Ahmed KALKAN

02 Mayıs 2019

ÂLİM KİMDİR, ÂLİM OLDUĞUNU SANAN KİM?

Doğruluğu mutlak olan gerçek ilim, Allah’tandır. “De ki, ilim ancak Allah’ın yanındadır.” (67/Mülk, 26). İlim, Peygamber’e inenler, ona gelenlerdir (2/Bakara, 120, 145; 5/Mâide, 48; 13/Ra’d, 37). İnsana, bilmediğini öğreten Allah’tır (96/Alak, 5). Yani, ilmin esası Kur’an’dır, vahiydir. Âdem’e (a.s.) ve dolayısıyla insanlığa ilim veren Allah’tır. O cömerttir, ilmi her isteyene, istemesini bilen ve isteğinde samimi olana verir. İlim, vahyin mirasıdır. Vahiyle ilim sahibi olan mü’min, “âlim” vasfını alınca, (zayıf bir rivayete göre) Peygamberlerin mirasına da sahip olur. “El-ulemâu veresetu’l-enbiyâ / Âlimler peygamberlerin vârisleridir.” (Tirmizî, İlim 19; Ebû Dâvûd, İlim 1; İbn Mâce, Mukaddime 17, h. No: 223).[1]

Hadis olmasa bile, bu söz anlam yönüyle doğru kabul edilirse, deriz ki; Bu miraslar, iftihar edilecek nimetlerdir elbet; ama bu miras, harcanmak için, tüketmek için verilmemiş, hareket için, koşturma için verilmiştir. Peygamberler mal-mülk miras bırakmazlar. Onların bıraktığı; amel etmek için ilim, inanmak için iman, tatbik edilmek için Kur’an hükümleri, uygulamak için şeriat, yeniden oluşturmak için İslâmî devlet/hilâfettir. Yine, onlardan âlimlere miras olarak kalan, insanları yalnız Allah’a kulluğa dâvet ve onları tâğuttan sakındırmaktır. İnsanları İslâm’la buluşturmak, müslümanları cemaat, cemaati ümmet, ümmeti devlet haline getirmeye çalışmaktır miras. Putlarla ve putçularla mücadele etmek, tâvizsiz bir dâvâ eri olmaktır nebevî miras. Öyle ki, bir eline Güneş’i, diğer eline Ay’ı koyup verseler yine zerre kadar geri adım atmamaktır o miras.

Âlimlerin, peygamberlerin mirasına mukaddes emanet nazarıyla bakıp onu korumak için her türlü gayreti göstermesi gerekir. İnsanoğlunun “benim” dediği hiçbir şey, aslında onun değildir. Hiçbir şeye gerçek anlamda sahip değildir insan. İlmin de emanetçisidir o. Hoyratça tüketsin diye verilmemiştir o emanet. Mülkün, yani her şeyin sahibi Allah’tır. “Göklerin ve yeryüzünün mülkü Allah’a aittir.” (3/Âl-i İmran, 189). “De ki: ‘Ey mülkün gerçek sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltirsin, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Hiç kuşku yok sen her şeye kādirsin.” (3/Âl-i İmran, 26). “Mülk”ün içinde “ilim” de vardır. 

Kimdir Âlim?

İçinde yaşadığı dünyanın ve özellikle yaşadığı ülkenin, yaşadığı zamanın sorunlarını iyi bilip onlara Kur’an ve Sünnetten çözümler üreten kimsedir âlim. Allah’tan hakkıyla korkan, Allah’tan başkasından da korkmayan, zor şartlarda bile zulme karşı çıkıp hakkı haykıran kimsedir âlim.  

