Ahmed KALKAN
MEKKE VE MEDİNE: TUZUN KOKTUĞU MEKANLAR - 5
En Fazileti Üç Mescid ve Bugünkü Konumları
İslâm’a göre üç mescid yücedir.Yeryüzünde namaz kılmak ve ziyaret etmek maksadıyla yolculuğa çıkılabilecek üç mescid vardır. “Üç mescidden başka bir yere (ibâdet ve ziyâret etmek için) özel olarak yolculuk yapılmaz; Mescid-i Haram, Mescid-i Aksâ ve Benim mescidim.” (Buhârî, Fedâilu’s-Salât -Salâtu Mescid-i Mekke- 1, 6, Savm 67; Müslim, Hacc 74; Ebû Dâvud, Menâsik hadis no: 2033; Tirmizî, Salât 243, hadis no: 326)
Bu üç mescidin üstünlükleri, onların peygamberler eliyle kurulmalarından gelmektedir. Mescid-i Haram, yani Kâbe, bütün varlıkların kıblesi, Mescid-i Nebevî, takvâ üzerine kurulan Son Peygamber'in mâbedi, Mescid-i Aksâ da eski Peygamberlerin kıblesi, müslümanların da ilk kıblesidir. Hadis rivâyetlerine göre; Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz, diğer mescidlerde kılınan yüz bin namazdan efdaldir.”(İbn Mâce, hadis no: 1406). Mescid-i Nebî’de kılınan bir namaz, Mescid-i Harâm hâriç bütün mescidlerde kılınan bin namazdan daha hayırlı/faziletlidir (Buhârî, Fazlu's-Salât 1; Müslim, Hacc 505).
Bu Üç Mescid, Günümüzde Müslümanların Esâretini Haykırıyor!..
Ne yazık ki, en faziletli bu üç mescid de farklı şekillerde hür değil. İslâm ümmetinin malı ve kutsal değeri olan Mescid-i Harâm ve Mescid-i Nebevî bir kral ailesinin keyfî yönetimindedir. Mescid-i Aksâ’nın bulunduğu, Kur’an’da mübarek kılındığı bildirilen bölgede yer alan Kudüs ise, siyonist kâfirler tarafından işgal edildi. Bu işgalle beraber Mescid-i Aksâ ve onun yanında bulunan diğer İslâm mirası siyonist tehdidi altındadır. Dünyanın farklı yerlerindeki diğer mescidlerin de hemen hepsi, İslâm dışı siyasî anlayışların kontrolündedir.
Mü’minlerin kalbi Allah’ın evidir. Câmiler de Allah’ın evidir. Her müslüman, kalbinde Allah’ın evini taşır. Câmiler, kentin içindeki rûhânî merkezlerdir; dünyanın rûhâniyeti ise Kâbe’de odaklaşır. O Beytullah’tır. Önce, Mekke’yi mi kaybettik; yoksa kalplerimizi mi? Mekke, gönüllerimizdeki imanî zaafımızın karanlığında mı kayboldu?
Herhalde önce kalplerimizdeki imanı kaybettik; sonra mâbedlerimizi, câmilerimizi. Mekke, Mescid-i Haram, bütün bunların toplamı olarak tıpkı diğer câmilerimiz gibi fonksiyonunu kaybetti. Mahkûm hale geldi. Kalplerimiz, câmilerimiz ne halde ise; Kâbe de o halde. Mekke, bizim aynamızdır; biz de Mekke’nin. Mekke, haksızlıklara, zulme ve sömürüye karşı bir kıyam yeri olması gerekirken (5/Mâide, 97), bir meskenet yuvasına döndürülmek, bir emin belde olması gerekirken kan ve gözyaşının yurdu haline getirilmek isteniyor!
Fâiz haramdır. Ve Mekke’de haccedebilmek için hür olmamız gerekli. Gerçekten müslümanlar bugünkü dünyada hür müdürler ve hacca gitmek için ödedikleri fâizin hesabını nasıl verecekler? Bilindiği gibi, kurada ismi çıkan kişinin ilk olarak yapması istenen şey, hac bedeli olarak takdir edilen, masrafların en az iki misline tekabül eden parayı filan bankaya yatırmaktır. Üç ay bankada para yatacak, temiz ve helâl para, faiz kurumunda pislenecek ve hacı temiz ve helâl parasıyla değil, faize konulmuş bu para ile hac yapabilecektir.
Bugün en basitinden kendisine hac farz olan birinin haccedebilmesi için Suudi polisinin o kişi hakkında iyi not vermesi gerekir. Sakalınızın tipi, ya da nereden geldiğiniz, fikrî ve siyasî kanaatleriniz sizin haccetmenize engel teşkil edebilir. Allah indinde kusur olmasa da Suudi kralının memurları indinde suçsa yine de haccedemezsiniz. Onlar bizden olduklarını söyleyen ulu’l-emirler olduklarını ileri sürerek, biz kabul etmesek bile üzerimizde hüküm sahibi olduklarını sanmaktadırlar.
