Ahmed KALKAN
ORTADOĞU VE UMRE HÂTIRALARIM -IV-
Hâtıralar, üzerinden uzun zaman geçse bile, bazen gündemdeki konuların arka planının daha net anlaşılmasına hizmet eder. Hâtıralar, canlı tarihtir; tarihin canlı tanıkları, tarihin ete kemiğe bürünmesi, somutlaşması, tarih için örnek ve delil… Hâtıraların bazılarının objektif olamayacağı, taraflı olmasını hesaba katıyorsak, bu problemler tarihin kendisi için de geçerlidir. Tarih, yazanların sübjektif görüşlerinden tümüyle uzak mıdır sanki? Taraflı olmayan bir tarihçi ve tarih işlenişi var mıdır ki?
Medine’yi anlatıyordum, anlatacağım inşaAllah. Ama, Ortadoğu hâtıralarımla sıcak gündem arasında çok yakın irtibat kurabileceğimiz bir durum var, önce onunla ilgili değerlendirmeler yapalım, sonra Medine ve Mekke’ye geçeriz.
Gündem, Türkiye-İsrail gerginliğine kilitlenmiş durumda. Eylül ayının ilk günlerinde hükümetin aldığı bir kararla Türkiye, İsrail’le ilişkilerini ikinci kâtip seviyesine indirildi. İki ülkenin aralarındaki askeri anlaşmalar askıya alındı. Türkiye seyrüsefer serbestisi için Doğu Akdeniz’de gerekli gördüğü her türlü önlemi alacağını açıkladı. İsrail’in saldırısında mağdur olan ailelere uluslararası platformlarda T.C. tarafından hukuki desteğin sonuna kadar verileceğini belirtti. Ayrıca, Türkiye’nin, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukayı tanımadığı ilan edildi. Özür dilenmedikçe, tazminat ödenmedikçe, Gazze'ye ambargo uygulaması kaldırılmadıkça, Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzelmesi, normalleşmesinin beklenemeyeceği Erdoğan tarafından da kamuoyuna duyuruldu.
Erdoğan, yağmaktan çok gürleyen tavrıyla hem Türkiye’deki ve hem Ortadoğu’daki halklar nezdinde puan topladı. İsrail dostu yöneticiler tarafından yönetilmeye alışmış olduğu halde tümüyle Batılılaşmamış halklar, İsrail’e karşı bu dik duruşu, daha doğrusu efelenmeyi, ondan da doğrusu İsrail’in müslüman halklara karşı düşmanca ve zâlimce tavrına tepki vermeyi o kadar özlemiş ki, kendi vatandaşlarına yönelik zulmün bir kısmına bile itiraz eden yönetimi kahraman ilan edebiliyor. Aslında halkından önemli bir bölümünün kendilerini İslâm’a nispet ettiği ülkelerde halk kahramanı olmak hiç de zor değil; İsrail’e karşı “bir dakika!” demek, kamuoyu önünde onun zulümlerine destek olmayacağını belirtmek, bir kısmı kendi döneminde yapılmış olan önceki çok sayıdaki ticarî, askerî ve istihbarî anlaşmalardan bazılarını dondurmak yetip artıyor…
"İsrâiloğulları hakkında konuşun. Bu konuda konuşmanızda (onları devamlı gündemde tutmanızda) bir sakınca yoktur." (Buhâri, Enbiyâ 50; Ebû Dâvud, ilim 11; Tirmizi, İlim 13; Ahmed bin Hanbel, II/159; Dârimî, Mukaddime 6)
Gelelim esas karşı cepheye; İsrail denen vampirler cumhuriyetine… Cinayet suçu sâbit olduğu halde özür dilememe özrüyle yaşamayı şeref kabul eden İsrail, bu düşman kabul ettiği ülkelere ve kendi politikasını kabul etmeyip zulümlerine itiraz edenlere karşı geri adım atmayan, tükürdüğünü yalamayan bu tavrıyla kendi ülkesinde kahraman koltuğuna oturmuş durumda. İsrail, dünya kamuoyunda ciddi bir tehlike ve tehdit olarak algılanmıyor, tam tersine, başta ABD olmak üzere tüm Batılı ülkeler, müslümanlara karşı kendisine destek veriyor. İsrail hükümeti düşmanına boyun eğmediği, kendi düşmanca tavırlarından taviz vermediği için kendi ülkesinde desteğini artırıyor.
