Ahmed KALKAN
MEKKE VE MEDİNE: TUZUN KOKTUĞU MEKANLAR -1
Tuz, yiyecekleri kokmaktan korur. Tuz kokunca bu yiyeceklerin ve yiyenlerin hali ne olur? Peki, “emin belde”nin eminliği, güvenilirliği gidince, bu ümmetin hali ne olur? İmanın doğduğu ve iktidar olduğu topraklarda namaz ve tesettürden başka İslâm adına bir şey kalmamış desek, gerisi herhalde anlaşılır. İslâm sadece Mescid-i Haram’a ve Mescid-i Nebî’ye mahkûm edilenden ibâret kabul edilmiş; oralarda da sadece namaz ve sadece yüzünden Kur’an kıraati. Sonra uzat ayaklarını veya yat sere serpe. Kur’an, daha ilk inen 4 sûrenin (Alak, Kalem, Müzzemmil, Müddessir) ilk kelimelerinde “Oku, Yaz, Kalk ve Uyar” mı diyor? Boşver, sadece oku geç. Sevap için oku, hatim için oku. Yaşamak ve hayata hâkim kılma gayreti senin neyine… Bak, umreye gelmişsin, Mescid-i Haram’a gir, namaz kıl, Kur’an oku. Uy imama, uy kalabalığa; uydursunlar seni. Kıl ve oku. Gir cennete. Başkalarının insanlara: “Mecburi istikamet, cehennem!” demesine karışma. Kıl ve oku, oku ve yat, yat yat uyu.
Sık sık gitmek, hele uzunca kalmak, işin tadını ve lezzetini hayli kaçırıyor. Hani, Ebû Hanife’ye nisbet edilen söz ne güzeldir: Kendisi Mekke ve Medine’de olup gönlü memleketinde olmaktansa, kendisi memleketinde olup gönlü Mekke ve Medine’de olmak daha güzeldir.
Bu sene Ramazan umresi için Mekke ve Medine’de idim. Daha önceki umre hâtıralarım konusunda yazdıklarımı tekrar etmemek için, oradaki diyaloglarımdan, kulak misafiri olduğum ve şahit olduğum hususlardan enstantaneler sunmaya çalışacağım.
Püfür Püfür mü, Küfür Küfür mü?
- Ya, hacı ağabey! Mescid-i Haram’a gelirken, kralın sarayının duvarına yaklaşınca, ne güzel, mübarek mübarek esiyor, tatlı tatlı, rüzgâr esiyor.
- Arkadaşım, tabii eser oraya kuvvetli klimalar yerleştirmişler, diğer yerlerden farklı, görmedin mi, duvarlarda koca koca klimalar. Mübarek mübarek esmesi, Mısır’ın Mübarek’ine benzediği içindir, başka değil.
- Bilmem hacım, burası mübarek, yani faziletli bir yer olmalı. Esiyor rüzgâr püfür püfür.
- Doğru, esiyor kral sarayından esintiler küfür küfür. Püfür püfür değil; küfür küfür, küfür küfür.
Yap-Boz Evlerle Oynayan Çocuklar Gibi
- Mâşallah, ha bire çalışıyorlar. Her geldiğimde farklı bir çalışma, Mescid-i Haram ve çevresinde her zaman hummalı bir gayret var; vinçler, takır-takır ses çıkaran delme makineleri, yeni yeni binalar… Mescid-i Haram’ı yeni büyük bir bina ile genişletme, otel inşaatları…
- Niye bu bitmeyen çalışma? Şunun için: Umreci ve hacılar: “Ne çalışkan bu Araplar!” desinler ve eklesinler: “bakın gece-gündüz nasıl çalışıyorlar…” Bunların yaptığı, çocukların plastik yapboz evlerle oynaması gibi; yap, az sonra yık; tekrar yap, tekrar yık. Ümmetin parası çok, ümmeti soymak kolay nasıl olsa, keyfine göre yap, sonra boz. Oyna. Dünya zaten sizin için oyun ve eğlence…
Bir Muvahhid ile Bir Diyanetçi; Bir Muvahhid ile Suud’daki Davetçi
İki Tür Türk Arasında Bir Diyalog
- Helâl olsun Araplara; Ramazan mübarek gün iftarlık dağıtıyorlar, yıldırım gibi yemek servisi yapıyorlar. Mescid-i Haram’ı devamlı temizliyorlar.
- Bak arkadaşım, Kur’an ne diyor: "Siz, hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ın bakım ve onarımını, Allah’a ve âhiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden kimse(lerin amelleri) gibi mi tuttunuz? Bunlar Allah katında eşit olmazlar. Allah, zâlim topluluğu doğru yola erdirmez." (9/Tevbe, 19)
- Yani, iftar vermek, buraları temizlemek önemli değil mi yani?