Mekke de, Mescid-i Haram da, en az diğer câmilerimiz kadar ruhundan soyutlanmıştır. Günümüzde hac, işin İlâhî ve istişârî yönü bir kenara bırakılıp sadece bir törene dönüştürülmüştür. Haccın anlam ve hikmeti bir kenara itilmiştir. Suud kralları sözde hâdimlikten bahsetseler de, vize uygulamaları ile, doğrudan doğruya mukaddes topraklar üzerinde egemenlik/hâkimiyet haklarını kullanmaktadırlar. Bu uygulama, Suudi krallığına mânevî bir meşrûiyet bandrolü olarak gösterilmek istenmektedir. Oysa bugün bunun mümkün olmadığını Suudi kralı dışında hemen herkes bilmektedir.
Kutsal yerler sorununun âcil olarak çözümü gereklidir; Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebî’nin uluslar arası statüsünün teminat altına alınması gerekir. Bu da ancak uluslar arası planda İslâmî bir velâyet sistemi ve temsilî şûrâ ile mümkün olabilir (A. Dilipak).
Medine; şehir demek. Peygamber şehri’nin kısaltılmışı. Şimdi Mescidi dışında şehir, hiç peygamber şehrine benzemiyor. O Büyük insanın ve yetiştirdiği ashâbın yaşadığı yerleşim yeri, yani o günkü Medine şehri, bugünkü bahçesiyle birlikte Mescid-i Nebevî’nin hacmi içindeydi. Peygamber ve ashâbı, Mescidin içinde idi, evleri, işyerleri, sığınakları mescid, hepsi bugünkü Nebevî Mescid’in sınırları içinde idi. O gün öyle idi, bugün de öyle. Bugün de Peygamber ve ashâbı Mescidin bulunduğu mekânın dışında yaşamıyor. Mescidin dışına Peygamber kokusu hiç sinmemiş. Kapitalizmin çirkin köşklerinden, otellerinden, lokanta ve çarşılarından oluşan mâbedlerden geçilmiyor; oralarda tek geçer söz, para adlı kutsal kitabın sözü. Evet, Mescid’in dışındaki şehir; hiç Peygamber şehrine benzemiyor. Tam bir laiklik var uygulamada. Çarşılar ve çarşıların kapitalist ve liberalist dini, Mescid dininden kopuk dünyayı temsil ediyor. Mescidin üzerine çullanan, dini hiç çağrıştırmayan ve içinde Allah’ın unutulduğu Batı tarzı binalar…
Müslümanların ibâdet edecekleri yere, bin bir güçlükle gitmesi, pasaport ve vize zorluklarına muhatap olması, harç ve toprakbastı gibi haraçlar alınması, belirli yaştan sonra veya kota olarak belirlenen sayıdan fazla olan, daha önceden bu görevi yapmış olan müslümanlara hac ibâdeti için müsaade edilmemesi, sadece uçakla ve lütfen izin verilmesi, hac paralarının aylar önce toplanarak bankaya faize yatırılması, hac organizesinin laik bir devlet kurumu olan Diyanet Vakfı’nın dışında yapılamaması, hac masraflarının en az iki misli fazla alınarak, hacıların sırtından bazı şahıs ve kurumların hortumculuk yapması... müslümanlarca kabul edilemez, din özgürlüğüyle bağdaşamaz. “Allah, Kâbe’yi, o Beyt-i Haramı (saygıya lâyık evi) insanlar için kıyâm (yeri) kıldı...” (5/Mâide, 97). Buna rağmen, bırakın kâfirlere karşı kıyamı ve bunun için hac zamanında her ülkeden gelen müslümanlarla istişâre ve strateji planlarını, Amerika ve İsrail’i kınayan bir yürüyüş ve sloganı bile silâhla durduran bir rejim, insanlara siyasî bir mesaj, İslâm’ın hayata hâkim olması doğrultusunda Mescid-i Haram’ın uygun bir yerinde 15-20 kişiden oluşan bir cemaate bile sesli bir şey anlattırmayan, vaaz ve nasihate müsâade etmeyen yaklaşım, işgal zihniyeti değil de nedir? Müslüman halk, o yüzden o ülke rejimine Suudi Amerika demektedir. İnsanlar için toplantı ve güven yeri kılınan Allah’ın evi (2/Bakara, 125); savaşmanın, kan dökmenin yasaklandığı emin yer (2/Bakara, 191); küfrün ve şirkin her çeşidine ve Allah’ın hâkimiyetini tanımayanlara karşı insanlar için bir kıyam merkezi kılınan Kâbe (5/Mâide, 97), bugün ne kadar güven ve emniyet yeridir, toplantı ve kıyam yeridir?