Gaybı yalnız Allah bilir, âmennâ. Ama kullar da geçmişten ve verilerden yola çıkarak bazı sonuçları kestirebilir. Biraz iddialı bir söz söyleyeyim. T.C. hükümetinin kısmen sert sayılabilecek bu son tavrına rağmen İsrail net bir şekilde özür di-le-me-ye-cek. İsrail açısından diğer ülke insanları, üzerine binilecek ve istediği yere sürülecek bir eşek. İsrail açısından “insan” demek, kendi ırkdaşı demek; diğerleri o “insan”a hizmetçi... Gururu böylesine aklını devre dışı bırakmış toplumlar, başlarına gelen eski musibetlerden de etkilenmiyorsa, feci âkıbet onları bekliyor demektir. Büyüklük taslayan “müstekbir” vasfı ve müstekbirlerin dünya ve âhirette başlarına gelecek olanlar bu insanlara öyle yakışıyor ki…
Tahrif ettikleri kitapta, Tevrat diye bilinen Ahd-i Atik’te şöyle deniliyor:
“Milletlerin zenginliği sana gelecek. (...) Ve ecnebiler senin duvarlarını yapacaklar ve kıralları sana hizmet edecekler… sana kulluk etmiyen millet ve ülke yok olacak ve o milletler tamamen harap olacak…” (İşaya, 60/5, 10, 11, 12, 14, 16, 17, s. 718-719)
"Ve yabancılar durup sürülerinizi güdecekler ve ecnebiler çiftçileriniz ve bağcılarınız olacak. (...) milletlerin servetini yiyeceksiniz ve onların izzeti size geçecek." (İşaya, 61/5, 6, s. 719)
Ahd-i Cedid'de (İncil’de) de bu bakış açısı vardır: Meselâ, yahudi olmayan başka ırklar köpektir: Matta, 15/21-27, s. 17)
Muharref Tevrat’ta (Ahd-i Atîk’te) Sömürü, İşgal ve Katliam
"Ele geçen her adamın gövdesi, delik deşik edilecek ve tutulan her adam kılıçla düşecek. Yavruları da karıları da kirletilecek. (...) Ve yayları gençleri yere çalacak ve rahmin semeresine acımayacaklar; gözleri çocukları esirgemiyecek." (İşaya, 13/15, 16, 18, s. 682-683)
"Atalarının fesadından ötürü, onun oğullarını boğazlıyacak yer hazırlayın da ayağa kalkmasınlar ve diyarı kendilerine mülk edinmesinler ve dünya yüzünü şehirlerle doldurmasınlar. Ve orduların Rabbi diyor: Onlara karşı kalkacağım ve adı bâki kalanı ve oğulu ve torunu Babil'den kesip atacağım, Rab diyor." (İşaya, 14/21, 22, s. 683)
"Allah'ın Rab, mülk olarak almak için gitmekte olduğun diyara seni götüreceği ve senin önünden çok milletleri, Hittîleri ve Girgaşîleri ve Amorileri ve Kenanlıları ve Perizzîleri ve Hivîleri ve Yabusîleri, senden daha büyük ve daha kuvvetli yedi milleti kovacağı ve Allah'ın Rab onları senin önünde ele vereceği, ve sen onları vuracağın zaman, onları tamamen yok edeceksin; onlarla ahdetmiyeceksin ve onlara acımıyacaksın; ve onlarla hısımlık etmiyeceksin; kızını onun oğluna vermiyeceksin ve onun kızını oğluna almıyacaksın." (Tesniye, 7/1, 2, 3, s. 184)
"Ve Allah'ın Rabbin sana teslim edeceği bütün kavmları bitireceksin; gözün onlara acımayacak. (...) Ve Allah'ın Rab, onları senin önünde ele verecek ve onları helâk edinceye kadar büyük kırgınla kıracak. Ve onların kırallarını senin eline verecek, adlarını göklerin altından yok edeceksin; sen onları yok edinceye kadar kimse senin önünde duramıyacak." (Tesniye, 7/16, 23, 24, s. 185)
"(Rab dedi:) Sen benim topuzum ve cenk silâhlarımsın. Ve seninle milletleri kıracağım ve seninle ülkeler helâk edeceğim (...) ve seninle erkeği ve kadını kıracağım ve seninle kocamış adamı ve genci kıracağım ve seninle genç adamı ve ere varmamış kızı kıracağım ve seninle çobanı ve sürüsünü kıracağım ve seninle çiftçiyi ve çiftini kıracağım ve seninle valileri ve kaymakamları kıracağım." (Yeremya, 51/20-23; s. 777)
"Milletlerin zenginliği sana gelecek. (...) Ve ecnebiler senin duvarlarını yapacaklar ve kıralları sana hizmet edecekler; çünkü seni öfkemde vurdum, fakat lütfumla sana merhamet ettim. Ve kapıların daima açık duracak; milletlerin servetini ve sürgün getirilen kırallarını sana getirsinler diye gece gündüz kapanmıyacaklar. Çünkü sana kulluk etmiyen millet ve ülke yok olacak ve o milletler tamamen harap olacak. (...) Ve seni sıkıştıranların oğulları sana iğilerek gelecekler; ve seni hor görenlerin hepsi senin ayaklarının tabanında yere kapanacaklar ve sana: Rabbin şehri, İsrail Kuddûsünün Sion'u diyecekler. (...) Ve milletlerin sütünü emeceksin ve kıralların memelerini emeceksin. (...) Tunç yerine altın getireceğim ve demir yerine gümüş ve ağaç yerine tunç ve taş yerine demir getireceğim." (İşaya, 60/5, 10, 11, 12, 14, 16, 17, s. 718-719)
"Mülklerini alacağınız milletlerin yüksek dağlar üzerinde ve tepeler üzerinde ve her yeşil ağaç altında ilâhlarına ibadet ettikleri bütün yerleri mutlaka harap edeceksiniz." (Tesniye, 12/2, s. 189) (Başka mâbedlere karşı bu acımasız tavrı, müslümanların Mescid-i Aksâ'sı için de düşünüyorlar)
Irkçılık: "Sen Allah'ın Rabbe mukaddes bir kavmsin ve Rab, yer üzerinde olan bütün kavmlardan üstün olarak, kendisine has bir kavm olmak üzere seni seçti." (Tesniye, 14/2, s. 191)
"Ve aranızda yürüyeceğim ve sizin Allah'ınız olacağım ve siz benim kavmım olacaksınız." (Levililer, 26/12, s. 127)
"İbranîlerin Allah'ı Rab" (Çıkış, 10/3, s. 63)
"İşte şimdi bildim ki bütün dünyada Allah yoktur, ancak İsrail'de vardır." (II. Krallar, 5/15, s. 373)