- İftar dediğin, birkaç hurma, bir küçük kâse yoğurt, ekmek ve su. Bunlar, umrecilerin gönülleri gibi karınlarını da doyurmuyorlar, doyurur gibi yapıyorlar. Temizliğe gelince, insanın burada önce gönlünün tezkiye olması gerekiyor. Her dilden konferanslar, dersler, ümmetin problemlerine çözüm önerileri, âlimlerin birbiriyle irtibat ve istişaresi, dünyanın farklı yörelerinden gelmiş umrecilerin birbirleriyle tanışıp kaynaşması, dertleşip çözüm yolları araması için bu yerler ve bu zamanlar kullanılmayacak da ne yapılacak? Bunların hiçbiri yapılmıyor.
- Sen, hacca, ibâdetlere siyaseti sokmak istiyorsun. Siyaset başka, ibadet başka.
- Allah’tan kork arkadaşım. Sözlerimin hangisi siyaset? Kaldı ki, İslâm’ın kendine has siyasetini kim İslâm’dan uzak tutabilir? Mü’minin ibâdeti siyaset, siyaseti de ibâdettir. Namazda bile siyasî bilinç vurgulanır. Meselâ, her namazın her rekâtında okuduğumuz Fâtiha sûresinde, dosdoğru yola iletmesi için Allah’a dua ediyoruz; Peygamberlerin, sıddîkların, şehidlerin ve sâlihlerin yolundan gitmek istediğimizi belirtiyor, gazap edilmiş ve sapıtmış insanların, yahûdi ve hıristiyanların yolunu reddettiğimizi belirtiyoruz. Yine, her gece, son namazımızın (vitir namazının) son rekâtında kunut duası okuyoruz. Okuduğumuz bu duanın içinde “ve nahleu ve netrukü men yefcuruk” diyoruz. “Sana isyan eden, fâsıklık yapan kişileri hal’ ederiz, makamlarından alaşağı edip indiririz ve onlara yardım etmeyerek kendi hallerine bırakırız.” Böyle söz veriyor, geceyi bu sözle kapatıyoruz. İsyan eden, fâcirlik ve fâsıklık yapan kişileri makamlarından indirme sözü veriyoruz da, ya milyonlarca insanı cehenneme doğru sürükleyen, onların şirke girmesine, Allah’a isyan etmesine sebep olan ve hatta bunu dayatan tâğutlara karşı ne yapmamız gerektiğini düşünmek zorunda değil miyiz?
- Bu insanlar kötü olsa Allah cezalandırırdı. Hâlbuki, bu topraklara bereket yağıyor. Halk zengin.
- Dünya, esas olarak ödül ve ceza alanı değil, imtihan alanıdır. Ödül ve ceza âhirette. Bununla birlikte Allah, nankörlük edenlerin kendilerine gelmesi için, onları dünyada da cezalandırır: "Allah, güven (ve) huzur içinde olan bir şehri misal verir ki, o şehrin (halkının) rızkı her taraftan bol bol gelirdi. Fakat, Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler de yapmakta oldukları şeylerden dolayı Allah, onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı." (16/Nahl, 112)
- Yarın ne olur bilemeyiz, belki okuduğun âyetteki gibi açlıkla ceza görürler, ama bizim zenginlik dediğimiz paraya bunlar para demiyorlar.
- Bak arkadaşım, Araplar yazıyı sağdan okurlar. “Arap” kelimesini sağdan oku, ne çıkıyor? “Para”. Arap demek para demek. Irkçılık anlamında demiyorum, nice Türkler var Araplardan daha kapitalist. Nice Arap da vardır ki, mülkün Allah’a ait olduğunu ve her imkânla imtihan olduğunu unutmaz, bu şuurla yaşar. Ama Arap ve para; sağdan ve soldan okuyunca birbirlerinin yerini tutuyorlar.
Bu da Bir Arap Âlimle Bir Müslüman Arasındaki Diyalog
Zaman: Gece saat 1,5. Mekân: Mescid-i Haram’ın üçüncü katı. Şahıslar: Dâru’l-İftâ adlı, dini tebliğ etmeyi görev kabul eden bir resmî kuruluşta yöneticilik yapan bir Suud’lu âlim ile bir umreci. Kısa bir tanışma ve ısınma cümlelerinden sonra, Suud’lu âlim, insanların giderek bozulmasından bahsediyor.
- Sünnetler yok oluyor, bid’atler toplumları sarıyor, diye dert yanıyor. Karşısındaki:
- Meselâ, diyor, “hangi sünnetler yok oluyor ve ne tür bid’atler çoğalıyor?” Diğeri örnek veriyor:
- Meselâ, Peygamberimiz erkeklerin elbiselerinin paçalarını kısaltmalarını emrettiği halde, paçaların uzatılması bir bid’attir ve bu gittikçe yayılıyor. Umreci soruyor:
- Başka? Cevaplıyor Suud’lu:
- Meselâ kabirler tapınaklara dönüşmüş. İnsanlar kabirlerden bir şeyler istiyor, Allah’a değil, duâ ibâdetini onlara yapıyor.
