Yasin AYDOĞAN

14 Mart 2010

KUNDAK VE KEFEN

Doğarken insanı sarıp sarmaladıkları bir bez parçası var buna kundak diyoruz.

Ölürken de yine bir bez parçasına sarıp-sarmalayıp defnediyorlar ki buna da kefen diyoruz.

Kundak ve kefen bir çok noktada ortak özelliklere sahipler.

Ikisi de beyaz, ikisi de sade.

Kundak, dünyayı teşrifimizde ilk elbisemiz, kefen ise dünyayı terkedişimizde son elbisemizdir.

Kundak 1 metre, kefen ise 3-4 metre, boyutları değişiyor sadece.

Büyüyoruz, gelişiyoruz ya! hayat boyunca neler yapıyor, neler edip eyliyoruz.

Bizim ebadımızın değişmesi kefeninde değişmesini haliyle celbediyor.

Bu iki kıyafetin taşıdığı bir mana var.

Doğarken kundaklısın-kundaktasın, rütben yok, kariyerin yok, sınıfın yok,  özel statün yok, makamın yok, etkin yok, yetkin yok, etiketin yok, isminin ne önünde ne arkasında hiç bir sıfatın yok.

Ölürken de aynı.

Ikisi de beyaz. Ikisi de tüm statü ve ayrıcalıkları sıfırlıyor.

Ölürken kefenlisin-kefendesin, rütbe, kariyer, sınıf, statü, etki, yetki, etiket, sıfat hiç para etmiyor.

Bakınız her ölen, aynı üniforma (kefen) ile tebdili mekan eyliyor. Tahta arabanın (tabut) biraz albenili aksesuarlı olması pekte anlam ifade etmiyor, çünkü tahta araba gerisin geri dönüyor. Bizim sosyal statümüzü, kariyerimizi yakınlarımız tahta araba vesilesiyle ya da merasimle şişirmeye-süslemeye çaba gösterseler de durum değişmiyor kefenle defnediyorlar sonuçta.

Doğarken de mekan değişiyor karanlık bir mekandan (anne karnı) aydınlık dünyaya, ölürken de aydınlık bir mekandan karanlık bir mezara-kabre göçerek mekan değiştiriyoruz.

Toprak belki de bize analık ediyor-yeni bir ana gibi, yeniden rahmine girmemize izin verip ortalığa kokmamıza mani  oluyor.

Bu iki üniforma çok şey anlatıyor bize.

Sizi yaratan var!

Şımarmayın!

O var etmeseydi olmazdınız!

Kibre kapılmayın!

Kundağa sarılınca kulağınıza, sizi yaratanı hatırlatan bir ezan okundu, kefenlenince de gideceğiniz Rabbinize yolcularken namazınız kılınacak. Ezan ve namaz arası bir hayat, yaşadığınız hepsi bu!

Kundak ve kefen arası hayatınızı Allah’a borçlusunuz! O sizi kendi hükümlerine uyar bir hayatı yaşamanız için var etti ve kendi yoluna çağırdı, itaat edin başka ilahlar edinmeyin!

Birbirinize caka satmayın, tafra yapmayın, üstünlük taslamayın, her biriniz kundakla doğup kefenle göçtünüz! Tek üniforma ile hayata start verip aynı üniforma ile bitirdiniz!

Dünyada elde ettiğiniz bir takım statüleri zulme vasıta kılmayın. Adaletten şaşmayın!

Elde ettiklerinizi kendinizin bilmeyin, emanet olduğunu unutmayın!

Hayat ve ölüm arasını Allah’a adayın, O’na teslim edin. Allah’tan kopmayın, Allah’la bağınızı koparmayın!

Kundağı unutmayın, kefeni sık sık anın!

Ölümü asla unutmayın, yeni bir hayata doğacak ve hesaba çekileceksiniz gaflete kapılmayın!

Sömürerek, insanların tepelerine binerek bir yere varamazsınız, ilerde pişman olacak işler yapmayın!

Zulme, ğadre, isyana, tuğyana dalıp hayatı hovardaca harcamayın!

“De ki : Benim tüm istek ve arzum, bütün ibadetlerim, HAYATIM ve ÖLÜMÜM alemlerin Rabbi olan Allah’a armağan olsun!” (En’am 162)

Bu ayette buyurulan hayatım ve ölümüm ifadelerine dikkat edelim, kundak ve kefen arasını işaret ediyor kanaatimce.

Kundağa sarıldınız, bu acziyetinizi ifade eden bir durumdu, acizdiniz, muhtaçtınız, bakılmaya, korunmaya ihtiyaç duyan bir, yeni doğmuş bebektiniz. Bu zamanları unutmayın.

Öldüğünüzde de acizsiniz, muhtaçsınız, defn için birilerine ihtiyaç duyan zavallı bir kulsunuz.

“Er kişi niyetine Allahu ekber”

Neee er mi?

Itiraz etsek namazı kıldıran şahsa, “Bir dakika bu ölen er değildi, ağaydı, paşaydı, beydi, padişahtı, hükümdardı, zengindi, aydındı, şuydu, buydu………”

Ne derler duyanlar?

Doğarken belli değildi, kundak giydi.

Yaşarken her ne idiyse, o artık bitti.

Ölünce de sadece, kefenle gitti.