"Mukaddes millet, kâhinler melekûtu, bütün kavmlardan has" (Çıkış, 19/5, 6, s. 73)
"Bütün İsrail zürriyeti RABDE suçsuz olup övünecekler." (İşaya, 45/25, s. 708)
"Yabancıya faizle ödünç verebilirsin; fakat kardeşine faizle ödünç vermiyeceksin; ta ki, mülk olarak almak üzre gitmekte olduğun diyarda elini atacağın her şeyde Allah'ın Rab seni mübarek kılsın." (Tesniye, 23/20, s. 200)
"Eğer İsrail oğullarından, kendi kardeşlerinden bir canı çalan adam bulunursa ve ona köle gibi davranır, yahut onu satarsa, o zaman o hırsız ölecektir ve aranızdan kötülüğü kaldıracaksın." (Tesniye, 24/7, s. 201)
"O Allah ki, bana öçler verir, kavmleri bana tâbi kılar." (II. Samuel, 22/48, s. 332)
"İsrail onun mirasının sıptıdır; ismi orduların RABBİDİR. Sen benim topuzum ve cenk silâhlarımsın. Ve seninle milletleri kıracağım; ve seninle ülkeler helâk edeceğim; ve seninle atı ve binicisini kıracağım ve seninle cenk arabasını ve binicisini kıracağım ve seninle kocamış adamı ve genci kıracağım ve seninle çobanı ve sürüsünü kıracağım ve seninle çiftçiyi ve çiftini kıracağım ve seninle valileri ve kaymakları kıracağım." (Yeremya, 51/19-23, s. 777)
"Ey Habeşler, siz de benim kılıcımla öldürüleceksiniz." (Tsefanya, 2/12, s. 887)
"Ve yahudiler bütün düşmanlarını kılıçtan geçirdiler ve öldürdüler ve yok ettiler ve kendilerinden nefret edenlere istedikleri gibi yaptılar. (...) ve kendilerinden nefret edenlerden yetmiş beş bin kişiyi öldürdüler." (Ester, 9/5-6, s. 498-499)
"Ve Mısırlıların gözlerinde bu kavma lütuf vereceğim; ve vâki olacak ki, gittiğiniz zaman eli boş gitmeyeceksiniz. Fakat her kadın komşusundan, ve evinde olan misafirden gümüş şeyler, ve altın şeyler ve esvaplar isteyecek; ve oğullarınızı ve kızlarınızı onlarla süsleyeceksiniz; ve Mısırlıları soyacaksınız." (Çıkış, 3/21-22, s. 56) (Görüldüğü gibi, bu cümlelerde başka kavimlerden hırsızlık emredilmektedir.)
"Para faizi olsun, zahire faizi olsun, yahut ödünç verilen her şeyin faizi olsun, faizle kardeşine ödünç vermeyeceksin. Yabancıya faizle ödünç verebilirsin." (Tesniye, 23/19-20, s. 200)
"Komşunun bağına girdiğin zaman canının istediği gibi doyuncaya kadar üzüm yiyebilirsin, fakat kabına koymayacaksın, komşunun ekinine girdiğin zaman elinle başakları koparabilirsin, fakat komşunun ekinine orak salmıyacaksın." (Tesniye, 23/24-25, s. 200)
"Hiçbir leş yemiyeceksiniz; onu yesin diye şehirlerinde olan garibe verebilirsin; yahut yabancıya satabilirsin; çünkü sen Allah'ın Rabbe mukaddes bir kavmsın." (Tesniye, 14/21, s. 192)
İsrail-Filistin: "Ve o gün vâki olacak ki, Aşur'dan ve Mısır'dan ve Patros'tan ve Kuş'tan ve Elam'dan ve Şinar'dan ve Hamat'tan ve denizin adalarından arta kalacak olan kavmının bakiyesini kurtarmak için Rab yine ikinci kere elini uzatacak. Ve milletler için bir bayrak kaldıracak ve İsrail'in sürgünlerini toplıyacak ve yerin dört köşesinden Yahuda'nın dağılmış adamlarını bir araya getirecek. Efraim'in kıskançlığı da kalmayacak ve Yahuda'yı sıkıştıranlar kesilip atılacak; Efraim Yahuda'yı kıskanmayacak ve Yahuda Efraim'i sıkıştırmayacak. Ve garp tarafında Filistîlerin sırtına uçup atılacaklar, şark oğullarını birlikte çapul edecekler. Edom ve Moab üzerine ellerini atacaklar ve Ammon oğulları onların sözünü dinleyecekler." (İşaya, 11/11-14, s. 682)
"Çünkü Rab Yakub'a acıyacak ve İsrail'i yine seçecek ve onları kendi toprakları üzerine koyacak ve yabancı onlarla birleşecek ve Yakub evine yapışacaklar. Ve kavmlar onlar alıp köle ve cariye olarak kendine mülk edinecek ve kendilerini sürgün etmiş olanları sürgün edecekler ve kendilerine gadretmiş olanlara hâkim olacaklar." (İşaya, 14/1, 2, s. 683)
"Baştan başa, Ey Filistin, seni vuran değnek kırıldı diye sevinme. (...) senin kökünü kıtlıkla öldüreceğim ve artakalanların öldürülecek. Ulu, ey kapı, feryat et ey şehir; baştan başa ey Filistin, eridin; çünkü şimalden duman geliyor ve onun askerinde kaçak yoktur. Ve o milletin ulaklarına ne cevap verilecek? Denecek ki, Rab Sion'un temelini kurmuştur ve kendi kavmının düşkünleri ona sığınakacaklardır." (İşaya, 14/29, 30, 31, s. 684)
"Deniz kıyısında oturanların, Keretîler milletinin vay başına! Ey Kenan, Filistîler diyarı, Rabbin sözü size karşıdır; seni yok edeceğim, öyle ki, artık sende oturan kimse olmayacak." (Tsefanya, 2/5, s. 887)
Ayrıca bu konularda diğer örnekler için, bkz. Kitab-ı Mukaddes, s. 212, 370, 697, 777; 772, 828, 286, 794, 223, 464, 221, 197, 540, 370, 715, 178, 201, 331, 724, 777.
Bir İsrail askerine karşılık Filistinli milletvekili ve bakanları kaçırıp gözaltına aldığını biliyoruz. Haziran 2010’da 3 İsrail askerine karşılık 600 filistinli serbest bırakılmıştı. Yine bu yıl Erdoğan’ın ve başkalarının girişimleriyle bir İsrail askerinin bırakılmasına karşılık 1000 Filistinli tutsağın serbest bırakıldığını biliyoruz. Yanılıp da sözünde durursa: İsrail, Hamas'ın elinde esir olan askeri Gilad Şalit'in serbest bırakılması karşılığında 980 Filistinli tutukluyu serbest bırakacak.
