Rıdvan DİNÇER

07 Haziran 2022

NİSA 85. AYET IŞIĞINDA, ŞEFAATÇİ OLMA MÜKELLEFİYETİMİZ

Göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin Sahibi olan, her işi merhamet temelinde gerçekleşen Allah’ın adı ile. Hâmd, evvelinde ve ahirinde O’na aittir.

Şefaât denildiğinde, genel olarak insanların zihninde beliren ilk çağrışım değil ele alacağımız boyut. Belki de bu ilk çağrışım yapan boyuta ayrılan zamanımızı da kendisine tahsis etmemiz gereken boyutlarını ele alacağız.

Tartışmayı seven ve çalışmadan, çabalamadan iyi bir sonuç ile mükafatlandırılmak isteyen bir çok insan, şefaat denildiğinde “Şefaâtin tümü Allah’a aittir” (Bkz: Zümer, 44) hakikatine rağmen, hamaset ile bu konuda mücadele eder. Sanki tartışma sonrası ben kazandım edası, insanı kurtaracak. Ama öyle değil, insanın kurtuluşa/felaha ermesi, ilahi rehberlik doğrultusunda bir tercih ve hayat sürmesine bağlıdır, bu da bedensel ve ruhsal bir bağlılıktır.

Şefaat ile ilgili, insanların öncelemeleri ve üzerlerine düşen yükümlülüğü yerine getirmeleri gerekenleri özetleyen bir ayeti kerimede şöyle buyurulur:

‘’Kim, güzel (hasene) bir aracılıkla aracılıkta (şefaatte) bulunursa, ondan kendisine bir hisse vardır; kim kötü (Seyyie) bir aracılıkla aracılıkta (şefaatte)  bulunursa, ondan da kendisine bir pay vardır. Allah her şeyin karşılığını verendir, her şeyin üzerinde koruyucudur.” (Nisa Suresi - Ayet 85)

Ayeti kerimede (yeşfeâ şefeâten) ifadesi iki tekrar ile dört adet şefaat kelimesi kullanılır. Bu şefaat, bir önceki ayet-i kerimede zikr olunan nebevi teşvik ve nefsi sorumluluktur, şefaât işlevinin mihengi de en zor olan koşullarda bile teşvik etmek iken, kanımca geri kalan koşullarda ise görev ad etmektir.

Ayet, hem tarihi hem de evrensel olarak kıyamete kadar şefaat konusunda bir kural getirmektedir. Meşru olmak kaydı ile hukuka ve ahlaka uygunluk taşıyan, başkası aleyhine haksızlık doğurmayan ”aracı olma”, yardımcı olma amacı taşımalıdır.

Ayet hususi bir olay üzerinden genel bir sorumluluğa/muhtevaya da imkan tanımaktadır. Ayetin indiği ortam ve bağlantılı olduğu konuyu anlamaya çalışacak olur isek, bir önceki ayet, ele alacağımız ayette yer alan şefaat konusunda bize ışık tutacaktır. Önceki ayet-i kerimede;

‘’O halde sen Allah yolunda savaş, kendinden başkasıyla yükümlü/sorumlu tutulmayacaksın. Mü'minleri hazırlayıp teşvik et. Umulur ki Allah, küfredenlerin (hakikati inkara kalkışanların) ağır baskılarını geri püskürtür. Allah 'kahredici baskısıyla' daha güçlü, acı sonuçlandırmasıyla da daha şiddetlidir.” (Nisa Suresi - Ayet 84)

Ayet-i kerimede, “kendi nefsinden başkası ile sorumlu tutulmayacaksın” ifadesi; konu her ne kadar kıtal/savaşı gerektiren bir ortamda alınan bir emri içerse de (bunu genel olarak, hayatta ortaya konması gereken cihad ruhu ile)aldığı emri uygulayan ve buna çağırmakla, teşvik etmekle öncülük ederek üzerine düşeni yapan, yapmamız gerektiğini (şefaatin nasıllığını örnekleyerek) öğreten nebevi bir duruş var.

Öncülük ederek üzerine düşeni yaptıktan sonra, çağrıya cevap vermeyenlerin - şefaat eyleminden sıvışanların- tutumlarından doğan sorumluluk onlara aittir. Bu konudaki tutumlarından doğan bir mes’uliyet yoktur ve Allah indinde temiz olmayı sağlar.

