Ahmed KALKAN

27 Ağustos 2012

MEKKE VE MEDİNE: TUZUN KOKTUĞU MEKANLAR - 2

En Çok Kullanılan Kelime: Yallah; Unutulmuş Kelimeler: Lutfen, Şukran

Hacıların ve umrecilerin Mekke’de en çok duydukları kelime: “Yallah, yallah!” Lügatlerde “Haydi, yürü, git, durma!” diye anlam verilen, kibarca “defol!” anlamında kullanılan “yallah” kelimesi, en çok kullanılan kelimeler arasında açık ara birinci gelir. Rasûlullah bu kelimeyi hiç kullanmış mı idi acaba? Sünnet dostu ve bid’at düşmanı geçinenler cevaplasın. Bu kusurun, Allah lafzını bozarak ve mü’minleri rencide edecek şekilde lafzatullahı kullanarak işlenmesi de ayrı bir vebal olsa gerek.
 
Hâlbuki, Peygamber şehrinin sâkinlerine, medenî insanlara yakışan kelimeler, “lutfen, lev sâmahte, min fadlik, şükran, uzran, afven, cezâkellahu hayran” gibi gönül açan, sevgi saçan, nezâket ifadeleri olmalıydı. Dünün deve çobanları, bugün de deve yerine koydukları Rahman’ın misafirlerini bu kelimelerle güttüklerini düşünüyorlar. Müşriklerin girmesi güya yasak ya, girmiş olsa Batılı bir kefere, sırf bu kaba kelimelerden yola çıkarak müslüman geçinenlere notunu verir, başka bir malzeme aramaya ihtiyaç hissetmezdi.
 
Medenî: Medine’ye ait demek. Yani, Medine’ye has güzelliklere sahip. Vahyin Medine’yi nurlandırdığı işaret fişekleri. Peygamber ve ashâbını günümüze taşıyan özellikler. Medeniyet de Medine kelimesinden türemiş bir kelime. Medine’li gibi olmaya çalışmak, onların dünya görüşüne, onların hayat tarzına, yaşama biçimine uymak demek. Medenî geçinenlere bakın bakalım, Peygamber şehrine ait, Peygamber’e ait özelliklerle araları nasıl? Kim Medine’deki Peygamber’e ve onun yetiştirdiği ashâba benzerse o medenîdir, medeniyet sahibidir. Bu güzelliklerle ilgisi olmayanların Medeniyet sahibi olmaları, medenî kabul edilmeleri, Medine’li sayılmaları mümkün değildir. Bir mü’mine haksız yere surat asmanın, onu yüzünün sertliği ile karşılamanın vebali düşünülse, mü’minleri sevmeden cennete gitmenin mümkün olmadığı değerlendirilse…
 
Çirkin Kapitalizme Bir Örnek

Müslümanlar bu topraklara niye Suudi Amerika diyor, anlamayan buraya gelince çok kolay anlar. Bir mankenin, başına acemice kondurduğu iğreti başörtüsü gibi sırıtıyor yapmacık din anlayışı Suud’lularda. Kapitalistleşmiş, dünyevîleşmiş, paradan başka bir şeyi gözü görmeyen insanlar… Yollarda satıcıdan geçilmiyor. Tezgâhlarda çoğu Çin’den gelmiş ucuz eşyalar. Ne ararsan bulursun, derde devâdan gayrı…
 
Gözlüğümü, otelde bıraktığım yerde bulamadığım için bir okuma gözlüğü baktım; “Küllü Şey’ Riyaleyn” mağazalarında 2 riyal, Türk parasıyla 90 kuruş. Çin’den ithal eden, toptancı, perakendeci gibi aracılar hep kârlarını koyduklarını ve bu 90 kuruşluk gözlükten para da kazandıklarını unutmayalım. Altın görünümlü çerçeve, numaralı camlar, kılıfı; tümüyle Türk parasıyla 90 kuruş. Ama aynı gözlük, bir başka dükkânda 15 riyal. Pazarlık edip 10 riyale alan hacı amca, kârlı bir alış-veriş yaptığını düşünüyordur.
 
Vergi yok, kaça alırsa üzerine kârını koyup satıyor satıcılar. Tam açık pazar, tam kapitalizm; yeşil kapitalizm desek yanlış mı olur acaba? Zengini daha zengin, fakiri daha fakir eden sömürü düzeni. Hac veya umre için borca girip gelen ve borcunu kapatmak için yol kenarına sergi açıp bir şeyler satmaya çalışan gariban zenci, sık sık belediye zâbıtalarıyla kovalamaca oynuyor. Niye koşuda gariban ülkelerin gariban zencileri olimpiyatlarda ve şampiyonalarda birinci olurlar, şimdi daha iyi anladım. Yakalanırsa tezgâh, yani tüm sermaye elden gidecek, isterse koşucu olma. Benzer manzaralara Türkiye’de büyük şehir caddelerinde de rastlandığından, uzun koşularda onlar da birincilik almaya başladılar.  
 
Gülüp Geçtiklerim, Ağlamaklı Olduklarım…
 
Tavaf da Ne? Yapılması Gereken Kâbe’nin Çevresini Adımlamak

Bir tavaf esnâsında, Kâbe’ye yakın yerde şavtımı tamamlarken, bir hacı amca, dua okur gibi sayı sayıyor: 137, 138, 139… Ne saydığını sordum. Aldığım cevap:
 
- Kâbe’nin çevresinin kaç adım olduğunu sayıyorum. Böyle olmayacak, metre getirmeli, ama metre ile ölçtürmez ki bu kalabalık.
 
- Hacım, gel sen Kâbe’nin kaç adım olduğunu bırak, kendinle cennet arasını ölçmeye bak.
 
İster Üç Dön, İster 5, İster 15 Dön

Otele giden servis dolmuşunda bir hacı efendi yanındaki arkadaşına dert yanıyor: Tavaf yapayım dedim, 5 defa döndüm, sonra bıraktım. Kimisi 7 defa dönmeden olmaz diyor. Ne yapayım, ben o kadar döndüm. Berisi hoca kesiliyor: Hanım da 4 defa döndüm, sonra bıraktım diye üzülüyor. Kim demiş 7 kere dönülecek diye. İster üç dön, ister beş, ister on beş. İstediğin kadar dönersin. Kim çıkarmış bu 7’yi? Gücün yettiği, canının istediği kadar dönersin. Öteki de, ben de öyle diyorum da, kabul etmeyenler var.
 
Arkalarında oturan hoca, onların anlayacağı dilden başlıyor anlatmaya: Siz hoca mısınız, din hakkında ahkâm kesiyorsunuz? “Beyin ameliyatı nasıl yapılır?” diye sorulsa, hiçbiriniz doktor kesilmez, “ben doktor muyum, ne bileyim” der. Doğru mu, doğru! Ama iş dine gelince, hiç bilmeden, din eğitimi almadan ahkâm kesersiniz. Kâbe’nin etrafında dönme dediğiniz şeye şavt denir. 7 şavta da tavaf denir. Tavaf, yedi şavttan ibarettir. Altı da olmaz, sekiz de olmaz. Nasıl akşam namazı üç rekâttır, iki de olmaz, dört de olmaz, aynen öyle… Şimdi tekrar edin bakalım, Kâbe’nin etrafında bir tur atmaya şavt denir ve tavaf, 7 şavttan ibarettir. Daha azı da, daha çoğu da olmaz.” Aferin, bundan sonra da bilip bilmediğiniz konuda dinle ilgili Profesör Öz be Öz Türk gibi, Profesör Bembeyaz gibi ahkâm kesmeyin.