Görüldüğü gibi, bu tavrıyla bir tek askerini yüzlerce müslümanla eşit saymanın azıcık faydası yanında çokça zararlarını yaşıyor, yaşayacak. Dünya Savaşında Alman Nazilerinin, kim bilir ne suçlarından, içinde yaşadıkları toplumun kanını emdiklerinden ve tefecilik denilen faizciliğin en gaddarcasını yaparak ciddi şekilde Almanları sömürmenin cezası olarak toplama kamplarında o da onlara benzer tehditler savuruyordu. Alman Nazilerinin kendilerine yaptıkları (daha doğrusu; yaptı diye iddiada bulundukları) işkence ve eziyetlerin affı için koca Almanya İsrail’e karşı ezikliğini sürdürüyor ve sık sık özür diliyor. İsrailli Siyonistler ise, benzer zulümleri cömertçe tekrarladıkları halde, özür dileme konusunda çok cimri davranıyorlar. Nazilere benzer zulümler yaptıktan sonra hiçbir zaman hiçbir ülkeden özür dilemeyecek bir burnu büyüklük sergiliyorlar.
Peki, bunların benim Ortadoğu seyahat hâtıralarımla ilgisi ne? İşte şu:
Filistin Giriş Kapısında İsrail’in Ödül DuyurusuOrtadoğu ve umre ziyaretimde Ürdün-Filistin kapısında İsrail’in işgal devleti olarak Filistin topraklarına giren Müslümanlara tam bir gâvur eziyeti çektirdiği bu yerden, bu yazı dizisinin birinci bölümünde uzun uzadıya bahsetmiştim. İşte bu sınır kapısının dışarıya bakan duvarında büyük puntolarla yazılmış bir yazı, insanın gözüne sokulacak kadar dikkat çekiciydi. İsrailli askerlerin ters ters bakmalarına, izin vermeyen tavırlarına aldırış etmeden hemen fotoğrafını çektim bu yazının: “On milyon dolar! Mukabilu ma’lûmâtin ekîdeh ani’l-cunûdi’l-mefkûdîn” Arapça olarak yazılan yazının tercümesi şu: “10 milyon dolar! Kayıp askerler hakkında sağlam/güvenilir bilgi getirme karşılığında.” Demek istiyorlar ki, bir İsrail askerinin ederi 10 milyon dolardır. (Türk askerinin ne kadar ucuza gittiğini, Doğuda çarpışmada ölen asker ailesine tazminat olarak ne kadar ödendiğini bilenler bilmeyenlere anlatsın.) Telefon ve internet adresi verdikten sonra; altına ilâve etmişler: “Sen ve sırrın güvendesiniz” Yani, bu sır sayesinde bizden sayılacak bu şahıs diyorlar. İsrail güvencesine girmiş olacak ispiyoncu. Tabii, bilgi verdikten sonra para ile onun arasında bir tercih yapacaklarını, hangisini daha çok sevdiklerini, hangisinden geçip hangisinden geçemeyeceklerini ihbarcı değilse de, yaşayacak bazıları görür.
Uzun zamandır bu yazı burada durduğuna göre, demek ki on milyon dolarla bile satın alamadığı Müslümanlar var. Ya da şöyle demek daha doğru olur: Müslümanlardan hiçbiri, on milyon $ da versen dâvâsını satmıyor. Ve İsrail elindeki bu dolarlara rağmen âciz ve zavallıları oynuyor.
Bâtıl da olsa kendi dâvâları için her türlü bedelleri ödemeye hazır olan, kendilerinden emin, düşmanlarına taviz vermeyen, idealist bir rejim, kendi o nursuz onurunu çiğnetmemek için düşmanından özür dilemez. Amerika ve ABD karşısında âmir-memur, patron-işçi ilişkisi içindeki Ortadoğunun tâğutlarının idealsiz, dâvâsız, şahsiyetsiz emir eri rolü ile idealist bir zihniyetin karşılaştırması… Aslında erdem ve onur, adam öldürme gibi bir suç işleyince Allah’tan af, muhataplardan özür dilemeyi ve cezasını çekmeyi gerektirir, hata yapınca özür dilemesini bilmeyen kimse onurlu, şerefli değil; küstah, şımarık, hastalıklı, anormal bir karakter sahibi olduğunu ispat etmiş olur. Dev aynasındaki sahte görüntüsüne bakıp gururlanan cüce…
Bu yazı dizisinin birinci bölümünde bahsettiğim Ürdün-Filistin kapısında İsrail’in işgal devleti olarak Filistin topraklarını, Mescid-i Aksa’yı ziyarete gelen Müslümanlara nasıl zulmetmeye çalıştığını anlatmaya çalışmıştım. Birkaç gün önce bu bahsettiğim olay, aleniyet kazandı, vampir devlet tarafından da itiraf edildi.
İsrail Dışişleri Türklere yıllardır düzenli bir şekilde kötü davranıldığını itiraf etti. 7 Eylül’de Dünya Bülteni sitesi ve birçok haber sitesi, şu haberi geçiyordu:
6 Eylül 2011 tarihli Haaretz gazetesinin haberine göre, Türkiye ile İsrail arasındaki gerginliğe son olarak eklenen yolcu arama krizine İsrail Dışişleri’nden ilginç bir açıklama geldi.Haaretz’e konuşan İsrail Dışişleri yetkilileri, Türk yolcuların İsrail havaalanlarında yıllardır düzenli bir şekilde aşağılandığını kabul etti.
İsrail Dışişleri yetkilileri, Haaretz’e, sadece son bir yıl içinde Ben-Gurion Havaalanı’nda kendilerine kötü davranıldığını söyleyen onlarca şikâyet aldıklarını söyledi.