Dinin ayrıntılarını, eski âlimlerin görüşlerini tümüyle bilen, bazılarına göre 12 ilmi, bazılarına göre 15 ilmi yutmak, ezberlemek zorunda değildir âlim. Bir su kuyusunun içine düşen bir hayvandan dolayı kaç kova su döküleceğini günümüzün şehir hayatında faaliyet yapan bir âlimin bilmesi şart değildir. Sahur vaktinin dakikasını tespit etmek için de olsa, Kuzey Kutbuna gidip orada araştırma yapması gerekmez âlimin. Ama, dinin özünü iyi bilmeli, çevresindeki şirkin her çeşidine karşı çıkabilmeli, mevcut küfrü ve putları halka nefret ettirerek tanıtabilmelidir âlim. Tevhidin ferdî, ailevî, ictimâî, siyasî, hukukî ve iktisadî; her yönünü iyi tanıyıp topluma tanıtabilmelidir. Tâğutlardan, İslâm dışı devletten berî ve uzak olmalı, onları kurum ve kurallarıyla reddedebilmelidir. Bu zulüm düzenlerinin nasıl yıkılacağını ve başında râşid halifeleri örnek alan bir halifesi bulunan İslâm Devletinin nasıl oluşacağını çok iyi bilmeli ve bunları toplumla birlikte hayata geçirmeye çalışmalıdır. Kısaca “âlim” budur.

İçinde yaşadığı dünyayı, bâtıl ideolojileri, egemen güçleri, zâlimleri, işgalcileri, sömürücüleri yeterince tanımalı, onların zihniyetlerini, güç ve imkânlarını çok iyi takip edebilmelidir. Müslümanları çok daha iyi tanımalı, ümmetin imkânlarını bilip sorunlarını iyi teşhis edebilmeli, çözümler üretebilmelidir âlim.

Kimler Âlim Değildir?

Kendi cemaatine veya derneğine kapanarak,

Eski kitapların tozlu sayfaları arasında kaybolarak,

Arapça gramer tahlilinde boğularak,

Kur’an’dan, yani gerçek ilimden uzaklaşarak,

Faydası olmayan gereksiz bilgilerin hamallığıyla yorularak,

Eski âlimlerin görüşlerini tekrarlayarak,

Peygamberlerin mirasını, babasının malı gibi yiyip bitirerek,

Maddî miras gibi onunla geçimini sağlayarak,

İnsanlar onca zulümle ezilirken,

Bunca tuğyanla azgınlaşırken, diğer âlimlere reddiyeler yazarak,

Vahdet için hiçbir adım atmayıp ona giden yolu tıkayarak,

İslâm’ın devleti için en küçük söylem ve eylemden uzak yaşayarak… âlim olunmaz.

Âlim Sanılan Bel’amlar

İlim, ehem ile mühimi doğru tespit edip yapılması gereken en önemli şey dururken, önemli ile uğraşmanın en önemli olanın hakkını gasp ve ona ihanet olduğunu kavramayı gerektirir.

Abdullah İbn Ömer’e Kûfeli birisi: “Hacda bit öldürmenin hükmü nedir?” diye sormuş. O da: “Haydi oradan! Siz Kûfeliler Peygamber torununu öldürmenin hükmünü önemsemez ve onu rahatlıkla öldürürken, şimdi kalkmış bitin öldürülmesinin hükmünü soruyorsunuz. Yıkılın karşımdan!” diyor.

“Delikli tüfek çıktı, mertlik bozuldu” der Köroğlu. Facebook, Twitter çıktı, ilim ve âlim tümden bozuldu. Demokrasinin, Batının, düzenin bozamadığını televizyon ve internet bozdu.

Koca ülkede, medrese hocası âlimlerden, İlâhiyat profesörü akademisyenlerden iki elin parmakları kadar demokrasiyi, tâğutları reddeden çıkmıyorsa, “sen hangi âlimden bahsediyorsun?” diye sorabilirsiniz. Allah’ın âyetlerini çok ucuza, bir maaşa satanların, hakkı gizleyip zamanımızdaki şirk ve putperestliği yok sayan, hakka bâtılı karıştıranların, dine bir sürü hurâfe katanların âlim sayıldığı bir ülkede yaşamanın zilleti bize yeter. 