Mü'minleri hazırlayıp teşvik et ifadesi; şefaatin eylemlilik sahasını ve sahadaki duruşu ve de teşvik sınırlarına dair çerçevesini görmemizi sağlar. İman edenlerin dünyasına ve ahiretine ilişkin şifa olma çabası; yardımcı olmak ve bu işe aracı olmanın kendisinden başka bir şey değildir.

Şefaate/aracı bulunma/teşvik; Küfür ile İman mücadelesinde iman edenlerin mevizlerini terk etmeden, gerektiğinde mevzilerini ileriye doğru taşıyarak her daim hazır ve nazır olmalarına ilişkin yükümlülük bütününü kapsar.

Küfredenlerin (İlahi olana karşı konumlananların) ağır baskılarını kırmak ifadesi; Hakkı müdafaa ve muhafaza için, Allah’a kulluğu tercih edenlere dünyayı dar etmek isteyen ve de Allah’a kulluk etmeleri engellenen, önlerine sedler çekilen, tüm bağlayıcı prangalarını kırmak üzere, kula kulluk öğretisi olan küfre ve her rengine karşı savaşımın nedenini ve amacını öğrettiği gibi, nerede ve nasıl konumlanmamız gerektiğini de bize bildirir.

Dün karşısında boyun eğilmeyen küfür ne ise, bugün de aynı özellikleri taşımaktadır. İsimlendirmeler ile temize çıkarılmak istenen küfür, İlahi egemenliğin tanınmadığı her yerdeki cari yaklaşımalrın adıdır.

Konumlanmaya ilişkin teşvik konusunda (şefaatte),kazanımlar için öncü ol,savaşın olduğu yerde, savaşa ilişkin hazırlıklarda teşvik et, gevşeklik göstermeden ‘’Bir tohumun- Bir bitkinin var olma” gerçekliği ve özgünlüğü gibi, merhamet, sabır ve ciddiyet ile diri kalbleri hareketlendir, ölü kalbleri uyandır. Nasıl ki; Nebi (a.s.)’a geldiklerinde sizi teçhizatlandıracak binekler bulamıyorum dediğinde gözleri yaşlar ile dolup geri dönen mü’minler gibi, davanın var olma veya ”esaret altında” bir hayat sürme gerçekliğini fark etmiş bir bilinç ortaya çıksın. Temsil veya İslami yönetim var olduğu müddetçe, küfür İslam’a karşı diş biler ve bilemeye devam edecektir.

Cahiliyenin kuşattığı veya İslam’ı temsilin çok zayıf olduğu yerler dahil olmak üzere, küfrün sultasında, hakka boyun eğdirmişçesine davranmak, rıza göstermek mü’min için olabilecek bir durum değildir.Küfredenlerin ağır baskılarını kırmak için, İman edenlerin sahib olduğu en küçük maddi olsun, nefsi olsun tüm unsurların harekete geçmesi için teşvik etmek/aracı olmak/şefaatçi olmak, dünyasına ve ahiretine şifa olmaktır. Böyle bir zeminin devamında ayet-i kerime;

‘’Kim, güzel (hasene) bir aracılıkla aracılıkta (şefaatte) bulunursa…” (Nisa Suresi/85)

Ayetindeki “Şefaâten Hâsene” ifadesi;  Kim hak/lı bir dava uğrunda Şefaâtçi/Aracı olursa/üstün çaba gösterirse/öncü olursaanlamında, ortaya konan çaba ve eylemlilik bütününü ifade eden bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Şefaat ancak caiz olan şeylerde olur.

Şefaât kavramının kendisinde de bu anlam ile karşılaşmaktayız. İnsan kendisini, ihtiyaç sahibinin ihtiyacını giderme hususunda, onunla ortak olacak şekilde, adeta onun bir yarısı kılmasıdır, olmasıdır. ’Şef’ kökünden gelen “şefaat”, yalnız kalana yardım etmek, teki çift yaparak onu güçlendirmek, bir işin yapılmasına yardımcı olmak demektir.

Ayetteki şefaatin, insanların bir iş için birbirlerine aracı olması anlamına geldiği gibi, benzeri vakıalarda iki kişi arasında görülecek bir iş, elde edilecek bir fayda veya önlenecek bir zarar konusunda üçüncü bir şahsın devreye girmesi, aracı olması, hatırını ve gücünü kullanarak sonuç elde etmeye teşebbüs etmesi de aynı anlam örgüsünün bir parçasıdır. Birde kişinin kendisine ait olan mülkü, ortağının mülküne eklemesi anlamında “Şufʹa” ifadesi  kullanılır.