Yetkililer, Ben-Gurion Havaalanı’na gelen hemen bütün Türk vatandaşlarının sistematik bir şekilde, aşırı ve aşağılayıcı aramalara tabi tutulduğunu kaydetti.Bir İsrailli Dışişleri yetkilisi de, Türk vatandaşlarına uygulanan bu aşağılama töreni rutin bir durum” dedi.
Türkiye, devletiyle halkıyla Batıdan gelecek bir bitli turiste, kim bilir hangi kötü niyetini sergilemek üzere İsrail’den gelecek hastalıklı bir siyoniste kendi insanına göstermediği güler yüzü ve ikramı göstermeye çalışadursun.“Kâfirlere karşı sert ve çetin, kendi aralarında merhametli” (48/Fetih, 29); “Mü’minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu” (5/Mâide, 54) olmak mü’minlerin vasıfları olduğu halde, aşağılık Siyonist İsrailliler Müslümanların rolünü de çaldılar. Müslüman olduğunu iddia eden kalabalıklar da Yahudilerin rolünü üstlenip onlara dünyada verilen zillet, meskenet, korkaklık ve dünyevîleşmenin getirdiği köleliği benimsemekten hiç gocunmuyor, çekinmiyor.
Onlar Böyle, Ya Biz Nasılız?
Kur’an’da tam 64 ayrı olumsuz özelliği sayılan Yahudilerin bu olumsuz vasıflarının çok önemli bir kısmı, maalesef günümüz Müslüman sayılan insanlarda İsrailli fesatçılardan daha fazla var. O yüzden onlara vurulan zillet ve miskinlik damgası, yahudiden daha fazla Yahudileşen, bununla birlikte Müslüman olduğunu iddia eden halklara vuruluyor.
Gemi baskını sırasında yazıp bir dergide yayınladığım yazıda şunları söylemiştim:
“Heyhât minezzille!” diye diliyle ve haliyle haykırması gereken ümmet, başlarındaki İsrail dostu tâğutların güdümünde sesi soluğu bile çıkmayacak şekilde sindirilmiş durumda.
Aslında çok büyük fırsat. T.C. bayrağı asılı gemilere uluslar arası sularda savaş gemileri ve silahlarla, gaz bombalarıyla İsrail askerleri saldırı düzenliyor. Bu T.C için savaş ilanı kabul edilmeli, derhal İsrail’e kısasa kısas saldırılmalı. Bu, Amerika’nın savaşa müdahalesini gerektirebilirmiş, olsun. Aynı zamanda bu, ümmetin başındaki tâğutlara rağmen Filistin vesilesiyle Allah için vahdete erip ümmet bilinciyle savaşmasının da önünü açacaktır. Bu, Üçüncü Dünya Savaşı olacaktır. Hakla bâtılın savaşı, imanla küfrün savaşı…
Ama, olmayacak böyle şeyler… Halklarını kandırmak için düşman rolü oynayan İsrail dostu tâğutlar, bin bir hile ile olayı bakın nasıl yatıştıracak… Arap Birliği sadece kınayacak, İslâm Konferansı, konferansla yetinecek. Zaten Bir leşmiş Milletler, leşliklerini yapacak. Yöneticiler halkına ninniler söyleyecek.
Politikacılar yine birkaç beylik laf üretecek, “one minute”, belki en fazla “two minute” diyecek, yetecek, bitecek. Halkın “topunuza tuuu minut” diyeceği gün ne zaman gelecek? Evet, ümmet tuuu diye hep beraber tükürse, İsrail’i sel alır, ümmetin tükrüğünde boğulur. Ama, önce İsrail dostu tâğutlara ve düzenlere bu tavırları göstermeleri şartıyla. Küçük İsrail’lere bir şey yapamayan, arkasında Amerika ve Batı olan İsrail’e hiçbir şey yapamaz.
Gönül istiyor ki, ben yanılayım; İsrail ile imtihan olan ümmet gibi, İsrail ile sınanan yöneticiler bu sınavı kazansınlar. Onların böyle bir hesap içinde olduklarını düşünmüyorum, onlar İlâhî sınavı değil, seçimleri kazanmayı öne çıkaracaklar yine…” demiştim. Ama maalesef yanılmadım. “Yanıldın ya, bak T.C. Hükümeti yumruğu masaya vurdu. (İsrai’e -veya İsrail’i- vuracak değil ya, bakkal idare etmiyorlar, devlet idare ediyorlar devlet, kolay mı? İsrail malı olmasa da masaya yumruk vurabiliyor artık dış işleri, buna sevinilmez mi?) Hükümet İsrail’e nasıl yaptırımlar yapacak, geri adım attıracak.” diyenlere “keşke yanılsaydım, ama maalesef yanılmadım” diyorum. Politikacılara ne kadar güvenilir, insanımızın tarih hâfızası, siyasi geçmiş belleği pek kuvvetli değildir, ama yine de bir baksın: Hangi politikacı hangi sözünde durup halkı kandırmadı ki… Aşağıdaki haberi okuyalım hep beraber:Türkiye ile İsrail arasında giderek büyüyen krizle ilgili, krizin daha haftası dolmadan iki taraftan da "ılımlı" açıklamalar geldi. Bir açıklama yapan İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, İsrail'in Türkiye'yi kendine düşman etmek gibi bir yanlışlığın içine girmeyeceğini söyledi. Öğlen saatlerinde de Ak Parti Genel Merkezi'nden bu yönde bir açıklama geldi.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Türkiye ile İsrail arasındaki krizin sürekli olmayacağını belirterek "İsrail’le köprüler tamamen atılmış değil. İsrail’in özür dilemesi halinde ilişkiler eskisi gibi devam edecektir." dedi.