Kral, Kâbe’ye kuşbakışı bakacak şekilde Beytullah’tan yüksek saray inşâ edemez. Mescid-i Haram’ın kapısına “Önce Allah, sonra vatan, sonra kral” yazdıramaz. Bu, Allah’la beraber başka şeyleri de bir araya getiren bir tür teslis (üçleme)dir. Hiçbir mescidde Allah’la beraber başka çağrılar yapılamaz. (72/Cinn, 18). Kâfirlerle bile zorunlu haller dışında savaş yapılamayan emin beldede, Amerika ve İsrâil’i protesto eden hacılara ateş açmaktan ve yüzlerce hacıyı öldürmekten çekinmeyen zihniyet kabullenilemez. Mekke, özel konumundan dolayı, herhangi bir devletin ulusal egemenliği içinde herhangi bir şehir olarak değerlendirilemez. Orası, bütün dünya müslümanlarının ortak şehri ve malıdır. Orada tek bir devletin bayrağı dalgalandırılamaz; bir rejimin özel kanunlarına tâbi tutulamaz. Herhangi bir mescid ve ibâdet yerini îmar eden, hatta kendi arsasına, tümüyle şahsî bütçesinden inşâ ettiren bir kimse bile, o yeri şahsî malı gibi kullanamaz, bazılarını o mescide kabul etmeme hakkına sahip olamaz. (2/Bakara, 114).
Tüm müslümanların ibâdet edecekleri bir yerde, bir kimsenin sahiplik iddiası geçersizdir. Mekke ve hac organizasyonunun, Mekke ve Medine yönetiminin müslümanlardan oluşacak uluslar arası bir kurulun denetimine ve idaresine verilmesi İslâm’ın ve müslümanların hakkıdır. İslâm Konferansı veya başka bir teşkilâtın bünyesinde teşekkül edecek dünya âlimlerinden oluşan bir heyet, her sene hac organizasyonunu üstlenir ve bunu uygular. Her ülkenin çıkardığı hacı adayı sayısına göre kurulda temsil edilecek delegeler hac boyunca sağlanan döviz gelirlerini de organizasyon masrafları olarak kullanabilirler; artan miktarı da o bölgelerin temizlik, nizam ve intizamına, onarımına harcarlar.
Kıblemize Yönelerek Kıyam
Kur’an’ın emri gereği namaz kılarken Kâbe’ye teveccüh etmeliyiz, tefekkür ve görev bilinciyle. Hem namazdaki “kıyam”ı, hem de namaz gibi ibâdet ve farz olan küfre başkaldırı anlamındaki “kıyam”ı kıblemiz tâyin edecektir. Biz de ilk ve son kıblelerimize karşı yönelecek, yüzümüzü Aksâ ve Haram Mescidlerine çevirecek ve oraya doğru “Allahu Ekber!” diyerek kıyama duracağız/kalkacağız.
Günümüz insanı, çok kıbleli, çok mâbedli, çok imamlı (önderli) ve çok dinli. Câmi, zâlim devletlerin kurumu olmaktan çıkıp hayatımızın merkezi ve her şeyimiz câmiye uygun olmadıkça bu problemler azalmayacak, aksine gittikçe artacaktır.
Hâlbuki;
“Minâreler süngü, kubbeler miğfer;
Câmiler kışla, mü’minler asker!” olmalı.
Şuurlu genç müslümanlarla câmi arasındaki ilişki, bebekle anne arasındaki bağ gibidir. İkisinin birbirinden koparılması her ikisinin de perişan olmasına sebep olacaktır; biri diğeri olmadan sağlıklı şekilde yaşayamaz. Câmiler, tevhidî düşünen gençler olmaksızın mânen harap olacağı/olduğu gibi; câmilerden koparılan gençler de öksüz kalacak, temel ihtiyacı olan "mescid anası"nın sütünden, onun kucaklayan ilgi, sevgi ve şefkatinden mahrum olacaktır.
İslâm devleti ile başlayan mescid, cemaatleşme ve devletleşmede önemli roller üstlenmiştir. Gelecekteki İslâm inkılâbı, câmilerin yeniden kazanılması ile, halkın inancını bilmesi, ona sahip çıkması ve liyâkatini yükseltmesi ile mümkün olacaktır. Câmilerini kazanamayan insanların neyi kazanabilecekleri sorgulanmalıdır. Câmilerine sahip çıkamayan insanların hangi değerlerine sahiplik yapabilecekleri düşünülmelidir. İslâm’ı bu topraklara, sosyal ve siyasal hayata hâkim kılma mücâdelesinde, İslâmî değişim ve dönüşüm projesi için en doğal müttefiklerimiz olan veya olması gereken imam ve cemaati kazanmaya çalışmıyor, mesajımızı onlara ulaştıramıyor, onlarla anlaşacak bir yol bulamıyorsak, böyle bir anlayış, câmi ve cemaatten önce kendi tavrımızın sorgulamasını gerektirmektedir. Unutmayalım ki İslâm, hemen her peygamber döneminde, garip ve kültürsüz kabul edilen müstaz’aflar tarafından kabul gördü. İslâm, câmilerden etrafa halka halka yayıldı.
Bulunduğumuz yerdeki mescidlerimiz işgalden kurtulduğu gün Mescid-i Aksâ’mız da kurtulacak, Mescid-i Haram’ımız da. Mescidlerin kurtuluşu da Allah’ın evi olan gönüllerimizin işgalden kurtulması ile sağlanacaktır. Câmilerimizi diriltmek ve câmide dirilmek için, öncelikle câmilerimizi kurtaralım, o câmiler bizi kurtaracaktır.