Demokratik, laik, Kemalist düzenin nasıl yıkılıp yerine İslâmî bir devletin nasıl ikame edileceğini halka öğretmesi gereken âlim denilen kişiler, bu düzeni güçlendirecek şekilde koşuyor ve konuşuyor ise, işimiz hayli zordur. 

Çözüm Ne?

Öyleyse, bu durumda iş bize düşüyor. Âlim zannedilen şahıslar, Kur’an’ı ihmal edip başka şeylerle uğraşıyorsa, nebevî mirası çar-çur eden mirasyedi konumuna düşmüşse, dâvâ adamı konumundaki cemaatlere, sana bana çok iş düşüyor.

Zaten dinimiz, sınıflı bir toplumu kabul etmez. Ruhbanlık sınıfı, ulemâ sınıfı yoktur. Ne demek din adamı? Ne demek din görevlisi? Diyanet denilen resmî kurumda devletin emrinde olmayan kimseler din adamı, din görevlisi değil de, dinsizlik adamı mı oluyorlar? Devlet dini, ne zamandan beri Allah’ın dini yerine “din” diye kabul ediliyor? Âlimlere özgü özel giysi, yani üniforma sözkonusu değildir. Peygamberimiz, o günkü Mekkelilerin giydiğini giyiyor, kıyafetiyle fark edilmiyordu. Âlimler sınıfı olmadığından, herkes bildiğinin âlimi, bilmediğinin talebesi kabul edilir. Her mü’min, esas bilinmesi gereken Allah’ı, Allah’ın kendisini tanıttığı gibi bildiği ve o şekilde inandığı için belirli ölçüde de olsa âlim kabul edilir. Tabii, iman edip kendisine en faydalı olan öz ilme sahip kimse, bildiklerini sâlih amelle ispatlar ve başkalarından korkmayıp Allah’tan hakkıyla haşyet duyar. İslâm’la cehâlet taban tabana birbirinin zıddı olduğu gibi, müslümanla câhillik de birbirine öyle zıttır. Kur’an’a göre âlim, çok bilen, şu kadar farklı alanda bilgi hamalı olan değil; esas bilinmesi gerekeni bilen ve bildiğiyle amel edip görevini yapan ve Allah’tan hakkıyla korkan kimsedir. Yani, kafasını, elini ve gönlünü dengeli şekilde kullanıp çalıştıran kimsedir. Cehâleti temelinden reddeden İslâm, kendinden önceki dönemin adını “câhiliyye dönemi” olarak açıklamış, iman edenlere ilk emir olarak vahyin ilk kelimesi “Oku!” olmuştur. İlmi, yani Allah’tan gelen vahyi kabullenmeyen insana, profesör bile olsa câhil; bu câhillerin en meşhurlarına Ebû Cehil; böyle kişilerin oluşturduğu toplum düzenine de câhiliyye denir. Faydalı ilim anlamında vahyin doğru anlaşılıp dosdoğru yaşanması anlamında “ilim tahsil etmek, her müslüman erkek ve hanıma farzdır.” (İbn Mâce, Mukaddime 17)

Her müslüman, bildiğinin âlimi, bilmediğinin tâlibidir. “Her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bilen vardır.” (12/Yûsuf, 76). Allah’ın ilmi yanında tüm insanların ilmi yok mesabesindedir. Rabbimiz sorar: “De ki: 'Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?” (2/Bakara, 140). Bu soruya kendisi cevap verir: “Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (2/Bakara, 216)

Ebû Hanife ve İbn Teymiye gibi çok az sayıdaki zâtı istisnâ ederek diyebiliriz ki; tarihten günümüze âlimler, İslâm’ın siyasetle, yönetimle ve yöneticilerle ilgili hükümleri konusunda, hem ilim ve hem tavır ve uygulama açısından geçer not alamayacak şekilde başarısızdır, eksiktir, yetersizdir. Tevhidi siyasî açıdan doğru anlayan ve anlatan âlim, maalesef her dönemde yok denilecek kadardır. 

Günümüzün Âlimleri Neyin Mirasçısı?