İsrail intihar ediyor, İsrail dünya Müslümanlarının ve hatta dünya kamuoyunun izzetiyle oynamanın cezasını bekliyor. İsrail, Kıyâmet Savaşı da denilebilecek 3. Dünya Savaşının pimini çekiyor. Azgınlığın zirvesine alçalan İsrail, cami duvarı kabilinden gemileri pisliyor. İsrail kesin kaybedecek. Allah zulümde bu kadar azgınlaşan bir zihniyeti cezasız bırakmaz. Gönül istiyor ki, bizim elimizle bu gerçekleşsin. Yoksa, her şey Allah’ın askeridir.
Ümmet olarak, yüzde birimizden daha az sayıdaki küstah İsrail’e “dur!” diyememenin zilletini yaşıyoruz. Ümmet olarak, zulmü ve büyük fitneyi ortadan kaldıracak çok etkili bir şey yapamamanın ve âcil kesin çözüm bulamamanın ıstırabını yaşadığımızı, bu yönüyle gemilerde bazı kardeşlerimiz bir defa ölürken, bizim çaresizlik içinde günde bin defa öldüğümüzü itiraf etmek gerekiyor. Aslında ümmet olamadığımızın cezasını çekiyoruz. Ümmet yok ki, kendi haysiyetiyle oynayanlara hak ettikleri cezalarını versin. Ne İslâm Devleti, ne Halife ve ne de ümmet…
İsrâil içimizde... İsrail sadece Filistin’i işgal etmiş değil, işgalin kapsamı çok daha geniş, zulmün boyutları çok daha derin. Bir bak çevrene, göreceksin. Haber ajansları ve medyadaki ağırlıkları, sanat ve özellikle sinemadaki etkinlikleri, Mason locaları, Rotary ve Lions klüpleri, uluslararası nice teşkilatları, kendi ideallerine hizmet eden tâğutî rejimler ve her ülkedeki işbirlikçileriyle İsrail her şeyiyle müslümanların içinde. Yahudilerden mü'min olanlara, artık nasıl yahudi denmezse, müslümanlardan yahudileşenlere de artık müslüman denilmesi yanlış olur, o artık "yahudi(leşmiş)" bir kimsedir. Kendisinde itikadî anlamda münâfıklık alâmetleri bulunanlar, hadis-i şerifteki ifadeyle nasıl hâlis/tam bir münâfık oluyorsa, kendisinde yahudilik alâmetleri bulunanlar da tam bir yahudi olurlar. Yoksa, yaratılış ve ırk olarak yahudi olmak, ne başlı başına bir üstünlük, ne de alçaklıktır. İnsanın, kendi elinde olmayan bir sebepten dolayı, şu veya bu ırka mensup olmasından ötürü gazab edilmesi ve lânetlenmesi Kur'an'ın bütünlüğüne uygun bir anlayış değildir. İnsan, irâdesini iyiye veya kötüye kullanmasından, kendi yaptıklarından dolayı ödül veya cezayı hak eder. Önemli olan Kur'an'da ifadesini bulan yahudi karakterine sahip olup olmamaktır. Aynen, müslüman bir anne-babadan doğmak, yani nesil olarak müslüman çocuğu olmak, müslüman sayılmak için kâfi olmadığı gibi.
Batılı kâfirlere, hıristiyan ve özellikle de yahudilere ait Kur'an'da beyan edilen nice olumsuz özellik, bugün "müslümanım" diyenlerde hiç eksiksiz bulunmaktadır. Dolayısıyla hıristiyan ve yahudilere verilecek dünyevî ve uhrevî cezalar, mü'minlerden onları örnek alan taklitçilere de verilecektir. Bu, İlâhî adâletin gereğidir. Lânete, gazaba uğrama ve dalâlet/sapıklık hükümleri/damgaları da. Bu değerlendirmeler, fertler için olduğu kadar; toplum için de geçerlidir. Toplumların, devlet ve rejimlerin, lânetli ve sapık yolu izledikleri zaman, helâkleri ve cezaları, tarihtekinden farklı olmayacaktır. Sünnetullah'ta (Allah'ın toplumsal kanunlarında) bir değişiklik olmaz. Saâdeti asra taşımak ve sahâbeleşmek mümkün olduğu gibi, İsrâil'leşmek de mümkündür. Bu tercih; mutluluk veya felâketi, cennet veya kıyâmeti seçmektir. Dışımızdaki yahudiden daha tehlikeli olan, içimizdeki yahudidir, yahûdileşmedir; inanç, ahlâk ve yaşayış tarzı olarak gâvurlaşmadır.
Kur’ân-ı Kerim’de benim tespit edebildiğim kadarıyla yahûdileşme alâmet ve özellikleri olarak tam 64 vasıf sayılır. Bu özelliklerinin içinde günümüzde nice "müslümanım" diyenlerce aynen uygulanan şu yahudi karakterlerine dikkat çekmek gerekiyor:
1- Maddecilik ve dünyevîleşme, maddeyi putlaştırma, altına ve heykele tapma (2/Bakara, 51-54; 7/A'râf, 148-152; 20/Tâhâ, 86-98; 29/Ankebut, 92),2- Ahlâkî dejenerasyon(3/Âl-i İmran, 188),
3- Dinlerini paramparça etmek, hizipçilik ve tefrika(6/En'am, 159),
4- Allah'ın hükümleriyle hükmetmemek(5/Mâide, 44, 45, 47; 62/Cum'a, 5),
5- Rüşvet alıp vermek (5/Mâide, 42, 62),
6- Fâiz yemek (3/Âl-i İmran, 161; 4/Nisâ, 161),
7- Irkçılık ve taassup, üstün ırk oldukları iddiası (5/Mâide, 18; 2/Bakara, 80),
8- İyiliği emredip kötülükten sakındırma görevini yapmamak (5/Mâide, 79),
9- Eşlerini kıskanmama, domuz gibi yaşadıklarından domuza çevrilmeleri (5/Mâide, 60),
10- Maymunca taklitçilik veşahsiyetsizlik özelliklerinden maymuna çevrilmeleri (2/Bakara, 65; 5/Mâide, 60; 7/A'râf, 166),
11- Dâvâları için her yolu meşrû görmeleri, yalan söylemeleri (5/Mâide, 13, 32, 41).
