacak ve bekli de önemi itibarıyla fıkıh literatürüne her şeyden önce ‘mudafa-i nefs’ bağlamında bir savunma ön şartı esası teşkil edecektir. Nasıl ki, önceleri canlı bomba olgusu, salt intihar kabilinden değerlendirilip, ardından da mahkum edilip eleştirildiyse de, sonraları ise, başka bir yol ve seçenek kalmadığı hakikatiyle ‘İştişhad eylemleri’ olarak değerlendirildi ve içselleştirilip,örnek hale sokuldu ise; ileride kimyasal
olgusu da aynı form çerçevesinde bir yerlere oturtulur diye düşünebiliriz. Gerçi iştişhad eylemleri, olası bir kimyasal intifada’nın yanında masum dursa bile, bir mecburiyete binaen hayatiyete kavuşmuştu. Ki, kimyasal intifada’da aynı yolu izleyecektir bu gidişle…