Şefaat hayata nebilerin izince müdahale etme ve yönlendirme çabalarının tümüdür desek abartı olmaz sanırım, çünkü her hamle kulun hem dünyasını hasen/güzel, hem ahiretini hasen/güzel kılma çabasıdır. Mü’minin, Rabbinden istediği ‘’Rabbim her iki hayatta da bize iyilik, güzellik (hasene) ver” duası gerçekleşsin diye ortaya konan çabalar şefaat değil de nedir?

Küfür (Beşer kaynaklı otoriteleşme)ile İman (İlahi esaslı hayat) arasındaki mücadelede insanların harekete geçirilmesi, İman eksenli bir öğreti ve davet çabası ile hem maddi, hem de nefsi olarak ortakmışçasına elbirliği yaparak hidayetlere vesile olmak ve de küfrün belini kırmak, küfre ait değerlerin doğurduğu dünyevi ve uhrevi zararlar, kayıplar ile insanları yüzleştirmek, iman ile insan arasında bir aracı-şefaatçi-ortakları- olma cehdi,tehdit yoluyla değil de, yumuşaklık ve nezaketle onu emretmekte bir nevi şefaattir.

Burada birlikte olayı sahiblenme ve olayı yönetme ve yönlendirmeden doğan, bireysel ve toplumsal istifade ve yararlar söz konusudur. Bu yararlar nelerdir sorusunu sorduğumuzda çıkacak başlık sayısı azımsanmayacak kadar çoktur.

Aracı olma/Şefaat ile alakalı Kur’an bize,ilgili ayet-i kerimedeki hem küfür milleti ve değerlerine karşı durma, hem de sosyal hayat işleyişimizde birçok örneklemeler  sunar. Yetimlerin hukukunu gözetme başlı başına bir şefaat/aracı olma ibadetidir. Evlenmeye/Nikah’a güç yettiremeyenlerin gerek maddi gerekse birbirlerini bulma ile alakalı işlevde iman edenlerin teşviki-aracı olmaları da böyledir. Şahidin, miras ile ilgili vasiyet bırakanın hukuksuz davranış ve ölçüsüne ıslah çerçevesinde müdahale hakkını ifa etmek bir aracılık- şefaat- soruna şifa olma olayıdır. Örnekler çoğaltılabilir. Burada İslam toplumu veya İslam toplumuna doğru yolculukta Hakk olan Allah’ın koyduğu ölçüler ile veya ölçülerden yola çıkarak yardımcı olmak/şefaatçi olma hallerinin tümünü kapsar.

Nebi (a.s)’ın dediği gibi;  "Ben ve yetimekefil olan kimse, şunlar, yani (şu iki parmak gibi yan yanayızdır)." (Keşfu'l-Hafâ, 1/206)

Her insan bir değildir, ihtiyacını dile getiremeyen, derdini anlatamayan za­yıf ve sahipsizlere sahip çıkıp aracı olmak İslamî bir vecibedir. Baş­kasının derdi ve ihtiyacıyla (hidayeti ile) ilgilenilmeyen bir topluluk, İslami bir topluluk değildir.

İslam toplumunun gücü, en zayıf olan (Mü’min) ferdin gücü ile orantılıdır,eğer en zayıf kendini güçlü görmüyor, hissetmiyor ise, İslam toplumu zayıftır. Bu ve benzeri olguları prensip edinip hayat sürmek, hassas olmak takvalı olmanın gereğidir ki, İslam toplumunun öncüleri muttaki olan bir toplumun önderleridir. Bu durum İslam toplumuna yol alan birliktelikler içinde geçerli bir kuraldır, iyilikte, yardımlaşma ve dayanışmada, haklı davalarda insan­lara özellikle din kardeşlerimize yardımcı (şefaatçi)olmamızı, haklarını korumamızı, sıkıntılarını gidermeye çalışmamızı, gerektiğinde aracı  olmamızı İslam emreder.

Allah’ı adeta yok sayan veya insanlık üzerinde kendisini otoriteleştiren olgular ile hiçbir sorunumuz yokmuşçasına davayı hafife almak, düşmanı dostmuşçasına kabul etmek- güllük gülistanlık pespembe bir alanda hayat sürüyormuşçasına rahat davranmak doğru değildir.

Zorba ve zulmünde görünür bir şiddet uygulayan yönetimler ile, Hümanist söylemli olan, insanı içten içe tahrib eden zalim yönetimlerden yola çıkıp, mukayese yaparak ferdin ve toplumun değişimine sebeb teşkil edecek aracı/yardımcı/şefaatçi olma mücadelesini askıya asarak, İman ile küfür arasındaki çetin savaşın ciddiyetini dikkate almadan içselleştirilen pembe tablolara aldananlar ‘’Gül renginde ateşten gömleklere”  gül yakıştırması yapanlardır.