12- Sözlerinde durmamaları (2/Bakara, 55, 61, 65, 84, 86, 90, 93, 100; 3/Âl-i İmran, 112; 4/Nisâ, 154-155; 5/Mâide, 3, 60),
13- Sihirle uğraşma (2/Bakara, 102),
14- Toplumda fesâdı, fuhşu yaygınlaştırma(5/Mâide, 64),
15- Bilginlerini, âlim ve din adamlarını tanrı edinmek(9/Tevbe, 31, 34),
16- Dini tahrif(2/Bakara, 59, 75, 79; 4/Nisâ, 46; 5/Mâide, 13, 41; 7/A'râf, 162),
17- İmanda pazarlık,Allah'ı açıkça görmediçe inanmayacağız" demek (2/Bakara, 55),
18- Gerçeği bile bile inat (3/Âl-i İmran, 70),
19- Hakka bâtılı karıştırmak (2/Bakara, 42),
20- Ketmetmek; Açıklamaları gereken bilgileri gizlemek (2/Bakara, 159, 174; 3/Âl-i İmran, 187; 5/Mâide, 15; 6/En'am, 91),
21- Ahireti dünyayla değiştirmek (2/Bakara, 86),
22- Gerekli gördükleri her yalanı söyleyebilmek (5/Mâide, 40-42),
23- Firavun'un işbirlikçisi kapitalist Karun'a özenmek (28/Kasas, 79),
24- Dünyaya çok hırslı/düşkün olmak ve dünyayı aşırı sevmek (2/Bakara, 96; 4/Nisâ, 53; 7/A'râf, 169).
Onlar ve Biz
Bugün (İslâm’ı temsil etmedikleri halde, yanlış olarak) İslâm toplumu denilen halk yığınları, İsrâiloğullarının olumsuzluklarla dolu tarihinin ve geleneklerinin mirasçısı görünümünü arzetmektedir. Meselâ, Kur'an-ı Kerim onlara yönettiği "Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?" (2/Bakara, 85) sorusunun muhâtabı olan sayılamayacak kadar insanımız vardır. Yine Tevrat, kendilerine yükletildiği halde onun emirlerini yerine getirmeyenlerin durumunu kitap yüklü merkeplere benzeten Kur'an'ı (62/Cum'a, 5) okurken, ister istemez Kur'an'a inandığını söyleyen ve onu kabul ettiğini, hatta öğrendiğini sandığı halde ümmîler gibi hareket eden, Kitapsız gibi yaşayan nice insanımızın varlığını görerek Allah Teâlâ'nın çevremizdeki insanlardan binlercesine Kur'an'ı yüklenen merkepler olarak baktığını düşünmeden edemiyoruz. İsrâiloğulları ile bizim aramızdaki en büyük fark, bize vahiy olarak gelen Allah'ın kitabına olan samimi bağlılığımız ve ona uymamak için bahaneler aramayışımız olacaktır. Bunu yapmayınca Kur'an'ın onlar için anlattığı tüm olumsuzlukları kendimiz için düşünmemiz gerekecektir. Çünkü isrâiloğullarını Kur'an'ın kötülemesinin sebebi, onların Kitab'a ve Rasüllerine karşı olan lâkayt tavırlarıdır, keyfî hareketleri ve her şeyi dünyalık ucuz menfaatlerine göre hesaplayan bir mantığın temsilcisi olmalarıdır.
Gönüllerdeki yahudiliğe savaş ilân edip içimizdeki işgali kaldırmadan, dıştakine tavır almak mümkün değildir. Dışımızdaki İsrail’den daha tehlikeli olan, içimizdeki Siyonist ve kâfirlerdir. Kalp ve kafamızdaki, el ve dilimizdeki küfürdür dünyamızı perişan, âhiretimizi zindan edecek olan.
Esas Filistin biziz biz! Farkında bile değiliz.
İnsanımız o hale gelmiş ki, belâ kendi evinin kapısına dayanıncaya kadar suya-sabuna dokunmamayı tedbir sayabiliyor.
Para-pul, araç-gereç, sayı-nüfus hesabı yaptığı kadar bile Allah'ı hesaba katmıyor ve korkularının esiri olabiliyor.
Okumakla adam olacağına, namazla sadece Allah’a kulluk bilincine ulaşacağına, duayla aktifleşeceğine, sabırla direnişe geçeceğine; kitapla eşekleşebiliyor, namazla ürkekleşebiliyor, duayla pasifleşebiliyor ve sabırla zilleti kuşanabiliyor.
Elini taşın altına koyacağına, yüke omuz verip yük alacağına; yük olabiliyor.
Bir yol bulacağına, yol açacağına, yola düşeceğine; yolda düşüyor, düştüğü yerden kalkmıyor, yoldan çekilmiyor.
Yangını söndürmek için eline bir kova su alıp göreve koşmak yerine; itfaiyecileri eleştiriyor, yürüyenin önüne taş, üretenin önüne set olabiliyor.
Zihni düşünce, gönlü huzur, eli iş üreteceğine, sadece dili laf üretiyor.
İslâm, insanları kurtarmak ister. Canla cihad, yani Allah için savaş, başkalarını öldürüp cehenneme göndermek için değil; nefsimizi ve diğer nefisleri cehennemden kurtarmak için yapılır.
Cihad, yanmaktan kurtulan merhametli insanların başkalarının imdadına koşmasının, insan kurtarma savaşının adıdır. O yüzden kurtulmayan kurtaramaz.