Dini sevdirmek, kolaylaştırmak, müslümanları müjdelemek konusunda başarısız olsalar da; haklarını yemeyelim; dini zorlaştırıp dinden insanları soğutmak, korkutup nefret ettirmek yönüyle hayli başarılıdır günümüzün âlimleri, âlim geçinenleri. Aynı şekilde, kâfirlere, zâlim yöneticilere, sapık ideolojilere karşı sessiz kalsalar da; Kur’an’ı merkeze alan, Kur’an’ın açıklaması ve uygulaması olarak Peygamberimizin sünnetini önemseyen, Peygamber’e ve dine saygı gereği olarak rivayetleri Kur’an’a uymuyorsa kabul etmeyip dini Allah’a tahsis edenlere karşı en sert üslupla düşmanca tavır takınmakta ustadırlar. Rivâyetlere ve âlimlerin görüşlerine ters düşen Kur’an âyetlerine teslim olmakta zorlansalar bile; mevcut kanunlara itaat etmede, insanları mevcut iktidarları desteklemeye çağırmada devlete, hükümete ve mevcut kanunlara tam bir teslimiyet içindedirler; haklarını yemeyelim. 

Ulemâ acziyet, korkaklık ve zillet içinde ise, ümmetin durumu nasıl olur? Tuz yiyecekleri kokmaktan korur, tuz kokarsa bu yiyeceklerin ve yiyenlerin hali ne olur? Âlim insanları bâtıldan, geleneksel ve modern hurâfelerden korur. Âlim bu çirkinliklere batmışsa ümmetin hali ne olur? İyiliği emredip kendini unutan, Hakka bâtılı karıştıran, Hakkı ketmeden, mevcut tâğutlara, putperestliğe, şirke, ılımlı İslâm anlayışına, demokrasi ile İslam’ın sentezine, zâlim yöneticilere itaat ve teslimiyet göstererek Kur’an’ın emirlerini önemsemeyen kişiler nasıl âlim kabul edilir? Âlim kabul edilirse, câhillerin hali ne olur?

“Hak yolda iken bile, tartışmayı (cidâli, münâzarayı) terk eden kimseye cennetin ortasında bir köşk”vaad edilirken (İbn Mâce, Mukaddime 7, hadis 51; Tirmizî, Birr ve’s Sıla 57, hadis no: 2961), kendi cemaatlerinden olmayan tevhid ehli dâvetçileri kamuoyu önünde itibarsızlaştırmak için hakaret ve iftiralarla onları tekfir veya tadlil etmek kasdıyla reddiye adıyla tartışmalar ve suçlamalar yapmayı tercih edenlerin âlim kabul edildiği bir ortamda, gerçek ilmi ve âlimi nerede ve nasıl bulur halk?   

Olmaz Olsun Böyle İlim, Böyle Âlim  

Eskiden beri gerçek âlimlerin sayısı azdı. Bugün âlim kabul edilenler iyice azdı. Bugünün âlim geçinenlerine “âlim” demek, âlimliğe hakaret sayılır. İlmin hakkını veren âlim, ancak İslâm devletinde yetişir. İslâm dışı bir devlet, kendini, kendi düzenini yıkmak isteyen kimseler yetiştirir mi? Bataklıkta gül yetişmez, hele gübrelikte hiç yetişmez. Yetişmiş olsa, mis gibi kokmaz, gübre gibi kokar.

Âlimler, inkâr edip reddetmek zorunda olduğu tâğutî devletin imkânlarına meyletmez, Cehennemden uzak kalmaya çalışmak gibidir o kapılardan uzak kalmak. Tam tersine, âlim devleti denetler, yöneticilere adâleti, tevhidi, Allah’ın hükmüyle hükmetmeleri gerektiğini, aksi takdirde mü’min olamayacaklarını, kendi günahlarıyla birlikte halkın günahlarını da yükleneceklerini net şekilde tebliğ etmek zorundadır.  “Cihadın en faziletlisi, zâlim sultanın karşısında hakkı ve adaleti söylemektir.” (Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Fiten 13).