- Başka?
- Başka, meselâ, insanlar Kur’an okuyor, bitirdiğinde ‘sadekallahu’l-azîm’ diyorlar. Hâlbuki Peygamberimiz ve ashâbı hiçbir zaman böyle bir sözle okuyuşlarını bitirmemişlerdi. Bu, bid’atın ta kendisidir. Umreci söz alıyor:
- Ben de sandım, Kur’an sadece okunuyor, anlamı hayata geçmiyor diyeceksin. Ticarette sünnetin yerini Kapitalist anlayış devralmış, gücü yeten gücü yettiğini sömürüyor, tüccar 3’e aldığını 5’e değil, 15’e satmaya çalışıyor, diyeceksin. Din, Mescid-i Haram’ın dışına çıkamıyor, gökdelenler Allah’ın evini çepeçevre kuşatmış, Kâbe geri plana atılıp saat kulesi Mekke’nin sembolü olmuş, kralın sarayı Allah’ın evini gölgede bırakmış; bunlardan büyük bid’at mi olur, diyeceksin.
Suudlu âlim, rahatsız olmuş, muhâtabının sözünü keserek te’vilin ve kıvırtmanın en Suud’ca yansımasını gösteriyor:
- Bu saydıkların din değil, âdet. Eh, bunlar da önemlidir, ama âdet olarak önemli görülebilir, din olarak değil.
- Zaten bakış açımız, hayat ve din anlayışımız farklı. Üstü örtülü laiklik sizin bakış açınız. Hayatın tümünü Allah’a ait görmek, hayatın her alanında Allah’ın hükmünü uygulamaya çalışmak yerine; Allah’a ait alan ve Allah’a ait olmayan alan diye ikiye ayırıyorsunuz. Birine ibadet, diğerine âdet diyorsunuz. Allah şöyle demiyor mu? “De ki: Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktar. Bana böyle emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim. De ki: Allah her şeyin Rabbi iken ben ondan başka Rab mi arayacağım?...” (6/En’âm, 162-164). Bid’at, Peygamber’in sünnetinde olmayan şey demek olduğuna göre; bu yüksek otellerin, ondan daha önemlisi kral sarayının ve krallığın bid’at olduğunu vurgulamak gerekmez mi?
- (Yine sözümü keserek) Siyaset yapıyorsun, burası mescid, siyaset yeri değil.
- (Şimdi de ben onun sözünü keserek) Siyaset insanların yönetimi demektir. Peygamberimiz devleti mescidden yönetti. Buralarda İlâhî ve nebevî siyaseti uyguladı. İnsanları Allah’ın hükmüne çağırdı. Ya Rasul dini yanlış anladı veya siz dini yanlış anlıyor ve uyguluyorsunuz.
- (Hiçbir gerekçe yokken gitmek için ayağa kalkarak) Bak, hâlâ siyaset yapıyor, kralımız aleyhine konuşuyorsun. Ben daha fazla seninle oturamam, gidiyorum.
- Bu da mı sünnet? Allah’ın hükmü uygulansın, Peygamber’in yönetimi gibi yönetim olsun denilince, orayı terk etmek sünnet mi oluyor? Sen de bid’atlerden kaçıp sünneti uygulamak istediğin için burayı terk ediyorsun, öyle mi?!
- Bu sözler suç, suç. Mescid-i Haram’da olmasaydık…
- Mescid-i Haram’da olmasaydık, ne yapardın, krala veya onun askerlerine şikâyet mi ederdin? Allah’ın kitabına göre mi suç bunlar, kralın kanuna göre mi? Ve Sünnet savunucusu dâvetçi âlim olarak, kimi ne ile suçluyor ve tehdit etmeye çalışıyorsun? Bunun sünnetteki yeri ne?
- Ben gitmek zorundayım, bir saniye bile kalamam artık.
- “Hak geldi, bâtıl zâil oldu” âyeti mi tecelli etti; yoksa, Yusuf sûresindeki“Mâ kâne li-ye’huze ehâhu fî dîni’l-melik / Kralın kanununa göre kardeşini tutacak değildi.” âyeti mi? Aslında sen görevini de yapmıyorsun, kaçmak yerine resmî görevin beni ihbar etmek olmalıydı, değil mi? Emîn yerde, Mescid-i Haram’da da olsa birisi krallığın aleyhine dinin hükmünü söylüyor. Sana maaş veren efendilerinin emirlerini de uygulamıyorsun, herhalde “emîr”e itaatsizlik de bid’at olmalı. Sen de, sana göre bid’at olan bu suçu işliyorsun…
- Seni Allah ıslah etsin. Mea’s-selâmeh
- Âmin, sana da Allah hidâyet versin.