‘’Kim, güzel (Hasene) bir aracılıkla aracılıkta (şefaatte) bulunursa, ondan kendisine bir hisse vardır…” (Nisa Suresi - Ayet 85)

Ondan kendisine bir hisse vardır; Bu hissenin dünya hayatına bakan yönü olduğu gibi, bir sonraki hayata bakan yönü de vardır. Hayata iyilik ve güzellik ekmek! Ve ondan yararlanmak. Felsefelerin, çağdaş tıbbın, çağdaş insanın, çağdaş hukukun!.. Hasta olmayan, suç üretmeyen insan ve toplum arzusunu dilendirenlerin arayışlarının cevabı değil mi? Tabiidir ki ‘’kişinin işidir aynası, lafa bakılmaz” atasözü, “yalancının mumu yatsıya kadar yanar” deyimi, doğruyu bazen konuştuklarını ama doğruyu yanlışlarını ayakta tutmak için kullandıkları gerçeğini görmemizi engelleyemiyor.

Hayata iyilik ve güzellik ekmek! Ve ondan yararlanmakfaaliyetinde/şefaatinde bulunan kulların, bu hayattaki güzellikleri bizleri cezbeder iken, bir sonraki hayatlarının nasıllığı ‘’Ah keşke onlar ile yol alanlardan olsam/olsaydım” denilecek bir mevki ve makam ile ödüllendirileceklerdir, nefsine ihsanda bulunana, ihsandan başka ceza yoktur.

‘’…..kim kötü (seyyie) bir aracılıkla aracılıkta (şefaatte) bulunursa, ondan da kendisine bir pay vardır.” (Nisa Suresi - Ayet 85)

Şefaâten seyyieten (kötü bir aracılık)işlevinde olanlar; Küfür ve İman mücadelesinde, haksız bir dava için çabaları, aracılıkları ve ortaklıkları Hakk/a başkaldırıyı içeren her türlü eylemliliği kapsar. Nebiler ve iman edenler ile aynı safta yer almayıp karşılarında konumlanıp faaliyet gösterenleri kapsar. Nebinin izince renk verip, küfrünü inancımıza kusan cenahları da kapsar, beşeri ideolojilerin isimlendirmeleri altında yer alan kurulu sistemleri de kapsar.

Bu konunun yüzeysel sağlaması, Resul ile beraber Resulün izince misin? Yoksa Resulün ismini kullanıp kendince olan iz üzere misin? Yoksa Resule karşı konumlananlardan mısın? Son iki soru şıkkında yer alanların halleri, aynı yere hizmet edip küfrün kalesini tahkim edenlerdir. Başka bir işlev ortaya koymazlar, koyamazlar.

Ondan kendisine birpay vardır; Bu payın dünya hayatına bakan yönü olduğu gibi, bir sonraki hayata bakan yönü de vardır. Hayata, kötülük ve çirkinlik ekmek! Ve ondan yararlanmak!  Gerçekte ahiretten vaz geçmek istemeyen, lakindünya hayatına dair kendi nefsi/hevasının belirleyiciliğini ise elinden hiç bırakmak istemeyen çabalara sahibdirler.

Aracılıkları, ortaklıkları, hayata kötülük ve çirkinlik ekmek! Ve ondan yararlanarak! Öncülük etmeleri şeklinde bireysel ve toplumsal ifsadı kapsar. Islah söylemli müfsidler/bozgunculardır bunlar. Dünyada yaktıkları ateş onları hiçbir zaman aydınlatmaz ve ısıtmaz, ruhlarına kadar yakar, acılarını mimiklerinde görürsünüz gücü ellerinde tuttuklarına aldanmayın.

Cenâb-ı Hak, güzel şefaât için, "ondan kendisine bir nasib vardır", kötü şefaat için ise, "Ondan kendisine bir kifl vardır" buyurmuştur. Bu iki lafzın kullanılmasında bir incelik vardır.

"Kifl", bir eziyet ve sıkıntı duymaktan koruyan,insanın kendisine itimad edip güvendiği hissenin adıdır. Yani Rabbimizin kötü aracılık dairesinde tanımladığı hususlarda, bir kimse veya topluluğun sürekli bir çıkar ve menfaati olması ve bu olumsuzluklara muhabbeti olması sebebiyle bunlardan yararlanmak için aracı, ortak, öncü (şefaatçi) olması ile elde edeceği paya olan özel ilgisi ve sevgisinin doğurduğu esareti resmedilir.