İlim, sahibini yüceltir, güçlendirir, devleştirir. Devlerin yükü de ağır olur. Küfür devletinde yaşayan âlimlerin sanki İslâm Devletinde yaşıyor gibi davranması, önceliklerini ve faaliyetlerini bu şekilde tespit etmesi çok ciddi yanlıştır. “Usûlünüz yok, usule uymuyorsunuz” diye başkalarını suçlayıp kendilerini öven âlim taslaklarının bu asl’a ve usûle riâyet etmemeleri, ümmeti de âlimsiz bırakacak bir problemdir.

İlme İhânet Bu Değilse ya Nedir?

Öncelikle ele alınması gereken siyasal açıdan bunca tuğyan, bunca küfür ve putperestlikle mücadele dururken;

Müslümanların toprakları, devletleri, zihinleri, gönülleri, mescidleri, meclisleri, mahkemeleri küfrün işgaline uğramışken; halkın bunca cehâleti, hurâfeleri din diye kabul etmelerini, dinin esaslarını ve tevhidî inançları da hurâfe gibi algılamalarını düzeltmeye çalışmak dururken;

Âlim geçinenlerin kendileri gibi düşünmeyen ilim adamlarına, yazarlara, cemaat önderlerine hakaretler yağdırması, iftira ve tekfire varan çirkince eleştirmeleri, onların ilimden ve âlim vasfından ne derece uzak olduklarını göstermeye yeter.

Tâğutlara, putperestlere ve toplumu ifsad edenlere karşı ve İslâmî hareketin güçlenmesi yolunda kullanmaları gereken enerjilerini yanlış yerde tüketmemeleri icap eder.

Okullarda Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi keşke hiç okutulmasa. Câmilerde keşke hiç vaaz verilmese, hiç Türkçe hutbe okunmasa… İslâm’a ters hususları İslam diye öğrenenlerin yanlışlarının sıfırlanması, hiç bilmeyen sıfır konumundaki şahıslara doğruları öğretmekten o kadar zor ki… Yaşadığımız çağ, bilgi çağı değil; bilgi kirliliği çağı. Ancak gerçek âlimler, vahyin nûruyla bu kirli bilgileri temizleyebilir ve insanlara tertemiz ilim verebilir. 

Tevhidî bilince sahip ulemânın birbirleriyle yardımlaşmasına, işbirliğine, ortak faaliyet ve eylemlerine büyük ihtiyaç var.

Peygamberlerin mirasını Peygamberlerin yoluna ters şekilde harcayan,

Kendileri Kitap ve Sünnetten yeni meselelere çözümler üretmeleri gerekirken, eski âlimlerin kendi dönemlerindeki problemlere çözüm oluşturma çabalarını mutlaklaştırıp şartlar tümüyle değiştiği halde, onları mutlak doğru gibi sunan,

Mezhebini veya menhecini, eski âlimlerin görüşünü, yorumları din gibi de değil dinin kendisi gören anlayışla, rivayetleri kutsallaştıran, beşer sözünü vahye tercih edip ilme ihânet eden kimselerin bu vahim yanlışlarını Kur’an’daki mutlak doğrular ile düzeltmeleri için duâlar ediyoruz. Biz de bu yazımızda ve genel din anlayışımızda hata ettiysek, hatamızı görüp düzeltmeyi Rabbimizden niyaz ediyoruz.

Kur’an’ı merkeze alan ve onu Peygamberimizin sünneti ile, onun metoduyla hayata geçirmeye çalışan âlimlerimize selâm olsun!


[1] Bu hadis rivayeti, zincirinde yer alan râvileri yüzünden “zayıf”tır. Bu zayıflık sebebiyle de bu metni Nebîmize dayandırmanın zor olduğunu söyleyebiliriz (http://www.fetva.net/yazili-fetvalar/alimler-peygamberlerin-varisleridir-hadisi-sahih-midir.html). Bu rivâyete benzer halkın ve âlimlerin sık sık gündeme getirdiği nice rivâyetlerin sıhhati de bu rivayete benzer.