Canla cihadda, yani Allah için savaşta hedef, öldürmek değil; diriltmektir. Ölü kalpleri diriltmek, sönük fikirleri aydınlatmak, donuk hissiyatlara can vermek. İnsanları yurtlarından etmek değil; onlara ebediyet yurdunu kazandırma gayretidir cihad. Bu diriliş hareketinin önüne çıkanlar ölümü hak etmiş olurlar.
Çokların hayat bulması için, belli bir azgın azınlığın ölmesi gerekiyorsa, işte buna "cihad" deriz ve buna koşarız. Aksi halde çoğunluğa zulmetmiş oluruz. Bunun şartlarını da ümmetin ulemâsı belirler, birkaç gencin heyecanlı ama cahilce tavrı değil.
Cihad mekânları; mânen hastalıklı, ülkelerinde ciddi bir şey yapamayan insanların sığınağı, ucuz ve kolay yoldan cennete gitmek için kaçılacak, sığınılacak mekânlar veya Vehhâbileştirme kursu değildir.
Cihad ve cihad meydanı derken, cihadın ilk farz kılındığı şehirden bahsedecektik. İslâm devleti demek, cihad demek, gayret demek, güzelliği halka halka tüm halka, halkların tümüne yaymak demektir.
Medine demek, umreci ve hacı için Mescid-i Nebevî demek. Batılılar yalancı, suçüstü yakalıyorum, Batının bile her yolu Roma’ya çıkmıyor, biliyorum, ama burada müslümanlar için her yol Mescid’e çıkıyor. Şehrin de merkezi, hayatın da merkezi mescid. Mescidden kopuk Medine’nin hiçbir özelliği yok. Mescid; bugünkü mimarisiyle değilse de, içinin atmosferiyle Peygamber’i temsil ediyor; buram buram Rasûl kokuyor mescidde. Hayal ettiğinizde Ebubekir ile, Ömer ile, Hamza ile, Bilal ile, Mus’ab ile aynı mekânı paylaştığınızı hissediyorsunuz. Zaman tüneline ihtiyaç yok, hayal adlı füzeye biniyor ve Hz. Süleyman’ın vezirinden önce tahttan kıymetli hurma lifinden yapılmış hasır parçasını getirip altınıza yayıyorsunuz göz açıp kapamadan daha kısa bir anda. Bu an o zaman işte. Bak herkesin yüzü huzurun gülümsemesiyle canlı. Mutluluk ve huzur şehri, saadet asrı. Mescidde ayağımızın bastığı yerler kimbilir Bilal’ın çikolata ayağının bastığı yerdi. Şu halıya dökülen su değil, Peygamber’in secde yerindeki gözlerinden süzülen inciler… İşte Suffe Üniversitesi. Şu bezden kapısı olan duvarları hurma lifinden klübe Hz. Âişe’nin hücresi, şurası Ümmü Seleme’nin, Zeyneb’in… Anamın, analarımın evi.
Medine… Hicret şehri. Mazlum mü’minlere kucak açan şehir. Tek kılıç darbesi olmadan, Kur’an’la fethedilen şehir. Medine; İslâm’ın hâkim olması ve yaşanması yönüyle modelimiz bizim. Vahyin pratiği, hayat bulup uygulandığı, ete kemiğe büründüğü, Kur’an’ın ve canlı Kitapların etrafa hâle hâle yayıldığı güzel şehir: Vahye teslimiyetin destanlaştığı kent. Medine. İslâm devletinin başkenti. Mescidi Takvâ Mescidi. Huzur, sükûnet, tevazu, efendilik cisimlense ve bir şehir olarak karşımıza çıksa, bunun adı Medine olurdu.
Mescid’in dışındaki şehir ise; hiç Peygamber şehrine benzemiyor. Tam bir laiklik var uygulamada. Çarşılar ve çarşıların kapitalist ve liberalist dini, Mescid dininden kopuk dünyayı temsil ediyor. Din dünyaya iç dünyaları ve mescidin üzerine çullanan dini hiç çağrıştırmayan içinde Allah’ın unutulduğu Batı tarzı binalar…
Medine; şehir demek. Peygamber şehri’nin kısaltılmışı. Şimdi Mescidi dışında şehir, hiç peygamber şehrine benzemiyor. O Büyük insanın ve yetiştirdiği ashâbın yaşadığı yerleşim yeri, bugünkü bahçesiyle birlikte Mescid-i Nebevî’nin hacmi içindeydi. Yani Peygamber ve ashâbı, Mescidin içinde idi, evleri, işyerleri, sığınakları mescid, hepsi bugünkü Nebevî Mescid’in sınırları içinde idi. O gün öyle idi, bugün de öyle. Bugün de, Peygamber ve ashâbı Mescidin bulunduğu mekânın dışında yaşatılmıyor. Mescidin dışına Peygamber kokusu pek sinmemiş. Kapitalizmin çirkin köşklerinden, otellerinden, lokanta ve çarşılarından oluşan mâbedi; oralarda tek geçer söz para adlı kutsal kitabın.
Medenî: Medine’ye ait demek. Yani, Medine’ye has güzellikler. Vahyin Medine’yi nurlandırdığı işaret fişekleri. Peygamber ve ashâbını günümüze taşıyan özellikler.
Medeniyet: Medeniyet de Medine kelimesinden türemiş bir kelimedir. Medine gibi olmaya çalışmak, onların dünya bakışına, onların hayat tarzına, yaşama biçimine uymak demek. Medenî geçinenlere bakın bakalım, Peygamber şehrine ait, Peygamber’e ait özelliklerle araları nasıl? Kim Medine’deki ashâba benzerse o medenîdir, medeniyet sahibidir. Bu güzelliklerle ilgisi olmayanların Medeniyet sahibi olmaları, medenî kabul edilmeleri mümkün değildir.
Mekke… Tevhid üssü, Allah’ın evi kabul edilen Kâbe’nin bulunduğu şehir. Günümüzde ise…
Devam edecek inşaAllah