Bu özel ilgisi ve sevgisi nedeni ile bir sonraki hayattaki paylarına düşeni Rabbimizin haber vermesiyle biliyoruz. Allah bizleri beri kılsın.

Birbirinin tefsiri olan iki ayetin son cümlesi olan kısma geldik, Ayeti kerimede;

Allah her şeyin karşılığını verendir, her şeyin üzerinde koruyucudur.” (Nisa Suresi – 85)

Allah her şeyin üzerinde mükît’tir.Allah her şeyin karşılığını verendir, her şeyin üzerinde koruyucudur. Eğer bir ayet veya ayetler demeti sonrası Allah’ın bir ismi ile karşılaşır iseniz bilin ki, o isim, ayetlerde zikrolunan olaylar ve haller üzerindeki etkinlik ve yetkinlikte mutlak otoritenin özet tanımıdır. Mukit olan Allah’a iman, Şafi olan Allah’a iman, ilgili iki ayeti kerimedeki yansıması, kullardan yapılması ve yapmaktan kaçınılması istenilen emirlere içtenlikle uymayı gerektirir, yoksa iman kuru bir lafızdan ibaret kalabilir.

Mukit esması;"kût" kökünden gelmek­tedir,"kût" ise, canlıyı hayatta tutan gıdaya, azığa denir. Bu da, muhafaza edilen miktardan fazla olmayan (kıt kanaat kâfi gelen) şey demektir. Mukit, bütün canlıların gıdalarını, azık­larını üzerine olan, onlara ulaştıran, bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren, bilip gücü yeten ve koruyan, her yaratılmışın azığını verendir.

Her şeyin üzerinde mukit olan Allah;insan henüz çalışamaz ve istemesi­ni bilmezken, onun gıdasını, onu hiçbir sebep ile mükellef tutmadan verir. Ana karnında olan birden fazla bebeklerin de rızkını, bu azık için mücadele etmeksizin ihtiyaçları miktarınca takdir eden, Mukit olan Allah’tır. Ne zaman ki çalışır, ister ve arar bir yaşa ge­lince, onun gıdasını da birtakım sebepler ve vâsıtalar ile sevk eder. Bu, tüm canlılar için aynı şekilde cereyan eder.

Gerek irademiz, gerek irade dışı aldığımız besinlerin hayatımızın sürdürülebilirliğinde rol oynamasını sağlaması, gerekse bu besinler ile bizi nimetlendirmesi, her an ve her halimizde bizi gözleyen, koruyan, besleyen ve hiçbir halimizin kendisine gizli kalmadığı, hallerimize hakim ve kadir olan Allah’ın; bize verdiklerine ve sağladıklarına nankörlük etmemeliyiz, aza kanaat, çoğu heba etmeye itmemeli, dünya hayatımızı zindan, ahiretimizi de hüsran mekanı kılmamalıyız.

Allah Teâlâ her şeyin muhafızı olup, her şeyin şahidi ve gözcüsüdür.Bizim hiçbir halimiz O'na gizli kalmadığı gibi, O, şefaat eden/aracılık yapan kimsenin, hak ya da bâtıl meselede şefaat/aracılık ettiğini bilir. Ve herkese ortaya koyduğu teşvik yönü ile -ortak olduğu-öncülük ettiği-, aracılığında bulunduğu teşvike göre bir karşılık verir...

Mü'minleri hazırlayıp teşvik et ifadesi;şefaatin eylemlilik sahasını ve sahadaki duruşu ve de teşvik sınırlarına dair çerçeveyi görmemizi sağlar. İman edenlerin dünyasına ve ahiretine ilişkin şifa olma çabası; yardımcı olmak ve bu işe aracı olmanın kendisinden başka bir şey değildir. Şefaat/aracı bulunma/teşvik; Küfür ile İman mücadelesinde iman edenlerin mevzilerini terk etmeden, gerektiğinde mevzilerini ileriye doğru taşıyarak her daim hazır ve nazır olmalarına ilişkin yükümlülük bütününü kapsar.

Şefaat, ayeti kerimede zikrolunan nebevi teşvik ve nefsi sorumluluktur, şefaat işlevinin mihengi de en zor olan koşullarda bile teşvik etmek iken,kanımca geri kalan koşullarda ise görev kabul etmektir.

Hâmd, evvelinde ve ahirinde Allah’a aittir. Salatlar ve selamlar Resullere ve izlerince yol alacak tüm iman erlerine olsun.